Her şey yıkılır ve yeniden inşa edilir
Ve onları inşa edenler neşelenir
William Blake
XV. yüzyıl filozofu Descartes, zamanın ilerleyişi ve insanın zaman algısı üzerine düşünürken evrenin bu dördüncü boyutunu, tek doğrultuda hareket eden bir kavram olarak ele almıştır. Buna göre zaman, geriye dönüşün olmadığı bir yönde tanımlanmış ve tüm “mümkün”ler tek bir “olan” içine yerleştirilmiştir. Dolayısıyla tanımlanmış bir “olan” kavramının dışındaki çeşitlilikler, tek bir algının dilinde biçimlenerek Kartezyen zaman alanının dışında bırakılmıştır. Oysa “tek” bir düzleme indirgenmeye çalışılan sayısız doğrultu, renk, doku her zihne özgü, varlığı inkâr edilemez bir gerçekliğe sahiptir. O hâlde mutlak bir zaman anlayışı üzerine tartışmaktansa çeşitliliklerle kendi görüş aralığımızı, kendi dünyamızın renklerini neden artırmıyoruz? Bu soruyla yola çıkarak Tek Meyve Portakal Değildir diyen Jeanette Winterson, böylelikle toplumsal normlara karşı da bir manifesto ortaya koyuyor.
Sevin Okyay’ın çevirisiyle Sel Yayıncılık’tan 2017 yılında çıkan Tek Meyve Portakal Değildir, Winterson tarafından 1985’te kaleme alınan otobiyografik bir romandır. Çocukluğunu 60’lar döneminde geçirmiş olan yazar, bu “değişim” yıllarının toplumsal algılar üzerindeki etkisini, bir çocuğun -kendi çocukluğunun- gözünden en sade ve duru hâliyle dile getirmiştir.
Küçük Jeanette büyüdükçe etrafındaki gerçeklerin sınırları da genişlemiş, renklerin ve kokuların sayısı artmış, bildiği meyveler çeşitlenmiş ve her biri yeni tanımlar kazanmıştır. Bu anlamda XVII. yüzyılda gelişmeye başlayan modernizm anlayışının edebiyattaki ilk yansımalarından olan Bildungsroman’a, yani çocukluktan yetişkinliğe bir çeşit erginleşmenin anlatıldığı türe örnek teşkil eder. Ancak belli tür kalıplarının, tüm özellikleriyle temsil edilmeye çalışıldığı modernizm anlayışının aksine Winterson, post-modern bir tutum izleyerek pek çok farklı türü bir potada eritmiştir. Üstelik bunu, İncil’in biçimsel yapısı üzerine inşa ederek yapmış, böylelikle eleştiri oklarını dini hükümlere ve ataerkil dile de yöneltmiştir. Peki, her öyküsü ve her başlığıyla farklı bir eleştiri katmanı oluşturan bu ilk romanıyla Winterson, kalıpların sınırlarını ne kadar ve hangi amaçla aşar?
Tek Meyve Portakal Değildir – “Duvarlar Korur ve Duvarlar Kısıtlar”
Kitapta geçen bu iki kısa cümleyle Winterson, aslında hem dile getirdiği tüm öyküyü özetler hem de dinlerin, ideolojilerin, siyasi oluşumların temel felsefesini de ortaya koyar. Oldukça muhafazakâr bir aileye evlatlık olarak gelen Jeanette, daha en başta “tarihi köken” olgusunun sorgulanamayacağı bir karakter portresi çizer. Mütemadiyen var olanı korumanın telkin edildiği bir çevrede büyür Jeanette; fakat en başta koruması gerektiği söylenen, dini ve/veya ideolojik değerler, anne-baba kavramlarını tarihsel bir bağ üzerine kurmayan aile yapısında Jeanette için “mutlak doğru” algısından çıkarak birer şüpheye ve sonrasında yanılgıya dönüşür. Dini öğretilerin de yalan olabileceği gerçeğiyle karşılaştıktan sonra artık her şey, onun için bir kurmaca hâline gelir. Bu kurmaca dünyada Jeanette başta cinsiyet tercihiyle yetiştiği çevrenin, etrafına ördüğü duvarları çatlatmaya başlamıştır. Ne ki geniş bir kitle olan toplum içerisinde karşılaştığı tepki, bu duvarların iç tarafında ve onların belirlediği sınırlara uygun hâlde yaşandığı takdirde güvenliğin sağlanacağını vurgular.
Jeanette de yakın arkadaşı Melanie’ye karşı duyduğu cinsel ilgiyi bastırmak, tanımlı cinsiyetlerin kalıplarına uygun görünmek zorunda kalır. Bu şekilde kilise tarafından affedilir, aldığı cezalar son bulur ve toplumda yeniden kabul görür. Öte yandan Jeanette’in iç dünyası, dışarıya belli etmese de Melanie’ye olan hislerini aynı şiddetiyle sürdürür; bu da toplumsal normların ördüğü duvarlara rağmen her bireyin, aslında yegâne varlığıyla başlı başına bir duvar oluşturduğunu ve bu duvar içinde kendine özgü dünyasını yaşayıp muhafaza ettiğini gösterir. Ve bireyin esas kimliğini belirleyen de bu mahrem alandır; nitekim Winterson şu cümleyle nesnel mutlakıyet algısına karşı çıkar:
“Sizin ne olduğunu anlamamanız, onun olduğu şey olmadığını göstermez.” (57)
Tarihin ‘Biricik’ Hikâyesi
Jeanette için zaman, “şimdi” içindeki tüm gerçekliklerden ibarettir. Bu anlamda, geçmişten bağımsız olarak da pekâlâ benimsenmesi gereken bir bütündür. Geçmişe müdahale edilemediği için, tarih gibi değişmez kabul edilen bir olgunun dâhi aslında öznel hatıraların dokuduğu bir renk cümbüşünden farksız olduğuna dikkat çeker Winterson:
“Çoğu kez tarih, geçmişi inkâr etmenin bir aracı olur. Geçmişi inkâr etmek, onun bütünlüğünü tanımayı reddetmektir. Onu duruma uydurmak, zorlamak, işletmek, görünmesi gerektiğini düşündüğümüz şekilde görünene kadar onun ruhunu emip çıkarmak… Hepimiz, kendimizce birer tarihçiyiz.” (104)
Bu anlamda Winterson’ın tarih yazıcılığı, hikâye anlatıcılığına eşdeğer tutulur. Zira geçmişine dair anlattığı her şey, aslında kendince yorumladığı ve bunu da inkâr etmediği anı parçalarıdır. Okuyucuya daha en başında anlatacaklarının birer hikâyeden ibaret olduğunu da açıkça dile getirir. Winterson’ın kaleminde eğilip bükülen, bambaşka şekiller alan yalnızca tarih değildir ama; bunun yanı sıra kendi geçmişinin hikâyesini anlatırken metne daima eşlik eden peri masalları ve öyküler vardır. Roman boyunca Jeanette’in hayatına kesitler hâlinde girip çıkan bu metinler de boşuna tercih edilmemiştir elbette. Winterson, ördüğü metinler-arası dokuda bu masal ve öykülerin çatılarını da yıkarak her birini yeniden kurgular.
Ona göre bu, anlatıyı “canlı tutmanın” bir yoludur.
“Tabii hikâyenin hepsi bundan ibaret değil ama, hikâyeler de böyledir işte; onları istediğimiz hâle getiririz. Evreni açıklarken açıklanmamış bırakmanın bir yoludur bu; onu zamanın içine tıkıştırmadan tümüyle canlı tutmanın bir yoludur. Bir hikâyeyi anlatan herkes farklı anlatır, herkesin onu farklı şekilde gördüğünü bize hatırlatmak için.” (104)
Hayat hikâyesini dile getirirken olaylar arasına yerleştirdiği bu açıklamalar, Winterson’ın bir nevi post-modern manifestosudur diyebiliriz. Bu manifesto içinde, başta sağlam duvarlar olarak karşımıza çıkıp Jeanette’in yaşadığı dünyayı tanımlayan her kalıbın kaderinde yıkılmak vardır. Nitekim tıpkı biyolojik yapısına rağmen Jeanette’ın farklı bir cinsiyet anlayışını benimsemesi gibi İncil’in başlıkları altında toplanan metin, bir ‘kadın’ karakterin kaleminde bu kanonik yapının içeriğinin nasıl değiştirilebileceğini, dolayısıyla dini söylem üslubuyla özdeşleştirilen ve mutlak hükümleri nakleden ataerkil dilin aslında ne kadar hükümsüz olduğunu gösterir.
Yeni Bir Yaradılış Öyküsü
Muhafazakâr bir anne tarafından yetiştirilmesi ve kilisenin misyonerlik faaliyetlerinde aktif olarak bulunması dolayısıyla din, Jeanette’ın hayatında köklü bir yere sahiptir. Ancak bu Jeanette büyüdükçe bu kökleri farklı topraklara da dikebileceğini; dahası, yeni filizlerden farklı renkler, başka meyveler elde edebileceğini öğrenir. Demek ki kökleri değiştirmek bile mümkündür bu dünyada! Bunu fark ettiği zaman yaradılış noktasına geri döner Jeanette ve tüm hikâyeyi kendi dilinde yeniden şekillendirir, yeniden kaleme alır. Romanın adını da bu bağlamda ele alırsak yanılgı hakkı ne sadece elmalara düşer ne de portakallara. Havva, yasak elmanın cezbesine kapılırken Jeanette portakal dışındaki meyvelerin, yani farklılığın ve çeşitliliğin çağrısına uymuştur. Bu anlamda İncil’in yasak meyvesi elma iken Winterson’ın dimağında portakal dışındaki tüm meyveler “güvenli duvarların” da dışında tutulmuş, toplumsal tepkilerle yasaklanmıştır.
Tek Meyve Portakal Değildir kitabının sonunda ise Winterson, her şeye karşın cesaretin arkasında durarak özgün olmaya çağırır herkesi:
“İşte size bir tavsiye: Eğer dişlerinizi muhafaza etmek istiyorsanız kendi sandviçinizi kendiniz yapın.” (106)
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!