The Midnight Sky incelemesi yayında. Lily Brooks-Dalton’ın Good Morning, Midnight: A Novel kitabından uyarlanan ve George Clooney tarafından yönetilen yeni Netflix yapımı, anlatmak istediklerini ekrana yansıtabilmiş mi?
Kıyamet sonrası bir dünyaya odaklanan The Midnight Sky, Kuzey Kutbu’nda kendini yalnızlığa mahkûm etmiş bilim insanı Augustine’nin hikâyesini konu alıyor. Lily Brooks-Dalton’ın Good Morning, Midnight: A Novel kitabından uyarlanan filmin yönetmenliğini, başarılı oyunculuk kariyerinin yanı sıra birçok filmde kamera arkasında rol alan George Clooney yapıyor. Sıkı hayranları tarafından “smokinli yetenek” olarak anılan aktör, Netflix yapımı bu filmle namını pekiştiriyor. George Clooney’nin rolü için 12 kilo verdiği söyleniyor.
Senaryosu Mark L. Smith’e ait olan filmin dev oyuncu kadrosunda; George Clooney, Felicity Jones, David Oyelowo, Kyle Chandler ve Demian Bichir gibi isimler bulunuyor. Film; yerkürenin yok oluşu ile yeni dünyaların keşfi gibi zıt iki konuyu tek bir eksende birleştiriyor. İnsanın kendiyle, ötekiyle, uzayla ve yeryüzü ile deneyimlerini dile getiriyor.
Peki bu sesleniş sırasında The Midnight Sky’da nelerle karşılaşıyoruz?
The Midnight Sky: Kalmak Ya Da Gitmek İşte Bütün Mesele Bu…
Oyunculuğa 1980’li yıllarda başlayan George Clooney; Gün Batımından Şafağa, Ocean’s Eleven gibi başarılı filmlerde rol aldıktan sonra 2000’li yıllarda kamera arkasına geçti ve birçok projede yönetmenlik ve yapımcılık yaptı. 2002 Confessions of a Dangerous Mind’i, 2005’te Good Night, and Good Luck’ı, 2008’de Leatherheads’i çekti. The Midnight Sky ile birlikte aktör olarak aşina olduğu uzay ve kıyamet sonrası bilimkurgu serüveninde hem başrol hem yönetmen olarak yerini aldı.
Filmin giriş sahnesinde gözlerimizi 2049 yılının şubat ayında açıyoruz. Kuzey Kutbu’nda dondurucu soğuğa aldırmadan helikopterlere binmeye çalışan insanlara çevriliyor bakışlar. O sırada Augustine ile tanışıyoruz ve endişeli bir konuşmaya şahit oluyoruz. Arkadaşının ısrarları üzerine, tereddüt etmeden yanıt verdiği şu soru geliyor gündeme: Kahrolasıca soğuktan ve türlü ölüm kapanlarından geçici sığınaklara kaçmak mı yoksa her şeye rağmen kalmak mı?
Bilinmezlikten Geçen Bir Yolculuk
The Midnight Sky iki ana konudan oluşuyor. İlki; sebebi keskin olarak belirtilmeyen fakat birçok sonuca ulaşan kıyamet senaryosu ve insanlığın yok oluşu. Bu noktada Augustine’nin kendi içindeki küçük yolculuğuna eşlik ediyoruz. Yanlış kararların ardında bıraktığı izlere ve ölümcül hastalığına şahit oluyoruz. Alexandre Desplat’in 1970’li yıllardan kalma dolu gür müziği, Clooney’nin yalnızlığına ve çaresizliğine katkıda bulunuyor.
Dünya alet edevatını kaybetmişken, buna karşı ne yapılabilir? Uzayda yeni yaşam formları arayarak, yeni dünyalar keşfederek insanlık kurtarılabilir. İkinci konu bu noktada ortaya çıkıyor: Uzayın derinliklerinde, yaşanabilir bir gezegen keşfeden ve yerküreyi kurtarmak için gezegene dönmeye çalışan Aether adlı uzay gemisinin beş kişilik mürettebatı beliriyor. Evrende acımasız bilinmezlikten geçen, meteorlar vb. zilyonlarca zorlukla mücadele edilen galaksiler arası bir yolculuk…
The Midnight Sky kıyamet sonrası hayatta kalma filmi olmakla, uzay filmi olmak arasında sıkışıp kalıyor. George Clooney kararlı seçimler yapamıyor ve anlatılar birbirini gölgede bırakıyor. Augustine’nin pişmanlığını çok silik bir performansa çeviriyor. Pişmanlığın kökenine net olarak inilmiyor. Kafada sayısız soru işareti beliriyor. Bu da izleyicide hayal kırıklığı yaratıyor. Performansın bitiminde The Midnight Sky, Clooney’nin geçmiş yönetmenlik becerileriyle eşleşmiyor. Daha da kötüsü, film alt atmosfere dahi zar zor ulaşıyor.
Uzayda Geçen Kanlı Trajedi En İyi Ölüm Sahnelerinden Biri Olmaya Aday
İki ana konuyu birleştiren karakterimiz Augustine…
Dünyada Tanrı görevini üstleniyor ve eriyen dengesiz buzulları, hava kirliliği nedeniyle ölen kuşları ve ölüme mahkûm bir uçağın enkazını geçerek, Aether mürettebatıyla iletişim kuruyor. Astronotların esrarengiz bir felaketin tehdit ettiği dünyaya geri dönmesini engellemeye çalışıyor. Ekipten birkaçının her şeye inat dünyaya inmek istemesi üzerine mürettebata, haritalandırılmamış bir meteor alanı boyunca destek oluyor. Alan onları meteorlarla çarpışma tehlikesine açık bırakıyor.
Kaos dolu uzay sahnelerinde yıldızların ve galaksilerin berraklığı, büyük ekrana layık muhteşem görsel efektler göz dolduruyor. Ancak filmin ilerleyen dakikalarında istasyonun dışında yaşanan, uzayda geçen en iyi ölüm sahnelerinden biri olmaya aday kanlı trajedi bile sinematik yavaşlığı kurtarmıyor. Boşluğu dolduramıyor. Uzay macerasının yaşattığı benzersiz gerilim, geçtiğimiz dakikaların ya da son vuruşun başarısızlığını örtbas etmeye yetmiyor.
Yerkürenin Çöküşüne Doğru Adem ve Havva’nın İzinde
Böyle güzel bir konunun vasat ve boşluklarla dolu bir senaryoya dönüşmesini ve Augustine’nin yaşamış olduğu duygusal devinimin seyirciye aktarılamayışını kitaptan uyarlama olmasına bağlayabiliriz. Kitap yoğun olaylar içerdiğinden, sinemasal evrende gerçek dünya ile birleşirken kısıtlı bir zaman dilimine sahip olduğu için kopmalar yaşanmış. Dünyadaki sahnelerde aydınlık ışığın ve beyazın kullanımı uzaktan da olsa Solaris filmini çağrıştırıyor. Görüntü kalitesi, çekim açıları irdelendiğinde; geçmiş film deneyimlerini ve birlikte çalışıp etkilendiği insanları baz alırsak George Clooney bu filmle standardın bir tık altında kalıyor. Müzikler çoğu yerde kurtarıcı vazifesi görüyor.
Filmin sonunda bizleri birkaç küçük sürpriz bekliyor. Gemide mürettebattan iki kişi kalıyor… Hamile kadın ve sevgilisi: Adem ile Havva. Yerkürenin yok oluşuna uzaktan da olsa şahit olan bu iki kişi, insanlığı yeniden var etmek için yaşanabilir buldukları gezegene doğru yola çıkıyor. Adem ve Havva dünyada var olan ilk insanlarken dünyayı terk eden ve yeni dünyaları keşfetmek üzere yola çıkan mitlere dönüşüyor. Augustine ise onları destekleyen sahiplenici, merhametli Tanrı konumundaki yerini koruyor.
The Midnight Sky, boşluklarla dolu bir rüya gibi. İki büyük dönüşten birini ya da her ikisini göreceksiniz. Augustine’i vermiş olduğu yanlış kararlardan pişmanlık duyan ve her şey yok olmadan önce, vicdanını rahatlatacak o son iyiliği yapmaya çalışan bir adam olarak uğurlayacaksınız.
Sizler de filmi izledikten sonra yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizlerle paylaşabilirsiniz.
Ruhsuz ve anlamsız bir film. Bütün iyi filmler ertelendi boş boş filmlere kaldı millet.