Hepimizin Tanıdığı O Süper Kahraman ile okurların karşısına çıkan İnan Köse, üçüncü kitabının yazım macerasını kaleme aldı.
2010 yılında henüz Çöl Yılanı kitabını yayınlatmadan önce öyküler yazmaya başlamıştım. Bunlar basit öykülerdi. Kafamda yazar olmak vardı, fakat uzak ihtimal gibi görünüyordu. Zevk aldığım için yazıyordum. Aile içinde gördüğüm şeyleri yazmaya başladım önce. Biri sarhoş oldu, tuhaf davranmaya mı başladı, onun öyküsünü yazdım, yahut biri yakınını mı kaybetti, akşama onun öyküsü kağıt üstündeydi. Yıllar geçtikçe sıradan insanların öyküleri birikmeye başladı. Sıradan insanlar müzesi oluşturmuştum istemsizce. Bu sıradan insanların hikâyesini 2016 yılında Sinek izledi. Çiçek Abbas muazzamlığı dışında insanların sadece ‘Otogar var orada’ diye bilidği Alibeyköy’ün insanlarının hikâyelerini de böylelikle derlemiş oldum. İlk iki roman sonrasında, romandan çok öykü yazdığım gerçeğini kabulleniş dönemi oldu. Yıllar içinde oluşmuş sıradan insanlar müzesinin karakterlerini kendilerine ait bir hikâyeye çıkarmanın vakti gelmişti.
Kitaptaki Öykülerin Ortaya Çıkış Süreci
İlk önce Kaymakam öyküsünü yazmaya başladım. Belki de bana en uzak öykü buydu. Çok uzak diyarların insanlarını bir kentlinin gözüyle aktarmaya çalıştım. Bunun için ilkokul çağlarımda gördüğüm şeylerin üzerine düşünmeye başladım. Babam bir tır şoförüydü ve yanında çırağı olarak beni de taşırdı. Bu da ülkenin birçok yerini görme fırsatı demek oldu benim için. Gelecekte yazar olacağımın bilincinde olmadan gördüğüm karakterleri, olayları zihnime kazımıştım. Yıllar geçti ve Kaymakam öyküsü -hikâyenin kendisinden bağımsız olarak- bir tırcı çocuğunun anıları misali yazılmış oldu.
Uzun soluklu bir öykü olmuştu. Novella dahi sayılabilirdi. Zorlasam bunu roman yapabilir miyim diye düşündüm hatta. Sonra vazgeçtim bundan. İyi ki vazgeçmişim. Zorlasaydım sonuç kötü olabilirdi.
Daha sonra sırayla Uzun, Şişman ve Merhametsiz Yazar geldi, onu Kadim Yazarlar Derneği izledi. Bu iki öykü, yazamadığım zamanların ürünüydü. Hayatımı alt üst eden bir olay sonrası bir sene tek bir kelime bile yazmamış, belki de yazamamıştım. Benimle aynı durumda olan, tıkanmış yazarların toplanıp Kadim Yazarlar Derneği diye bir oluşum içine girdiğini düşündüm ve bu durum hayli keyifli geldi. Karakterin durumu içler acısıydı ama haline gülüyordu. Öykünün ilk taslağını yazdığımda düpedüz bir güldürüydü. Karıncalarla konuşan, kelebeklerle dövüşen bir adam vardı. Karakter hoşuma gitmişti, ama çok nedensiz gelmişti. Buna bir çözüm üretmem gerektiğini düşünmeye başladım. Minecraft oyunundaki gibi altı boş ağaçlara dönmüştü öyküm, ama bir yandan da ayakta duruyordu. İkinci bir öykü ile bütünlüğü sağlamaya karar verdim bu da Uzun, Şişman ve Merhametsiz Yazar oldu. Artık sorulan neden sorusunun cevabı vardı ve öyküler benim için tamamlanmıştı.
Nihai Amaç
Laleli’ye Vuran Kaplumbağa birden fazla kişinin etkisiyle ortaya çıktı. Seçkin Sarpkaya ve Mehmet Berk Yaltırık’ın Türk Kültüründe Vampirler kitabı çıktığında Kadıköy’de kitap muhabbetleri olmuştu. Oradaki muhabbetin bazı noktaları, özellikle Mehmet Abi’nin hafif karanlıktaki siluetinin meddahvari görünüşü beni muzip bir meddah hikâyesine itti. Tabii meddahı şiirsel bir dile bürümek gerekiyordu. Bunun için üç kitabı ve dilini incelemeye başladım. Dante’nin her ne kadar çeviri olsa da İlahi Komedyası, Cem Kalender’in Kasımpaşalı Oedipus’u ve Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları. Bu üç kitabın dili Laleli’ye vurmaya başladı. Muzip hikâyeler için de döneminin fikrimce en muzip adamı Orhan Veli’yi hikâyeye ekledim. Bittiğinde beni felaket yormuş olsa da bu işten memnun kalmıştım. Kitabın en farklı öyküsü de böylece ortaya çıkmış oldu.
Diğer öyküler arasında Orhan, Sinek romanını sevenler için bir ön gösterimdi. Ağaçta Üç Gün Asılı da Orhan gibi Alibeyköy’de geçiyordu ve çocukluğumda Ali Bey Barajı hakkında haberlerde duyduğum şeylerin sonucuydu. Her zaman söylenen ‘çocuklar iyidir’ meselesine Sineklerin Tanrısı misali bir tepkiydi aynı zamanda. Rahatsız edici bir öykü ortaya çıkmıştı. Bittiğinde tatmin olmuştum ve kitabın açılış öyküsünün rahatsız etmesi fikri çekici gelmişti. Camus’nün “Bugün annem ölmüş, belki de dün, bilmiyorum!” cümlesi gibi, Dostoyevski’nin alemet-i farikası “Ben hasta bir adamım” gibi.
Öyküleri yazıp bitirdiğimde nihayeti yazmak için çok heyecanlıydım. Son cümle ile kitabın nihai amacını belirtmek istiyordum. Beyhude olmamalıydı bu öyküler. Bir yere gitmeliydi. Bir rica olmalıydı içinde ve bu düşüncelerle Hepimizin Tanıdığı O Süper Kahraman ortaya çıktı. Aslında o hep vardı, aramızdaydı ve umarım aramızda olmaya da devam edecek. Okuyan herkes için bir kahraman.
İnan Köse
Hepimizin Tanıdığı O Süper Kahraman adlı esere dair görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizimle paylaşabilirsiniz.
Çekilişe katılmak istiyorum.