“Talan”ın hikâyesini anlatma teklifini kabul etmemdeki itki duygu benim gibi ilk kitabını yazacaklar, yazmış ve hâlâ yayınevi arayanlar, süreçte yılanlar, yalnız hissedenler varsa yalnız olmadıklarını önce onlara anlatmaktı.
Liseden beni kendimi yazarak ifade etmekte çok daha iyiyim. Üniversite yıllarında arkadaşlarımla beraber fanzin çıkarıyorduk. Mezun olduktan sonra uzun süre ara ara bir şeyler karalasam da yazmaya ara verdiğimi söyleyebilirim.
2011 yılının Eylül ayında kızımı kucağıma aldım ve oldukça zorlu bir annelik macerası başladı. Kızımın oldukça zorlu bir bebek olması beni hayata bağlanmak için yeniden yazmaya yönlendirdi. Sosyal medya hesabımdan iletiler paylaşıyordum, derdimin yazmak olduğunun bile farkında değildim. Dönem siyasi olarak da oldukça hareketli olunca muhalif yanım da işin içine girdi. Baktım annelik, gündem, yalnızlık canım ne istiyorsa yazıp paylaşıyorum. Sonra yazıların uzamaya, beğenilerin artmaya, sıkça paylaşılmaya başladığı bir süreçle karşı karşıya kaldım. Bu süreçte bazı internet sitelerinde yazılar yazmaya başladım. Sıkça bir kitap var mı diye soranlar oluyordu. En nihayetinde -cahil cesareti- sosyal medyada yazdığım seçili yazıları bir araya getirdiğim Yazdım Sihir Oldu isimli ilk kitabım çıktı. Keyfim pek yerindeydi. Ne de olsa yazar olmuştum.
2017 Altkitap Öykü Ödülü Süreci
Çok sevdiğim bir dostum, kardeşim bir gün mesaj kutuma bir mesaj bıraktı. 2017 Altkitap Öykü Ödülü. “Buna katıl,” yazmıştı hiç unutmuyorum. Tabii ki, dedim. Ne de olsa artık kitabı olan bir yazardım. Bir öykü yazdım, arkadaşıma yolladım. Şahane olmuş, yazmasını beklerken ondan gelen cevapla öykünün ö’sünün üzerindeki noktanın onda birini bile bilmediğimi fark edip duvara tosladım. Ne öykü nedir ne de nasıl yazılır biliyordum.
Dolayısıyla benim öykü yazma serüvenim hiçbir şey bilmediğimi çok sarsıcı bir şekilde fark etmemle başladı. Üstelik neredeyse otuz altı yaşındaydım. Her şey için çok geç kalmışlık duygusu ile kalakaldım. Öykü okumaya, öykü nedir üzerine okumaya başladım ve öykü sandığım metnim üzerine çalışmaya başladım. Hayatta bir şeyi iyi yapmayı öğrenmeden, en azından öğrenmeye çabalamadan ölme İlay, dedim kendi kendime. Sıkı bir çalıma dönemi başladı. Bana yarışmayı söyleyen arkadaşım, metin üzerinde çalışırken, öykü nedir anlamaya çalışırken bana çok yardımcı oldu. Her an yanımdaydı. Çok pes ettim, beceremedim, zamanım zaten yoktu, ev işleri, kızım, öğretmenlik derken bilgisayar başında sayısız kez ağladığım oldu.
Mart ayının başı Altkitap Öykü Ödülü için son başvuru tarihiydi. Defalarca baştan yazıp okuduğum Artis isimli öykümle yarışmaya başvuru yaptım ve seçkiye girme durumunda bu işe devam edeceğim, giremezsem bu yazarlık merakımdan vazgeçeceğim dedim. Artis’in 2017 seçkisine girdiğini öğrendiğim an tüm ömrümün en kıymetli anlarından biridir. Talan’ın yayınevi tarafından kabul edildiği, raflara dizildiği anlar bile o anın yanından geçemez. Çünkü bu benim savaşımdı ve etle tırnakla, sıfırdan başlayarak, emek verince bir hayalimin gerçek olduğu o ana şahit olmuştum.
Artık öykü kalbime gelmiş oturmuştu. Daha çok okuyup, daha çok çalışıp, daha çok yazıp yazar olmak için çabalayacak ve bir kitap çıkaracaktım fakat bunun çok uzun, meşakkatli ve belki de hiçbir zaman gerçekleşemeyebilecek ama yine de uğruna savaşmaya değer bir amaç olduğunu bilerek devam ettim. Edebiyatı oldukça ciddiye aldığım için kendime bu konuda bir özgeçmiş hazırlamaya karar verdim.
Kitap Yayımlama Cesareti
Hayatınızda ilk kez öykü yazmışsınız, bu yolda hatırı sayılır bir seçki olan Altkitap’a girmiş bir öykünüz de olsa başka hiçbir şeyiniz yokken özgeçmiş oluşturmak oldukça zor oldu. Yazmak zaten zaman alıyor ve zorluyordu çünkü bir yandan yazmayı öğrenmeye devam ediyordum. Diğer yandan bir öykü aylar içinde bittiğinde hemen saygı duyduğum dergilere ya da yarışmalara yolluyordum öyküyü. Defalarca reddedildim, katıldığım yarışmalardan sonuç alamadım. Tekrar yazdım, tekrar okudum, tekrar düzelttim, tekrar reddedildim ama durmadım. Bir öykü kitabı çıkaracaksam bu maymun iştahlılıktan çok daha öteye gitmeliydi. Benim için kendime saygı duyabileceğim bir özgeçmişim olmalıydı ki ben de yüzümün akıyla bu kitabı ben yazdım diyebilmeliydim.
Talan’daki on dört öyküden on ikisi benim isimlerini gururla söyleyebileceğim dergilerde, mecralarda ya da yarışmalarda yer aldı ve artık bir kitap çıkarabilecek cesaretim vardı. Diğer iki öyküyü özellikle Talan için yazdım ve hiçbir yere yollamadım. Fakat Talan için hazırladığım dosya tam olarak bu dosya değildi. Adı Bir Yokmuş olan, içinde başka öykülerin de olduğu başka bir dosya hazırlamış, matbu olarak çoğaltmış ve Türkiye’nin bana göre en büyük, en güçlü olduğunu düşündüğüm beş yayınevine yolladım sadece. Can Yayınları, YKY, Everest Yayınları, İletişim Yayınları ve Sel Yayınları. Bunu yaparken tek niyetim vardı, ne kadar zorlu bir piyasa olduğunu iyi kötü görmüş, bir yayınevine ulaşmanın neredeyse imkânsız olduğunu anlamış ve zaten dosyamın hiçbir yere ulaşamayacağından emin olmuştum. Kendimce en azından en büyükler reddetsin, dedim. Bu teselli ile avunacaktım.
Etrafta tanıdığım üç beş kişiye süreci de sorduğumda neredeyse olmayacak bir işe girdiğimi anlamıştım. Dosyayı posta yoluyla yayınevlerine yolladım ve yaza girdik. Aylar ayları kovaladı. Benim zaten hiç umudum yoktu. Bu arada daha küçük bir iki yayıneviyle görüştüm, biri kendi yayınevi adlarıyla da olmadan parayla basabileceklerini söyledi. Onlarla her türlü bağımı kopardım ve iyice umutsuzluğa kapıldım. Diğeri de yayın programlarının yoğun olduğu söyledi. Böylece benim kitap maceram da sona ermiş oldu. Bir gece bu iş olacak deyip hayallere dalıyordum, ertesi gece büyük bir umutsuzluk ile yatağımda ağlıyordum.
“Hâlâ Geçerliyse Görüşmek İsteriz…”
Bir gün elimde poşetlerle pazardan dönerken telefonuma bir mail geldi. “Dosyanız bize ulaştı, hâlâ geçerli ise görüşmek isteriz,” gibi bir cümle ve en aşağıda da o beş büyük yayınevinden birinin adı yazıyordu. Elimdeki poşetleri sokağa fırlattığımı hatırlıyorum sadece… Eve koşup hemen cevap yazdım ve dosyadaki öyküler üzerinde konuşmaya başladık.
Ben süreçte yeni bir dosya hazırladığımı, ilkinden farklı olduğunu söylediğimde hemen o dosyayı da yollamamı istediler. Ellerinde iki dosyam vardı ve aralarından tek dosya oluşturacak öyküler seçildi. Öyküler üzerinde bazı çalışmalar yapmaya başladık. Dosyanızı basacağız dememişlerdi ama bir aya yakın bir süredir dosya üzerinde de çalışıyorduk. Ben o süreçte tanıdığım birkaç yazar, editör arkadaşıma bu süreçten bahsettiğimde merak etmememi, yayınevinin dosyayı basacağını, basmayacak olsa bu kadar uğraşmayacağını söylediler.
Bu süreçte öykülerde benim çok istemediğim ama kitabın iyi bir yayınevinden çıkmasını istediğim için ses çıkarmadığım değişiklikler yapmak zorunda kaldım. O yayınevi editörü benim istemediğim bazı öyküleri dosyaya aldı, benim çok sevdiğim bazılarını çıkardı ve sebeplerini açıkladı. Örneğin, kurgu kuvvetli değil diyordu. Daha sonradan başka editörler okuduğunda aynı öykünün kurguda çok kuvvetli olduğunu söylüyorlardı. Şaşırıyordum haliyle. Demem o ki, yazan insanın sanırım biraz da kendi metinlerine hakim olabilmesi, kurgu nedir, atmosfer nedir, dil nasıl kullanılır iyi bilmesi de gerekli çünkü yeri geldiğinde kendi istediğini yaptırabilmen için kalifiye ve sağlam temelleri olan açıklamaların olması gerekiyor. Bir editörün iyi dediğine bir başkası olmamış diyebiliyor çünkü…
Süreç böyle devam ederken benim elimde olmayan sebeplerle ve gerçekten ağlayarak dosyamı o yayınevinden çekmek durumunda kaldım. Benim için oldukça zor bir karardı çünkü belki şans belki emek büyük bir yayınevine ulaşmış ve maalesef dosyayı geri çekmek zorunda kalmıştım. Üstelik bunu bir aydır dosya üzerinde çalışan editöre söylemek başlı başına üzücüydü benim için. Ve en kötüsü en başa geri dönmüştüm. Kararımdan emindim fakat en başa dönmek fikri beni gerçekten bitirmişti.
Monokl Yayınları Macerası
O dosyayı çekmek benim için o dönem yayınevleri ile ilgili yaşananlar sebebiyle bir tercih ve duruştu ve bu duruşu gösterebilmek için dosyamı çektiğimle ilgili bir Tweet attım. Aklımın ucundan bile geçmeyecek, bugün düşününce hâlâ şaşırdığım bir tepki ve destek aldım. Birkaç saat içinde altı farklı yayınevinden dosyamı basma talebi ile mesajlar geldi. Şok olmuştum, ne yapacağımı bilemiyordum. Bir yanım çok mutluydu, bir yanım şaşkındı. Dostlarımla yaptığım birkaç telefon görüşmesinden sonra Monokl Yayınları ile çalışmaya karar verdim ve kendilerine olumlu dönüş yaptım. Aynı akşam o esnada Fransa’da olan yayınevi sahibi Volkan Çelebi ile Facetime üzerinden bir toplantı yaptık ve artık dosya bir kitap olma yoluna girmişti.

Kitabın aynı zamanda editörü de olan Volkan Çelebi ile öyküler üzerinden geçtik, bazı ufak değişiklikler yaptık ve on dört öyküyü seçtik. Volkan Bey Türkiye’ye geldiğinde yüz yüze görüştük. Sözleşme maddelerini görüştük ve imzaları attık. Volkan Bey Talan’ı iki bin adet basmakta ısrar etti, ben açıkçası bin adet basılsın istedim çünkü benim gibi yeni bir isim için iki bin çok fazlaydı fakat Talan, Volkan Bey’in isteği üzerine iki bin adet basılacaktı. Bu beni biraz kaygılandırıyordu açıkçası.
Talan ile İlk Karşılaşma
Ardından benim tek başıma öyküleri en baştan elden geçirdiğim, her zaman yanımda olan, beni öykü dünyasına iten arkadaşımla birlikte okumalar yaptığım bir sürece girdim. 2019 yılının Temmuz ayına kadar artık adı Talan olan dosyayı defalarca okudum. Kitap en son redaksiyona gitti. Kafamın yatmadığı önerileri uygulamadığımı söyleyebilirim bu süreçte. Diğer yandan kapak çalışılmaya başlandı. Birkaç farklı isim Talan için birbirinden güzel kapaklar çalıştılar fakat en sonunda sevgili İnanç Avadit’in tasarımında karar verdik ve içimize de sindi. Artık Talan hazırdı fakat ben Eylül’de çıksın istiyordum çünkü Eylül kış döneminin başlangıcı ve aynı zamanda kızımın da doğduğu aydı. Eylül’ü bekledik ve Eylül’ün sonuna doğru Talan raflardaki yerini aldı.
Kitabın çıktığı gün Kıraathane Kitap Günleri’nde bir söyleşi, tanışma etkinliğimiz oldu ve ben de Talan’ı matbu olarak ilk kez orada elime aldım. Keyifli bir duygu olduğunu saklamayacağım fakat aynı zamanda büyük bir sorumluluktu da. Artık ne yazacaktım, nasıl devam edecektim, devam edebilecek miydim, Talan yürüyecek miydi?
Tüm bu duygu karmaşasıyla Eylül ayında başlayan bu macera ben bu yazıyı yazarken neredeyse beş aydır sürüyor. Uzun zamandır kitap fuarlarına katılmayan yayınevim bu sene birçok fuara katıldı ve ben de onlarla beş ayda bolca fuara katılma şansı yakaladım ve okurla buluştum. Talan, aynı zamanda Monokl Yayınları’nın ilk Türkçe öykü kitabı olma şansını da yakaladı çünkü ve ben de bu imkanın tadını çıkarma şansına eriştim. Eş zamanlı olarak Monokl Yayınları’nın çıkarmaya başladığı Sonlu Sonsuz Fanzin için öykü editörlüğü yapmaya başladım. Son bir aydır ufak ufak yeniden yazmaya başladım ve beni en çok mutlu eden şey bu. Talan, beş ayda tahminimden çok daha fazla yürüdü ve Volkan Bey’in öngördüğü gibi ilk baskı benim düşündüğümden çok daha fazla sattı. Dilerim baharı ikinci baskı ile selamlayabiliriz.
“Yazabiliyordum ve bu yüzden de yazıyordum”
Süreçte öğrendiğim en önemli şey aslında derdimin bir yazar olmak, bir kitap yazmak olmadığını anlamam oldu. Yazabiliyordum ve bu yüzden de yazıyordum aslında. İmza günleri, fuarlar Talan’dan önce masamın başından bana çok ışıltılı görünüyormuş meğerse. Önemli olanın yapabildiğim şeyi en iyi şekilde yapmaya çabalamak olduğunu, bu savaşın beni sakinleştirdiğini gördüm ve mutlu oldum. Bir kitap daha çıkar mı, bir daha bir yere yollayabilecek bir dosya hazırlayabilir miyim bilmiyorum ama şunu biliyorum; bir şeyi çok istemek asla yetmez fakat hem çok isteyip hem çok çalışırsanız yapamayacağınız şey de yok.
Talan için söylemek istediğim son şey bundan sonra yüz tane kitap da çıkarsam dönüp en başına baktığımda, Talan’ı elime aldığımda kendisinden utanacağım, pişman olacağım bir kitap olmayışıdır. Bence henüz ilk kitabı üzerinde çalışan tüm yazar/yazar adayı arkadaşlara önerebileceğim en önemli şey de budur, acele edip, heyecanlanıp ham bir dosyayı gerçekten hazır olmadan yayınevlerine göndermesinler. En nihayetinde söz uçar, yazı kalır.
İlay Bilgili
Esere dair görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum‘da bizimle paylaşmayı unutmayın.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!