Post Apokaliptik filmler, sinema tarihinin en ilgi çekici başlıkları arasında yer alıyor. Kıyamet sonrası kurguları, bilimkurgunun da en özel alanlarından birisi.
Soğuk Savaş ve beraberinde gelen nükleer felaket riski şimdilik sona ermiş olabilir. Yine de, bombaların hazırda beklediğini unutmamak gerekiyor. Salgın hastalıklar yakamızdan henüz düşmemişken, en ufak bir protein değişikliğiyle bildiğimiz bütün medeniyet sona erebilir. Post Apokaliptik filmler, bizi bu karanlık geleceğe hazırlamak için iyi bir alternatif.
İnsanlık uzun süredir kıyamet korkusuyla birlikte yaşıyor. Sinema da bu distopya alternatiflerinden payını almış durumda. Dünyanın tanınamayacak hâle geldiği kıyamet sonrası filmlere bu listeden ulaşabilirsiniz!
En İyi Post Apokaliptik Filmler – Kıyamet Sonrası Temalı Yapımlar
15. Annihilation – Yok Oluş (2018)
Yönetmenliğini Alex Garland‘ın üstlendiği Annihilation filmi, ünlü bilimkurgu yazarı Jeff VanderMeer‘ın aynı isimli romanından beyaz perdeye uyarlanıyor.
Başrolünde Natalie Portman‘ın yer aldığı yapım, anormal faaliyetler nedeniyle hükümet tarafından karantina altına alınan Area X bölgesine yapılan bir keşif yolculuğunu anlatıyor. Yıllardır kıtanın geri kalanından ayrı tutulan bu bölge, ilk bakışta bir tür cennet gibi görünse de son derece tuhaf anomalilere ev sahipliği yapıyor.
Yapım, 12. keşif grubunun Area X’in sırlarını çözme hikâyesini takip ediyor. Film tüm dünyanın yok olduğu bir gerçekliği anlatmasa da karantina altındaki bir bölgenin ne kadar post apokaliptik olabileceğini de gözler önüne seriyor.
14. The Omega Man – Tek Adam (1971)
The Omega Man, 60’lar Hollywood’unda ideal erkek olarak görülen Charlton Heston’un vampir hippilerle savaşmasını barındıran, sıradan bir Amerikalının rüyalarından çıkmış bir film. Orduda doktorluk yapan Robert Neville’ın küresel bir salgına bulduğu tedavi çok geç çıkmıştır ve kendisinden başka uygulayacak kimse de yoktur.
Beş yıl boyunca kendisi ve hastalıktan vampirleşmiş; sadece geceleri ortaya çıkan düşmanlarıyla dolu Los Angeles’te yaşayan Neville’ın hikâyesi Richard Matheson’un 1954 tarihli romanı I Am Legend’den uyarlama. Roman, ilerleyen tarihlerde Vincent Price’lı Last Man on Earth ve Will Smith’li I Am Legend ile iki kez daha uyarlandı.
13. Zardoz – Taş Tanrı Zardoz (1974)
“Silah iyi! Penis kötü! Penis tohum sıkar!” diye haykırır Zardoz’un açılışındaki taştan kafa. Kıyamet sonrası 2293’te geçen filmin başrolü Sean Connery. Kendisini kırmızı deriden iç çamaşırı ve ikonik atkuyruğuyla izliyoruz.
Zed, kanunsuz bir dünyada hayatını sürdürmeye çalışan bir barbardır ve ölümsüz Consuella’dan öğrenir ki, kendisini ölümsüz yapan bir grup insan güven içerisinde yaşamaktadır. Zed’in görevi bu cenneti, cehenneme çevirmektir.
12. A Boy and His Dog – Çocuk ve Köpek (1975)
Post apokaliptik temayla sinir bozucu kara komediyi bir araya getiren A Boy and His Dog, cinsel dürtüleri zirveye ulaşmış Vic (Don Johnson) ve radyasyona maruz kalıp konuşma yeteneği kazanan köpeği Blood’un (Tim McIntire) hikâyesini anlatıyor. İkili, güneybatı ABD’nin nükleer cehenneme dönüşmüş diyarlarında gezerken haydutlar, delirmiş robotlar ve parlayan radyoaktif mutantlarla karşılaşıyor. Quilla June Holmes (Susanne Benton) ile tanışmalarının ardından, bir yer altı tesisinde nükleer savaş öncesi ABD’yi yeniden kurmak isteyen insanlarla bir araya gelince hikâye ilerliyor.
Harlan Ellison’ın romanından uyarlanan film usta yönetmen L. Q. Jones’un elinden çıktı. Gişede zayıf bir performans gösterse de zamanla kült mertebesine ulaşan yapım; sevilen oyun serisi Fallout için de bir ilham kaynağı olmuş.
11. On The Beach – Kumsalda (1959)
Nevil Shute’un 1957 tarihli romanından uyarlanan On the Beach (Kumsalda), Soğuk Savaş’ın küresel nükleer savaş korkusunun zirve yaptığı bir dönemde geçiyor. Film, III. Dünya Savaşı’nın neredeyse bütün dünyayı yok ettiği bir dönemde ayakta kalan tek yerleşim yeri olan Avustralya’da yer alıyor.
Filmde, Kuzey Yarımküre üzerinde toplanan radyoaktif bulutların yavaşça Güney’e, Avustralya’ya yönelmesi işleniyor. Nuremberg Duruşması’nın da yönetmeni olan Stanley Kramer’in yönettiği filmde, Avustralya hükümetinin vatandaşlarına hızlı bir ölüm için ötenazi teklif etmesinden; sürekli yer değiştirerek nükleer serpintiden kurtulma hedefiyle Amerika’ya geçmeye çalışan insanlara kadar küresel bir yıkımın yarattığı çaresizliği izliyoruz.
10. Le temps du loup – Kurdun Günü (2003)
Avusturyalı yönetmen Michael Haneke izleyicilerinin rahatsız hissetmesinden zevk almakla bilinen bir sanatçı. Kurdun Günü de hızla çöken bir toplumdaki bireylerin trajedilerini hiç çekinmeden anlatıyor. Daniel Duval ve Isabelle Huppert’ın başrollerini paylaştığı filmde karakterlerimizin belirsiz bir felaketle yüzleşen şehirden kaçmalarını izliyoruz. Gelgelelim, taşrada da durum farklı değil. Yiyecek ve su zehirli, her bir yan kötü niyetli insanlarla dolu ve kahramanlarımız bu cehennemi ortamda yavaş yavaş vahşileşmekten kurtulamıyor.
9. Doomsday – Kıyamet Günü (2008)
İskoçya’nın ölümcül bir virüs yüzünden devasa bir karantina bölgesine dönüştürülmesinden 30 yıl sonra aynı hastalık İngiltere’yi tehdit etmektedir. Hastalığın tedavisinin karantina bölgesinde hayatta kalanlarda olduğuna inanan hükümet küçük bir askeri güçle İskoçya’ya girer. Ülkenin yerlileriyse şiddet delisi Sol (Craig Conway) tarafından yönetilen yamyamlar hâline gelmiştir.
8. Turbo Kid (2015)
Çok fazla post apokaliptik film izlemiş bir çocuğun rüyası gibi hissettiren Turbo Kid, alternatif bir 1997’de geçiyor. Anakarakterimiz The Kid (Munro Chambers), yaşadığı kıyamet sonrası diyarı zalim Zeus’tan kurtarmak zorunda ve Apple (Laurence Leboeuf) tek yardımcısı.
1980’lerin pop kültür referansından elektronik müzik akımlarına kadar Turbo Kid, bir soğuk savaş dönemi post apokaliptik nostaljisi.
7. The Book of Eli – Tanrının Kitabı (2010)
Denzel Washington’ın nükleer savaştan 30 yıl sonraki ABD’de yanında değerli bir kitapla gezdiği film, kendine has stili ve üst düzey oyunculuklarıyla ön plana çıkıyor. Carneige (Gary Oldman) adlı bir diktatör tarafından yönetilen bir çöl kasabasına giren Eli, tutsaklıktan kaçıp intikamını almaya yemin ediyor. Albert ve Allen Hughes’in yönettiği film klasik Westernler kadar Japon samuray hikâyelerinden aldığı ilhamla tür içinde özel bir yere sahip.
6. Wall-E (2008)
Pixar’ın kıyamet sonrası bir hikâyeden bile büyüleyici aile filmi çıkarabileceğini kanıtlayan filmin başrolünde yapıma adını da veren robot Wall-E var.
İnsanlığın kullanılamaz hâle geldiği dünyada çöp toplama görevini tam sadakatle gerçekleştiren Wall-E’nin rutini, insanların gezegenin ne zaman yaşanabilir hâle geleceğini araştırmak için gönderdiği robot Eve’le tanışınca tamamen değişiyor. Wall-E çıktığı sene 6 Oscar adaylığı alıp En İyi Animasyon Filmi dalında ödülükapmıştı.
5. The Road – Yol (2009)
Cormac McCarthy’nin Pulitzer ödüllü romanından uyarlanan The Road (Yol) isimsiz bir adamın (Viggo Mortensen) ve oğlunun (Kodi Smith-McPhee) hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.
Kıyamete neyin yol açtığını bilmeden, isimsiz adamımızın gösterdikleri dışında hiçbir bilgiye sahip olmadan izlediğimiz yolculuk, insanların çaresiz kaldıklarında ne kadar vahşileşebileceğini tüm çıplaklığıyla gösteriyor.
4. Stalker – İz Sürücü (1979)
Efsanevi Rus yönetmen Andrei Tarkovsky ve usta bilim kurgu yazarları Arkadi ve Boris Strugatski Kardeşlerin imzasına sahip Stalker klasik post apokaliptik film denilince ilk akla gelenlerden. Stalker’dan başka bir ismi olmayan ana karakterimiz (Aleksandr Kaidanovsky), melankolik Yazar (Anatoli Solonitsyn) ve Profesör (Nikolai Grinko) Alan adı verilen ve bilinç sahibi bir bölgede, insanların en derin arzularını gerçekleştiren bir odaya ulaşmak için yolculuk ediyor. Film, Strugatsky kardeşlerin Uzayda Piknik romanından uyarlandı.
3. Escape From New York – New York’tan Kaçış (1981)
Çok da uzak olmayan bir gelecekte, 1997’de, ABD bir polis devleti olmuştur. New York şehri ülkenin geri kalanından duvarlarla ayrılıp devasa bir açık hava hapishanesine dönüştürülmüştür. Başkan, uçağının Manhattan’a çakılmasının ardından New York Dük’ü tarafından esir alınır ve Kurt Russell’in canlandırdığı Snake Plissken karakteri Başkan’ın tek umududur.
Faşist ve totaliteryen bir ülkede geçse de, New York sokaklarını dolduran türlü suçlular, çeteler ve delilerle bu film bir 1984’ten çok daha fazla bir Mad Max.
2. Planet of the Apes – Maymunlar Gezegeni (1968)
Maymunlar Gezegeni bir politik iğneleme veya geleneksel keşif bilimkurgusundan sadece sonuyla ayrılıp; post apokaliptik bir hikâye hâline bürünse de, insanın kendi merakı karşısındaki çaresizliğini konu eden en güçlü anlatı.
Pierre Boulle’nin 1963’te yayımlanan La Planète des Singes’inden uyarlanan filmin ardından yedi yeni film, iki televizyon dizisi ve pek çok çizgi roman çıktı.
1. Mad Max – Çılgın Max (1979)
George Miller’ın Mad Max yapımı kıyamet sonrası temalı en büyük seri. 1979’da çıkan ilk film yönetmenin vatanı olan Avustralya’da geçiyor. Post apokaliptik olmaya en uygun mekânlardan olan kıtanın uçsuz bucaksız çölleri, motosikletçi çeteler tarafından mesken tutulmuş. Sıradan halkın tek korumasıysa pek fazla üyesi kalmayan polis gücü. Bu polislerden en namlısı Max Rockatansky’nin ailesi çeteler tarafından öldürüldüğündeyse, Mad Max doğuyor.
İlk filmi gerçek bir klasik olan seri ilerleyen yıllarda The Road Warrior ve Beyond Thunderdome adıyla iki devam filmine kavuştu. 2015’te çıkan Fury Road ise modern aksiyon sinemasının en başarılı örneklerinden.
Sizin bu listeye eklemek istediğiniz post apokaliptik filmler var mı? Kıyamet sonrası temasında en beğendiğiniz yapımlar hangileri Yorumlarınızı ve önerilerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da bizlerle paylaşmayı unutmayın.
Kaynak: Screen Rant
İlk ikisi sağlam, üçüncüsü güzel, altıncısı şirindi. Diğerlerini izlemedim.
Kitaplardan Morgan Rice’ın “Arena” üçlemesi gerçekten harika -tüm kitapları öyle-. Umarım yakın zamanda hak ettiği değeri görür ve uyarlanabilir moda geçer.