“Elinizi kirletmeden karanlık tarafı tecrübe etme şansı tanıyor bize. Bir domuzu canlı canlı yiyen bir timsahı seyretmek gibi. Hoş değil ama gözünüzü alamıyorsunuz.” – Joe R. Lansdale
Ödüllü korku yazarı Joe R. Lansdale’in Vaiz için yazdığı Ön Söz’den alıntı olan bu sözler, eseri tanımlamakta son derece başarılı. Çünkü Vaiz vahşi, Vaiz mide bulandırıcı ve Vaiz gidişatının hiçbir yerinde yumuşama göstermiyor. Domuz canlı canlı yenmeye devam ediyor ve biz kilitlenmiş biçimde, kırpmadığımız ya da kırpamadığımız gözlerimizle sahneyi izliyoruz. Hikâyenin özü ne kadar ilahi olursa olsun göklerden gelen mucizeler beklemiyor bizi. Göklerin üzerinden ve yerin altından gelecek tek şey bela. Vaiz ise tüm sertliğine rağmen “seks ve şiddet satar” ucuzlaşmasını yaşamadan, kalitesini bozmadan, son raddede rahatsız edici, iç kaldırıcı ve ilginç biçimde ilahi bir başarının ürünü.
Garth Ennis ve Steve Dillon’ın bu ölümsüz eseri, kalitesinin ilk emaresini Vertigo çatısı altından çıkışmış olmasıyla veriyor. Aralarında Sandman, Amerikan Vampiri, Lucifer, 100 Kurşun, Siyah Orkide, Güngezgini ve daha nice şaheserlerin bulunduğu bir çatıdan bahsediyoruz. Böyle olunca Vaiz’e karşı beklenti de birkaç basamak birden yükseliyor.
Peki Vaiz beklentileri karşılıyor mu? Fazlasıyla. Üstelik dehşetengiz yapısına karşın entelektüelliğinden bir gıdım ödün vermiyor. Onun Teksaslı şivesinin, Teksaslı acımasızlığının ve serseriliğinin altında harika bir alegori yatıyor.
Vaiz, insanı tam olması gerektiği yere, Cennet ile Cehennem’in tam ortasına koyarak Yaradılış’ın ta kendisi ile özdeşleştiriyor. Kaosu Cehennem kapılarından getirmek yerine yapılmayanı yapıyor ve anarşiyi düzenin merkezi olarak kodladığımız Cennet’e salıvererek kaosu dünyaya oradan yolluyor. Üstelik Tanrı’nın terk edeli bin yıllar olduğu, yapayalnız kaldığımız bir dünya bu.
Bu Tanrısız kalmış dünyadaki rehberlerimizse tam da olması gerektiği kadar ikircikli. Eski bir serseri olan ve kayıp Tanrı’yı arayan bir vaiz, Şeytan’ın bile yanında istemediği bir katil, dost bir vampir, tetikçi mi yoksa başka amaçlar peşinde mi olduğu meçhul bir eski sevgili, kurbanlarının yüz derilerini yüzen bir psikopat, Kurt Cobain’e özenip intihar etmeye kalkıp başarısız olmuş bir genç, kendi içinde sırlara sahip maço bir polis ve şansızlığın kitabını yazmış ortağı… Daha neler neler. Hepsi Vaiz’in kirli çatısı altında okurunu bekliyor.
Başta dediğimi unutmayın, bu dehşetengiz olmasına karşın entelektüel de bir eser. Şimdi ne demek istediğime, yani alt metne birlikte bakalım.
Vaiz İncelemesi: Cennette Anarşi Üzerine
Bir zamanlar serseri olan genç bir adamın bir şekilde Tanrı’nın yoluna girerek vaiz oluşundan sonrasıyla başlıyoruz. Jesse Custer’ın ta kendisi olan bir Teksas kasabası vaizi ne zaman ki cemaatinin günah çıkarmaları sırasında ona itiraf ettiği pisliklerini tek tek yüzünlerine vurmaya başlıyor, canına tak ediyor, işte orada her şey geri dönülmez şekilde değişiyor. Jesse insanların ikiyüzlülüğü ve pisliğinden boğulacak gibi olduğunda vaizliğinin getirdiği her şeyi bir yana bırakarak ona fısıldanan tüm pislikleri sahiplerinin suratına kusmayı seçiyor. Metaforik olarak bir arınma yaşayan Jesse’yi bu olayın hemen ertesi sabahında büyük bir sürpriz bekliyor. Aynı şekilde biz okuyucuyu da öyle.
Cennet’ten kaçan bebek kafalı kuyrukluyıldız Yaradılış, sembolik bağlamda arınmasını gerçekleştirmiş ama bu esnada Tanrı’nın öğretilerine ve ettiği yeminlere ters düşmüş Jesse Custer’ın içine giriyor. Arınma bir adım daha öteye gidiyor ve dün gece iğrençliklerini sayıp döktüğü cemaati kemiklerine dek kül oluyor. Sonuçta unutulmamalı ki en eski çağlardan beri ateş en önemli arındırıcı olarak rol oynar. Böylece Yaradılış’ın hem iyiyi hem de kötüyü barındıran, hem itaati hem de başkaldırıya sahip doğası da Jesse tarafından harekete dökülmüş oluyor. Şöyle ki Jesse cemaatinin pisliklerini artık içinde barındırmamaya seçerek kötülüğe karşı iyiliği seçmiş olsa da, aynı şekilde vaizliğini de orada bitirmiş ve Tanrı’ya olan inancının son raddesini de öfkeye dönüştürmüş durumda.
Tam bu noktada Yaradılış’ın gerçek doğasını açıklamakta fayda var, çünkü Yaradılış adlı bu bebeğin doğası hikâyemizin kilit noktası.
Dişi bir iblis ile Tanrı’nın tahtının sağında oturan ve Cennet’in muhafızları olan Serafiler’den erkek bir meleğin günler süren sevişmelerinin sonucunda doğmuş bir bebektir o. Anneyle baba katledilmiş olsa da ortaya çıkan bebek Cennet tarafından alıkonulmuş ve ürkünç biçimde Tanrı’ya denk bir güce sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Bu yüzdendir ki ona Yaradılış denmiştir. Sonrasında kendisinin kaçtığı ve Jesse Custer’ın içine girdiğinden bahsetmiştim. İşte tam bu noktada en olmaz dediğimiz yerde, Cennet’te anarşi başlıyor.
Cennet katında olayları daha çok Tanrı’nın tahtının solunda oturan Adefiler’in gözünden görüyoruz. Hristiyanlık’taki melekler sıralamasına göre en güçlü melekler olarak adedilmiş Serafiler, çizgi romanda kaslı, Yunan Tanrısı benzeri vücutları ve karizmalarıyla oldukça maskülen bir şekilde tasvir edilmişler. Her ne kadar Hristiyanlık’taki gibi 6 kanatlı resmedilmemiş olsalar da, en tepede olduklarının izi bariz biçimde çizgilerde yer alıyor.
Oysa Adefiler pijama benzeri giysileri ve düşük omuzlu yapılarıyla hep geri planda kalmanın sıkıntısını yaşıyorlar. Tanrı’nın muhafızlığı Serafiler’e vermiş olmasının yedirememezliğini binlerce yıldır içlerinde saklamışlar meğer. Oysa Adefiler Cennet’te işlerin yürümesini sağlayan yegâne ekip. Hem de Tanrı ortalarda yokken…
Yaratılanı Severim, Yaradan’dan Ötürü(?)
İlk Yaradılış’ı insanın yaradılışı olarak kabul edersek bunun sonrasında gerek Şeytan’ın hikâyesi, gerekse onunla birlikte düşen melekleri hatırlayacaksınızdır. Şimdi bir ikinci Yaradılış söz konusu. Ortada yeni bir tür yok ve görünen o ki amaç da bu değil; fakat bu ikinci Yaradılış ile birlikte dengeler bir kez daha değişecek, melekler düşecek ve henüz görmediğimiz daha niceleri gelecek.
Yaradılış gibi bir iblis ve melekten türeyen gücün bir insanın bedenine girmesi belki de bu çizgi romanın en büyük alegorisi. Özünde Şeytan’ı bile geride bırakacak türden bir kötülüğü, aynı zamanda Cennet’in kapılarını ardına dek açacak türden bir iyiliğe aynı anda sahip yegâne canlı insandan başkası değilken, nasıl anlaşılır olmasın? Hele ki Tanrı’yı içsel olarak arayan bir vaizin bunu dışsallaştırdığı, Tanrı ve dünyada olanlara dair büyük bir öfke taşıyarak onunla hesaplaşma isteğini çizgi roman boyunca onu arayarak gerçekleştirmesi takdire şayan. Üstelik Yaradılış ile birlikte Jesse Custer’ın Tanrı’nın sözlerine sahip olması durumu da cabası. Tam da bu noktada Jesse’nin O’na başkaldıran yeni bir Şeytan mı, ona meydan okuyan yeni bir Tanrı mı, yoksa öfkeli ve görev bilincinde bir ölümlü mü olduğu sorusu biz okurları tatlı bir bulmaca içine terk eden sorulardan yalnızca birkaçı.
Tüm bu ilahi konuların yanında bir de ölümlüler dünyası var elbette. Maçoların altındaki gizli ihtiraslar, bahtsızlar, sapıklar, psikopatlar… Kısacası dünyamıza ait pek çok pisliği yine dünyamıza ait, ne kadar rahatsız olsak da varlıklarını çok iyi bildiğimiz insanlar aracılığıyla yüzümüze vuruyor çizgi roman.
Çeviri, Editörlük ve Görsel Uygulama
Emre Aygün tarafından çevrilen eserin editörlüğü Alican Saygı Ortanca’ya, düzeltisiyse Ömer Ezer’e ait. Her birinin ellerine sağlık. Tertemiz, güzel bir Türkçeleştirilmeyle bizlerle buluşturulmuş bir çizgi roman var karşımızda. O bakımdan içiniz rahat olsun. Çevirisinden editörlüğüne, okuru üzmeyecek, aksine oldukça memnun edecek bir çalışma mevcut.
Mehmet Büyükturna ve Oğulcan Gündüz’ün görsel uygulamasını yaptığı eser yine çevirisinde olduğu kadar temiz ve doyurucu. Onların da hakkını teslim etmeli; her ikisinin de ellerine sağlık.
Son Vaaz
Vaiz, her ne kadar Cennet’i ve Cehennem’i, özellikle de Tanrı’yı işin içine katıyor olsa da özünde “insan” denen müsibetin ta kendisini konu eden, arşivlik bir eser. Onun bu zaman zaman katlanılmaz rahatsız ediciliği gerçekliğinin bir başka göstergesinden başka bir şey değil.
Neden bu kadar ünlü olduğunu daha ilk cildinden kanıtlayan, zeka pırıltılarıyla donatılmış ve acımasız bir kahkahayla okurunu savuran bir şaheser. Okumadan ölmeyin.
İncelemesini merakla beklediğim çizgi romanlardandı, çok da güzel olmuş. Ellerinize sağlık
Yorumladığınız için ben teşekkür ederim Derinlerine dalması oldukça keyifli, okurken dehşete düşürmekle kalmayıp okurunu satır aralarını görmeye zorlayan bir eserdi. İyi ki çevrildi.
Çeviri, editörlük ve görsel uygulama açısından iyi bir iş çıkarılmış olması sevindirdi. Umarım diğer ciltlerinde de bu şekilde devam eder.
Şimdi bitirdim. Şerif Root’tan Götsurat’a, sakar polisten “homofobik” kahraman polise kadar her karakter çook etkileyici. Ana karakterlerin ne kadar ustalıklı işlendiğinden bahsetmeye gerek yok bile. Mizah kurgusu eğitim olarak verilecek düzeyde başarılı. Denilen kadar varmış, övgüleri cidden hak ediyor.
Bugün 2. ciltli okudum, çeviri beni aşar 2-3 kelime eksik veya yanlış yazılmıştı, onun dışında bir sorun göremedim. Çizgiler ve hikaye bilindiği üzere çok güzel.