in ,

Southern Reach Üçlemesi: Bilinmezlik Denklemindeki X Neye Karşılık Gelir?

H.P. Lovecraft, okurlarının bilinçaltındaki bilinmez korkusunu uyandırmak yerine yazımının teknik yönüne odaklansaydı ne olurdu?

Southern Reach Üçlemesi inceleme
- Reklam -
- Reklam -

Jeff Vandermeer’ın yazarlığıyla tanışıklığım kurgularından daha önce olmuştur. İsmini ilk defa eşiyle derlediği spekülatif feminist öyküler kitabı Devrimin Kardeşleri’nde (Kolektif Kitap, 2016) öğrenmiştim. O çalışmada hakkında edinebileceğim tek fikir, hangi tarz öykülere -onlar da feminizm ölçeğinde- öne çıkarıp değer biçtiğiydi. İkinci karşılaşmam yaratıcı yazarlık üzerine görüş ve tekniklerini başka yazarların tavsiye ve yorumlarıyla derleyip aktardığı Harikalar Kitabı’nda (Alfa Yayınları, 2016) oldu. Kurmacayı anlatan bu çalışma, spekülatif kurguyla sınırlandırılmaması gereken bilgi ve tecrübeler içeriyordu. Kitap ayrıca Vandermeer’ın yazarlığına karşı güven duymamı da sağlamıştı. Farklı alıntılara dayanan açıklamaları ve konulara hakimiyeti yazarlığın zanaatine hakim olduğunu düşündürtmüştü. Kariyerine dair bilgiler de yazarlığı hakkında merakımı kabartmıştı. Üç Dünya Fantazi Ödülü sahibiydi. Kitapları 20’den fazla dile çevrilmişti. Yazarlık kampı Shared Worlds’ün kurucu ortaklarındandı. Ayrıca dünyanın dört bir yanında yazarlık dersleri veriyordu. Kendi romanlarından yaptığı kısa alıntılar haricinde kurgusunu okumadığım bu ismin yazarlığı ve kariyeri hakkında yeterince fikir sahibi olmuştum. Benim için tersine işlemiş sürecin son durağıysa yazarın tüm hünerlerini sergilediği bir kurmaca olmalıydı. Ve Southern Reach üçlemesi de bu ihtiyacımı bir değil, üç kitapla karşıladı.

Bir hevesle alıp okuduğum üçleme bitince onu nasıl southern reach 1 yok olusdeğerlendireceğim hususu biraz kafamı kurcaladı. Onu kötü bulmamıştım. Ama bir şeylerin eksikliğini de hissetmiştim. Bu karmaşayı ’okur beklentilerim’ ve ’yazarın sundukları’ başlıkları altına sıralayıp karşılaştırınca neyi neden beğenip neden beğenmediğim açıklığa kavuştu.

Şunu öncelikle belirtmem gerek ki, üçlemeyi okuyunca Jeff Vandermeer’a dair Harikalar Kitabı’nda edindiğim yazarlık zanaatçiliği hakimiyetinden hiçbir şüphem kalmadı. Üçleme, o kitaptaki görüşlerin kurguya uygulanışının eksiksiz bir temsilcisi olmuş. Tarz, kurgu ve anlatım biçiminin her kitapla uğradığı ufak değişiklikler okuma seyrinin tekdüzeleşip sıkıcılaşmasının önüne geçmiş. Tekinsizlik ve gizemi doğrudan değil, dolaylı yollardan hissettirmeyi başarmış.

- Reklam -

Peki, yazara tüm hünerini sergiletip üçleme yazdırtan o hikaye ne? Aslında pek önemi yok ve ikinci planda. Tek amaç, okura son kitabın son sayfasına kadar hikayeyi takip ettirmek. Mantıken bu amacı kabahatten sayamam ve saymıyorum da. Zaten Southern Reach gibi fantastik ve bilimkurguyu aynı anda harmanlayan türe ait gizem – gerilim öyküsü ortaya konacaksa bunun öncelikler listesinde üst sırada yer alması gerekir. Aslen vadettikleri açısından bunu güçlü özelliklerinden sayabilirim de. Fakat bu özellikte olduğu gibi üçlemenin güçlü yönleri aynı zamanda yoruma açık zayıf yönlerine de kaynaklık ediyor. Üçlemenin özelliklerinden kaynaklı bu yapı, okurunun beklenti ve beğenilerinde bulacağı karşılığına göre, “Ya iyi bulursun, ya hiç beğenmezsin,” durumunu oluşturuyor.

Üçleme sırasıyla Yok Oluş, Yetki ve Kabulleniş kitaplarından oluşuyor. Tüm hikaye gizemli X Bölgesi’ni araştırmak için kurulan Southern Reach’tekilerin icraatları ve uğraştıkları bilinmez yüzünden yaşanan karmaşayla alakadar. Birbirinin tetikleyicisi olaylar silsilesi farklı karakterler merkeze alınarak aktarılıyor. Aslında hikayeden daha fazla bahsetmeme gerek yok. Önce de değindiğim gibi zaten hikaye ikinci planda. İşlevsel olarak yegane amacı gizemli ve tekinsiz atmosfer için gerekli unsurların bir araya getirilmesini sağlamak. Ana bilinmezin varlığıyla hayatları temellerinden sarsılan karakterler de bu unsurlardan en önemlileri oluyor.

Jeff Vandermeer’ın tüm odağını bilinmezin ne olduğundan çok, karakterlere ve deneyimlerine yönlendirmesinin ise haklı bulduğum gerekçeleri var. Bir hikayede anlatılan ne olursa olsun ve olaylar ne kadar dallanıp budaklanırsa budaklansın, eninde sonunda her şeyin açıklığa kavuşacağı, olayların da bir sonuca varacağı herkesin malumu. Üstelik, Harikalar Kitabı’nda da belirtildiği gibi, bunların o zamana kadar düşünülmemiş özgün fikirler olmasının ne imkanı, ne de gereği var. Tabii bu denkleme okurların tahmin ve tatmin güdüsünde etkin rol oynayan kurmacaya aşinalığı da katmak gerek. Durum buyken, kurmacayı okutturup beğenilmesini sağlatacak alanlar ister istemez azalıp daralıyor.

southern reach 2 yetkiVandermeer da tercihini ne anlatacağı yerine nasıl anlattığından yana kullanıyor. Amacını okuru gizem ve tekinsizliğin içine çekip sürüklemek olarak seçiyor. Nasıl bir bilinmezle karşı karşıya bırakılacakları sorun değil. Böylece önemli olan bilinmezin nasıl servis edildiği oluyor. Ana bilinmezin kendinden çok insanlar arasında yarattığı kaosa odaklanılması bu yüzden büyük önem arz ediyor. Sonuçta bilinmezi dehşet verici, şüphe uyandırıcı, histeri ve delilik kaynağı yapan insanın ona atfettiği değerlerden, vermiş olduğu tepkilerden kaynaklanıyor. Burada bilinmezin yarattığı kaosu insan bilincindeki yansımasıyla aktarmak kilit rol oynuyor. Ve neticede bilinmez yüzünden hayatları altüst olmuş karakterlere ve aralarındaki çatışmaya odaklanılması kaçınılmaz hale geliyor.

Ama karakterizasyon ve yarattıkları atmosfer bir yandan bekleneni verirken öbür yandan okurun okuduğuyla arasına mesafe koymasına sebebiyet verebiliyor. Karakter özgünlüklerinin okur nezdinde empatiyle mi, yoksa antipatiyle mi karşılanacağı sorun teşkil ediyor. Doğalarını ve amaçlarını bilmek onlara başından itibaren duyulan yabancılığı ortadan kaldırmıyor. Verdikleri her tepki ve haklarında öğrenilen her bilgi, “Demek böyle biri ve böyle bir durumda böyle tepki verirmiş,” fikrini vermekten öteye gitmiyor. Üstlerinden atamadıkları bu yabancılık, dikkati her zaman ana bilinmez ve onun yarattığı sorulara çekiyor. Lakin ortada gezinen o soruların çözümü yine karakterlere bağlı olduğundan hikayede belli bir seviyeye geldiklerinde ancak bir şeylerin ayırdına varılabiliyor. O anlarda gizem sisi dağılırmış gibi oluverirken ser verip sır vermeyen bilinmez varlığını tekrar hissettirerek karakteri psikolojik olarak başa döndürüyor. Gizem sisi de eski yoğunluğuyla hikayeyi kaplamaya devam ediyor. Okur da ısınamadığı karakterlerin ne olduğu anlaşılamayan bilinmezlerle mücadelesiyle tekrar baş başa kalıyor.

Bu döngüyse gayet bilinçli bir tercihin sonucu ve iki amaca hizmet ediyor. İlk işlevi, anlatımın devamlı gizem ve tekinsizlikle yüklü olması sağlamak. İkinci işleviyse akla kolay kolay gelmeyecek cinsten. Okurun zihnini belirsizlik, gizem ve tekinsizlikle meşgul edip yorarak en basit cevaba bile razı olmasını sağlamaya yarıyor. Bir tür beklentileri aşağı çekme çabası var. Buradaki amaçta iki tane. İlki tabii ki cevaplar her ne olursa olsun okurda tatmin hissi uyandırmak. İkincisiyse yine akla kolay kolay gelmeyecek cinsten. Okur beklentilerini kontrol altına alarak vadedilenden daha fazlasını talep etmesinin önüne geçmek.

Burada yine ve yeniden yazara prensipte hak vereceğim. Üçlemeyi oturtuğu temeller ve anlatım tercihlerinin mantığı göz önüne alınınca, okuru asılsız beklentilere sokmadan etkileyip öykünün seyrini takip ettirmeye çalışmış. Ama bunu gerçekleştirirken de okurun üçlemeyi kendince sevmesini sağlayabilecek hissiyat, yan hikaye ve mesajın oluşmasına yeterince imkân tanımamış.

Üçlemedeki X Bölgesi’nin ve sırrının temeli H.P. Lovecraft öykülerindeki kozmik dehşetten türetilmiş. Biraz daha rafine ve daha anlaşılabilir bir versiyon. Amaçsa Lovecraft’ınki gibi okurun bilinçaltındaki bilinmez korkusunu harekete geçirmek olmayınca gizem ve tekinsizlik etkileyicilikten uzaklaşıyor.

Gizemli bölge teması ve o bölgenin içinde de dışında da soru ve sorunlarla yüz göz olunmasıyla Strugatsky Kardeşler’in Uzayda Piknik’iyle benzeşiyor. Fakat Strugatskyler’inkinin aksine, okurların olaylara ve durumlara farklı anlamlar yükleyememesinden ötürü hikayenin ve hikayeyi oluşturan unsurların tek başına cazibesi-albenisi olmuyor.

- Reklam -

Üçlemenin ikinci kitabındaki ana karakterin gizli görev namına sızdığı kurumun tuhaflıklarında kaybolmaya başlaması, Stanislaw Lem’in Küvette Bulunan Günce’sini hafiften anımsatıyor. Lem çılgınlık ve garipliklerle dolu o anlatıda karakterini çaresiz bırakarak bürokrasi hicvi çıkartabiliyorken, Vandermeer karakterini öykünün ve gizemin ihtiyacına göre piyon gibi kullanmaktan fazlasını yapmıyor.

Tamam, tamam. Üçlemenin iliklerinde bilinmez ve insan ilişkisine dair hoşuma giden bir tanı var. Gerçek bilinmezle karşılaşıldığında insanın ne kadar acizleşebileceğini ve amaç ne olursa olsun kestirilemez olanı tanımlayıp kontrol etmeye çalışmanın tehlikesi tüm hikayede gözleniyor. Ve evet, bu konuda da gayet tutarlı, gayet başarılı. Fakat kaç okurda bu özelliğin karşılık bulacağı ya da kişisel değerlendirmesine kıstas olarak katacağı yine yoruma açık.

Sonuç

Kitapların arka ve iç kapaklarında üçlemeyle alakalı övgü dolu southern reach 3 kabullenissözlere yer verilmiş. Biraz abartıya kaçtıklarını düşünmekle beraber, övdükleri şey bakımından haklı olduklarını düşünüyorum. Oradakiler gibi kurmacaya ve anlatımının büyüsüne kafa yormuş olanlar üçlemeye aşık olacaktır. Ki bende kurmacanın nasıl işlediğine dair kendimce meraklı biri olarak buna anlam verebiliyorum. Yine de, onlar kadar âşık olmadığımı itiraf etmeliyim. Teknik başarısını takdir etmekle birlikte, küçük ama önemli bulduğum ayrıntıların yoksunluğunu çekmiş olmam burada en önemli sebep. Ama aldatılmış gibi de hissetmiyorum. Hatta Jeff Vandermeer’ın kapaklardaki övgülerin aksine, okuruna oldukça dürüst davrandığı kanaatindeyim. Ne vadettiyse onu sunmuş. Yapılması gereken ne varsa onu yapmış. Sinefillerin takdir ettikleri yönetmenler için kullandıkları “duvarı çekse izlenir” tabirinin edebi karşılığının onun yazarlığı içinde pek ala kullanılabileceği kanaatindeyim.

Sanırım asıl tartışma da burada patlak veriyor. Onun Southern Reach’te sunduklarıyla benim okur alışkanlıklarım ve beklentilerim ne kadar örtüşüyor? Bir yanım üçlemeyi tatminkar bulurken öteki yanım neden tatmin olmuyor? Üstüne düşeni yerine getirmiş bir anlatıda eksiklik hissiyatı neyden kaynaklanıyor? Ne anlatıldığı mı yoksa nasıl anlatıldığı mı önem arz ediyor? Sorular soruları doğuruyor ve bunlar ne Southern Reach üçlemesine ne de şahsıma özel değiller. Sonuçta bir kurmacanın iyi ya da kötü, yeterli ya da yetersiz mi olduğu hep tartışma konusu olmuş ve olmaya da devam edecek.

Çeviri, Editörlük, Kapak

Southern Reach Üçlemesi, Jeff Vandermeer’ın bir diğer çalışması Harikalar Kitabı’nda olduğu gibi yine Alfa Yayınlarınca üstlenilmiş. Yerinde bir kararla, bir romanın üç bölüme ayrılmışı gibi düşünülebilecek üçlemeyi tek seferde yayınladılar. Bu önemli. Çünkü giriş mahiyetindeki ilk kitap kendi mini hikayesine sahip. Bu kitap ayrıca okur için üçlemenin gizem-gerilimi hakkında fikir edindiriyor. Devam kitapları oradaki hikayenin öncesine ve sonrasına yoğunlaşıyor. Yani ilgi çekici asıl olaylar iki ve üçte anlatılıyor. Bir romanın giriş bölümünü okuyup devamının çıkmasını beklemenin yaratacağı hoşnutsuzluğu da düşününce, Alfa’yı bu kararından dolayı daha da bir takdir ettim.

Şimdi gelelim çeviri ve editörlüğe. Burada birtakım hayal kırıklıkları mevcut.

İlk kitapta çevirmen Mine Sarucan iken, ikinci kitaptan itibaren Aydın Sarucan’la birlikte çeviriyi ortak yürütmüşler. Tüm kitapların editörlüğünü ise Bilge Ceren Şekerciler üstenmiş. Olaylar, karakterler ve tecrübeleri anlaşılır biçimde dilimize aktarılmış. Çeviri-editörlüğün bu kısmında bir sıkıntı yaşamadım. Fakat şikayetim akıcılık yönünde oldu. Bazen cümleler aktardığı duruma kıyasla donuk veya heyecansızmış gibi gelebildiler. Ya da, virgül yerine “ve” kullanılsa anlamından bir şey kaybetmeyip daha da akıcılaşabilecek cümlelerle karşılaştığım oldu. Bazısında da hareketin kimin tarafından gerçekleştirildiği anlamak güçleşebiliyordu. Veyahut kelimelere getirilen yanlış ya da eksik ekler okumayı güçleştiriyordu. Onlarla karşılaşıldığında okuma süreci ister istemez anlık duraksamalara uğrayabiliyor. Sanırım yazarın kullandığı dile uymaya çalışayım derken yapılmış hatalar bunlar.

Kapak tasarımı Füsun Turcan Elmasoğlu’na ait. Kapak illüstrasyonuysa Çağla Köseoğlu tarafından hazırlanmış. Arka ve ön kapakların tasarımları gayet şık olmuş. Kapakların içe katlanmış uzantılarında kitaba veya yazara dair kısa metinlerin bulunması da hep hoşuma gitmiştir zaten (Kitaba acilen ara vermek gerektiğinde ayıraç gibi de kullanılabildiği için ayrıca severim). Kapak görsellerinin orijinal baskıdakini andıracak biçimde tasarlanmasını da beğendim. Tamam, birebir değilse de en azından kocaman ve şık bir “X”e sahip. O bile bana yeter. Bir tek, ikinci kitabın kapağıyla bir ve üçün kapaklarında kullanılan görsellerin uyumsuzluğuna takıldım. İkincide kara kalemi andıran resim kullanılmışken ötekilerde siyah beyazı andıran görsellerin kullanılması biraz tuhafıma gitti. Hangisi hangisine uydurulsaydı daha iyi olurdu kestiremiyorum. Ama sanki tüm kapaklarda ikincinin tarzı benimsense daha hoş olurmuş gibime geldi.

Southern Reach, sevmesi kolay bir seri değil. Bu noktada okurun seriden ne beklediği oldukça önem arz ediyor. Vandermeer’dan daha çok kitap okumayı umduğumuzu belirterek bu incelemeye son verelim. Seriyi okuyup okumama tercihiyse size kalmış olsun.

Cemalettin Sipahioğlu

1986 İstanbul doğumlu. Bilimkurgu, korku ve fantastiği uzun süre televizyondan takip edebilmiştir. Ailesinden habersiz aldığı ucuz VCD oynatıcıyı saklayıp, onlar yokken kullanarak, bu konularda film açıklarını kapatmaya çalışmıştır. Edebiyata sonradan bulaşması; bilgisizliği; bilgisizlik de, "Raftaydı ve ben onu alıp okumadım zamanında." pişmanlıkları getirmiştir. Lem ile Küvette Bulunan Günce'yle tanışması; okumaya yeni başlayan biri için hem talih, hem de talihsizlik olmuştur. Film, kitap, animasyon, çizgi roman olsun; kendi sınırlı bilgisiyle, eserleri iç dinamikleri içinde değerlendirmeye çalışır.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

gececi ust

Galip Tekin’in Mirası “Gececi Dergi” Yayın Hayatına Başladı

Gecenin Gecesi Hasan Ali Toptas

Hasan Ali Toptaş’tan Yepyeni Öyküler: “Gecenin Gecesi” Raflarda