Fantastik yazıtlarda özellikle, kendi kurgusunu, kendi ırkarını, kendi dünyasını kısaca kendi evrenini yaratmış yazarların kitaplarında farklı bir bakış açısı vardır. Çünkü normal düzeni kırıp, o düzen içerisinde herhangi bir bozukluk ya da farklılık yaratmadan tamamen yeni bir evren oluşturma ve kendini o dünyada hayal ettirme hissi, bundan öte olarak hissiyatın aynısını okuyucuda yakalayabilme şansı ne yazık ki çok azdır.
Bunu başarmış birkaç yazar zaten artık bilinen düzen içerisinde yaşamlarına benzer farklılıklar katarak devam etmekte ve okuyucuları günbegün artmaktadır. Burada önemli olan husus yapacağı bir yanlış veya mantık hatasının geri dönüş kısmının menfi nitelikte mazileşmesidir.
Normal dünyayı kullanıp süregelen sistem içerisinde belli başlı fantastik ögeler katılarak ortaya serilmesinin daha fazla kitleye ulaşması ve benimsenmesi tabiidir. Nedeni de tanıdık dünya içerisinde bu tür olgu ve tahminlerin bir nebze de olsa gerçekleşeceğine ve bizi bildiğimiz dünyadan öteye sürükleyeceğine dair, varolunan tutumdur. Farklı bir evreni ortaya koymak, o düzenin fişini baştan kesmek manasına geldiğinden pek ala tutmaması ya da düşünülen kadar benimsenememesi normaldir.
Keza bu yargıya uç örnekler verilerek çürütülebilir ki bunların başında Yüzüklerin Efendisi gelir. Fakat düşünüldüğü zaman bu herkesin gözdesi olmuş ve duymayanı kalmamış evrende bile bildiğimiz dünyaya benzetilme çabası vardır. Burası şunu, şurası da bunu temsil eder gibi birçok tartışma hâlâ süregelmektedir.
Şimdi konumuz bu olmadığı halde neden bunları anlattığımı soracaksınız. Haklısınız. Ama bir yandan değilsiniz. Çünkü sizlere bugün anlatacağım kitap, büyük ihtimalle adını bile duymadığınız bir yazarın ortaya koyduğu farklı evrenler bütünü ile bu bütün dahilinde ortaya çıkardığı felsefi görüşlerin harmanlanmış biçimidir.
Oğuzhan Özbay’ın yazmış olduğu ve şimdilik üç kitap halinde planladığı (ve bir de günümüzde geçen macera kitabı) Ouzalm hayâlemi adlı serisi bizleri farklı dünyaların içine sürüklüyor. Kendi önsözünde belirttiği üzere iki koldan devam eden hikâyenin içerisinde tahmin edilemeyen olayların yaşanması ve gidişatın kestirilemeyen yönlere kayıp bir de içerisinde felsefik düşünceler barındırması dâhilinde gelişiyor, büyüyor ve her yeni sayfada düşündüğümüzün aksine fazlaca geniş olduğu anlaşılıyor.
İlk kitap olan Zabkaf’da, aslına bakarsanız bazı sayfalarda belirtilen olumsuzluklara ve karşı çıkmalara mahal verilmemesi nedeniyle yazılan kısa notların tebarüz ettirilmesi kafa karışıklığına neden oluyor. Neden diye soracak olursanız; kendinizi kitabın akışına kaptırdığınız bir zamanda, yaptığınız felsefi düşünceler -ki fantastik olduğu başından belirtilen bir eserin- nedeniyle kimsenin karşı çıkış ya da tepkisel davranacağını zannetmiyorum. İşte şimdi o başta bahsettiğim paragrafların nedenine geliyoruz.
Ortaya çıkarılan normal düzene tabi tutulmuş bir dünya içerisine yedirilmiş olan düşünceler değil, tamamen hayal dünyasının içinde dolanan ve kendi evrenini oluşturmuş bir yazarın ortaya sunduğu düşünceler biçimidir bu yazılanlar. Hatta daha da diplere gidebilir ve bizim “olamaz artık” dediğimiz kısımlara denli karışabilir ve buna hiçbir şekilde gıkımızın çıkmaması sağlanabilinirdi.
Elbette yazarın burada ortaya koymak istediği bazı düzenlemeler “mantık çerçevesinde” olgunlaşabilir ve tartışması buna göre ele alınabilir. Fakat içinde büyünün, farklı dünya ve ırkların bulunduğu bir yazıt, sadece iki – üç felsefik düşünceye takılıp buna göre eleştiri yapacak kişilerin de “eleştiri yapmak için eleştiri yapmak”tan öte bir seviyeye geçemeyeceği kanaatindeyim.
Gelelim beni oldukça zorlayan bir kısma. Normalde bunlar sonda söylenir fakat eleştiriyi hemen yapmak istiyorum. Yayınevlerinin ve editörlerin artık globalleşmiş bazı kuralları ve sayfa düzenlemelerini bildiklerinden şüphem yok. Özellikle editörün düzeltimi sırasında neyin nasıl yapılması gerektiğini ve neye göre davrandığını çok iyi bilmesi ve yolunu buna göre çizmesi gerekiyor. Eğer alışılagelmiş düzenin dışına çıkılırsa, hele de bu alışılagelmiş düzenin çıkıldığı tür zaten alışılagelmiş bir çerçevenin ötesindeyse ne yazık ki tüm mükemmelliği bir anda silip götürebilir.
Keza beni zorlayan kısmı da bul oldu kitapta. Yani “satır atlanması gereken yerde gerekli satırın atlanmayıp aynı paragraftan devam etmesi” ve noktalama işaretlerinin dâhi düzgün şekilde konulmadığı bir tasarımın okumayı ve anlamayı iyice güçleştirdiğine, buna tuz biber eklediğine şahit oldum. Ne yazık ki bu açıdan Moss Yayınevi sınıfta kaldı, umarım yeni basımlarda bu tür hataları giderecek ve daha iyilerine imza atacaklardır.
Kitaba geri dönecek olursak biraz konudan ve içerikten bahsetmek istiyorum. İki koldan ilerleyen hikâyemiz daha çok Ouzalm dediğimiz, asıl adı Enderul EkBadil olan, karakterin öyküsünü anlatıyor. İlk olarak yazarın da kendi söylevlerinde belirttiği gibi bilimkurgu şeklinde başlayan hikâye son aşamalarda bu görünümünü tamamen atarak fantastik bir yazıta dönüşüyor.
Zaman ve boyutun ötesinden normal bir ruh olarak çekilen ve kendisine şekil kazandırılan eski Silmiran Hünkarı Enderul’a tek olan yani Ouzalm denmiş ve daha sonra ışıktan olan bedenin yapabildikleri (şekil değiştirmeler, çok güçlenmesi ve ırklardan daha üstün özelliklere sahip olması vs.), nihayetinde şekil değiştirip bir zaman makinesine dönüşerek yolculuk yapabilmesi ile kendisine Zabkaf (zaman boyutu kaşifi) denilecekti. Kitap isminin ve konunun buradan geldiğini söyleyebiliriz.
Farklı türlerin bol olduğu bu kitapta ayrıca insanlarında değişik etnikleri bulunmakta, kendilerine de insandan daha çok o şekilde hitap edildiklerine şahit oluruz. Örneğin baş karakterlerden bir diğeri ve Ouzalm’ın bedene bürünmesini sağlayan Dr. Harbinz bir “saran”dır. Ama Ouzalm yani gerçek adıyla Enderul normal bir insandır ve bununla birlikte etnik kökeni “silm”dir. Kendisi de Silmiran Hünkarı’dır.
Öykümüzün iki farklı koldan ilerlediğini belirtmiştik. Tabii genel olan Lingorya etrafında dönüyor. Bunu bir kez daha belirtelim. Ouzalm’ın hikâyesinde asıl önemli olan iki karakter daha bulunuyor. Pek tabii bir süre sonra önem sırası değişse de sizlere şimdilik bir önceki paragrafta adını belirttiğim Dr. Harbinz ve onun asistanı olan Arylen’dir. Ruhsal enerji mekaniğiyle uğraşan Dr. Harbinz’in Ouzalm’i şekle sokup gerekli olanları öğreterek zamanda geçmişe gitmeleri ve burada Enderul’un kendi ülkesine tekrar geri dönmesini ve yine bu sırada yaşanan maceraları okumuş oluyoruz.
Bir diğer hikâye de, yine bir saran ve eski savaş pilotu olan Natuzk, onun yardımcısı Gongoy ile daha sonradan aralarına katılacak megok Zasian’ın maceralarını okuyoruz. Buradaki maceranın asıl amacı aslında süregelen akışın bir diğer tarafını okuyucuya aktarmak ve farklı türlerin – hikâyelerin naklettirilmesini sağlamak diyebiliriz.
Kovulmuş eski savaş gemisi pilotu olan Natuzk’un hikâyesi, kendi ırkına yani saranlara kin beslemesi, onları callere karşı kullanıp para kazanması, kazandığı paraları kumarda kaybetmesi ve yine elinde kalan parayla aldığı bir gemiye mürettebat bulma girişimi ile başlıyor bu bölümdeki hikâyemiz. Bu şekilde karşı süreçte okuyacağımız öykü dallanıp budaklanarak bize evrenin diğer yüzünü göstermiş oluyor.
Aslında yazarın önsözde yazmış olduğu bir cümle için ilk başta çok kızmıştım. Çünkü kitabı tekrar tekrar okumamız gerektiğini ve bir kere ile bırakmamamızı yazmıştı. Böyle bir yazıyı okuyunca insanın savunma mekanizması harekete geçiyor, “Ne yani bende bir şeylik mi var da ilk seferde anlamayayım?” tepkisini doğuruyor. Ama kitap devam ettikçe bu önyargı kırıldı, kırıldı ve tamamen ortadan yokoldu. Yazarın orada söylemek istediği netlik kazanmış oldu ve daha kitabı okumadan vermiş olduğum bu tepki için utanmama neden oldu. Zira kitabı okuduğunuz zaman ister istemez bazı terimleri tekrar gözden geçirmeniz gerekebiliyor, sayfalar ilerleyip yazılanlar çoğaldıkça eldeki malzemenin bolluğundan ister istemez kafanız karışabiliyordu.
Ama benim önerim kitabı bitirdikten sonra tekrar okumak yerine, okuma esnasında bir soluklanıp geri sayfalara tekrar dönüp bakmak olacaktır. Böylece hem o anda geçmişte anlayamadığınız bir kısım size daha basit gelecek ve orayı anlamanız ile de okuduğunuz kısım açıklık kazanmış olacak. Ben böyle yaparak rahat şekilde kitabı bitirdiğimi ifade edebilirim. Ama bu satır olayı gerçekten can yaktı.
Şimdi… Kurgu güzel, ırklarda oldukça düşünülmüş ve hoş bir şekilde öyküye yedirilmiş, macera seyri düzgün şekilde oturtulmuş. Buraya kadar her şey güzel. Ama bir de maalesef görmek istemediğimiz diğer kısımları var. Örneğin hemen aklıma gelenlerden bir tanesi konuşma şekilleri ile şaşırma ünlemleri. Bu kitabı okurken şaşırma ünlemlerinin bu kadar az kullanıldığına hayret ettim. Çünkü bazen öyle karşılaşmalar ve olay ağı gelişiyordu ki şaşırmamak elde değildi. Siz tam karakterle birlikte şaşırmaya ve ardından gelecek rahatlamaya kendinizi hazırlarken birden gelen cevabın sanki “her şey olabilir.” şeklinde şaşırmayış türünde gelmesi ya da şaşırsa bile o etkiyi yaratamaması haneye eksi bir puan eklemiş.
Mesela bunu kitap içerisinde en başarılı bulduğum yer Enderul’un sonlarda yaşadığı bir sahneydi ki orada da ne yazık ki söylev durumu çıkıyordu ortaya. İlk baştaki tanıdığımız Ouzalm ile daha sonradan Enderul olarak toparklarına dönen silmin arasında dağlar kadar fark vardı neredeyse. Ama ben bunu, ruhun kendini yeni yeni toparlaması ve vatanına dönünce içindeki duyguların daha belirgin şekilde ortaya çıkmasına bağlıyorum. Yine de okuyucu bir garipsiyor bu durumu.
Yine bir bölümde, Natuzk’un önemli olan bir taşı aldığını ve taşın özellikleri nedeniyle ondan çok etkilendiğini görüyoruz. Ama sonra ne oluyorsa taştan bir daha hiç bahsedilmiyor ya da Natuzk üzerindeki etkisi okuyucuya aksettirilmiyor. Ben o taşı eline aldıktan sonra kötü bir şeyler bekledim ama umduğumu bulamadım. Mutlu son olayı elbette güzeldir ama mutlu sona kavuşup farklı bir akıbet beklemek benim nankörlüğüm de olabilir elbette…
İlk başlarda gün ve benzeri terimlerin farklı isimler ile kullanılması okuyucuyu kurguya bağlamakta zorlasa da bir süre sonra alışınabiliyor. Özellikle veribaz, çekkıran gibi buluşlar okuyucuya keyif veriyor. Gongoy’un hareketleri, hal ve tavırları ve cal içgüdüsü buna daha da öteye taşıyor. Ama aralarından en çok Anuman adlı kuş başlı insan bedenine sahip ırkı tuttum. Zevzek konuşmaları ister istemez güldürüyor insanı!
Son sayfada verilen “Adı Geçen Karakterler”, “Adı Geçen Yerler”, “Sözlük ” gibi okuyucuya kolaylık olsun diye sağlanmış kısımlar ayrıca hoşuma gitti. Çünkü gerçekten bazı şeyleri unutma olasılığı ve “Bu karakter de neyin nesiydi böyle?” gibi bir soru ile karşı karşıya geldiğiniz zaman, son sayfalarda bulunan ekler hayat kurtarıcı olabiliyor.
“Olumlu ve olumsuz birçok yön daha sayılabilir, ama kimse okumaz herhalde bu kadar uzun bir yazıyı.” diyerek yavaştan sonlandırmak istiyorum bu incelemeyi. Dediğim gibi, Oğuzhan Özbay ilk kitabı için hiç de fena olmayan bir kurgu ile gelmiş karşımıza. Stephen Hawking’in kitaplarından bilgi edinmesi, kendi sitesinde oynattığı oyunlardan ortaya çıkanlar dahilinde aslında tasarım konusunda daha hoş bir hale sokulabilse oldukça da zevkle okunacak bir çatıda yürütmeyi başarmış.
Ayrıca kitabı elinize almanızı tavsiye ediyorum. Pamuk gibi bir hissi var. Cümlelerin akışı güzel, söylev farklılıkları ile zenginleştirilmiş. Sizlerin de okuduğunuz zaman aynı hissiyatı tadacağınızı zannediyorum.
Kapak görselinin, en azından yazıların daha iyi olabileceğini kanaatindeyim. Halil Aydemir’in bu konuda aslında kurguya bakarak çok daha farklı ve okuyucuyu çeken bir iş çıkarabileceğinden eminim. Editör Gökhan Canbülbül’in yaptığı içinse yukarıda fikirlerimi dile getirdim. “Tavsiye eder misin?” diye sorarsanız “Kesinlikle.” derim. Ama bunu önermemin öncelikli nedeni hikâyenin iyi ya da kötü olması değil, farklı bir evrenin daha ayrımlı şekilde yansıtılıp okuyucuya aktarılmış olmasıdır.
Hepinize iyi okumalar…