in , ,

Sealand, Machiavelli ve Sineklerin Tanrısı

1967’de denizdeki bir uçaksavar platformunun üstüne kurulan Sealand “ülkesini” hiç duymuş muydunuz? Peki bu adada yaşanan enteresan olaylara Machiavelli ile Sineklerin Tanrısı’nın felsefesinden bakmaya ne dersiniz? O zaman buyurun bu eğlenceli yazıya!

Sealand, Machiavelli ve Sineklerin Tanrısı
- Reklam -
- Reklam -

Kendine ait bir oda isteyen Virginia Woolf’un aksine Binbaşı Roy Bates kendine ait bir ülke istemişti. Aslına bakarsanız, kim istemez ki? Ben isterdim; ne olacak, kenarda dursun. Havası yeter. Ancak Roy Bates’in benden farkı kısmen de olsa bu hayali gerçekleştirmiş olması.

60’larda İngiltere Ordusu’nda görev alan Roy Bates, İngiltere’nin kıta sahanlığının dışında kalan ve İkinci Dünya Savaşı sırasında uçaksavar platformu olarak inşa edilen 400 m²’lik bir platformu işgal eder. İşgal eder derken de metruk olan bu platforma kurulur ve “Burası artık benim ülkem,” der. Bayrağı, parası, başka bir ülkenin hak iddia etmediği (İngiltere kara sularının dışındadır bu platform) bir toprağı vardır. 400 m² olsa bile ülke ülkedir. Zaman içinde İngiltere mahkemelerine şikâyet edilir ama İngiltere mahkemelerinin Sealand üzerinde bir yetkisi olmadığını ve kendisini yargılayamayacağını savunur ve mahkeme onu haklı bulur. Yine de tabii ki İngiltere, Sealand’i resmî olarak tanımaz.

1975 yılına geldiğimizde cüzi bir ücret karşılığında isteyene pasaport vermeye başlar “Prens” Roy Bates. Böylece hem ülkenin tanınırlığı artacak hem de tamtakır kuru bakır hazineye akmasa da damlayarak biraz can gelecektir. Fakat heyhat, insanoğlu kavun değil ki koklayarak seçesin. Bir prens de vatandaşını seçemiyor. 1978 yılında Sealand vatandaşı bir Alman, yanına aldığı bir grup arkadaşıyla birlikte hain bir darbe yapar ve kendini Sealand’in başbakanı olarak atar. Prens Roy Bates’in veliahtı Michael’ı da bu süreçte rehin alır. Ancak veliaht prens de öyle kolay pabuç bırakacak bir adam değildir ve babasının platforma zulaladığı silahları kaptığı gibi, “Siz hayırdır! Platforma saldırmalar falan!” der ve başarılı bir şekilde darbeyi savuşturur. Bununla da kalmaz darbecileri derdest eder ve Almanya’ya geri teslim etmek için fidye ister. Malum hazine kötü durumda.

- Reklam -

Yaklaşık elli yıllık tarihi boyunca renkli anlara sahne olan Sealand’in 400 m²’lik coğrafyasında yetişebilecek pek bir bitki yok, yeraltı kaynakları deseniz tuzlu sudan ibaret, haliyle ihraç malları biraz kısıtlı. Bu yüzden Sealand pasaport, pul, hediyelik eşya ve her şeyden önemlisi “Lord” ve “Şövalye” unvanları satmakta. 30 sterlin ve posta ücretini veren herkes bu müthiş unvana sahip olabiliyor. 30 sterlin karşılığında siz de Sean Connery, Michael Caine, Andrew Lloyd Webber ve Paul McCartney gibi “Şövalye” olabilirsiniz. Hiçbir ülkenin tanımadığı bir ülkenin verdiği unvandan ne olacak diye mi düşünüyorsunuz? Benzer bir ücret karşılığı İskoçya’da sembolik bir gayrimenkul sahibi olabilir ve yine “Lord” unvanını alabilirsiniz. Paul McCartney de şövalye, siz de. Nasıl ama?

roy joan bates
Ülkenin kurucusu Prens Roy ve eşi Prenses Joan Bates, 1960’lar. (Fotoğraf: Martyn Goddard/REX Shutterstock)

Ancak makarayı bir kenara bırakıp gerçek hayata döndüğümüzde Machiavelli’nin bir sözü bizi karşılar: “İnsanları onurlandıran unvanlar değil, unvanları onurlandıran insanlardır.” Bir insanın adının önünde yazan “Lord”, “Şövalye”, “Muhteşem”, “Editör”, “Yazar”, “Şair” unvanları o insanlardan bağımsızken anlamsızdır ve beş para etmez. Ian McKellen veya Christopher Lee şövalye oldukları için değerli değildir, şövalyelik unvanı onlar yüzünden değerlidir. T.S. Eliot bir editör/yazar olduğu için değerli değildir, editörlük veya yazarlık T.S. Eliot yüzünden değerlidir. Pablo Neruda bir şair olduğu için önemli değildir, şiir biraz da Pablo Neruda sayesinde şiir olmuştur.

Güney Londralı halis muhlis bir chav olan Billy Bottom, 30 sterlin verip Lord unvanı aldı diye Lordlar Kamarası acil durum toplantısı düzenlemez. Arkansas’ta yaşayan bir ev hanımı olan DeNise Brown bir roman yazdı diye Margaret Atwood karalar bağlamaz. Muhittin Topalak bloguna bir şiir yazdı diye Nazım Hikmet’in kemikleri sızlamaz. Kemal Küçükgedik bir kitabın editörlüğünü yaptı diye Enis Batur suratını ekşitmez veya Andre Gide mezarında ters dönmez. Tüm bu sıradan insanlar “Lord”, “Şövalye”, “Editör”, “Yazar” vs. gibi unvanları ve bu unvanları şereflendiren önemli insanları daha değersiz yapamaz. Çünkü herkes kendi işinden, eserinden sorumludur.

Yine de bu unvanların değersizleşmesinden dem vuran insanlar var. Beğenmedikleri veya rakip gördükleri insanların kendileriyle aynı unvanları paylaşmasından rahatsız oluyor, belki de kendilerini daha aşağıya çektiklerine inanıyorlar (Acaba bunun sebebi asıl onların bir unvanın eteklerine yapışıp sıradanlıklarını gizleme çabası mıdır?). Sanatının ve yeteneğinin değersiz olduğunu düşündüğü yazarların kendilerinden daha fazla ilgi görmesi onların içlerini kemiriyor, kibir, hırs ve haset çukurundan dünyaya öfke ve nefretle bakıyor olabilirler.

Sealand’in 400 m²’lik platformunda, kimilerinin olsa ne olur olmasa ne olur diyebileceği bir boyutta olan ve başka hiçbir ülkenin ciddiye almadığı bir ülkede, yönetim sorunu çıktığını ve darbe teşebbüsü yaşandığını unutmayalım. Hayalî sayılabilecek, neredeyse hiçbir maddi veya finansal güç kazandırmayacak bir ülkenin yönetimi için insanların silahlara sarılmasına sebebiyet veren nedir? Bu sorunun kısa cevabı basit: Kibir, hırs ve haset. Biraz daha uzun cevabı için ise dünya edebiyatının en değerli eserlerinden biri olan Sineklerin Tanrısı’na bakmamız gerekiyor çünkü Sealand’in 400 m²’lik yapay ve edebiyatın hayali adalarında yaşanan iktidar ve güç savaşlarını muhteşem bir şekilde açıklayabiliyor.

- Reklam -

Sineklerin Tanrısı’na haksızlık edecek kadar basit bir şekilde özetleyecek olursak, eser bir grup İngiliz çocuğun ıssız bir adaya düştükten sonra yaşadığı çatışmaları anlatmaktadır. “Sineklerin Tanrısı” ifadesi şeytanı simgeler ve kitabın içinde bir kazığın ucuna yerleştirilmiş domuz kafasıyla vücut bulur.

Çocuk da olsa bir grup insan bir adada yalnız kalırsa zamanla kavga etmeye başlar ve kaçınılmaz olarak çatışmalar çıkar. İnsanoğlunun kurduğu uygarlık çok yeni, ilkel duygularımıza vurduğumuz gem çok zayıf, vahşiliğimizi örten perde çok incedir. Bu yüzden hiç ummadığımız yerlerde bile sineklere tanrılık yapan ilkel duygularımız kanlı dişlerini gösterir. 400 m² için savaşmayı göze alır. Edebiyatın küçük adasında nasıl bir role büründüğünü fark etmeden ufak bir alkış veya övgü için bir başkasının kellesini isteyebilir. Kendisi alkışlanmayacaksa başkasının alkışlanmasını da çok görür.

sealand bayrak
Sealand’in bayrağı

Sineklerin Tanrısı romanının kendisi gibi ismi de çok katmanlıdır. Sineklerin Tanrısı ifadesi, şeytanın “hırs”la vahşi ve ilkel yönünü betimlediği gibi “haset”le çürümüşlüğüne de bir gönderme yapar. Şeytanın ancak sinekler kadar değersiz varlıkların tanrısı olabilmesi de onun en önemli özelliği olan “kibir”ini vurgular. Onca kibrine, hasedine ve hırsına rağmen ancak sineklere söz geçirebilir ve buna rağmen kendini bir tanrı gibi görür şeytan. Ve bu kibri yüzünden daima saldırır. İsyan eder. Hakir görür. “Ben onlarla bir miyim?” diye sorar.

İnsanoğlu, içindeki bu hırs yüzünden hayalî ülkeleri ele geçirmek için silahlara sarılır. “Ben onlarla bir miyim?” diye sorar. “Ülkenin başına ben geçmeliyim.”

İnsanoğlu, içindeki bu hasetlik yüzünden başkalarına saldırır. “Ben onlarla bir miyim?” diye sorar. “Ona da aynı unvanla hitap ediyorlar. Bu nasıl olur?”

İnsanoğlu, içindeki bu kibirle küçüldükçe küçülür.

Kemal Küçükgedik

1982 İstanbul doğumlu. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden aldı. Özgür Yayınları ve Pegasus Yayınları'nda editörlük ve çevirmenlik yaptı. Hâlen Doğan Kitap'ta çalışmaktadır.

4 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for estorn estorn dedi ki:

    Gerçekten çok güzel ve keyifli bir yazı olmuş, ellerinize sağlık. Bu “micronations” denen ülkelere hep ilgi duymuşumdur. Mesela bu Sealand’in futbol takımı zamanında KKTC milli takımıyla maç yapıp 17-1 gibi bir skorla yenilmiş :smiley:

    "Mikro devletler"le ilgili şöyle bir de wiki varmış:

  2. Avatar for Bay_Karamsar Bay_Karamsar dedi ki:

    Yazıyı okuyunca aklıma, David Brin’in The Postman’inden bir alıntı geldi:

    "Derler ki “iktidar yozlaştırırmış”, ama doğrusu iktidar yozları kendine cezbeder olmalıydı. Aklıselim sahibi kişiler iktidar hırsından başka konularda ilgi duyarlar genellikler. Eyleme geçtiklerinde ise, bunu sınırları belli olan bir görev addederler. Zorba ise doymak bilmez, amansız bir açgözlülükle hükmetme peşinden koşar.

    Alıntı, yazıyla tamı tamına örtüşmüyor. Farkındayım. Ama yazıda geçen diğer hususlar, hayatımızın daha ne gibi noktalarında bunun gibi mevzularla karşılaşabileceğimize/karşılaştığımıza dikkat çekiyor. Ya da alakasız şeyler arasında kendimi bağlantı kurmaya zorlatıyorum :man_shrugging:

  3. Avatar for Everfever Everfever dedi ki:

    @estorn
    Mikro devletleri genellikle gerçek devletlerin bir parodisi olarak görüyorum ve çok eğlenceli buluyorum :smiley:

    @Bay_Karamsar
    Hiç alakasız değil ama David Brin’in alıntısı daha makro olarak iktidarı almış. Sealand darbesi, Sineklerin Tanrısı ve benim bahsettiğim olgu, daha mikro düzeyde, insanların gerçek bir siyasi/maddi/finansal güç söz konusu olmasa bile hırçınlaşabileceği hatta canileşebileceği üzerine. Somut bir güç elde etmek için uygulanan şiddete de karşıyım ama en azından anlayabiliyorum. Hiçbir güç değişimi söz konusu değilken bile hırçınlaşan insanların duygu durumları ise çok ilginç geliyor.

    Yazıya eklemeyi unuttuğum (veya tembellik ettiğim diyelim) şöyle de bir durum var: Hepimiz birçok adada yaşıyoruz. İş adası, okul adası, edebiyat adası, yaşadığımız mahalle adası, vs. Bu adaların hepsinde gündelik Sineklerin Tanrısı hikâyeleri yaşanıyor. Kimisinde Jack iktidarı ele geçirmek için hırçınlaşıyor, kimisinde bir anketin gidişatını beğenmeyen çocuklar Piggy’yi öldürüyor (neden ki?). Başlık altında büyük harflerle ateş dansı yapıp çıldırıyorlar.

    Daha da vahimi, hiçbirimiz bu duygulardan münezzeh değiliz ve asla bir sineklerin tanrısına dönüşmeyeceğimizi (veya geçmişte hiç öyle davranmadığımızı) iddia edemeyiz.

  4. Avatar for estorn estorn dedi ki:

    Gerçekten çok eğlenceliler, maddi durumum müsait olsa birkaç tanesinden vatandaşlık alırdım kesinlikle :smiley:

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

ilk tas ust

Danimarka’nın Önemli Kalemi Carsten Jensen’den Etkileyici Bir Roman: “İlk Taş”

The Witcher Dizisi karakterler

The Witcher Dizisinde Yer Alacak Karakterler Açıklandı