in ,

Yazarının Kaleminden: Benim Güzel Ölülerim

Gazeteci ve yazar Özlem Ertan son romanı “Benim Güzel Ölülerim”in yazım macerasını ve ilhamını nereden aldığını anlattı, oradan da yazarlığa nasıl başladığına değindi.

benim guzel olulerim ust
- Reklam -
- Reklam -

Sizin de fikirleri, deneyimleri ve düşleri gizli köşelerde saklanıp zamanı geldiğinde ortaya çıkan sırlara benzettiğiniz olur mu bilmiyorum ama, ben tam da böyle düşünüyorum. Tüm bunlar, aklımızın bizim farkında bile olmadığımız karanlık alanlarında kendilerini gösterecekleri zamanı bekliyorlar. O an geldiğinde ise karşımıza çıkıp bizi onların peşinden gidip yazmaya, bestelemeye ya da ne bileyim çizmeye ikna ediyorlar.

İkinci romanım Benim Güzel Ölülerim, aklımda saklanan fikir, deneyim, gözlem ve düşlerin itmesi sonucu, tam da az önce tarif ettiğim şekilde ortaya çıktı. İlk romanım Âşık Kadınlar Denizhanesi bitmiş ve yayımlanmıştı. Ben de hem tembellik etmek istemediğim hem de uzun süre yazmayınca kendimi kötü hissettiğim için öyküler, denemeler kaleme alıyor ve yeni romanım üzerinde düşünüyordum. Aklımda birkaç kurgu vardı ve hangisine başlamaya hazır olduğum hakkında kendimi yokluyordum.

Bu arada, o sırada aktif anlamda gazetecilik yapıyor olmamın da etkisiyle gerek Türkiye’de gerekse dünyada yaşanan acı olaylar, katliamlar ve savaşlar da aklımı meşgul ediyordu. Neticede gündemden ve yaşamın karanlık, acı yüzünden kaçmak imkânsız. Hele de gazeteciyseniz…

- Reklam -

Sorumlusu olmadıkları savaşlarda, çatışmalarda, saldırılarda hayatını ya da yakınlarını yitiren; evsiz kalan insanlara salt haber öznesi olarak yaklaşmayı hiçbir zaman beceremediğimi söylemeliyim, ki bence doğrusu da budur. Çünkü onlar sadece haber malzemesi değil; acı çeken, isyan eden, hayatları yerle bir edilmiş insanlar. Yazan, edebiyatla, sanatla ilgilenen insanlarda doğal olarak empati yeteneği gelişiyor. Sanırım benim durumum da bu şekilde açıklanabilir.

HER ŞEY ULUDERE İLE BAŞLADI

Benim Güzel Ölülerim’i yazmaya 2015’in son aylarında başladım, ancak bu romana kaynaklık eden olay, 2011’in aralık ayında, yeni yıla birkaç gün kala yaşandı. Herkesin hatırlayacağı gibi, 28 Aralık 2011’de Şırnak’ın Uludere İlçesi yakınlarında Türk savaş uçaklarının bombardımanında çoğu çocuk yaşta otuz dört sivil hayatını kaybetti. Bu haberi aldığım ânı unutamıyorum: Sabah saatlerinde çalıştığım gazeteye gitmiş ve haber ajanslarını taramaya başlamıştım. Çok da önemli bir haber görünmüyordu ortada. Siyasetçi demeçleri ve dalaşmaları, cinayet haberleri, birkaç tane de kültürel etkinlik… Yılbaşına birkaç gün kalmış olmasından kaynaklanan rahatlık hissi herkese yayılmıştı. Tam da o rehavet içinde bilgisayar ekranına bakar ve yanımdaki arkadaşlarla sohbet ederken sosyal medyadan Uludere’de onlarca kişinin ölümüyle sonuçlanan bir olay meydana geldiğine dair bilgiler akmaya başladı. Tabii ki hepimiz Twitter’ın başına geçip neler olduğunu anlamaya çalıştık. Üzerleri örtülmüş ve pek çoğu parçalanmış bedenlerin fotoğrafları çok geçmeden sosyal medyaya yayıldı, akabinde de ayrıntılar yavaş yavaş ortaya çıktı: Sınır bölgesinde kaçakçılık yapan ve bu amaçla katırlarıyla birlikte dağlık araziden geçen köylü grubu, yanlış istihbarat sonucu “PKK’lı sanılarak” bombalanmıştı. En azından yetkili makamlardan gelen açıklamalar böyleydi. Oysa ki kaçakçılık ne tarım ne de hayvancılığa uygun olan bölgedeki en önemli geçim kaynağıydı ve Uludere köylülerinin aynı güzergâh üzerinde sürekli kaçak mal taşıdığı biliniyordu. Aradan yıllar geçti ama hâlâ otuz dört sivilin savaş uçaklarınca bombalanıp öldürülmesinin sorumluları yok ortada.

2011’in son günlerini karartan Uludere katliamı, beni çok etkiledi. Ölen 14-15 yaşındaki çocukların yüzleri, yitip giden hayalleri yüreğimde her daim kanayan bir yaraya dönüştü. İşte aklımın gizli köşelerine kan akıtan o yara, katliamdan yıllar sonra, 2015’te saklandığı yerden çıkıp Benim Güzel Ölülerim’in temelini oluşturdu.

EJDERHALARIN KÜKÜRT KOKULU ALEVLERİ

Odamda oturmuş düşünürken aklımda şöyle bir sahne belirdi: On sekiz – on dokuz yaşlarında bir delikanlı kendini sisli bir düzlükte buluyor, ancak oraya nasıl geldiğini, başından neler geçtiğini hatırlamıyor. O kadar yorgun ki hareket edemiyor. Derken kendinden geçiyor ve gözlerini yeniden açtığında, yaşadığı kahverengi ve verimsiz topraklara hiç benzemeyen, ulu ağaçlarla çevrili bir yerde buluyor kendini. İlk başta rüya gördüğünü sanıyor ancak yıllar evvel ölen ağabeyiyle karşılaşıp konuştuktan sonra ölü olduğunu öğreniyor. Koyunlarını otlatmak için çıktığı dağlarda karşısına çıkan ejderhaları ve onların ağızlarından fışkıran kükürt kokulu alevlerin hayatını elinden aldığını hatırlıyor sonra da… İşte Benim Güzel Ölülerim’in ilk bölümünde anlattığım bu sahne, Uludere katliamının bende bıraktığı yaradan doğdu ve yaşadığımız toprakların diğer acılarıyla beslendi.

“Gözlerini sisli bir karanlığa açtı Sîdar. Aklı günlerdir su yüzü görmemiş testiler kadar boştu” cümleleriyle başlayan romanımın başkahramanı Sîdar, ağabeyinden aslında roman kahramanı olduklarını ve kaderlerini kurgulayan bir yazar bulunduğunu öğreniyor. Sonra da yazdığı karakterlerin gerçekten yaşadığından, acı çektiğinden haberi olmayan yazarını bulmak ve onu geride kalan yakınları için güzel bir kader yazmaya ikna etmek amacıyla güç bir yolculuğa çıkıyor. Sîdar, yolculuk sırasında ölüler âleminde kendisi gibi yaşamında haksızlığa uğramış, öldürülmüş ya da yakınlarının ölümlerine tanıklık etmiş başkalarıyla da karşılaşıyor.

Bunlar arasında 1915’te öldürülen Ermeniler ve kimliği belirsiz kişilerce kaçırılan çocuklarının üstünkörü gömülmüş cenazelerini köpeklerin yardımıyla bulan bir köylü kadın da var.

Yeri gelmişken Benim Güzel Ölülerim’in ölüler âlemi ve günümüz Türkiye’si olmak üzere iki farklı dünyada geçtiğini söylemeliyim. Burada ölüler âlemi geçmişe, günümüz Türkiye’sinde geçen kısımlar ise rahatlıkla anlaşılacağı gibi bugüne tekabül ediyor.

YAZARIN GÜZEL ÖLÜLERİ

Sîdar’ın aradığı yazar, günümüz Türkiye’sinde yaşıyor ve doğal olarak umut dolu hikâyeler dökülmüyor kaleminden. Sanırım buraya kadar anlattıklarımdan kitaba neden Benim Güzel Ölülerim adını verdiğim anlaşılmıştır. Bu, kitabında öldürdüğü karakterlerin gerçekten can verip farklı bir âleme gittiğini öğrenen yazarın bakışını yansıtan bir isim. Bu arada ismin de ilginç bir hikâyesi var ve buna değinmemek olmaz.

Yazmaya başladığım anda romanım için isim seçmiştim aslında. Adı, başkarakterininkiyle aynı, yani Sîdar olacaktı. Hatta dosyamı İthaki Yayınları’na teslim ettiğimde kapağında “Sîdar” yazıyordu. Ancak daha sonra şapkalı i harfinin kapakta hoş durmayacağını hesap ederek Benim Güzel Ölülerim’de mutabık kaldık.

Benim Güzel Ölülerim ismi de uzun bir arayış sürecinin sonunda, bir sabah aniden geldi aklıma. Kitabın matbaaya gitmesine birkaç gün kalmıştı ve bulduğum isimlerin hiçbiri ne editörüm Selçuk Aylar’ın ne de benim içime sinmişti. “Acaba yine Sîdar mı koysak adını” diye düşünürken bir sabah gözlerimi açtım ve Benim Güzel Ölülerim dedim. Ardından da peş peşe tekrarladım bu üç kelimeyi. Evet, bu ad içime sinmişti. Editörüm de onaylayınca romanın Benim Güzel Ölülerim adıyla yayımlanması kesinleşti. Şimdi düşünüyorum da romanı iyi ifade eden bir isim seçmişiz.

İSİMLER VE ALEGORİLER

Kitaptaki karakter isimlerinin simgesel anlamları bulunduğunu da söylemeliyim: Başkarakterim Sîdar, iki âlem arasında yolculuk yapan tek kahraman. Sîdar, Kürtçede “ağaç gölgesi” anlamına geliyor. Âlemler arasında gölge gibi gidip geldiği için ona bu ismi uygun gördüm. Sîdar’ın ağabeyi, öfkeden ve kinden arınmış, olgun biri. Geçmiş yaşamının acılarını, kırgınlıklarını yeni hayatına taşımadığı için huzurlu ve özgür. O yüzden Sîdar’ın ağabeyine Kürtçede özgür anlamına gelen Azad adını verdim. Romanın önemli karakterlerinden biri de Sirel ve bu kelime Ermenicede “sevmek” anlamına geliyor. Büyü gücünü insanları barıştırmak, nefretten arındırmak için kullanan Sirel’e de isminin yakıştığını düşünüyorum.

Benim Güzel Ölülerim’i birkaç kelimeyle tanımlamam gerekirse, “affetmek ve barışmak temaları etrafında gelişen fantastik bir roman” diyebilirim. Evet, Benim Güzel Ölülerim, her ne kadar Anadolu’nun acılı tarihinden ve günümüzün basın ile düşünce özgürlüğünün bulunmadığı baskıcı ikliminden izler taşısa da, kurgusu itibariyle fantastik bir roman. Bunun yanında alegoriler de Benim Güzel Ölülerim’de önemli bir yer kapsıyor: Sîdar’ın ölümüne neden olan ejderhaların savaş uçaklarına, kötü büyücülerin katillere ve katliam planlayıcılarına tekabül etmesi gibi… Romandaki alegorilerin çok açık olduğunu da söylemeliyim. Türkiye’de yaşayan ve toplumsal meselelere biraz duyarlı olan herkes bunları fark edebilir.

FANTASTİK ROMANI KİM YAZDI?

Çok tartışılan tarihsel ve toplumsal meseleleri fantastik kurgu içinde anlatmanın pek çok açıdan riskli olduğunun farkındayım. Fantastik edebiyat okurları konusundan dolayı romanı yadırgayabilirler; güncel meselelere ilgi duyan okuyucular ise fantastik olmasından ötürü romanıma önyargılı yaklaşabilirler. Yazım sürecinde bu riskleri önemsemedim. Hayal dünyamda doğan öyküleri kaygılarla sınırlandırmak istemedim. İçimden ve aklımdan geçtiği gibi yazdım. Sonuçta masalsı, fantastik ama gerçeklere de sıkı sıkıya bağlı bir roman çıktı ortaya.

- Reklam -

Benim Güzel Ölülerim, roman içinde roman aynı zamanda. Sîdar ve Azad’ın da dahil olduğu pek çok kahraman, romandaki yazarın karakterleri. Bu açıdan bakıldığında fantastik kurgunun çekirdeğini Benim Güzel Ölülerim’deki yazar karakterinin oluşturduğunu söyleyebilirim. Yazarın adının Özlem olması da pek çok okurun dikkatini çekti ve “Buradaki Özlem siz misiniz?”, “Kendinizi mi anlattınız?” gibi sorularla karşılaşmama neden oldu. Tabii ki Benim Güzel Ölülerim’deki yazar Özlem’de benden çok şey var ama birebir ben değilim. Adını neden Özlem koyduğumu sorarsanız size verecek bir cevabım yok. Zira bilmiyorum, yazarken içimden öyle geldi. Sonra da değiştirmedim.

MİTOLOJİK GÖNDERMELER: GILGAMIŞ VE ODYSSEUS

Benim Güzel Ölülerim’de mitolojik göndermeler de kullandım. Özellikle de ilk bölümde… Sîdar’ı ölümsüzlüğü aramak için zorlu bir yolculuğa çıkan Gılgamış’a benzetmem bu göndermelerden sadece biri. Sîdar’ın her ne duyarsa duysun durmayıp yazarına ulaşmaya odaklanması ise okurlara Odysseus’un sirenlerin sesine kulaklarını tıkamasını hatırlatacak.

Uzun lafın kısası Benim Güzel Ölülerim, Türkiye’nin geçmişini ve bugününü fantastik bir kurgu çerçevesinde, mitolojik göndermelerle anlatan barışmak, affetmek, adalet üzerine bir roman. Daha evvel kitabın ölüler âlemi ve günümüz olmak üzere iki farklı dünyada geçtiğini söylemiştim. Günümüze dair kısımlarda Hrant Dink ve Tahir Elçi suikastları, canlı bomba saldırıları, basın ve ifade yönelik kısıtlamalar gibi pek çok konunun izdüşümünü bulacaksınız.

Uludere katliamının kalbimde açtığı yaradan doğan Benim Güzel Ölülerim, Türkiye’nin diğer acılı öyküleriyle beslendi, büyüdü. İnanarak, samimiyetle ve içimden gelerek yazdım bu kitabı. Tüm karakterlerimi çok sevdim ve onların sesini duyurmak istedim. Umarım Sîdar’ın, Garabed’in, Azad’ın ve diğerlerinin sesine kulak verenlerin sayısı artar.

İLK ROMAN: ÂŞIK KADINLAR DENİZHANESİ

Benim Güzel Ölülerim 2017 mayısının ayının son haftası, İthaki Yayınları’ndan çıktı. İlk romanım Âşık Kadınlar Denizhanesi ise 2015’te yayımlanmıştı ve o da fantastik idi. Her iki romanımda da mitolojiden, efsanelerden beslendim. Âşık Kadınlar Denizhanesi İstanbul Boğazı’ndaki, insan gözünün algılayamayacağı bir âlemde geçiyor ve kadın hayaletleri ile denizkızlarının Âşık Kadınlar benim guzel olulerimDenizhanesi adlı bu âleme hükmeden diktatör tanrı Boros’a karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyordu. Bu romanda çok bilinen bazı İstanbul efsanelerinden de yararlanmış, Boros adını ise Bosphorus’tan esinlenerek yaratmıştım. Üniversitede arkeoloji eğitimi aldığım için eski çağ tarihi ve mitolojiye hâkimim. Bu konudaki bilgi ve birikimim yazdığım romanlarda da metni zenginleştiren unsurlar olarak yer alıyor. Âşık Kadınlar Denizhanesi, toplumsal yanları da olan bir romandı. Kadına şiddet ve baskıcı yönetimlere karşı mücadele metnin ana unsurlarını oluşturuyordu.

İlk kitabıma roman yazmak niyetiyle başlamamıştım aslında. Bir gün aklıma âşık olduğu erkeğe açılamadığı için duygularını martılara, denize anlatan İstanbullu bir kadının gerçeküstü öyküsü geldi. Kadın, yakarışlarıyla İstanbul Boğazı’nın tanrısı Boros’u rahatsız etmiş ve bu yüzden martıya dönüştürülmüştü. Yazdıkça öyküye pek çok karakter eklendi ve hikâye yan unsurlarla çeşitlenerek roman boyutlarına ulaştı. Akabinde metnin üzerinde çalışarak ilk romanımı tamamlamış oldum. Sonra da dosyamı İthaki Yayınları’na yolladım. Başka bir yayınevi düşünmedim, çünkü iyi bir fantastik edebiyat okuru olarak İthaki’nin kitaplarını yakından takip ediyordum. Romanımın beğenilip yayın programına alınması benim için teşvik edici oldu. Âşık Kadınlar Denizhanesi, 2015’in ocak ayında İthaki ile aynı çatı altında bulunan Müptela Yayınları’ndan çıktı. İkinci romanım Benim Güzel Ölülerim ise İthaki Yayınları etiketiyle yayımlandı.

ÖYKÜLER, TİYATRO VE KOLEKTİF KİTAPLAR

“Yazmaya ne zaman başladın?” derseniz cevabım “İlkokul yıllarında ve şiirle” olur. Ortaokulda okulun edebiyat dergisinde yazılarım ve şiirlerim yayımlanıyordu ve okumak benim için vazgeçilmezdi. O yıllardan beri de hep öyle oldu.

Hayal kurmak da en az yazmak kadar önemli benim için. Çocukken kendi kendime fantastik hikâyeler uydurup anneme anlattığımı hatırlıyorum. Daha o zamandan belliymiş fantastik metinler yazacağım. Fantastik edebiyatı keşfetmem ise üniversite yıllarına tekabül eder. Tolkien’in, Ursula le Guin’in romanlarını üniversite öğrencisiyken okudum. İhsan Oktay Anar ve Nazlı Eray’ı da yine öğrenciliğimde keşfettim ve çok sevdim. Sonra Neil Gaiman, Terry Pratchett, Edgar Allan Poe, Lovecraft, Bram Stoker ve diğerleri geldi. Üniversitede eğitimini aldığım arkeoloji ve mitoloji de beni besledi ve hayal gücümün sınırlarını genişletti.

Öğrenciliğimde ve sonrasında öykü yazmayı sürdürdüm. Bu arada tiyatroya da bulaştım. İzmir Devlet Tiyatrosu’nda Turan Özdemir’in yönettiği bir çocuk oyununda sözleşmeli oyuncu olarak yer aldım. Akabinde Damdaki Kemancı müzikali ile Curzio Malaparte’nin Kadınlar da Savaşı Yitirdi ve Neil Simon’ın Sevgili Doktor oyunlarında önemli roller oynadım. Tiyatroyla ilişkim hâlâ devam ediyor. Uzun süredir sahneye çıkmadım ama oyun yazıyorum. Oyunlarımdan biri bu sene sahnelenecek.

Aktif gazetecilik yaptığım dönemde K Edebiyat dergisinde bestecilerin hayatlarını öyküleyerek anlattım ve bu yazılar çok beğenildi, olumlu eleştiriler aldı. Bu öykülerin hemen hemen hepsinin fantastik unsurlar içerdiğini belirtmem yerinde olur sanırım. Bu arada Taraf gazetesinde, haftada bir opera ve klasik müzik ağırlıklı olmak üzere kültür – sanat yazıları kaleme aldığım bir köşem vardı. 2010-2016 arasında düzenli olarak köşemde yazdım.

2010’da Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan Olimpos Öyküleri kitabında bir hikâyemle yer aldım. Bu, yazar olarak adımın geçtiği ilk kitaptı ve öyküm yine fantastikti. Kapanıncaya kadar K Dergi’de yazmaya devam ettim. Âşık Kadınlar Denizhanesi’nin yayımlanmasından sonra ise edebiyatın benim için gazetecilikten çok daha önemli olduğundan şüphem kalmadı. Şu an yazıyorum, okuyorum ve kitap editörlüğü yapıyorum. Çeşitli dergi ve internet sitelerinde kültür – sanat gazeteciliğine de devam ediyorum.

Bir de geçen sene yazar arkadaşım Orkide Ünsür’ün öncülüğünde karanlık öyküler kaleme alan yazarlar olarak bir araya geldik. Bu birlikteliğin ilk meyvesi olan ve karanlık Sevgililer Günü öykülerimizden teşekkül eden Aşkın Karanlık Yüzü, 2017’nin şubat ayında İthaki Yayınları’ndan çıktı. Buradan eylemlerimizin devam edeceği müjdesini vereyim. On üç yazardan oluşan ekibimiz önümüzdeki kış yepyeni karanlık öyküler ve kolektif kitapla geliyor. Ne de olsa okumak ve yazmak bir hayat tarzı. Biz de yazmadan, üretmeden, hayal kurmadan duramayan insanlarız.

Sözlerime son vermeden evvel üçüncü romanımın konusuna karar verdiğimi ve kısa süre içinde üzerinde çalışmaya başlayacağımı da ifade edeyim. Bu uzun yazıyı okumak sabrını gösteren tüm Kayıp Rıhtım okurlarına ve bana kendimi ifade etme şansı veren Kayıp Rıhtım ekibine teşekkür ederim.

Özlem Ertan

Özlem Ertan

Ankara’da doğdu. Çocukluk ve ilk gençlik yılları memleketi İzmir’de geçti. 2005 senesinde Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi bölümünden bölüm ve fakülte birincisi olarak mezun oldu. Diyarbakır Kavuşan Höyük, İzmir Ulucak Höyük ve Van Ayanis Urartu Kalesi kazılarında çalıştı. Anadolulu tanrıça Hekate’yi tüm yönleriyle anlattığı kitabı "Hekate: Bize Ne Mesaj Veriyor?" 2023’ün haziran ayında; Hitit döneminde geçen fantastik roman serisi "Bir Hitit Masalı"nın ilk kitabı "Kanatlı Güneş" ise 2024’ün ocak ayında; Destek Yayınları’ndan çıktı. "Âşık Kadınlar Denizhanesi", "Benim Güzel Ölülerim" ve "Dolunay Ayini" adlarında yayımlanmış üç fantastik romanı daha bulunan yazar, pek çok antolojide öyküleriyle yer aldı. YouTube’da arkeoloji ve mitolojiyle ilgili videolar hazırlamayı, Instagram sayfasında antik medeniyetlerle ilgili içerikler üretmeyi, farklı etkinliklerde arkeoloji ve mitoloji anlatmayı sürdürüyor. Aynı zamanda kitap editörü, kültür – sanat gazetecisi ve müzik yazarı. Çeşitli basın organlarında klasik müzik, opera, arkeoloji, mitoloji ve edebiyatla ilgili yazılar yazıyor, söyleşiler yapıyor. Hititleri tutkuyla seviyor.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

cingoz recai ust

Cingöz Recai Sinemalara Dönüyor

stephen king it

Stephen King: “Yeni ‘O’ Filmi Beklediğimden Çok Daha İyi Olmuş”