in ,

Yazarının Kaleminden: Kült

Orkun Uçar, geçtiğimiz günlerde raflarda yerini alan psikedelik punk bilimkurgu romanı “Kült”ün yazılış hikayesini Kayıp Rıhtım okurları için kaleme aldı.

yazarinin kaleminden kult
- Reklam -
- Reklam -

Çoğu romanın yazılış hikâyesi sayfalarının içindeki maceralarla boy ölçüşür. Kült’te de olan tam olarak bu. Bu eserin doğumu enteresan olaylar zinciri sonucu gerçekleşti.

Yazar olarak kitaplarımı öncelikle kafamda yazarım, yazılış süreleri ise şartlara bağlı olarak on beş gün ile iki yıl arasında değişmiştir. Word dosyasını açıp üzerine isim koyduğum zaman ne yazacağımı bilirim; kurgu çatısını oluşturmuşumdur. Başını, sonunu olay örgüsünü bilerek yazarım. Kült bu açıdan aykırı bir iş oldu.

Sanırım en baştan başlamam lazım…

- Reklam -

Blog: Bundan birkaç yıl önce arkadaşım Reşat Çalışlar blog açmak istiyordu. Esasında kendisi yıllar önce -bence- başarılı bir roman yazmıştı ama bir türlü yenisine başlamıyordu. Ben de ona, “Blog dönemi çoktan geçti, artık internet görselliğe kaydı. Instagram, Youtuber dönemi,” falan diyordum. Zamanla onu blog sevdasından vazgeçirdim ama gittim ben bir tane açtım.

Orkunucar.blogspot.com adresine ilginç bulduğum konuları, kısa hikâyelerimi koymaya başladım. Okurlar da bunları okumayı seviyordu. Ziyaretçi rakamları da oldukça iyiydi.

İki Kitap Arası Dinlenme Dönemi: 4 Aralık 2017’de bir yıllık çalışma sonucu “Yüksek Doz Çürüyüş” dosyamızı Altın Kitaplar’a göndermiştik. “Yüksek Doz Gelecek”i okuyanlar bilir, “Yüksek Doz Serisi” içinde belli bir türde kısa romanlar olan değişik bir çalışma. “Yüksek Doz Gelecek” beş yazardan beş bilimkurgu romandan oluşuyordu, “Yüksek Doz Çürüyüş” ise beş yazardan beş distopya romandan.

Bu dosya teslim tarihinin son günlerinde çok yorulmuş, üstüne hasta olmuştum. Bir süre dinlenmem gerekiyordu.

Kış: Bodrum’da oturuyorum. Ev büyük ve yılın büyük kısmı hava sıcak olduğundan kısa dönemleri elektrikli ısınma yöntemleri ile geçiştiriyoruz ama çok yeterli olmuyor. Yüksek Doz Çürüyüş’ü yayınevine gönderdikten sonra havalar çok soğuyunca İzmir’deki eve gidelim dedik.

Mekan Değişimi ve Sosyalleşme: Bulunduğum yerde kendi düzenimi kurarım ve fazlasıyla asosyal biriyim. İzmir’de de akrabalar var. Yani hem alıştığım ortamda değildim, hem normalden fazla sosyalleştim.

İşte bu şartlar içinde kulaklığı takıp müzik dinlerken iç dünyama dönmem gereken bir ruh haline girdim. Yazmam lazımdı ama romana girişecek halde de değildim.

Acaba bloga her gün birkaç sayfa ekleyeceğim, doğaçlama bir kısa roman falan mı yazsam?” diye düşünmeye başladım. Karar vermem çok da uzun sürmedi… Bir gün Word dosyasını açıp, “Kayıp Yazarlar Loncası” ismini koyduktan sonra yazmaya başladım.

orkun ucar kultİlk bölümü bloga koydum. Sosyal medya hesaplarımdan da duyurusunu yaptım. Güzel bir tepki geldi. Bu da beni cesaretlendirdi. Eski zamanlarda sanayi devrimi İngiltere’sinde, cumhuriyetimizin ilk yıllarında yazarlar romanlarını fasikül fasikül gazetelere yazarlarmış böyle. Ahmet Hamdi Tanrıpınar’ın “Huzur”u, Rıfat Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı” örneğin hep böyle yazılmış. Ben de o eski tadı yakalamıştım.

İkinci, üçüncü bölüm derken eklemeye devam ettim. Artık gün içinde bloga yeni sayfalar eklemezsem, “Nerede kaldı?” diye soran okurlar oluyordu. Bu nedenle bazen yorgun olduğum zaman bile yazdım. Yani bir nevi Annie Wilkes etkisi altındaydım.

“Kayıp Yazarlar Loncası” tam olarak doğaçlama yazıyordum. Daha ilk satırları yazarken ikinci bölümde ne olacağını bilmiyordum. Devam eden bölümlerde de yarın ne yazacağım, kurgu nereye gidecek diye hesaplamadan yazdım. İş epey çılgın, uçuk bir hal aldı. Kendiliğinden 1950-1960’larda bilimkurgunun altın çağındaki pulp işlere benzedi. Psikedelik punk bilimkurgu diyebileceğim bir tür oldu.

- Reklam -

Eğlenceliydi ama Bodrum’a dönüş tarihimiz yaklaşmıştı ayrıca “Yüksek Doz Çürüyüş” için haber bekliyorduk. Yakında başka romanı yazmakla yoğun olacağımı düşünerek “Kayıp Yazarlar Loncası”na 33. bölümde final yapayım dedim.

Bodrum’a döndükten sonra ülkemizde yaşayan herkesi etkileyen olaylar oldu. (Politika, seçim, döviz, ekonomi şu bu…) Yayın sektörü de ekonomik gelişmelerden doğrudan etkilendi. Yayınevleri programlarını ötelediler, bazı dönemler kitap çıkaramadılar.

Yaz başı “Asa-Gri Tanrı” romanımı yazmaya başlamak üzereydim. Yazları üretime müsait güzel bir günlük rutinim vardır; öğlen kalkarım, kahvaltı sonrası yüzmeye giderim. Dönüşte hafif bir yemek, çayı demle, kulaklığı tak yaz.

O sıralarda Baran Güzel ile bir telefon sohbetimiz oldu. Yıllar öncesinden, Xasiork zamanlarından tanışıyorduk. 2017 Kasım’ındaki Tüyap fuarında gezerken editörü olduğu Dedalus Kitap standında karşılaşmıştık ve methini duyduğum birkaç kitaplarını almıştım. Yayıncılık ve eski günlere dair ayaküstü sohbet etmiştik.

İşte yaz başı Baran Güzel ile sohbet ederken konu neler yaptığıma bloğuma ve yazdığım günlük roman denememe geldi. Bir süre sonra aradı ve, “Abi biz bunu istiyoruz,” dedi. Ben de, “Olur ama yazdığımdan beri dokunmadım, bir üzerinden geçmem ve eklemeler yapmam lazım,” diye cevap verdim. Yazarken aklımda kitap haline gelmesi yoktu, böyle bir istekle gelmesi beni mutlu etmişti.

Nasıl değişiklikler yapmalıyım, neler eklemem gerekir diye okuduğumda, yazdığım kısımları oldukça beğendim ve daha çok ek bölümler yazmam gerektiğini düşündüm. Baran da aynı fikirdeydi. Bazı olasılıklar üzerine konuştuk. Kitabın isminin de “Kült” olmasına karar verdik.

Baran o sıralarda yoğundu ve “Öykü Gazetesi”nin yazı işleri müdürü de olunca kitabın editörlüğü için tanıdığımız bir isim aklımıza geldi: Ozancan Demirışık

Ozancan da Xasiork ekolünden bir isimdi, İthaki ve başka yayınevlerinde editörlük yapmıştı.

Kült’ün üzerinde çalıştıktan sonra ona gönderdim, tavsiyeleri ve görüşleri doğrultusunda bazı değişiklikler yaptık.

Bu süreçler arasında “Asa – Gri Tanrı”ya da çalışıyordum. İki roman arasında belirgin bir stil farkı vardı. Yine de eğlenceli bir süreç oldu.

Aralık sonuna geldiğimizde Baran Güzel, Barış Şehri’nin üzerinde çalıştığı kapağı gönderdi. Maili açıp kapağa bakarken bir koro müziği başladı. İlahi, kozmik bir şeydi. Gaipten sesler mi duyuyorum diye düşünmedim değil. Sonradan yakındaki bir okuldaki çocukların müzik çalışması olduğunu anladım. (Öğretmenlerinin sesi duyuldu.) Bunu kapağın kitaba uğurlu geleceğinin işareti olarak gördüm. (Nitekim kitabın çıkış haberini paylaştığımızda herkes kapağı canlı ve enerjisi güçlü buldu.)

Kült yazılışından tam bir yıl sonra doğmak üzereydi ama etkisi daha bitmemişti. Yine kış mevsimindeydik, yılbaşı ve sonrasında kalmak üzere İzmir’deki eve gelmiştik. Geleneksel olsun diye yine kahramanın yazar olduğu bir blog romanı yazayım dedim. O da doğaçlama aktı ve okurlar çok beğendi. İşin ilginci bir noktada “Kült”e bağlandı. Belki kendiliğinde bir “Kült” evreni başlatmış olabilirim ve devamı gelir. Bu doğal olarak ilk kitabın göreceği ilgiye, yani okurlara bağlı.

Şimdi geriye baktığımda Kült’ün okurun eline ulaşana kadar gerçekleşmesini sağlayan birçok tesadüf olduğunu düşünüyorum. Gerçi her şeyde öyle değil midir?
Orkun Uçar

Konuk Yazar

Siz de Kayıp Rıhtım'da konuk yazar olabilirsiniz!

İletişim: [email protected]

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

sendrom scalzi ust

John Scalzi’nin Sendrom Serisi İlk Kitabıyla Nihayet Bizlerle!

kara kalem ust

Hakan: Muhafız’a İlham Olan Kitap Serisi Karakalem, “Kayıpbey Efsanesi” ile Devam Ediyor