Aylin Sökmen, NotaBene Yayınları’dan çıkan ilk romanı Kendinde Değil Gibisin hakkında konuştu. Sökmen, eserin ortaya çıkış serüvenini Kayıp Rıhtım için anlattı.
Öncelikle kafamı kurcalayan meselelerden biri, yazarlara sorulan ne kadarı kurmaca ne kadarı gerçek sorusuydu, bunun iyice üzerine gitmek istedim. O soruyu sorduracak ama yanıtı da olmayan bir roman yazmak istiyordum. Cevabı romanın içinde olan bir soru demek daha doğru aslında. Başka katmanlar da var tabii. Yazarı olarak çok detaylandırmak istemem ama özetle, etkilenme endişesi, ölüm-yaşam dürtüsü, psikolojik durumlar, biraz parodi gibi. Bir erkek karakter ağzından yazmayı da denemek istiyordum. Ne kadar başarılı oldum bilemiyorum tabii ama sandığımın aksine yazarken pek zorlanmadım. İnsan önce kendi içine bakınca ve karakteri kadın-erkek diye ayırmayıp insan olarak değerlendirince daha kolay oluyor. Artık bundan sonra bir süre tamamen kadın bakış açısına odaklanırım diye düşünüyorum.
Kendinde Değil Gibisin, bir hoca öğrenci ilişkisiyle başlıyor. Anlatıcı bir edebiyat profesörü. Sivrisinek ısırığından parazit kaptığına ve çok yakında öleceğine inanıyor. Arkadaşının romanının yayınlanmasıyla kendi hayatını, yazma ve hatta yaşama arzusunu, karısıyla ilişkisini sorgulamaya başlıyor. Daha fazla spoiler veremeyeyim ama olaylar biraz da beklenmedik bir şekilde gelişiyor. Yazarken olay örgüsünü çok planlamamıştım, biraz kendiliğinden ortaya çıktı. Çanta metaforu bir süredir aklımdaydı, Jean-Claude Kaufmann’ın Çanta kitabını okuyunca çok zevk almıştım, zihnimin bir köşesine iyice yerleşmişti böylece. Sonra bu romanı yazarken de ortaya çıktı tabii ve çok da işlevsel oldu. Kadın, vajina, yaratıcılık, kimlik, benlik, zihin gibi çağrışımlarla da zenginleşti.
Kendinde Değil Gibisin – Yazma süreci
Bu ilk romanım. Başını sonunu, olay örgüsünü önceden planlayıp yazmadım. Zaten genelde parçadan bütüne gidiyorum. Bunun zorlukları olduğu gibi avantajları da oluyor. Kurgu kısmında biraz zorlandım tabii ama diğer taraftan hiç beklemediğim farklı taraflara da aktı roman. Zaten ilk yazmaya başladığımda roman yazayım diye de başlamamıştım. Uzun bir öykü olur bu diyordum, baktım öykü olamayacak kadar dallanmış budaklanmış ama tam roman da değil. Yavaş yavaş genişletmeye başladım. Ana iskeleti ortaya çıkana kadarki kısım biraz sıkıntılı geçti, sanki o parçaları bir türlü toparlayamıyormuşum gibi. İlk taslaktan sonra işin zevkli kısmı başladı diyebilirim.
Biraz dürtüsel bir yazma alışkanlığım olduğunu düşünüyorum. Disiplinli bir şekilde yazabilenleri gerçekten takdir ediyorum ama öyle her gün belirli saatlerde bilgisayar başına geçip boş boş sayfaya baktığım çok oldu zamanında ve bana iyi gelmedi o yöntem. Kendime inancım sarsıldı, o yüzden artık gerçekten yazma arzusu duyduğumda yazıyorum. Gerçi yazmam lazım ama yazmıyorum hissi ve bunun getirdiği suçlulukla karışık baskı hep var içimde. İlham da önemli benim için. Tabii ilhamdan kastım öyle gökten zembille inen bir şey değil, keşke öyle olsa. İçebakıştan, derinlikli gözlemden, insanın kafaya taktığı meselelerden geliyor ilham. En önemlisi de akışa kaptırmak sanırım. Biraz sörf yapmak gibi. Gelen dalgayı görünce fark edip hemen yakalamak gerekiyor. Öyle zamanlarda metnin başında değilken bile bir anda aklıma cümleler gelebiliyor. Bazen metinden kopup günlük hayatıma devam etmekte zorlandığım oldu, aynı şekilde koptuktan sonra tekrar içine girmek de kolay olmayabiliyor. O zaman daha evvel yazdıklarımı tekrar tekrar okurum. Bazen sessizlikte, bazen de daha evvel yazarken dinlediğim müziğe geri dönerek. Bu benim ilk öykülerimden birini yazarken keşfettiğim bir şeydi, yazarken sürekli aynı şarkıyı dinliyordum, örneğin metinle bir saat uğraşmışsam, en az on-on beş kez dinlemiş oluyordum o şarkıyı. Önce tuhaf bir takıntı gibi gelmişti ama sonradan anladım ki, hem odaklanmayı kolaylaştırıyor, hem de zihni belirli bir ritimde ve metnin yarattığı duygu durumunda tutuyor. Biraz heyecan hissettiğim ve içim içime sığmadığı zamanlarda da daha rahat yazıyorum. Mesela mutsuzken yazdıklarım anca iç dökme oluyor, yaratıcı olamıyorum. Gerçi yazma sürecinde hiç beklemediği duygularla karşılaşabiliyor insan, sürekli bir haz hali de mümkün değil.
Yayınlatma zorlukları
İlk kitabım Salt Okunur öykülerden oluşuyordu, 2009’da Pupa Yayınları’ndan çıkmıştı ve yayınlatmak çok kolay olmuştu. Dosyayı yolladıktan iki hafta sonra olumlu yanıt gelmişti, o derece. Birçok yazarın aksine ben ilk dosyayı değil de sonrakileri yayınlatmakta zorlandım. altzine’de yayınlanmış öykülerden oluşan bir dosyam daha vardı, onu hiç yayınlatamadım mesela. Yerellikten uzak demişti bir yayınevi hiç unutmuyorum, bir süre sonra peşini bıraktım. Her gün düzenli olarak yazan biri değilim ama neredeyse her gün bir şeyler okuyorum. Zaten okumayı yazmaktan daha çok seviyorum galiba. Bu romanın ilk taslağını ise yaklaşık beş yıl evvel yazmıştım. Sonra bir süre kenarda durdu. Hangileri hatırlamıyorum ama o heyecanla birkaç yayınevine de yollamıştım, reddedildi tabii. İyi de oldu çünkü sonradan daha da geliştirdim.
Ama şunu söyleyebilirim, epey uzun bir süre yayınlanmaya hazır bekledi bu roman. Zor bir süreç çünkü insan yazdıkları hemen okura ulaşsın istiyor ve o bekleme aşaması çok sancılı geliyor bana. Ya hiç yayınlanmazsa diye düşündüğümde sanki hayat verdiğim bir şey ölüme terk ediliyormuş gibi hissediyorum.
Umutsuzluğa kapıldığım zamanlar oldu çünkü iki-üç yıl evvel bir yayıneviyle anlaşmıştım, editoryal süreçten de geçti. Ancak yayınlanmasına iki ay kala kapak aşamasına gelinmişti ki vazgeçtiler ve kibarca baştan yaz dediler. Hiç profesyonel bir yaklaşım değildi. Tabii bu tarz aksaklıkların sadece benim başıma gelmediğini biliyorum, örneklerini duyuyoruz başka yazar arkadaşlardan. Neyse ki sonunda NotaBene yayınlamayı kabul etti, editörüm Arzu Eylem’e ve yayınevime gerçekten çok müteşekkirim.
Yayınlanmadan evvel romanı son kez gözden geçirirken metne yabancılaşmış olduğumu fark ettim çünkü dediğim gibi yazalı epey olmuştu. Daha dışarıdan bir gözle bakabildim. Çok değiştirmedim ama yazdıklarımı kendimce analiz etmek ilginç bir deneyim oldu. Umarım okurlar da keyif alır.
Aylin Sökmen
Kendinde Değil Gibisin hakkındaki yorumlarınızı bizimle Kayıp Rıhtım Forum üzerinden paylaşabilirsiniz. Sitemizdeki diğer yazar maceralarını buradan okuyabilirsiniz.
Harika bir yazı olmuş. Yazarların eserlerinin oluşum aşamasını samimi bir dille anlattıkları bu gibi yazıları seviyorum, Aylin Hanım’ın anlatımı da çok içten geldi bana ve yazının birçok noktasında kendi içinde bulunduğum durumu ve gelecekte yaşamam muhtemel durumları gösteren yaşanmışlıkları gördüm.
Özellikle bu kısımda birebir kendimi gördüm ve başkalarının da aynı durumda olduğunu bilmek, ’ Yazar her gün düzenli yazmalı’ gibi bir kuralın herkeste işlemediğini görmek moral oldu.
Yazarın yazım sürecinde yaşadığı o heyecanı ve yayımlatma aşamasındaki zorlukları okumak da bir yazar adayı olarak kendime olan inancımı artırdı. Yazdığı kitabı böylesi bir heyecanla ifade eden bir insanın heyecanını hissettim ve ilk fırsatta bu kitabını ve diğer kitaplarını alıp okuma isteği duydum.
Kaleminize sağlık