Speak No Evil incelemesi ile ilk olarak 2022’de vizyona giren Danimarka yapımı filmin James Watkins imzalı yeniden çevrimine detaylı bir bakış atıyoruz. Bu içerikte hem ilk yapımla olan farklara hem de yeni maceranın güçlü ve zayıf yanlarına odaklanıyoruz.
Bir filmin yeniden çevrimini yapmak ana materyali geliştirme veya daha iyi uygulama zorunluluğunu da beraberinde getirir. Peki seyirci neden zaten daha iyisini izlediği bir filmi yeniden izlesin ki? Psikolojik gerilim türündeki Speak No Evil (Sakın Ses Çıkarma), ilk yapımın bazı yönlerini aşmayı başarırken bazı açılardan geride kalıyor. İki yapım aynı temele dayanmakla birlikte farklı yollar izleyip kendi hikâyelerini anlatıyor. Watkins’in versiyonu izleyiciyi bu hikâyeye bir kez daha vakit ayırmaya ikna edebiliyor mu?
Speak No Evil İncelemesi Başlangıç: Kimleri İzliyoruz?
Speak No Evil, yukarıda da belirttiğimiz gibi yönetmen James Watkins’in imzasını taşıyor. Watkins daha önce Kan Gölü (Eden Lake), Baskın Günü (The Take) ve Siyahlı Kadın (The Woman in Black) gibi gerilim türünde başarılı işlere imza atmış bir isim.
Eski kadroyla hiçbir bağı olmayan yeni Speak No Evil’da başrolleri James McAvoy (Paddy), Mackenzie Davis (Louise Dalton), Scoot McNairy (Ben Dalton) ve Aisling Franciosi (Ciara) gibi tecrübeli isimler üstleniyor. Ayrıca Dan Hough (Ant) ve Alix West Lefler (Agnes Dalton) gibi genç yetenekler de ilk büyük rollerini oynuyor.
Speak No Evil filmi, İtalya’da tatile giden bir Amerikalı ailenin, orada tanışıp iyi vakit geçirdikleri İngiliz bir aile tarafından kırsaldaki evlerine davet edilmelerini ve sonrasında yaşanan olayları konu alıyor.
Evliliğinden mutsuz olduğu ve işinden yeni ayrılmanın etkisiyle bunalıma girdiği her hâlinden belli olan Ben, bu davet karşısında oldukça hevesli bir tutum sergiliyor. Louise başlangıçta aslında hiç tanımadıkları bir aileye misafir olmak konusunda negatif düşüncelere sahipken sonrasında bu fikre ısınıyor ve yolculuk başlıyor. Birbirine fazla düşkün bir tablo çizen Paddy ve Ciara çifti, kimi konularda çiftimizle farklı bir anlayış sergilese de onları iyi ağırlamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat olayların gelişmesiyle rüya gibi başlayan tatil, yerini karanlık gecenin koynunda büyümüş kabuslardan birine bırakıyor. Peki kahramanlarımız, bu kâbustan bir aile olarak ve kayıp vermeden kurtulmayı başarabilecekler mi?
Veganlık ve Balık: Modern İnsanın Tutarsızlığı
Speak No Evil, izleyiciyi başından sonuna kadar rahatsız edici bir atmosfer içinde tutmayı başarıyor. Ancak bazı sahnelerin klişe ve tahmin edilebilir olması bu atmosferi zayıflatıyor. Buna rağmen filmin düğüm noktası, heyecanı artırarak izleyiciye gerilimli bir deneyim sunuyor.
Yapım, sosyal ilişki dinamikleri ve modern insanın dert edindiği konulara dair mizaha vurulmuş eleştirilere sık sık yer veriyor. Louise ve Ben’in bir aldatma vakasıyla temelinden sarsılmış hâldeki mutsuz evlilikleri ve bu ilişkide tarafların büründüğü roller seyirciyi huzursuz etmeyi başarıyor. Paddy’nin, Louise’in vegan oluşunu sorguladığı (vegan olduğu hâlde balık yemesinin tutarsızlığını belirterek) ve aslında bu konuda oldukça sığ bir bakış açısına sahip olduğunu gördüğümüz sahnede günümüz insanının eylemlerinin sağlam temellere oturtulmuş bir düşünsel arka plandan yoksun oluşu izleyicinin dikkatine sunuluyor.
James McAvoy ve Dan Hough’un performanslarına ayrı parantez açmak ve şapka çıkarmak gerekiyor. McAvoy’un, Paddy karakterinin vahşi ve tuhaf yapısını kendine has abartılı -ve belki bu sebeple yer yer rahatsız edici- yorumuyla başarılı bir biçimde perdeye yansıtıyor. Don Hough ise tüm sırları açık edecek ve bunu konuşmadan yapmak zorunda olan karakterini olağanüstü bir oyunculukla var ediyor. Karakterinin dilsiz oluşu nedeniyle tek bir diyalogu dahi olmayan Ant karakterini canlandıran genç yıldız; hâl, hareket ve mimikleriyle sayfalarca konuşmanın yerini tutacak bir performans ortaya koyuyor.
Bu ikili haricinde de genel anlamda başarılı performanslar izliyoruz. Fakat burada büyük bir “ama” söz konusu. Filmin kurgusundaki mantık hataları/senaryo tercihleri diyebileceğimiz öyle anlar var ki bu durum izleyiciyi kahramanların zekâ seviyesi konusunda ciddi sorgulamalara itiyor. Ayrıca karakterlerin olaylar karşısındaki tepkileri zaman zaman doğallığı ıskalıyor ve diyaloglar tam da bu sebeple seyircide istenen duyguları uyandırmakta zorlanıyor. Tüm bunlar bir araya geldiğinde ise maalesef oyuncuların başarılı performansları üzerine gölge düşürüyor. Öyle ki filmi izlerken kendimi sık sık, “Ben olsam asla böyle hareket etmezdim,” cümlesini kuruyorken buldum.
Filmin en can alıcı yeri Ben’in tüm bunların neden yaşandığı sorusuna, “Çünkü buna izin veriyorsunuz,” cevabını aldığı sahne. Önceki yapımı izleyenlerin de yabancılık çekmeyeceği bu cümle, hem birçok defa yaşanacaklardan kurtulma fırsatı elde etmelerine ve kaçmak için onca sebepleri olmasına rağmen bunu heba eden Dalton Ailesi’ne hem de dünyanın dengesini bozan ve sonrasında gerçekçi çözümler üretmeksizin kendi vicdanlarını rahatlatacak yaklaşımlara sığınarak kendi sonunu hazırlayan biz insanlığa bir eleştiri olarak salonda yankılanıyor.
Yapım ses yönetimi ve müzik tercihlerine gerilim dolu bir atmosfer yaratacak doğru tercihlerde bulunmayı başarıyor. Ancak ilk yapıma kıyasla bu filmde müziğin gerilimi yaratan bir unsur olmak bakımından daha geri planda olduğunu söyleyerek incelememizin bir sonraki adımına geçebiliriz.
Çünkü Buna İzin Verdiniz: İki Filmin Kıyası
Watkins’in hikâyesine kendi yorumunu kattığı Speak No Evil, 2022 yılında Christian Tafdrup tarafından yönetilen ve aynı adla vizyona giren yapımdan ilhamla çekilmiş bir film. Bir yeniden çevrim olması dolayısıyla ana yapımla pek çok ortak kurgu unsuru içeren film, karakter isimlerinden finalde olanlara kadar çok sayıda değişiklik içermesiyle kendisini özgün bir konuma taşımayı başarıyor. Bu değişikliklere şöyle bir göz atacak olursak:
Öncelikle filmin başrollerinin milliyetleri ve isimleri gibi çok temel konularda değişikliğe gidilmiş. Bu durum hem yapımda yer alan esprilerin hem de olayların geçtiği ülkelerin bir önceki yapımdan farklı olmasını sağlamış.
2022 yapımında Danimarkalı aile Hollandalı ailenin teklifini kabul ediyor ve Danimarka’dan Hollanda’ya 8 saat süren bir araba yolculuğu ile gidiyorlarken yeni filmde Amerikalı bir aile Londra’dan İngiltere’nin kuzeyine bir seyahat gerçekleştirmekte. Dolayısıyla 2022 yapımında İsveç ve Danimarka üzerinden yapılan şaka ve kıyaslamalar varken yeniden çevrimde bu dokundurmalar yerini Amerikalıların silah çılgınlığı vb. konulardaki mizahi diyaloglara bırakmış durumda.
İsim değişikliklerine ise “Björn -> Ben, Karin -> Ciara, Abel -> Ant” tercihleri örnek verilebilir.
Yeni filmde Ben ve Louise’in evliliğindeki problem bir aldatmadan kaynaklanıyorken önceki yapımda böyle bir durum söz konusu değil. Tafdrup’un Speak No Evil’ında Björn, orta yaş krizi/varoluş krizi diyebileceğimiz bir ruh hâli içinde ve monotonlaşmış aile yaşantısını sorgulayan, bu sebeple mutsuz olan bir karakter olarak resmediliyor.
Yine yeni Speak no Evil filminde Paddy ve Ciara arasındaki abartılı aşk hâli (ki özellikle akşam yemeği sahnesinde oldukça rahatsız edici boyutlara ulaşıyor) seyirciyi bu karakterlerin tuhaf doğasına karşı uyaran bir işleve sahipken Danimarka yapımında bu yönde bir tercihte bulunulmadığı görülmekte.
Yeni filmin söz konusu tercihinin iki aile arasındaki ilişki dinamiklerinin farklılığına dikkat çekmesi ve Ben’in Paddy-Ciara çiftini kıskanmasına yol açmasıyla senaryoda bu detayın önemini artırdığı söylenebilir. Fakat kendi adıma, her ne kadar değişiklikler senaryo matematiğine hizmet etse de ilk yapımdaki kriz hâlini daha gerçekçi bulduğumu belirtmeliyim.
İlk Speak no Evil’a karakterlerin tepkileri ve diyaloglarının çok daha gerçekçi bir havası olsa da sahneler arası geçişler (muhtemelen kısıtlı bir bütçeye sahip olması sebebiyle) çok yavan olduğu için izleyicide peş peşe gelen bazı sahneler özelinde dahi sanki farklı zamanlarda çekilmiş kliplerin bir araya getirildiği hissi uyandırıyor.
2022 yapımının karakterlerin eylem ve diyaloglarında yakaladığı doğallığa Björn ve Louise’in daveti kabul etmeye karar verirken yaşadıkları kararsızlığı bir akşam yemeği esnasında arkadaşlarından da aldıkları cesaretle yenmeleri örnek verilebilir. Watkins’in versiyonunda bu sekansın oldukça yüzeysel ve tatmin edicilikten uzak bir biçimde kurgulandığı görülüyor.
Yeni Speak No Evil Filmindeki Başarılı Değişiklikler
Yeniden çevrim ise bu konuda başarılı bir karneye sahip. Sahneler arası geçişler muntazam, seyirciyi kurguya hapseden ve anlatılanın bütünleşik bir hikâye olduğunu hissettirir nitelikte. Fakat yeni film de kusursuz değil. Yapım bu konuda başarılı olsa da karakterlerin olaylar karşısındaki tepkileri (ya da tepkisizlikleri), yaşadıkları ikilemler ve karşılıklı diyaloglar açısından ilk filmdeki gerçekçi havayı yakalayabilmiş değil.
Eski yapımda olaylar çok daha küçük bir evin içinde yaşanıyor ve ortada bir çiftlikten eser yok. Final sahnesi ise bir evin etrafında değil tamamıyla açık alanda cereyan ediyor. Yeni Speak No Evil finalinde ise artık klasikleştiği söylenebilecek bir “kapan ev/ev kapanı” senaryosuyla karşı karşıyayız. İlk film finalde gerilimi tamamen artırarak anlatısını bitirirken, yeniden çevrimde gerilim yerini yavaş yavaş aksiyona bırakıyor ve daha hareketli dakikalar yaşatıyor. Tüm bunlar olurken iki film birbirinin 180 derece zıddı bir finalle sonra eriyor.
Yeniden çevrimde Paddy ve Ben’in avlanmaya çıkmaları (filmin açılış sekansı gibi bu da foreshadowing içeren bir sahnedir) söz konusuyken bir önceki yapımda böyle bir şey yaşanmıyor. Yine yeni yapımda çocuklar senaryonun çözülmeye başlamasında önemli bir role sahip. İlk yapımda ise çocukların yerine bunu Björn’ün üstlendiğini görüyoruz.
Son olarak dikkatimi çeken bir diğer değişiklik, iki filmde de karşılaştığımız göçmen bebek bakıcısı Muhajid/Muhjid karakterinin ilk yapımın aksine işlenen suçlarda bir payının olmamasıydı. Bundan hareketle iki film arasında final farkına ilişkin birkaç yorumda bulunmak mümkün.
2 yıl önce çekilen Speak No Evil hakkında yapılan kimi yorumlara baktığımızda yapımın alt metninde kuzey ülkelerinin göçmen politikasına eleştiriler getirdiğinin öne sürüldüğünü görüyoruz. Filmi izleyecek olduğunuz takdirde alacağınız keyfi kaçırmamak adına senaryoya dair fazla detaya girmemek niyetindeyim. Fakat şunu söylemek mümkün ki Speak No Evil, kendisine ilham kaynağı olan yapımın içerdiği bu alt metni -değişen kurgusuyla- yitiriyor ve görünenden fazlasını anlatmaktan ziyade gerilim-aksiyon dengesi iyi ayarlanmış bir filmi olmayı yeğliyor.
Bir, ‘kii, Üç, Dört: Ritmi Tutturmak ya da Tutturamamak
Speak No Evil, kendi sesini yakalayan ve fakat bu esnada kaynak eserin ruhundan bir şeyleri yitiren bir yapım. Senaryoya eklediği zekice unsurlar anlatıyı zenginleştiriyor fakat bunun yanı sıra içerdiği mantık hatalarıyla izleyicisine saç baş yoldurtuyor. Bu durum, filmde Abel/Ant ve Agnes’ın dansının ikili yapısını anımsatıyor.
Bir yanıyla izleyicinin hoşuna gidecek bir ritim tutturmayı başaran Speak No Evil, diğer bir alanda ise ritim duygusunu yitirmiş bir dansçı izlenimi uyandırıyor. Fakat bu sırada gerilim dozunu tam olması gereken düzeyde tutuyor ve oyuncuların filmi adeta sırtlayan performansıyla doğaüstü yaratıklar ya da dini ritüeller içermeyen gerilim filmleri izlemek isteyenlere hitap edecek bir yapım olmayı başarıyor.
Yeni Speak No Evil filmini sizler nasıl buldunuz? Fikirlerinizi yorumlarda veya Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, yeni inceleme yazıları için bizleri Google News’ten takibe alabilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!