in ,

Mimarisi ile Ölüme Bile Estetik Katan 10 İkonik Mezarlık

Tüyler ürperten karanlık mezarlıklar hâlâ bir gerçek. Ancak mimarisi ile ölüme bile estetik bir hava katan yerler de var!

Mimarisi ile Ölüme Bile Estetik Katan 10 İkonik Mezarlık
- Reklam -
- Reklam -

Mezarlıklar hakkında konuşmak çoğu zaman insanda tekinsiz bir his uyandırabilir. Ancak dünya, mimarisi ile ölüme bile estetik bir dokunuş katan pek çok mezarlığa sahip!

19. yüzyılda kilise mezarlıkları, muhtemelen umduğunuzdan daha kötü bir şöhrete sahipti. Genel olarak kasvetli ve lanetli havasının yanı sıra buraları birer ceset kaçakçılığı, kumar ve fuhuş yuvası addedilebilirdi. Zaten dolup taşmış olmalarının yanı sıra çürümüş maddeleri, su kaynaklarına akıtarak ölümcül salgınlara neden oluyorlardı. Yani tam bir sorun kaynağıydılar.

Öte yandan ölüme yönelik toplumsal tutum değişiyordu. Önceleri kilise mezarlıkları, ölümü çağrıştıran bir anlama sahipken -sizin de bir gün, yaratıcınızla karşılaşacağınızı, bu yüzden ayağınızı denk almanızı hatırlatan yapılar- Viktorya Dönemi’nde erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar inanılmaz ölüm oranlarına sahipti. Dolayısıyla insanlar artık kaybettikleri kişileri defnederken ölümü ve belayı hatırlatan şeyler istemiyorlardı etraflarında. Huzur içinde yas tutmak istiyorlardı.

- Reklam -

Yükselen Ölüm Oranları ile Mezarlıkların Ruhu da Değişti

Bu amaçla mimar Sir Islington Wren, 1711 kadar erken bir tarihte şehrin kenarına bahçe benzeri mezarlıklar yapma fikrini ortaya attı. Ancak taşra mezarlıklarının bu hâle dönüştürülmesi 19. yüzyılda görülmeye başladı. Bu dönüşüm gerçekleştiğinde de ölümle ilgili her şey değişti.

“Green-Wood” (Yeşil Orman) ve “Forest Lawn” (Orman Çayırı) gibi adlarla mezarlıklar; çürüme ve kötü hislerin olduğu yerlerdense doğal bir teneffüs alanı hâline geldi adeta. Çimenlik çayırlar, çiçekli ağaçlar ve berrak göletler, buraları ölüler kadar yaşayanlar için de bir dinlence mekânına çevirdi. 16. yüzyıl mezar kazıcılarına ait kuru kafalar ve tehlikeye delalet olan çapraz kemikler; kuzular, nilüferler ve açık duran kitaplar gibi daha sanatsal, çağrışımlı sembollerle değiştirildi. Kısıtlayıcı dinsel gömü alanlarının aksine 19. yüzyılın bu yeni taşra mezarları, belediye tarafından işletiliyordu ve dinen bağımsızdı. Gelen herkes kabul ediliyordu.

İnsanlar, sürüler hâlinde taşra mezarlarına akın etti. Bazı yerlerde bu mezarlar, halka açık ilk parklar hâline geldi. Açık oldukları günler, Viktoryalılar günü geçirmek için yeni mezarlıklara giderdi. Ünlü kişilerin cesetleri ise ayrı bir çekicilik unsuruydu; ancak ölümleriyle de nam salanlar oluyordu –kendilerini nehre atan genç kadınların trajik öyküsü, gökyüzünden düşen baloncuların talihi gibi. Anıtlar da heykeltıraş ve sanatçılara, eserlerini sergilemeleri için bir alan açtı ayrıca. Kimileri bu şekilde ünlü oldu hatta.

Ölüm, hiçbir zaman Viktorya Dönemi’ndeki kadar göz önünde olmamıştı. Ama onu görmezden geliyormuş gibi yapmak yerine 19. yüzyılda yaşayan insanlar kaderlerinin sonunu, güzellikle ölümün birlikte kutlandığı pastoral bir toprakta karşılayarak rahatlığı yakaladılar.

1. Pére Lachaise Mezarlığı – Paris, Fransa

Pére Lachaise Mezarlığı- Paris, Fransa

Her şey, ağzına kadar dolu yeraltı mezarlarıyla bilinen ve defin için geniş bir alana en çok gerek duyulan Paris şehrinde başladı. Pére Lachaise, Napolyon Bonaparte tarafından 1804 yılında bakımsız kilise mezarlıklarına karşılık, özellikle şehre ait ilk düzenli ve güzel defin alanı oluşturulma amacıyla yapıldı. Mezarlık, Moliére’in cenazesi burada yeniden bir araya getirilince gerçek şöhretini kazandı. O zamandan bu yana etkileyici zemini, pek çok trajik ölüm için son dinlenme yeri olarak biliniyor: Jim Morrison ve Edith Piaf gibi Oscar Wilde da burada gömülü. Romantik, dramatik heykeller için ciddiyete sahip olan klasik Fransız anıtları, en başından beri turistlerin yanında yas tutanları da beraberinde getirdi.

2. Highgate Mezarlığı – Büyük Londra, İngiltere

Highgate Mezarlığı – Büyük Londra, İngiltere

Pére Lachaise’ten ilham alınarak düzenlenen Highgate Mezarlığı, kısa süre sonra Londra’nın bahçe mezarlıklarına bir yenisini daha ekleyecekti. Kensal Green Mearlığı ve Yeraltı Mezarları, Batı Norwood Nunhead ve Brompton Mezarlıkları, Tower Hamlets Mezarlık Parkı ve Abney Parkı (aslında temellerini Avrupa kaynaklarından ziyade Amerika’daki taşra mezarlıklarından almaktadır) gibi yapıların tümü, 1830’lar ile 40’lı yıllar arasında inşa edildi. Pastoral güzellikleri, daha sonra dünya çapında duyuldu ve mezarlıklar, Londra’nın “Muhteşem Yedi” yapısı arasında yer aldı.

Highgate, bu mezarlıkların ilki değil; fakat onların baş tacı niteliğinde. Sık yeşillikler, ufalanan granit mezar başlarını kefen gibi sarıyor. Alanı çevreleyen “yüksek giriş kapıları” ise dış dünyayla bağlantıyı keserek Highgate’i ölüler için saklı bir bahçe, peri masallarına denk, ancak bir o kadar da korkunç bir öyküye dönüştürüyor. Burası, çoğu vampir filmi olmak üzere sayısız yapım için çekim seti işlevi gördü. Yine de çoğu ziyaretçi hâlâ bu ıssız mezarlığa yalnızca ölülerine saygılarını sunmak için geliyor –özellikle de Karl Marx gibi ünlü kişilerin mezarlarına.

3. Mount Auburn Mezarlığı – Cambridge, Massachusetts

Mount Auburn Mezarlığı –Cambridge, Massachusetts

Aslında Birleşik Devletler’in nispeten yeni kentlerindeki ölülerin sayısı, Avrupa’dakinden daha kalabalık olmasa da Amerika’nın defin alanları, yine de taşra mezarlarına doğru ilerlemeye başladı. Fransız ve İngiliz örnekleri üzerinden Amerika’nın ilk bahçe mezarlığı, 1831’de Cambridge’de açıldı. Burada kıvrımlı patikalar, gölgelikli ağaçların altında huzur içindeki mezar taşlarına ev sahipliği yapan güneşli tepelerin çevresinde dolanıyordu.

Sanki Henry Wadsworth Longfellow gibi edebiyat karakterlerinin çekiciliği yetmiyormuş gibi Moun Auburn, aynı zamanda Ulusal Park Hizmeti tarafından da korunuyor ve botanik bahçesi ile yaban yaşamı sığınağı işlevi görüyor. Bu öne çıkan park görünümlü atmosfer, diğer tüm taşra mezarlarının temel çerçevesini oluşturdu. Mount Auburn’un başarısıyla beraber şehir sakinlerinin yanı sıra ölülere de bir dinlence alanı sunan pastoral yeşil mezarlıklar, tüm Amerika çevresinde kurulmaya başladı.

4. Laurell Hill Mezarlığı – Philadelphia, Pennsylvania

Laurell Hill Mezarlığı –Philadelphia, Pennsylvania

Boston’dan daha iyi olmasa da bir o kadar tarihi yapısıyla Philadelphia, yalnızca dört yıl sonra kendine ait taşra mezarlığını açtı. Mount Aubur Amerikalı edebiyat figürlerinin dinlenme yeri kabul ediliyorsa Laurell Hill de savaş kahramanları için aynı şekilde bir huzur bahçesi niteliğinde. Pére Lachaise’tekilere benzeyen mezar başları, çoğunlukla birer heykelcilik eseri ve altlarında yatan gazilerle devlet adamlarını tasvir ediyor.

5. Green-Wood Cemetery –Brooklyn, New York

Green-Wood Cemetery –Brooklyn, New York

Çok geçmeden Brooklyn’in Green-Wood Mezarlığı ortaya çıkarak çabucak New York City’ye katıldı. Ölümden sonraki hayatı geçirmek için cezbedici bir yerdi ilk başta. New York’un meşhur ve kötü nam salmış yüzlerce isimi Green-Wood’da gömülüydü. William ve Henry Steinway, F.A.O. Schwarz, Samuel Morse, Leonard Bernstein, Boss Tweed ve Louis Comfort Tiffany dâhil en meşhurların yalnızca bazıları toprağa verildi. İnsanlar, bu ünlü kişilerin mezarlarını görmek için Green-Wood’a akın etti (böylelikle muhtemelen hayattalarken yaklaşabileceklerinden daha yakınlarına gelme fırsatı bulmuşlardı); ama ölümleriyle beraber ün kazananların, ebediyen dinlendiği yeri görmek isteyenler de vardı. Bunlar arasında trajik Brooklyn Tiyatrosu yangınında ölenler ve bir araba kazasında hayatını kaybeden gencecik bir oyuncu da vardı.

- Reklam -

Alan, bunların yanı sıra piramitler, mozoleler ve görünüşe bakılırsa kaçak bir muhabbet kuşu sürüsünü barındıran, çok ince işlenmiş Gotik girişler gibi birtakım etkileyici anıtları da ortaya çıkarıyor. Mezarlık, bir dizi etkinliği yürütüyor (çoğu, bir online dergi ve seyahat şirketi olan Atlas Obscura’nın düzenlediği) ve cenaze levazımatçısına ait hesap defteri gibi kaynakların, halka açık olmasını sağlıyor.

6. Mount Hope Mezarlığı – Rochester, New York

Mount Hope Mezarlığı –Rochester, New York

Yine pastoral atmosferiyle Mount Hope Mezarlığı, çoğu siyasetin önde gidenlerinden olmak üzere kuzey New York’un en ünlü isimlerine ev sahipliği yapıyor. Susan B. Anthony burada yatıyor örneğin; Frederick Douglass da öyle. Park benzeri atmosferinin avantajını kullanan mezarlığın yeşilliği, içinde yatanlar kadar etkileyici. Kule gibi yükselen ağaçlarının yanında en yüksek dikili taşlar bile cüce gibi kalıyor. Üstelik güz manzarası, nefes kesici bir manzaraya sahip. Burası da Amerika’nın öne çıkan park mezarlıklarına bir yenisini daha ekleyerek Mount Auburn, Laurel Hill ve Green-Wood gibi mezarlık örneklerini takip ediyor.

7. Spring Grove Mezarlığı – Cincinnati, Ohio

Spring Grove Mezarlığı –Cincinnati, Ohio

Kısa sürede kuzeydoğunun dışındaki eyaletler de bu akımının esintisine kapıldı ve hareket yayıldı. Bu, sadece ölüleri gömmek için daha güzel bir yol değil, aynı zamanda Avrupa medeniyetinin bir göstergesiydi. Kendini metropol olarak gören her şehir de bakımsız kilise mezarlıklarını bırakıp bu yeni, albenili, yeşil bahçeleri olan mezarlıkları tercih etti.

Yine de Cincinnati’de Spring Grove Mezarlığı’nın açılmasını teşvik eden yalnızca akımı takip etme hevesi değildi. 1840’ların başında büyük bir kolera salgını tüm şehri sardı. Kiliseler, artık her gün gelen ölüleri gömecek yer bulmada yetersiz kalınca şehir devreye girip Spring Grove Mezarlığı’nı açtı. Başta burası yalnızca ortalama bir defin alanıydı; ancak 1855’te Cincinnati, meşhur bahçe tasarımcısı Adolph Strauch’u işe aldı. Strauch, kendi adalarına sahip su birikintileri ve göller kazdı. Daha önce hiçbir şeyin olmadığı arazilere Gotik şapeller ve mozoleler yaptırdı. Tıpkı kendinden öncekiler gibi Spring Grove da bir anda gömülmek ya da öğleden sonraları hoş bir yürüyüşe çıkmak için arzu edilen bir yer hâline geldi. Ve Cincinnati’nin en değerli cevherlerinden biri oldu.

8. Elmwood Mezarlığı – Memphis, Tennessee

Elmwood Mezarlığı –Memphis, Tennessee

Eğer bu mezarlık adları, artık bir yerde genelleşmeye başladıysa aslında pek de bir şey ifade etmediklerindendir. Örneğin Elmwood Mezarlığı’nın adı, bir şapkadan alınmıştır!

Tıpkı Spring Grove gibi Elmwood’un nüfusu da sarıhumma salgınına “doğmuş” bir nesilden oluşuyordu. Hastalık, yaklaşık 5000 Memphislinin canına mâl olmuştu ve ölenlerin yarıdan fazlası Elmwood’a gömülmüştü. Ölüm oranı çok fazla olduğundan vefat eden pek çok kişinin, arkalarında onları gömecek kimseleri yoktu. Bu yüzden “No Man’s Land” (Kimsenin Toprağı) adlı bir toplu mezarlığa defnedildiler. Wlmwood, bu bilinmeyen ölülerin düzenli olarak anıldığı tek taşra mezarlığı oldu. Sarıhumma mezarını takiben buraya ayrıca İç Savaş’ta ölen askerlere (hem birlikten hem de ittifaktan), esir alınan Afrikalılara ve bedenlerini bilime bağışlamış kişilere adanan bir mezar taşı konuldu.

9. Cave Hill Mezarlığı – Louisville, Kentucky

Cave Hill Mezarlığı – Louisville, Kentucky

Taşra mezarlıklarının çoğu, düzenli şehir planlamalarının bir sonucu olurken diğerleri, tabir yerindeyse kazayla ortaya çıktı. Örneğin Cave Hill Mezarlığı, ilk başta taş ocağı olarak kullanılmak üzere şehir tarafından satın alınan bir çiftlik arazisiydi. Ancak daha sonra 19. yüzyılın ilk yarısında vefat edenler için bir karantina alanına dönüştü. Burada ortaya çıkan ölümlerin tamamının ardından arazi, Muhterem Edward Porter Humphrey tarafından adandı. Taşra mezarlarının tematik akımını devam ettiren Humphrey, şu ifadede bulundu: “Sebepler ve zevkler gösteriyor ki bu mezarlık, yüce Yaratıcı’mızın güzel ürünleriyle uygun şekilde döşenmeli…”

Diğer çoğu mezarlığın aksine Cave Hill, bedenleri toprağa defnetmeye devam ediyor bugün. Dolayısıyla resmedildiği gibi kasvetli mezar taşlarından oluşan bir köprünün, etkileyici Viktorya anıtlarının ve geçmiş yıllardan kalma duygusal mezarların modern bir yorumu. Bunlar arasında birkaç yataklı kılıç, küçük bir kız için salıncak tutan İsa ve bir kartal ile ölümüne savaşan bir şahin heykelleri yer alıyor.

10. Hollywood Mezarlığı –Richmond, Virginia

Hollywood Mezarlığı –Richmond, Virginia

Tıpkı Clave Hill gibi Hollywood Mezarlığı da eski bir mezarlığın etrafına kuruldu. Dolayısıyla Viktorya öncesi mezarlık ögelerinin yanı sıra tipik bahçe mezarlıklarının çiçekli üslubunu da içeriyor. 1840’larda taşra mezarlıkları akımı sırasında resmen açılan mezarlığa definlerin çoğu, İç Savaş sırasında yapıldı. Bir renkli ekleme ile benzerlerinin tüm tuzaklarına sahip (korkunç anıtlar, gölgeli meşaleler, dolambaçlı yollar): Bir vampir.

Efsaneye göre 1929’da gizemli bir demiryolu tüneli çöküşünün ardından dişleri tırtıklı, vücudundan etler düşen, kanla kaplı insan benzeri bir yaratık, mozoleye doğru sürünürken görüldü. O zamandan beri mezarlık, gençlerin Richmond Vampiri’ne bakmak için gece geç saatlerde gizlice içeri girdikleri popüler bir yer hâline geldi. Sadece karanlığa sızmak ve mezarlığı itibarsızlaştırmak için yapılan tüm çabalara rağmen bazı ürkütücü şeylerin ortaya çıktığı görülüyor.

Taşra mezarlığı, sonunda defin alanları için bizzat bir model teşkil etti; ancak durumun her zaman böyle olmadığını unutmak kolaydır. Nasıl ki ürpertici şeylere duyulan ilgi, daha kabul edilebilir ve hatta teşvik edilirse, insanlar da bu mezarlara sadece yas tutmak için değil, aynı zamanda geçmişe bakmak üzere geliyor.

İnsanlar her zaman ölecek ve geride bıraktıklarıyla ilgilenmemiz gerekecek. Fakat mezarlıkların bizzat kendileri, salt cenaze törenleri için daha az etkili bir seçenek hâline geliyor. Tabutlar, fazla yer kaplar ve mumyalama da çevre için kötüdür. Dolayısıyla gömülme işlemi, yaygınlığını gittikçe yitiriyor ve yeni mezarlıklar da neredeyse hiç açılmıyor. Bu yüzden bir zamanlar cenaze törenlerindeki yeniliklerin ve biçimin zirvesini yaşayan bu görkemli parklarda bugün yürüyüş yapmak son derece büyüleyici. Battaniyenizi getirin ve Viktorya Dönemi’nden biri gibi ölülerle biraz vakit geçirmek için en yakın mezarlığa gidin.

Hazırlayan: Molly Mcbride Jacobson
Çeviren: Rabia Elif Özcan


* Karantinanız Sanatla Dolsun: Çevrimiçi Gezebileceğiniz Müzeler, Sergiler ve Bienaller

Sizin eklemek istediğiniz başka meşhur mezarlıklar var mı? Kayıp Rıhtım Forum’da yorumlarda buluşalım!
Kaynak: Atlas Obscura

Rabia Elif Özcan

1995 yılında, dünyaya ilk defa dokunduğundan bu yana okuyor gözlerim, ellerim, kulaklarım ve hislerim. En çok doğayı okuyorum, sonra müziği, renkleri; ve edebiyat okuyup çeviriler yapıyorum, başka gözlerin bakışlarına dokunabilmek için. Dimağımın heybesinde biriktirdiğim kelimelerden masallar fısıldıyorum. Hayatı satır aralarına katık ediyorum; yağmurlu gökte vicdanı arıyor, mum ışığında güneşi buluyorum. Sabah günümü aydın eden kahve kokuları gece gözüme uyku sürüyor. Küçücük bir kutuda azıcık yaşıyorum, yetinmekle doyuyorum.

1 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for mutereddit mutereddit dedi ki:

    Cenova’daki cemetery of staglieno da harika bir mezarlıktır. +1 olarak listeye eklenebilir.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Hercule Poirot - Sophie Hannah - Üç Çeyreğin Gizemi

Hercule Poirot Maceralarında Yeni Soluk: Üç Çeyreğin Gizemi

Star Wars Mon Mothma Disney+

Star Wars Karakteri, Cassian Andor Dizisiyle Disney+’a Geliyor