Tatavla Hikâyeleri incelemesi sizlerle. Karakarga Yayınları etiketiyle çıkan Furkan Nuka Birgün imzalı çizgi romanı mercek altına aldık.
Bazı hikâyeleri dile getirmek için sayfalarca anlatmanız veya çizmeniz gerekmez. Birkaç cümle ve birkaç panel tüm yaşantıyı önünüze serebilir. Fakat bunu yapabilmek büyük bir marifet ister. Ayrıca kaç ayrı hayatı böylesine anlatabilirsiniz? Peki ya size Furkan Nuka Birgün’ün bunu başından sonuna kadar tarihle dolu bir mahalle için yaptığını söylesem. İşte bunu yapabilmek ancak çok daha büyük bir becerinin ürünü olabilir. Sayfalara dolmuş o yoğun yaşanmışlık ve her bir panelin içinde gizlenmiş nostalji hissi Tatavla Hikâyeleri’nde yüzünüze çarpıyor.
Tatavla Hikâyeleri önce sizi kısa bir giriş ile karşılıyor. İstanbul’un şimdiki adı Kurtuluş, eski adı Tatavla olan semtine ayak basarken yakalıyor. Yıllardır görüşmediğiniz eski bir dostunuzun evine gelmiş gibi sıcak bir karşılama bu. Tarihinden bahsediyor sizi sıkmadan. Daha o anda eski dizilerden tanıdığınız Ermeni ve Rum karakterler gözünüzün önünde canlanmaya başlıyor. Fakat kısa süre sonra anlıyorsunuz, burası dizilerde canlandırılan o karakterlerden daha derin, daha gerçek.
Tatavla Hikâyeleri Semtinin İlk Öyküsü: Kılçık
Fazla uzun sürmeden eser sizi hemen içine çekiveriyor. Eskimiş tahtalara basarken çıkan o gıcırtı, sayfayı çevirirken çıkan sese eşlik ediyor belli belirsiz. Bundan sonra artık Tatavla’nın bir parçası oluveriyorsunuz. Furkan Nuka Birgün hikâyeyi anlatırken hiç acele etmiyor. Kendinden emin bir şekilde önce karakteri Taki’yi tanıtıyor, sonra mahalleyi. Hiç tanımadığınız bir semtin, hiç tanımadığınız bir evinde yaşayan bir adam bu. Oltasını alıyor ve balıklarını tutuyor, bizlerse uzaktan izliyoruz Taki’yi. İşini bitiriyor, ardından evine gelip balıklarını temizliyor. Son sayfaya kadar anlayamıyoruz. Hikâye ve merak yükseliyor fakat Birgün aynı sakinliğiyle bize her kelimede kadar eşlik ediyor. En yüksekte durduğumuzda yüzündeki acı gülümsemeyle son sayfayı gösteriyor ve “Gel be oğlum” diyor. Bütün sayfayı kaplayan paneliyle perdeyi kapatırken gözümüzde biriken yaşları tutmaya gayret ederken buluveriyoruz kendimizi.
Feridun
İlk hikâyeyi hazmetmeye çalışırken Birgün elimizden tutup Tatavla meydanına götürüyor bizi. Gözümüzün önündeki panayırı ve yüzlerindeki farklı şekillerde yapılmış maskeleri görünce seviniyoruz hemen. Hepsi çeşit çeşit ama hepsinin ortak yanı kulaklarına varıncaya kadar sırıtan şekillerde. Az önceki acının üzerine mutlu bir hikâye iyi gelir diyoruz. Ardından büyük bir merakla dinliyoruz. Tatavla’nın yıllar öncesinde geleneksel olan fakat son yıllarda unutulan bir karnavalı kutlamakta. Tahta bacaklı akrobatlar, palyaçolar, dansçılar… Fakat Birgün dikkatimizi bu renkli cümbüşten kurtarıp başka birisini işaret ediyor. “Feridun,” diyor “Muhteşem Feridun, gel onun hikâyesini dinleyelim.”
Sonrasında kısaca tanıtıyor karakterini. Çizimlerinin muhteşemliğinde Feridun’un hikâyesini dinledikten sonra sahnedeki gösterisine şahit oluyoruz. İpin üzerinde akrobatik hareketlerini sergiliyor. Tam neden “muhteşem” unvanını aldığını anladığımızı söylemek üzereyken bir kargaşa kopuveriyor. Ömrü boyunca hiçbir gösterisi fotoğraflanmamış olan Muhteşem Feridun’un bu gösterisinde flaşlar durmadan patlıyor.
Furkan Nuka Birgün o anda kulaklarına kadar gülümseyen maskesinin altından bize bakıyor. Gözleri anladığımızı görmek için kâğıdın öteki tarafından bize bakıyor. Sonra yine bütün sayfayı kaplayan paneliyle bizi gösterinin yapıldığı çadırdan çıkarıyor.
Bu bölümün çizimlerinde Birgün’ün muhteşem bir ikicilik ile hikâyeyi anlattığını söylemekte fayda var. Bir yandan sayfalarda gördüğünüz çizimler o kadar neşeli ve mutlu ki, her baktığınız panelde ister istemez sizin de yüzünüze bir gülümseme yayılıyor. Karnaval coşkusunu muhteşem bir şekilde aktaramasa da yüzlerdeki sevinci rahatlıkla okuyabiliyorsunuz. Dahası tüm bu mutluluğu son panele kadar başarıyla taşıyor. Ancak sayfayı çevirdiğinizde onlarca panel boyunca okuduğunuz mutluluğun arkasında yatan hüzün bir anda üstünüze çöküveriyor. Karakterimize acırken yazarın anlatıcılığına hayret etmeden edemiyorsunuz.
7 Kuzgun
Bir mezarlık bekçisi olan Arman’ın hikâyesini dinlerken bütün her şeyin büyük bir anlatının parçası olduğunu anlamaya başlıyoruz. Tüm semte göz kulak olan Arman’ın kuzgunları sayesinde Tatavla gözünüzde daha büyük bir yere oturuyor. 7 farklı kuzgun semtin dört bir yanına dağılırken bunun İskandinav Mitolojisinde Odin’in kuzgunları Huginn ile Muninn’e bir gönderme olup olmadığını düşünmeden edemiyorum.
Böylece tanıdığımız ya da tanımadığımız insanların hayatlarından ufak parçalar görüyoruz. Biraz göbeği çıkmış haliyle Feridun yürüyor sokakta, sonra kabadayı Canti Mustafa’nın mahalleliye nasıl kan kusturduğunu izliyoruz kısa bir süre. Semtin var olduğunu, biz bu hikâyeleri okumadan önce bile yaşadığını anlayabiliyoruz ve bu da fazlasıyla yetiyor. Tatavla “kurtuluş”undan önce, esnafıyla, kabadayısıyla ve geçmişiyle birlikte yaşıyordu.
Tetarto Gazetesi
Çizgi romanın son bölümünde ise Tetarto Gazetesi’nin haberlerine göz atıyoruz. Bir önceki bölümde şahit olduğumuz Tatavla semtinin bugününe daha yakından bakabilme fırsatını elde ediyoruz. Bir pazar gününde kahvaltı sonrası çay içerken okuduğumuz gazetelerden birisine dönüşüveriyor birden elinizdeki çizgi roman. Yıllardır tanıdığınız Kasap Cemal’in vefat eden kedisine üzülüyorsunuz biraz, sonra Fukaraperver Derneğine bağışlanan kılçıksız balıklara takılıyor gözünüz. Acı bir gülümseme geçiveriyor yüzünüzden, ardından her maçını eksiksiz izlediğiniz Ateros Futbol Kulübüne yapılan yeni transfer haberini hemencecik okuyuveriyorsunuz. Hikâye gazeteyi kapatmadan önce okuduğunuz haberle bitiveriyor; Tatavla-Taksim arasında faaliyet gösteren tramvayın kaldırıldığı haberi. Yoksa yeni bir hikâye mi başlıyor demeliydim?
Tatavla Hikâyeleri: Baskı Kalitesi ve Eksikler
Karakarga Yayınları tarafından 2019 yılında ilk baskısı yapılan Tatavla Hikâyeleri Furkan Nuka Birgün tarafından yazılıp çizilen grafik roman türünde bir eser. Çizimlerin estetiği ilk sayfadan itibaren sizi etkilemeye yetiyor. Her bir paneli ve çizgiyi inceleyerek geçirdiğiniz zaman, görece kısa olan bu çizgi roman ile geçirdiğiniz vakti artırıyor. Çizimlerin iç içe geçmiş yapısında ve ayrıntılarında rahatlıkla kayboluyorsunuz. Yine de bu durum sizi hikâyeden koparmıyor tam aksine anlatılanları daha dikkatli bir şekilde dinlemenizi sağlıyor. Karakterlerin panellerde çizilen duruşları ve pozları ise çok etkileyici. Özenle seçilmiş anlar size sadece basit bir sahneden ziyade, arkasında yatan duyguyu anlatmaya çalışıyor. Karelerin sayfalara yerleşimleri ise özenle düşünülmüş. Eğer bir sonraki panelde etkileyici veya dikkat çekici bir durum var ise özellikle sol sayfaya yerleştirilmiş. Böylece sizin okuma zevkinizi ve merakınızı baltalamamış oluyor.
Fakat tüm bunlara rağmen çizgi romanın biraz daha uzun olması gerektiğini düşünüyorum. Tatavla bu kadar canlı, nostalji ve hikâyeyle doluyken başka karakterlerin yaşamlarını okumak isterdim. Arman’ın kuzgunlarını daha yakından tanımayı ve Feridun’un geçmişini öğrenmeyi isterdim. Bu sebeple çizgi romanın biraz erken bittiğini düşünüyorum.
Kitabın baskı kalitesi ise oldukça iyi yapılmış. Bu kadar ince detayların olduğu bir eserin baskısının altından başarıyla kalmak oldukça zor bir iş. Fakat kâğıt tercihi olarak farklı bir alternatifin seçilebileceğini düşünüyorum. Kuşe kağıt böylesi nostaljik bir hikâyenin dokusunu -ister istemez- etkilemiş. Anlatının eskiliğini geçirebilecek daha geleneksel bir kâğıt tercih edilebilirdi. Ancak kuşe kâğıt eserin okunabilirliği kesinlikle düşürmüyor.
Çizgi romanın kapağını kapattığınızda ise dokunduğunuz hayatlar sizinle birlikte gelmeye devam ediyor. Ve sonra birden duymaya başlıyorsunuz, Tatavla-Taksim arasında yorulmadan gidip gelen tramvayın sesini.
Sizler Tatavla Hikâyeleri’ni okudunuz mu? Çizgi romana dair yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!