Yüksek Doz Gelecek, beş yazarın beş kısa bilimkurgu romanının bir araya geldiği özgün bir proje. Funda Özlem Şeran ve Serdar Yıldız‘ın katıldığı, internet üzerinden yayın yapan bir programa kısa süreliğine Orkun Uçar‘ın da katılmasıyla ortaya çıkmış hayli ilginç bir proje bu aynı zamanda. İlk başlarda 25 yazarla başlayan projedeki katılım sayısı, bazı yazarların yoğunluktan, bazılarının başka projelere katılmasından, bazılarınınsa vazgeçmesinden dolayı azalmış ve sonuçta bu kitaba dahil olan beş yazar kalmış.
Proje her yazarın ayrı ayrı birer kısa roman yazmasından çok, birbirlerine editörlük yapmasıyla da epey değerli ve büyük ihtimalle ortaya bu kadar güzel işler çıkmasının sebeplerinden birisi de bu. Lafı uzatmadan bir özet geçecek olursak, hem bu romanı ortaya çıkaran fikri, hem takım çalışmasını, hem de içerdiği kısa romanları son derece beğendiğimi söyleyebilirim. Ama ondan da önce, gelin bu eserde yer almış her bir kısa romana birlikte göz atalım ve bize anlattıklarına kulak verelim.
Köprüaltı – Umut Altın
Kitabımızın ilk romanı olan Köprüaltı, güzel bir distopya havası içinde başlıyor. Dünyanın tüm distopik havasına rağmen eğlenceli bir karakter olduğunu daha ilk başlardan gösteren Ex2’nin başına gelen olaylarsa romanının devamının gittikçe bilimkurguya kaymasını sağlıyor. Bu sırada aksiyon dozu da giderek artıyor. Ayrıca yazarın çok eğlenceli bir kalemi olduğunu belirtmeden edemeyeceğim, okurken oldukça eğlendiğim kısımlar oldu. Hatta bir yerde sesli bir şekilde kahkaha bile attım. Tüm ciddiyete rağmen öyle diyaloglar, öyle durumlar var ki gülmeden edemiyorsunuz. Konuyu bağladığı yerin absürtlükle bilimkurgunun sınırları arasında gezinmesinin ise ayrı bir başarı olduğunu düşünüyorum.
Phobos – Funda Özlem Şeran
İsmini Mars’ın Phobos adlı uydusundan alan bu roman, güneş sistemine gelen kovan zihinli bir canlının bakış açısından bize aktarılıyor. Adını Antik Yunan mitolojisindeki Ares ve Afrodit’in oğlu olan korku tanrısından alan uyduda yaşananlar ise, adını aldığı tanrıyı aratmayacak cinsten.
Sistemimize gelen bu canlı, kendini istediği kadar bölebiliyor ve bölünen her parça ortak bir zihine bağlı, dolayısıyla birinin görüp duyduklarını aynı anda hepsi görebiliyor. Böylece aralıksız ve kesintisiz sağlanan bilgi akışıyla gittikleri her yeri hızlıca analiz edip kolonileşebiliyorlar. Ancak bu sefer bir terslik oluyor ve Phobos’a inen birimin diğerleriyle bağlantısı kesiliyor. O da kendini, uyduya insanlar tarafından kurulmuş olan merkezdeki insan kitaplarını okumaya veriyor.
Bulduğu kitapları okurken gittikçe insanları daha çok tanıyor. Yazar bu sırada, kaleminin de verdiği ustalıkla, insan ve insanlık üzerine çok önemli tespitlerde bulunuyor. Bram Stoker’dan Drakula, H.P. Lovecraft’tan Cthulhu’nun Çağrısı, Mary Shelley’den Frankenstein, Stephen King’ten O, Ray Bradbury’den Sonbahar Ülkesi, Robert Louis Stevenson’dan Doktor Jekyll ve Bay Hyde, Poe‘nun bazı öyküleri ve Clive Barker’dan Kan Kitapları üzerinden yola çıkılarak; insanların kötü duygulara ne kadar yatkın olduğu, insan ve insanlık, ben ve biz kavramları gibi şeyler ince ince işleniyor. Hem seçilen kitaplar, hem bu kitaplardan yapılan alıntılar ve hem de bu alıntılar üzerinden yapılan çıkarımlar son derece başarılı, yerli yerinde ve incelikli. Sanki sıradan bir bilimkurgu romanı okur gibi değil, felsefi bir metin okur gibi hissediyorsunuz kendinizi. Tüm bunlardna hareketle, eserin en başarılı kısa romanına sevgili Funda Özlem Şeran’ın imza attığını söyleyebiliriz.
Demir Yıldız – Orkun Uçar
Daha üçüncü sayfasında olayların başladığı ve hızını kesmeden devam ettiği bir roman Demir Yıldız. Bilimkurgu olduğu kadar casusluk romanı da demek mümkün, ki Orkun Uçar‘ın bu konudaki tecrübeleri düşünülürse ne kadar iyi bir iş ortaya koyduğunu anlamak da mümkün olur. İyi kurgusu ve sağlam entrikaları, yerinde verilen detayları ve bilimkurgu öğelerinin dozunda kullanımıyla son derece keyifli bir eser ortaya çıkartmış. Ayrıca, mitolojik isimlendirmelerde artık gına getiren Antik Yunan ya da Roma mitolojisi yerine Mısır mitolojisini tercih ettiği için buradan kendisine teşekkür etmem gerekir. Mısır tanrılarından seçtiği isimler ve eklediği ufak detayların güzelliği de cabası.
Karavanlar Çağı – Gökcan Şahin
Bu seferki romanımız dünyada insan yaşamının son bulduğu ve kalan insanların sistemimizin dört bir köşesinde süzülen “karavan”lar içinde yaşadığı bir dönemde geçiyor. Yazarın en trajik olayları bile anlatırken eğlendiren bir üslubu var ve bu sayede sıkılmak kesinlikle mümkün değil. Üstelik anlatım bu kadar güzelken bir de konunun çekiciliği ve dönüşleri eklenince ortaya büyük bir keyifle okunacak bir roman çıkmış.
Kitabın en kısa romanı olan Karavanlar Çağı, anlatımının sürükleyiciliğinin de bu kısalığa katkı yapıp bir çırpıda okuyup bitirmenize sebep oluyor. Bilime boğmadan yarattığı bilimkurgu atmosferi, sona gelindiğinde fantastiğe, hatta belki de tuhaf kurguya kayarak işi daha da güzelleştiriyor. Sonu aynı anda tatmin ediciyken bir yandan da “Nasıl oldu şimdi? Ne oluyor acaba?” diye düşünmeyi sağlıyor ki, bu iki his bir arada olunca hoş bir tat bırakıyor.
Alt ve Üst – Serdar Yıldız
Açıkçası bu benim başlarda içine girmekte zorlandığım bir roman oldu. Anlatım ne kadar akıcı olsa da başlarda konuya girmekte zorlandım. Sonrasında konu çekici gelmeye başladığındaysa sık kullanılan teknik terimlerle teknolojik detaylara gücüm yetmedi ve gerçekten bu romandan almam gereken zevki alamadığımı hissettim.
Yine insanlığın Dünya’yı mahvettiği ve güneş sisteminin dört bir yanına dağıldığı bir evrende, bu sefer temel olarak Venüs’te geçen bir hikaye var karşımızda. Venüs’e yerleşen ve burada çok değerli bir element bulan insanlık, Dünya’da kalan az sayıda insanı da saömürge haline getirmiştir. Ayrıca Venüs’ün yer altında yaşayan zeka seviyesi nispeten düşük canlılarını da kendi amaçları için hiç sakınca görmeden kullanırlar. Tabii ki bunun sonuçları olur ve bununla mücadele etmek de “seçilmiş kişi” diyebileceğimiz kahramanımız Rayh’a düşer. Özellikle sonlara doğru aksiyon seviyesinin iyice arttığı romanın bu kısımları son derece keyifli olsa da, dediğim gibi, bir türlü içine giremediğim bir bölüm oldu.
Evet, kitabın içerdiği kısa romanlar bu şekilde. Ama bunlarla da kalmıyor. Tüm bu kısa romanların sonunda bizi bir sürpriz bekliyor. Orkun Uçar‘ın geleceğin Güneş Sistemi’yle ilgili tahminlerinin yer aldığı “Geleceğin Tarihçesi” isimli çok kısa bir bölüm de yer alıyor. Mevcut teknolojileri ve insanlığın siyasi eğilim ve karakterinin analiz edilerek yapıldığı belli olan bu tahminlerin ne kadarı tutacak biz göremeyeceğiz ama, bunları okuyup düşünmesi bile oldukça keyifli.
Editörlük ve Baskı
Kitabın editörlüğünü üstlenen Ayşegül Uçan‘a buradan kocaman bir teşekkür etmek istiyorum. Son zamanlarda okuduğum kitaplar içerisinde yazım hatası içermeyen tek kitabın Yüksek Doz Gelecek olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Sadece kitabın sonunda yer alan Geleceğin Tarihçesi kısmında birkaç yazım hatası bulunuyor, onun dışında kitap kimi yayınevlerine ders kitabı olarak okutulacak nitelikte tertemiz.
Baskı ise Altın Kitaplar‘ın adına yakışacak şekilde gayet özenli ve romanları birbirinden ayıran ara kısımların tasarımı da bir o kadar hoş. Ayrıca Gülhan Taşlı tarafından yapılan kapağı da ben gayet beğendim, ama beğenmeyenler de olacaktır.
Eğer bilimkurgu seviyorsanız Yüksek Doz Gelecek kesinlikle göz atmanız gereken bir kitap. Özellikle ülkemizde bu alanda güzel işler yapılabildiğini göstermesi açısından da son derece önemli ve değerli bir proje.
Eserde emeği geçen her yazara, yerli bilimkurgumuza kattıkları bu harika eserlerden dolayı Kayıp Rıhtım olarak teşekkür ederiz. Ayrıca, az bulunan türden bir projeyle de onları bir araya toplamalarından ötürü, her birinin ayrı ayrı ellerine sağlık.
analiz güzel çoğuna katılıyorum. ben de bir türlü “alt ve üst” romanının içine giremedim, bi süre sonra sadece bitirmek için devam ettim. kötü mü hayır, konu güzel fakat şimdiye kadar çok nadiren de olsa başıma gelmiştir hikayeye bağlanamamak. bi türlü gözümün önüne getiremedim sahneleri. açıkçası yazar daha iyisini yapabilir ve mutlaka yapacaktır da fakat bu pek bana hitap etmedi. geleyim en başarılı bulduğunuz “phobos” romanına. kitabı baştan sona değil, karma şekilde okudum. 4. sırada phobos vardı, başladım fakat bitiremedim. diğerine bütünleşemesem de bitirdim fakat phobos’u bi süre okuyup son kalan romana geçtim. şimdi en son o kaldı, bu gece tekrar deneyeceğim. anlatım tarzı bazılarına hitap edebilir bana etmedi. analizde belirtildiği gibi, felsefi çıkarımları beğensem de özellikle diğer kitaplar üzerinden çıkarım bölümleri beni cidden sıktı. belki de tarza alışkın olmadığım için haksızlık ediyorum fakat dini, sosyal, siyasi göndermeleri böyle başarılı yapabilen yazardan bunları daha belirgin karakterler üzerinden, daha belirgin bi olay örgüsü içinde yapmasını bekledim belki de. orkun uçar’ın demir yıldız’ı orkun uçar kitabı gibiydi.. içine kolayca çeken ve bu tip kurgu kitaplarını okuma nedenim olan “gerçeklikten bi nebze koparıp başka bi alemde zihnimi rehabilite etme” hususunda gayet başarılıydı. karavanlar çağı kısaydı fakat hoş bi tat bıraktı diyebilirim. köprüaltı’nı da oldukça beğendim, betimlemeleri ve diyalogları gerçekten çok güzel ve zihinde yansıması olan, okuyucuyu fazladan yormayıp hemen olayların ortasına atan bi tarzı vardı..
Tüm yazarların emekleri için teşekkürler, sonuç olarak gerçekten başarılı bi kitaptı ve ikincisini de mutlaka alıp okuyacağımı söyleyebilirim.
Çok güzel yazılar paylaşıyorsunuz; ancakTDK’den güncel Türkçe dil bilgisi kurallarını da takip etmelisiniz. Bilim kurgu uzun zamandır ayrı yazılıyor ve maalesef birçok yayınevi de hâlâ bitişik yazıyor. Düzeltme işaretleri kullanılıyor, kurum, kuruluş, okul, dernek, merkez vb. isimlerden sonra kesme kullanılmıyor ve bağlaçlardan (hem hemde, ne ne de, ya ya da, gerek gerek, ve, ile vb.) noktalam işareti yok. Bunların hepsine TDK yazım kuralları bölümünden ulaşabilirsiniz. Sevgiler.