…Drama Köprüsü Bre Hasan Dardır Geçilmez
Soğuktur Suları Bre Hasan Bir Tas İçilmez…
…Mezar Taşlarını Bre Hasan Koyun Mu Sandın
Adam Öldürmeyi Bre Hasan Oyun Mu Sandın…
Sözlerini yukarıya yazdığım Drama Köprüsü’nü bilmeyeniniz yoktur. Drama yöresinde yaşamış Eşkıya Hasan zenginlerden zorla aldığı parayla o meşhur drama köprüsünü yaptırmış ve aynı zamanda fakir fukaraya da kol kanat germesiyle nam salmış bir yiğittir. Drama Köprüsü türküsü de bu hem korkulan hem de saygı duyulan zorbanın adına yakılmış bir türküdür.
Adlarına türküler yakılan, uzun yıllar unutulmayan bu kabadayılar, zorbalar yahut dayılar bizi biz yapan tarihimizin bir parçası olurlar. Aralarında Kurtuluş Savaşı’nda cenk etmişi de vardır, namıyla İstanbul sokaklarında yahut Anadolu dağlarında hüküm sürmüşü de. Ayrıca nam uğruna gözünü kırpmadan adam öldüreni, hiç adam öldürmeden pataklayanı da vardır. Bu kabadayılar racon keserler, besa (Arnavutça olan söz “şeref sözü” anlamına gelir) söylerler, topuklarını vura vura yürürler ve bir de şöyle sokak başına geçip nara atarlar ki “değme gülleler halt etmiş” dedirten bir patlamayla yankılanır sokaklar.
Mehmet Berk Yaltırık’ın ilk romanı olan Yedikuleli Mansur da bu zorba, dayı ve kabadayı tayfasını başkahraman yapıp, karşısına kültürümüzde bulunan umacıları, eciş bücüş mahlûkları, şerir yaratıkları koyduğunu ve bir de İstanbul’un en büyük ağa babası olma uğruna çekişmelerini de eklediğini duyunca ben de “Oh, değmeyin keyfime; seyri sefer eğleyeyim bu kurguya,” dedim ve romanı temin edip okumaya başladım.
Namın Yürüsün Bre Kara Şaban
Roman 16. yüzyılda, Kanuni Sultan Süleyman’ın hüküm sürdüğü yıllarda geçiyor. O yıllarda Osmanlı’nın en güçlü ve en karmaşık zamanını yaşadığını düşünürüm. Kanuni’nin lider olmasının yanı sıra devlet yönetiminde Sokullu Mehmet Paşa, denizlerde Kaptan-ı derya Barbaros Hayrettin Paşa, mimaride Mimar Sinan gibi birbirinden yetenekli ve etkili tarihi kişilikler de bulunur. Fakat hiçbiri hanedan içerisinde gerçekleşen şehzade kıyımına engel olamaz. Padişah’ın yüreği ise iki oğlunun orduları Anadolu’da karşı karşıya gelmesinden dolayı yangın yeridir.
Bu sırada İstanbul sokakları bir yandan zorbaların liderlik çekişmesiyle, diğer yandan da ne idüğü belirsiz mahlûkların insanlara musallat olmasıyla keşmekeş içerisindedir. Bu olayların merkezinde ise Kara Şaban lakaplı bir zorba yer alır. Kendisi uzun süre boyunca tek başına koca İstanbul’un haracını yemiş ve zaman geçtikçe yanındakilere el vererek belirli bölgelerden sorumlu kılmıştır. El verdiği kabadayılar semtlerindeki tüm sorunlarla ilgilenip haracı Kara Şaban’ın evine yolladıklarından koca zorbanın sokaklara inmesine de gerek kalmamıştır.
“Aşağıdaki çuvalları gördün değil mi? Haraç niyetine gönderirler. Ben kopuk gibi haraç toplamam, ayağıma gönderirler.”
Lâkin bu durum Şaban’ın pasif bir konuma düşmesine neden olur. Sonuçta bir zorbanın yeri ev değil, sokaklardır. Oturduğu yerden şehri yönetmektense kendini ahaliye göstermesi gerekir. Sonunda yanında bulunan adamlar bu pasif duruma dayanamaz ve zamanla Kara Şaban’ın el verdiği diğer zorbaların emrine girerler. Şaban Ağa ise bir tek Topal Hagop isimli adamıyla birlikte yalnız kalır. Fakat bu durum kapısına gelen ve çırağı olmak isteyen bir delikanlının sözleriyle değişir. O bıçkın delikanlı ise Yedikuleli Mansur’dur.
“Kabil olsa ecelin, ayağına bile kendin gideceksin yiğit isen”
Yedikuleli Mansur, Kırım’dan İstanbul’a göç etmiş bir Tatar’dır. Zorbaların, yiğitlerin ve kabadayıların hayat hikâyeleriyle büyümüştür. Hatta Ases Ahmet gibi bir kabadayı olmanın hayalini kurmaktadır. Ases Ahmet ise İstanbul’da Kara Şaban’dan sonra en çok korkulan ve saygı duyulan zorba olur… Olur olmasına da o korkusuz yiğidin başına gelenler onu bile korkudan tir tir titretecek türdendir. Fakir fukarayı koruyup kollayan ve hırsızlara katillere göz açtırmayan bu kabadayının yaşadıklarını duyan İstanbul ahalisi ise hava kararınca evlerine koşar, kıyamet kopsa dahi kapılarından dışarıya adam atmaz olmuştur.
Yedikuleli Mansur ise evde saklanmak istemez. O, bu halkı koruyup kollayacak biri gerekir diye düşünür ve nam uğruna baş koyma zamanı geldiğine kanaat getirip dayanır Kara Şaban Ağa’nın kapısına. Şaban Ağa’nın çırağı olur olmasına da onun bir köşede oturmasına ve olaylara seyirci kalmasına içerlenir. Bir şekilde sözleriyle koca zorbanın damarını bulur. Sokaklarına musallat olan mahlûkların varlığından ve el verdiği zorbaların kendi aralarında toplantı yaptığından bahseder ona. Eğer harekete geçmezse namını kaybedeceğinden dem vurur. Bu sözlerden etkilenen Kara Şaban alır yanına Topal Hagop ile Yedikuleli Mansur’u ve düşer sokaklara. Bu sırada eski dostlarını gördükçe ekibine dâhil eder ve hem fantastik mahlûklara hem de el verdiği zorbalara karşı çetin bir mücadeleye girişir. Biz de konu hakkında daha fazla konuşup keyfinizi kaçırmadan eserdeki karakterlere geçelim.
Birkaç Garip Yolcuyuz Hayat Yolunda
Fantastik kitaplarda hep iki unsur dikkatimi çekmiştir. Birincisi yolculuk, ikincisi ise birbirinden farklı özelliklere sahip karakterlerin ekip oluşturması.
Yolculuğu ele aldığımızda, Yüzüklerin Efendisi’nden tutun da Zaman Çarkı’na kadar çoğu eserde karakterlerin bir yandan içsel dünyalarında kendilerini keşfe çıkarken, diğer yandan da romanın geçtiği fantastik mekânları tek tek dolaştıklarını görürüz. Bu unsur Yedikuleli Mansur’da da bulunuyor. Başkarakterimiz Mansur hem kabadayılığın eksilerini ve artılarını kendi değer yargılarına göre tarttığı içsel bir yolculuğa hem de Kara Şaban’ın peşi sıra gittiği kurgusal bir yolculuğa çıkıyor.
Ekip oluşturmayı ele aldığımızda ise yine kült diyebileceğimiz fantastik eserlerde birbirinden farklı karakterlerin aynı düşman veya düşmanlara karşı beraber savaştığını görüyoruz. Bu mevzunun ise fantastik eseri daha heyecanlı ve keyifli kıldığını düşünüyorum. Her şeye kadir bir başkahramanın yenilmez olması ile heyecan duygusunun okuyucu da oluşturmanın zor olacağı tahmin ediyorum. Hatta bu karakterin tüm özelliklerini tanıyacağımızdan kurgunun ilerleyişini bile tahmin etmemiz kolaylaşıyor. Fakat karşımızda birbirinden farklı özelliklere sahip bir ekip bulunursa işler değişiyor. Herhangi birinden sürpriz hamleler gelebiliyor. Hatta ekibi kurtarmak ya da daha kutlusu “dünyayı kurtarmak” için aralarından biri ya da birkaçı ölebiliyor.
Yedikuleli Mansur’a bu yönden bir bakış attığımızda karşımıza bahsettiğimiz ölçülerde bir ekip çıkıyor. Hatta bu karakterleri inceleme yazılarında alışılmış karakter tanıtımından ziyade, eski filmlerde yahut dizilerde yapılan ekip tanıtımına (bir karakterin küçük bir sahnesi gelir, sahne donar, ismi yazılır, diğer bir karakterin küçük sahnesi gelir, sahne donar, ismi yazılır…) benzeterek yapmak istiyorum.
“Mülke bir Padişah gerekse namı korumaya da bir yiğit gereklidir ağam.”
—Yedikuleli Mansur, ekibin çırağı ve fedaisi.
“Ka Gaddar Siyavuş sabah sabah tüm dayıları, zorbaları bir yerde toplamış. Herkesi çağırmış seni çağırmamiş!”
—Topal Hagop, ekibin gözü, kulağı.
“Ohi vre! Sadeze merak etmiş idim. Ne bilelim zanavarlarin buraya da gelip bize dokunmayazaklarini?”
—Panayot, ekibin ilm-i kimyageri, büyücüsü.
“Geldim efendimu! Sana yardim olsun deye kadinlari ayaküstü lafa tuttum!”
—Roza, ekipte bulunan tek kadın.
“Sebebimiz olmasa içmez idik…”
—Ayı Osman, ekibin pehlivanı, fiziksel gücü.
“İşte biz buyuz! Ben zorbayım. İçerim, küfrederim, kavga ederim nara atarım. Benden âlim sözleri, irfan, hikmet bekleme. Hovardanın hikmeti yaşayışındadır.”
—Kara Şaban, ekibin lideri, beyni, hükmedeni.
Eserin konusunu anlatırken Kara Şaban’ın Topal Hagop ve Yedikuleli Mansur’la yola çıktığından bahsetmiştim. Romanın kurgusu ilerlerken ise Şaban Ağa eski dostlarıyla karşılaşır ve onları da ikna ederek yoluna devam eder. Ekibin bu şekilde bir araya gelmesi güzeldi. Ayrı ayrı yeteneklere sahip olmaları ve beraber çalışmaları da yerinde ve güzeldi. Fakat ekipteki karakterlerin ayrılması çok basit kalmış; âdeta bende geçiştirilmişlik gibi bir hissiyat uyandırdı.
Beklentiler, Sorular ve Cevaplar
Yedikuleli Mansur’un konusunu ve karakterlerine göz attık, şimdi ise sıra aklımızı en çok kurcalayan sorulara geldi. Osmanlı döneminde geçen bu roman anlaşılmaz kelimelerle mi dolu? Yalın mı, yoksa süslü bir üslubu mu var? Fantastik yönü batılılardan mı uyarlama, yoksa hakikaten yerli unsurlar mı barındırıyor? Tarihçi olan yazarın tarihi ve fantastik bir esere katkısı nedir? Vesaire…
Bu soruların cevaplarının genellikle okuyucuların romandan beklentileriyle aynı olduğunu düşünüyorum. Yani “Tarihi ve fantastik bir eserden benim beklentilerim neler olabilir?” diye düşündüğümde aklıma kabaca iki unsur gelir. Bunlardan birincisi fantastik yönünden keyif almam, ikincisi ise tarihin kıyı köşelerinde kalmış bilgileri öğrenmem.
Yaltırık’ın kitabına ilk önce keyif, zevk, sanatsal estetik yönünden bakalım. Yazar Yedikuleli Mansur’u akıcı bir üslupla kaleme alınmış. İçeriğinde eski kelimeler olsa da bunlar cümle içine bir ya da birkaç tane kullanıldığından kelimenin anlamını bilmesem de anlamlarını çıkarabildim. Yani beni rahatsız eden, konudan kopmamı sağlayan veya anlamadığım eski kelimelerle dolu cümleler görmedim. Hatta bu tek tük kullanılan eski kelimeler yazarın üslubuna ahenk katmış ve olayın geçtiği yıllarda konuşulan dilin hissiyatını vermiş.
Ayrıca yukarıda karakterlerin sözlerini yazmıştım. Bunu yapmamın sebeplerinden biri de diğer milletlerden olan karakterlerin bozuk Türkçe’yle konuştuklarını göstermekti. Tabii bu durumun oldukça yerinde ve mantıklı olduğunu düşünüyorum.
Gelelim diğer unsur olan bilgi edinme kısmına. Yazarın en büyük avantajı burada ön plana çıkıyor. Tarihçi olması!
Yaltırık tarihçi yönüyle derin bir araştırmaya girişmiş ve tarihi belgelerde bulunan ilginç bilgiler, olaylar veya kişilerle alakalı paragrafları romanın bölümlerinin başında referans göstererek vermiş. Daha sonra ise bu paragrafları kullanarak kurguyu genişletmiş. Sonuç olarak yabancı fantastik kitaplardan uyarlama bir eserle değil, özbeöz bizim topraklarda vuku bulmuş, tarihi belgelerle kayıt altına alınmış ve gerçek olması muhtemel bilgilerin ışığında yazılan bir romanla karşı karşıyayız. Bunun da tarihi ve fantastik bir kitaptan beklenilen bilgi kısmını hayli hayli karşıladığını düşünüyorum.
Fakat şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Yazar kitabın önsözünde gerçek ve kurgusal olayları birbirinden ayırmaya çalışmış. Sonra “Her şeyden önce bu fantastik bir romandır,” demiş. Daha sonra ise kitap boyunca “Bu olay, durum, nesne, türkü veya davranış gerçektir yahut kurgudur ve şu zamanda geçiyor ya da konunun geçtiği döneme kadar ulaşıp ulaşmadığı bilinmiyor,” şeklinde dipnotlar vererek gerçek ile kurguyu ayırmaya devam etmiş.
Şahsen ben fantastik bir eser okurken gerçek ile kurguyu bu kadar ayırmak istemem. Hani tarihi yönü varsa ve merak ettiğim bir şey olursa kendim araştırmak isterim. Tabii bu öznel bir yorum. Bazı okuyucular ise merak edip bilgiye hemen ulaşmak ister. O yüzden dipnotlar çok işine yarar. Yani bu durum kişiden kişiye değişir.
Yazar, Editör, Kapak Rasarımı ve Ötesi
Sitemizi ya da yerli korku öykülerini yakından takip edenlerin tanıdığı Mehmet Berk Yaltırık kendini “tarihçi ve yazarım” olarak tanımlıyor. Kendisinin Gölge e-dergi, Anadolu Korku Öyküleri 2, Seyfettin Efendi, Güçoburlar, Aşkın Karanlık Yüzü ve çeşitli sitelerde öyküleri yayınlanmıştır.
Yedikuleli Mansur ise İthaki Yayınları aracılığıyla yayımlanmış 290 sayfalık ilk romanı olmasıyla birlikte yazarın Kanlı Pençe ismiyle yazdığı ve internette paylaştığı öykünün devamıdır. Ayrıca bu kitap iki yılda bir verilen GİO Ödülleri’nin En İyi Roman dalında finale kalan yedi eserden biridir. Yazarın hem üslubu hem de kurgusal yeteneğiyle tanışmak adına şuradan sitemizde yayınlanan öykülerini ve şuradan da Kanlı Pençe isimli öyküsünü okuyabilirsiniz. Editörlüğünü Yankı Enki’nin yaptığı eserin kapak tasarımını ise Şükrü Karakoç üstleniyor.
Sonuç olarak Yedikuleli Mansur ister tarihi bilgiler olsun ister sanatsal estetik (keyif verici) olsun benim beklentilerimi fazlasıyla karşıladı. Simyacısından cadısına, kurt ademinden gulyabanisine, pehlivanından zorbasına, efsunundan tılsımına, kabadayı âleminden gaip alemine kadar uzanan naraların, sillelerin, piştovların patladığı bu tarihi ve fantastik kurgunun incelmesine elimizden geldiğince yapmaya çalıştık. Gerisi zat-ı alinize kalmıştır, efendim.
“Ne bu?”
“Rakija. Erik rakısı da derler. Bizim oralardan… Belki bir daha içme fırsatın olmaz, tatmadan gittim dünyadan demezsin!”
Son olarak Drama Köprüsü türküsünün romana uyarlamasıyla yazımızı bitirelim.
…At Rakijayı Yedi Kuleli Mansur Boğaz İnlesin
İstanbul Sokaklarında Bre Kara Şaban Namın Yürüsün…