Clive Barker filmleri denince akla ilk gelen Hellraiser olduğu kesin. Ancak korkunun usta yazarı, daha pek çok önemli eserin altında imzasını bulunduruyor. İşte Barker’ın eserlerinden uyarlanan en kötüden en iyiye yapımlar hakkında rehber niteliğinde bir liste!
Yazdığı korku romanlarıyla okuyucuların dikkatini çekmeyi başaran Clive Barker, deyim yerindeyse her parmağında bir marifet olan birisi. Sadece korku dolu hikâyeler yazmakla kalmıyor, aynı zamanda onları filme de döküyor. Resim yapıyor, bilgisayar oyunları tasarlıyor.
1952 doğumlu İngiliz yazar, çoğunlukla Pinhead adlı ikonik kurgusal karakterin de yaratıcısı olarak biliniyor. Eserleriyle korku edebiyatı ve sineması için önemli işlere imza atan yazarın beyaz perdedeki yolculuğunu yeniden hatırlama zamanı geldi. Barker’ın çoğu zaman “B-Movie” olarak anılan işleri, son yıllarda adeta yeniden keşfedildi. Yapımlar tekrar sinemaya ve televizyona taşınıyor, uyarlama haberlerinin ardı arkası kesilmiyor.
Usta yazarın geçmişinde yer alan ve farklı nedenlerle kültleşen film uyarlamalarının perde arkasında saklanan hazinelere birlikte göz atalım.
Clive Barker Filmleri – Kötüden İyiye Doğru Bir Sıralama
9. Rawhead Rex (1986) | IMDb 5,2
17 Nisan 1987 yılında yayınlanan Rawhead Rex, Barker’ın Books of Blood (Kan Kitapları) adlı öykü kitabından uyarlanan bir film. IMDb puanlarından da anlaşılacağı gibi ortalamanın altında kalan yapım, İrlandalı bir çiftçinin arazisinde bulduğu büyük taşı kaldırmasının sonucunda ortaya çıkan ve etrafı birbirine katan canavarın hikâyesini anlatıyor.
O sırada bölgedeki dinsel simgeleri ve hikâyeleri araştıran Amerikalı yazar Howard Hallenbeck (David Dukes), bölgenin kilisesinde garip, resimli bir cam görür. Peder Coot (Niall Toibin)’a bu cam hakkında bazı sorular sorar. Peder bu konu hakkında O’Brien ile konuşacağını ve kilisenin kayıtlarını birkaç gün içerisinde ona getireceğini söyler. O’Brien resimli cama baktığında garip görüntülere rastlar ve Rawhead Rex adlı yaratığın geri döndüğünü anlar. Bunun üzerine çıldırır ve tanrı olarak gördüğü yaratığa yaranabilmek için kilisenin tüm kayıtlarını yok eder.
Rex tüm kasabayı birbirine katarken Hallenback kilisede gördüğü camla yaratık arasında bir bağlantı kurar ve kilise mihrabının içerisinde yaratığı öldürecek olan o ikonu bulur.
Gelelim canavara…
Rawhead Rex çok kötü bir korku filminden fırlamışa benziyordu, öyle ki B Filmleri’nin Kralı olarak anılan Roger Corman bu canavarı ilk defa gördüğünde gülmüştü. Lastik bir kıyafetin içerisinde sırtı kıllarla kaplı; kırmızı gözleri ve hareket eden çift sıralı dişleriyle Rex korkunç olmaktan çok komik görünüyordu.
8. Books of Blood – Kan Kitapları (2009) | IMDb 5,3
John Harrison’ın yönettiği yapım, Barker’ın Books of Blood (Kan Kitapları) kitabında yer alan bir başka öyküyü temel alıyor.
Wyburd (Clive Russell) adındaki bir yabancı, yediği akşam yemeği sırasında biçimi bozulmuş bir adam görür. Bu kişi Simon McNeal (Jonas Armstrong)’dir. Wyburd, Simon’ı arabaya binmeye ikna eder. Simon bu ricaya uyar ama o sırada bayılır; ayıldığında ise kendisini tekerlekli sandalyeye bağlı halde bulur. Wyburd, Simon’a oldukça özel yeteneklere sahip, özel deriler arayan bir adam için çalıştığını söyler. Ardından Simon’ın, üzerinde birçok cümle ve kelime kazınmış olan derisini ortaya çıkarır. Ardından Simon’a eğer derisine ne olduğunu anlatırsa onu hemencecik öldüreceğini, aksi takdirde acı çektireceğini söyler.
Simon, paranomal olayları araştıran, Mary Florescu (Sophie Ward) adında bir kadından bahseder. Kadın Simon’ı aramaktadır çünkü Simon geleceği görebiliyordur. Simon’a oldukça ilgi duyan kadın eskiden bir kültün liderine ait olan terk edilmiş bir evde onun üzerinde çeşitli deneyler yapmış ve işkence etmiştir. Kadın Simon’a birçok kez saldırmış ve hem odanın duvarlarına hem de adamın vücuduna bazı kelimeleri kazımıştır. Tüm bunların canına tak etmesiyle birlikte Simon o evden kaçmıştır.
7. Lord of Illusions (1995) | IMDb 6,1
The Books of Blood (Kan Kitapları) serisinin altıncı kitabındaki The Last Illusion adlı hikâyeden alınarak filmleştirilen yapımda Clive Barker bu defa yönetmen koltuğunda. Bir davayı araştırmakta olan Harry D’Amour (Scott Bakula), Quaid (Joseph Lattimore) isimli bir falcıyla karşılaşır.
Falcı ona The Puritan’ın Butterfield (Barry Del Sherman) isimli bir adamın saldırısı sonucunda öleceğini söyler. Kahramanımız araştırdıkça eski bir tarikat üyesi olan Jennifer Desiderio (Shelia Tousey) ile tanışır ve kadın, ona The Puritan takma isimli kişinin aslında Nix (Daniel von Bargen) olduğunu söyler. Ayrıca anlaşılır ki Nix’in ölümünün üzerinden on üç yıl geçmiştir ve kendisi bunca yıldır gömülü durmaktadır.
Bu davayı çözebilmek için izleri takip etmeye devam eden D’Amour, Swann (Kevin J. O’Connor) isminde bir illüzyonistle karşılaşır. Swann’in karısı Dorthea (Famke Janssen) ile birlikte adamın gösterilerinden birisine katılır. Gösteride bir aksilik meydana gelir ve yaptığı kılıç numarası Swann’in ölmesine sebep olur. D’Amour sonradan anlar ki Swann aslında kendisine sahte bir ölüm hazırlamıştır. Ardından Dorthea’yle olan ilişkisini kıskandığı için Swann, D’Amour’u öldürmeyi dener. Dorthea ise küçük çocuğunu Nix’in elinden kurtardığı için minnettarlığından dolayı Swann’le evlendiğini itiraf eder. D’Amour, Swann’i Nix’in üzünü sürmeye ve tarikatını yok etmeye ikna eder.
Clive Barker tarafından yazılan ve yönetilen film başlarda iyi gitse de sonlara doğru oldukça dağılıyor ve aniden sona eriyor. Barker doğaüstü temalarla süslenmiş bu dedektif hikâyesiyle genel izleyiciye oynamayı denemiş ama bunu pek başaramamış gibi görünüyor.
6. Quicksilver Highway (1997) | IMDb 4,9
1997’de çıkan film iki kısımdan oluşuyordu; filmde Aaron Quicksilver (Christopher Lloyd) adında hikâye anlatan bir adam vardı. Bu hikâyelerden birisi Stephen King’in The Chattering Teeth’i diğeri ise Clive Barker imzasını taşıyan The Body Politic adlı hikâyeydi.
The Body Politic, The Books of Blood (Kan Kitapları) serisinin dördüncü kitabındaki bir hikâyeyi temel alıyordu. Hikâye, elleri isteklerine karşı çıkan bir adam hakkındaydı. Adamın sol eli kanlı, acılı bir şekilde adamın vücudundan ayrılıyor ve özgür kalıyordu; bunda sağ elin de yardımı vardı tabii. Bir kez adamcağızın vücudundan kopunca da sağ eli özgür kalması için ikna ediyordu.
Televizyon filmi Mick Garris tarafından yazılıp yönetildi; kendisi Stephen King hikâyelerini filmleştirmekte harikaydı ve Barker’ın hikâyesiyle de çok iyi bir iş çıkardı.
Birkaç farklılık dışarısında filmdeki hikâyeyle kitaptaki birbirleriyle paralel gidiyor. Doktor Charles George (Matt Frewer) oldukça başarılı bir plastik cerrahı; oldukça şaşaalı bir hayatı, pahalı bir arabası, büyük bir evi ve kendisine düşkün bir karısı var; Ellen George (Cynthia Garris). Doktor Charles George için yolunda gitmeyen tek bir şey vardı; elleri kendi isteklerine göre hareket etmeye başlamış ve özgür kalmak istiyorlardı.
Hikâyesi oldukça dikkat çeken filmde Barker’ı bir anestezi uzmanı olarak görmemiz de pastanın üzerindeki çilek gibi.
5. Dread – Korku (2009) | IMDb 5,6
Dread, Clive Barker’ın aynı isimli bir hikâyesini temel alınarak hazırlandı. Yapımda film okulunda okuyan Stephen Grace (Jackson Rathbone) ve Quaid (Shaun Evans) isimli iki arkadaş insanların korkularıyla ilgili bir film yapmaya karar verirler. Quaid, Stephan’ın sevgilisi ve bir film editörü olan Cheryl Fromm (Hanne Steen)’u ve Joshua Shaw (Jonathan Readwin)’u kaçırarak olayı bir üst boyuta taşır. Quaid, filmini daha etkileyici kılmak için bu insanlar üzerinde yalnızlıkla ve sadizmle dolu deneyler yapar.
Anthony DiBlasi tarafından yazılan ve yönetilen film, yazılı hikâyeye oldukça yakın bir şekilde işlense de sonunda bazı farklılıklar da mevcut. Çok bilinmeyen bu film gerçekten de iyi bir senaryoya, yönetmenliğe ve oyunculuğa sahip.
4. The Midnight Meat Train – Dehşet Treni (2008) | IMDb 6,0
The Books of Blood (Kan Kitapları) serisinin ilk kitabındaki ikinci hikâyeden esinlenerek yapılan filmde; Leon Kaufman (Bradley Cooper), New York şehrinin o karanlık ve kasvetli yanlarını görüntüleyen bir fotoğrafçıyı canlandırmaktadır. Fotoğrafları yeterince tehlikeli olmadığı için prestijli bir galeri sahibi olan Susan Hoff (Brooke Shields) tarafından reddedilince, Leon işleri biraz daha kızıştırmaya karar verir. Gecenin bir yarısı metroya biner ve Mahogany (Vinnie Jones) ile karşılaşır. Mahogany, sabahları bir et fabrikasında kasap olarak çalışırken geceleri metroda insanları katletmektedir. Leon’un gecenin geç saatlerinde metroda yaptığı bu gezintilerin travmatik sonuçları olur ve kız arkadaşı Maya Jones (Leslie Bibb) ile arası bozulmaya başlar. Leon iyi bir fotoğraf çekmenin peşinde ilerlerken, sevgilisi Maya ve Leon’un arkadaşı Jurgis (Roger Bart), katil Mahogany’yi nasıl durdurabileceklerini düşünürler.
The Midnight Meat Train biraz abartı ve garip sahneler içerse de oyuncular ve yönetmen Ryuhei Kitamura oldukça iyi bir iş çıkarmış diyebiliriz. En etkili oyunculuk ise sessiz insan kasabını canlandıran Vinnie Jones’a ait.
3. Candyman – Şeker Adamın Laneti (1992) | IMDb 6,6
The Books of Blood (Kan Kitapları) serisinin beşinci kitabının ilk hikâyesi olan The Forbidden temel alınarak yazılan film, Chicago’da işaret bilimi dalında eğitim gören Helen Lyle (Virginia Madsen)’nin başından geçenlere odaklanıyor. Helen, Candyman efsanesine oldukça takıntılı bir hale gelmiştir; özellikle de aynaya bakarak beş defa adını söylediğinizde gelip, adını söyleyen kişiyi öldürmesiyle. Candyman’in sağ eli yoktur ve onun yerinde bir kanca yer alır. İki temizlikçi kadınla konuşurken Candyman’in Ruthie Jean adında bir kadını öldürdüğünü ve Chicago’nun güneyindeki Cabrini-Green apartmanlarında yaşadığını öğrenir.
Helen, yanına Bernadette ‘Bernie’ Walsh (Kasi Lemmons) isimli arkadaşını da alarak bu konu üzerinde daha çok bilgi edinmek amacıyla söylenen binalara gider. Orada Anne Marie-McCoy (Vanessa Williams) ile tanışırlar; kadın onlara Ruthie Jean cinayeti konusunda bildiklerini anlatır. Ardından Helen ve Bernie profesörlerinden adamın hikâyesi hakkında daha çok şey öğrenir ve onunla yüzleşirler.
Bernard Rose ve Barker’ın birlikte yazdıkları, Rose’un aynı zamanda yönetmenliğini yaptığı film, ortalama yorumlara sahip. Yapımın şimdilerde yeniden çekildiğini de hatırlatalım.
2. NightBreed (1990) | IMDb 6,5
Filmin yönetmeni ve yazarı olan Barker, bir korku filmi yapmaktan ziyade canavarlar üzerine bir film yapmak istemiş. Aaron Boone (Craig Sheffer), Midian adında, kimsenin bilmediği bir yerde canavarların girebildiği, terk edilmiş bir mezarlığın hayalini görmektedir. Kız arkadaşı, Lori Winston (Anne Bobby)’ın ısrarları üzerine neden böyle rüyalar gördüğünü bulabilmek için psikolog Phillip Decker (David Cronenberg)’a gider. Görüşmelerinden birinde Decker, Boone’a gördüğü o insanları aslında kendisinin öldürdüğünü söyler ve rüyalarını arttırmak için ona LSD verir. Suçluluk duygusuyla dolup taşan Boone kendini bir kamyonun önüne atarak öldürür.
İntihar işe yaramaz ve Boone hastaneye kaldırılır. Sonrasında işler esaslı bir canavar hikâyesine doğru evrilir. Yapım, çağdaş bir dizi uyarlaması ile tekrar ekrana taşınmaya hazırlanıyor.
1. Hellraiser (1987)
The Hellbound Heart (Cehennemlik Yürek) isimli romana dayanan filmde Frank Cotton (Sean Chapman), terk edilmiş bir evden çıkan, gizemli bir bulmacayı satın alır. Bu bulmacayı çözünce Cenobites isimli varlıkları uyandırır ve bu varlıklar ona çeşitli hazlar verirler. Bulmaca kutusundan çıkan balık iğneleri Frank’in etine saplanır ve onu birçok katmandan oluşan bir cehenneme sürüklerler.
Daha sonra Frank’in kardeşi Larry Cotton (Andrew Robinson) ve karısı Julia Cotton (Clare Higgins), kötü giden evliliklerini kurtarabilmek için bulmacanın bulunduğu terk edilmiş eve taşınırlar.
İkili kazayla yerdeki bir yatağı oynatır ve bu durum Larry’nin elinin şiddetli bir şekilde kanamasına neden olur. Frank ve bulmaca eskiden burada duruyordur. Ardından kan yere dökülür ve Frank yerdeki parkelerin üzerinden çıkarak canlanır. Ertesi gece Frank’e benzeyen, derisi olmayan bir ceset, Julia tarafından fark edilir. Frank, eskisi gibi bütün olabilmek için kana ihtiyacı olduğuna Julia’yı ikna eder. Julia, Frank’i besleyebilmek için eve türlü türlü adamlar getirir.
Hikâye bu şekilde başlar ve olaylar hızlanarak devam eder. İşler giderek karışır. Filmin romandan farklı olduğu kısımlar da var; ama bu kısımlar filmi daha iyi yapmakta. Gerçekten de kült bir korku filmi olan Hellraiser, kendisinden sonra gelen Dark City, Cube, ve Event Horizon gibi filmleri etkilemiş, onların önlerini açmıştır. Filmin bir milyon dolar gibi oldukça düşük bir bütçeye sahip olduğu düşünüldüğünde insan gözüne batan bazı kötü kısımları da görmezden gelebiliyor.
Öte yandan kendi dünyasını yaratmayı da başaran Hellraiser, pek çok devam filmi ile evrenini genişletmeyi sürdürmüştür. Şimdilerde ise bir HBO dizisi bir de yeniden çevrim ile hayranlarının karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
Clive Barker uyarlaması filmler arasında sizin de izledikleriniz var mı? Listeye ekleyebileceğiniz yapımlar hangileri? Yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da bizlerle paylaşabilirsiniz.
Kaynak: Indie Mac User
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!