in

Brandon Sanderson’la Fırtınaışığı Arşivi Röportajı

Brandon Sanderson’ın Fırtınaışığı Arşivi’nin son cildi Oathbringer’dan, önceki kitaplarından, serinin akıbetinden ve daha pek çok şeyden bahsettiği keyifli bir röportajı sizler için çevirdik.

brandon sanderson roportaj
- Reklam -
- Reklam -

Brandon Sanderson, üretkenliğin âdeta ete kemiğe bürünmüş hâli. Kendisine ait pek çok eseri olduğu gibi, Robert Jordan’ın dünyaca ünlü Zaman Çarkı serisini de tamamlamış bir isim kendisi.

Bugüne dek Elantris, Sissoylu ve Steelheart gibi eserlerini okuma fırsatı bulduk ünlü yazarın. Yeri geldi karmaşık ama mantıklı büyü sistemlerinin keyfini çıkardık yeri geldi ilmek ilmek ördüğü, orijinallikle dolup taşan dünyalarını arşınladık onunla beraber.

Kendisinin şu sıralar üzerinde çalıştığı, modern fantazyanın ağır toplarından biri olarak addedilen Fırtınaışığı Arşivi Serisi’nin üçüncü kitabı Oathbringer, geçtiğimiz kasım ayında yurt dışındaki okurlarla buluştu. Sırf bu cilt bile tek başına 1.200 sayfadan oluşuyor desek “ağır top” ile ne kast edildiğini tahmin edebilirsiniz sanırız.

- Reklam -

Sanderson’ın hayranlık uyandırıcı bir diğer yanı da fantazyanın asıl prensibini “toplumun sorunlarına fantastik bir aynadan bakmak” olarak benimsemesi ve çok satan yazarların düştükleri hataya düşmemeye çalışması şüphesi. Kısacası ne yaptığını bilen ve yazar olmadan önce bir okur olduğundan okuyucu olarak görmek istediğini veya istemediğini eserlerine yansıtan biri.

Ünlü yazar, Barnes & Nobles‘dan Aidan Moher’le gerçekleştirdiği özel röportajda sadece bunlara değil, eserlerinin üzerinde bilimkurgu, din, Tolkien, C.S. Lewis, George R.R. Martin ve daha başka ögelerin etkisini de anlatıyor. Bununla da kalmayıp Fırtınaışığı Arşivi’nin dününe, bugününe ve geleceğine de değiniyor. Keyifli okumalar dileriz.

* * *

Bence epik fantazyanın en büyük tehlikelerinden biri, giderek çok daha geniş boyutlara vardığından her bir ciltte tam bir öyküyü anlatamaz hâle gelmeniz,” diyerek zaten çaplı olan Fırtınaışığı Arşivi Serisi’nin en son ve en geniş kitabına atıfta bulunuyor Sanderson. Gelgelelim Robert Jordan ve George R.R. Martin gibi öncülerine kıyasla bir avantajı olduğunu söylüyor: Onların ne yaptığını ve nerede hataya düştüklerini görmek.

Okurlar yeni kitapları beklemek zorunda kalınca ve gelenlerin hiçbiri tatmin edici bir sona varmayınca ‘denizde kaybolmuşluk’ hissi gelir. Bir şey eksik hissettirir. En azından Robert Jordan’ın serisinin ortasındaki ciltler boyunca ben öyle hissettim,” diyor. Bu durumun Zaman Çarkı’nın genel kalitesini etkilemediğini düşünse de, kendi çok-ciltli epik fantazyasını yazmaya başlamadan önce bunu bir uyarı işareti olarak görmüş.

Kendine, “Geçmişteki yazarların neler yaşadığını gördükten sonra bununla alakalı yapabileceğin bir şey var mı?” diye sormuş.

Epik fantazya ciltler arttıkça istikrarsız bir şekilde büyümeye meyillidir. Her bir ciltte kurguya olay örgüsüyle ilgili ögeler eklediğiniz ve bunlar daima bir öncekinden büyük olduğu için seri kendi ağırlığı altında çökebilir. O nedenle Fırtınaışığı Arşivi’ni tasarlarken kendime birkaç basınç vanası koydum.

Sanderson Fırtınaışığı Arşivi’nin uzun olacağını daha en başından itibaren biliyormuş; Jordan ve Martin’in aksine seriye sadece bir üçleme olarak başlamayı aklının ucundan bile geçirmemiş. Aklında bir tasarısı, diğer epik fantazyalardaki sorunları tekrar etmesine engel olacak şu “basınç vanaları” varmış. Fırtınaışığı Arşivi’nin on cilt olması düşünülüyor (sırası gelince eklenecek kısa öyküler, uzun öyküler ve kısa romanlar­ hariç), ama Sanderson seriyi beşer cilt hâlinde ikiye bölmüş. “Beşinci kitap bitince yeniden başlat düğmesine basmayacağız -yeniden başlat düğmelerinden nefret ederim- ama kitapların evreninde ufak bir es vereceğiz.

Altıncı kitapla birlikte okurlar ilk olay örgüsüne sıkı sıkıya bağlı olan, yeni bir serüvenle dönecekler Roshar dünyasına.

“Büyük bir öykü, bir avuç ufak öykünün ilgi çekici biçimlerde birleşivermesidir.”

Büyük bir öykü, bir avuç ufak öykünün ilgi çekici biçimlerde birleşivermesidir. Ne zaman Fırtınaışığı Arşivi için bir kitap yazsam hepsini bir üçlemeymiş gibi kurgularım. O yüzden Oathbringer’ın iç kapaklarının arasında da bir üçleme yatıyor.

Sanderson, “roman içindeki üçlemeye” ek olarak araya kitabın genel olay örgüsüyle alakası olmayan karakterlerin yer aldığı birkaç bölümlük kısa öyküler de serpiştirmiş. Kendisi bunları büyük romandaki bir “kısa öykü seçkisi” olarak görüyor. “Böylece her bir kitap farklı karakterlerin öykülerinin üzerine kuruluyor ve bunlar da gitgide daha büyük bir şeyi oluşturan bloklara dönüşüyor. Epik fantazyanın sevdiğim yanı, insanların bir üçleme okuyacaklarını ve tek kitap muamelesi göstereceklerini bilmem.

İnsanların her şeyi tekrar tekrar okuyacaklarını bilmek, yazarların başka türlü olsa başaramayacakları şeyleri başarabildikleri anlamına geliyor. “İşte bu yüzden Tor Books’u kitapları bölmektense şimdiki kocaman hâllerinde basması için sıkıştırdım (pazarlama açısından mantıklı olduğundan öteki türlü yapacaklarından eminim),” diyor.

Sanderson, Kralların Yolu’nun ilk taslağını (artık adına Kralların Yolu; Başlangıç diyor) 2002’de yazmış. Tam bir öyküyü anlatmayıp çok fazla kısa öykü parçacığından oluştuğundan o çalışmasını başarısız bir roman olarak değerlendiriyor. “2010’da basılan Kralların Yolu’nu tekrar ele aldığımda her şeye sil baştan başladım ve dedim ki, ‘Bir kitapta sadece bir karakterin geçmişini anlatacağım ve o öykünün kendisini o kitaptaki genel olay örgüsüne yedirmesine göz yumacağım.’” Serinin başarısının, “o öykülerin -geçmişte yaşananların ve şimdiki zamanda geçenlerin- birbirleriyle oynaması ya da ilginç açılardan birbirlerini yansıtmalarına izin vererek her bir cildin kendi kimliğinin oluşmasına izin vermek” olduğunu fark etmiş.

Raftaki en uzun epik fantazyalardan birini yazsa da, Sanderson daha uzunun daima daha iyi olmadığını itiraf ediyor.

Daha iyi olması mümkün, ama daha kısa kurguların daha iyi olması da mümkün elbette. Nasıl yazdığınıza bağlı.” Sanderson’ın Fırtınaışığı Arşivi’ndeki amacı ikisinin arasındaki dengeyi bulmak, daha uzun bir anlatının içinde eksiksiz bir öykü anlatmak. Örneğin Oathbringer, Dalinar hakkında. “Kralların Yolu’nun başında gördüğümüz kişiye nasıl dönüştüğünü, Oathbringer’daki yolculuğu sırasında başka biri hâline gelişini göreceğiz ve bu yolculukları kullanarak ikisine ayna tutacağız.

Oathbringer değişimi konu almasıyla öne çıkan bir roman; savaş zamanlarında toplumsal sınıfların çökmesi ve toplumun, hükümetin ve dinin köklü değişikliklere uğramasını konu alıyor. Ayrıca milliyetçiliğin ve  yabancı düşmanlığının imtihanı. Bu temalar özellikle 2017’de çok ses getirmişti. Bu değişken sosyopolitik atmosfer Sanderson’ın bu konulara tutumunu etkilemiş mi?

krallarin yolu

“Hep derim, bilimkurgu geleceğin ne kadar yansımasıysa fantazya da geçmişin o kadar yansımasıdır.”

Hep derim, bilimkurgu geleceğin ne kadar yansımasıysa fantazya da geçmişin o kadar yansımasıdır,” diyor. “Çoğu durumda fanstastik eserler lenslerden aktarılan şimdinin bir yansımasıdır. Bizler, dünyayı anlamak için uçarı fantazya [high fantasy] öykülerini kullanıyoruz. Bir yazar olarak bu tür şeylerin üzerimde derin ve sağlam etkileri var. Bir de ben esas amacı karakterlerin gerçekçi hissettirmek ve iyi öykücülük olan bir ekoldenim.

Bu bir döngü, diyor Sanderson. İlgi ve endişeleri yazacaklarına yansıyor ve karakterlerini etkiliyor. “Yazdıklarım aklımdan geçenlerin hayat bulmuş hâli; ama aynı zamanda bu insanların kim olduklarını ve başlarına ne geldiğini lenslerden aktarmaya çalışıyor.

“Oturup, ‘Hangi basmakalıpların değişmesi gerekiyor?’ falan demiyorum. Değişmesi gerekenleri daha çok sezgilerim ve isteklerim belirliyor.”

Sanderson ayrıca bu durumun (80’ler ile 90’larda okuyarak büyüdüğü kitapların aksine) çağdaş fantazyada yaygın olarak kullanılan basmakalıp şeylerden ve temalardan kaynaklandığına inanıyor. Ve onları bağlantılı veya ilginç bulduğu yönlerden değiştirmeyi seviyor. “Oturup, ‘Hangi basmakalıpların değişmesi gerekiyor?’ falan demiyorum. Değişmesi gerekenleri daha çok sezgilerim ve isteklerim belirliyor. Geçmişin ustaları harika bir iş başarmışlar, o yüzden ben yeni neyi keşfedebilirim? Ya da çoktan keşfedilmiş bir şeyi 2017’de yaşayan birinin gözünden nasıl anlatabilirim?”

Din hem Fırtınaışığı Arşivi’nde hem de Sanderson’ın hayatında büyük rol oynuyor. Kendisi bir Mormon ve Kore’nin başkenti Seul’da bulunan Mormon Kilisesi’nde iki yıl geçirmiş. 80’lerde Dungeons & Dragons Protestan gruplarca günah keçisi ilan edildiğinden  ve 2006’da Harry Potter da benzer bir olay yaşadığından beri dinle fantazinin birlikte gitmeyeceğine dair yanlış bir anlayış var. Ama bu doğru değil ve Sanderson bunun en büyük örneği.

“İlk önce öyküyü yazmaya çalışıyorum. Yazımımda dinin en büyük etkisi, bana, ‘Tamam, benim gibi birinin kitapta anlatıldığını görünce sinir olduğum şey ne?’ dedirtmesi.

“Birinin bana yapabileceği en güzel iltifat, Brandon Sanderson’dan çok farklı düşünen birinin karakterlerimden birini okuduktan sonra, ‘Vay be! Brandon kesinlikle bir X olmalı çünkü bu karakteri çok doğru bir şekilde yazmış,’ demesi olur. Bu bana, bir yazara söyleyebileceğiniz en iyi şey. Bence yazarlığın cazibelerinden biri de bu, bunu yapabildiğimizden emin olmak. Farklı hayat görüşleri olan insanları kapıştırarak ilginç sorular ve ilginç cevaplar buluyoruz. Anlaşmazlık -sizi başka türlü bakmaya ve düşünmeye zorlayacak başka bir seçenek- olmadığı sürece hiçbir şey değişmez.” 

Sanderson, kendi açısından, modern fantazyanın üç temel sütununu şöyle açıklıyor: Epik fantazyayı temsilen J.R.R. Tolkien; geçit fantazyasını [portal fantasy] temsilen C.S. Lewis (veya ona gelmeden önce Lewis Caroll) ve elde ettiği başarıyla gerçekçi fantazya [low fantasy] akımının önünü açan George R.R. Martin. Sanderson’ın iki sütunu dine derinden bağlı yazarlarca (Tolkien ve Lewis) popülerlik kazanmış.

“Dindar insanların dünyayı anlamak için fantazyayı bir yol olarak gördüğü köklü bir gelenek var.”

Dindar insanların dünyayı anlamak için fantazyayı bir yol olarak gördüğü köklü bir gelenek var. Fakat nedendir bilinmez, özellikle 80’lerde buna karşı çok karşı çıkılmaya başlandı.

Çok dindar bir aile ve bölgede yaşıyorken fantazyaya nasıl bulaştığı kendisine çokça soruluyormuş. Yaşadığı yer olan Nebraska’da Dungeons & Dragons’a karşı olumsuz tepkiler yok muydu?

O tepkiler bizim memlekette de vardı,” diye itiraf ediyor. Ama hiçbir zaman anne babasını endişelendirecek seviyede olmamış. “Hatırlıyorum da, bir gün D&D oynuyorduk ve annem aşağı inip bizi kontrol etmişti. Sonra birinin, ‘O oyunu oynamalarına müsaade mi ediyorsun?’ dediğini duydum. Annem de, ‘Iıı, evet? Orada oturup birbirleriyle etkileşime giriyorlar. Yani aslında sosyalleşiyorlar. Yanlarında bir kız bile var!’ şeklinde cevap vermişti. Annemle babam çok iyilerdi, olaylara bakıp şunu sorabiliyorlardı: ‘Bu çocuklarımıza zarar veriyor mu? Hayır! Bilakis onlar için iyi bile.’

- Reklam -

Bir yetişkin olarak dönüp o zamanlara baktığında olumsuz tepkilerin insanları o oyuna daha çok çekip çekmediğini merak ediyor. D&D onun gibi çocuklar için zararsız bir kırsal kültür eğlencesiymiş. “Ben zararlı bir yanı olmadığına eminken, diğerleri öyle olduğunu düşünüyordu. Kendilerini bir tür asi, kötü bir çocuk gibi görüyorlardı belki de ama bunu dışarı çıkıp sağa sola zarar vermeden yapıyorlardı.

Fantazyanın her zaman dinle güçlü bir kesişimi olmuştur. Sanderson, “Modern fantazya dine derinden bağlı yazarlarca popülerlik kazansa da, aynı zamanda başka dindar insanlar bunu olabilecek en kötü şey olarak görüyorlardı,” diyor iki grubu ayıran uçurumu düşünerek. “Ama zaten insanlar böyledir, değil mi? Harika bir şey yaparsınız, sonra birisi çıkıp bunun neden çok kötü olduğunu söyler.

Düşmanlık ve kültürel ayrılık Oathbringer’ın yüreğinde yer alıyor. Sanderson ulusların ve kültürlerin, hatta ırkların çatışmalarını detaylıca anlatıyor; fakat on binlerce ulusu ziyaret etmeden bunu başarması yazımının -sadece Fırtınaışığı Arşivi değil, başka pek çok işinin de- en ilgi çekici ve özgün taraflarından biri. Uzunluklarına rağmen Fırtınaışığı kitapları genelde tek bir mekânda geçiyor, bu ister Kralların Yolu’ndaki Harap Ovalar olsun, isterse Oathbringer’da Parlak Şövalyelerin antik yuvası Urithiru.

Gençken çok fazla seyahat kitabı okurdum,” diyor. Ve farklı bir şey denemek istemiş. “Asıl ilgilendiğim farklı dünyaların çatışması. Mekânın karaktere dönüşmesini ve çatışmanın gerçekleşmesini seviyorum.

“Daha kolejdeyken dedim ki, ‘Elflerin ve cücelerin olduğu kitaplardan kurtulmamız şart!’ O zamandan beri fikrim epey değişti.”

Seyahat kitaplarının modern fantazyada yeri yok,” demeye çalışmadığını eklemekte gecikmiyor. “Daha kolejdeyken dedim ki, ‘Elflerin ve cücelerin olduğu kitaplardan kurtulmamız şart!’ O zamandan beri fikrim epey değişti. İnsanlar, elfler ve cücelerle ilgili kitaplar okumak ve yazmak istiyorlarsa eminim ki yazacak daha çok öykü vardır. Hiç durmasınlar!

Ama epik fantazyanın detaylı dünyasının ayak basılmamış mekânları Sanderson’ın daha çok hoşuna gidiyor. Uzaklara seyahat etmektense derinlere dalmayı tercih ediyor. “Seyahat kitaplarını şöyle bir okuduğumda, ‘Gerçekten ilginç bir yermiş. Orada yaşamak zorunda kalsaydın peki? Hadi bunu bir detaylandıralım,’ diye düşünürüm.

Fırtınaışığı Arşivi, halkı moloza çevirebilecek şiddete sahip Yüce Fırtınaların kuşatması altında olan Roshar gezegeninde geçiyor. Roshar anormal seviyede düşmancıl ve bilimkurgudan ilham almış bir yer. Sanderson şuna inanıyor: “Fantazya yazını, dünyalarına bilimkurgunun kullandığı birkaç tane daha tema uygulayabilir. Ola ki bir yazar böyle yazmak ve iyi iş çıkarmak istiyorsa bu, tür için kıymetli olur bence,” diye de ekliyor.

Bu arada kendisi dünya yaratmaya, uzaylı ekolojisi keşfetmeye ve ortaya ne çıkabileceğine dair daha “bilimkurgusal” bir tutum sergiliyormuş.

“Fantazya tersten çalışır: Mümkün olmayan bir şeyi al, mümkünmüş gibi hissettir.”

Sanderson’a göre fantazya ile bilimkurgudaki dünya yaratma yöntemlerinin en büyük farkı; bilimkurgunun elimizde olanı alıp mümkün olana yönelmesi. “Tabii her bilimkurgu bunu yapmaya yeltenmez, ama basit bir genel kanı vardır: Elimizde olanı al, mümkün olana yönel. Fantazya tersten çalışır: Mümkün olmayan bir şeyi al, mümkünmüş gibi hissettir.

Böylece Sanderson bilimkurgunun bu tutumunu alıp fantazyada bir yere koyunca ne olacağını merak etmiş. Fırtınaışığı Arşivi’nde cevabını aradığı soru da bu. “Fantazya zar zor tanıdık gelecek bir yerde geçmeyi en garanti yol olarak görmektense çevreye karşı duyulan bu merak hissini daha fazla kullanabilir.

Fırtınaışığı Arşivi, birbirine bağlı uçsuz bucaksız bir kitap dizisiyle (Fırtınaışığı Arşivi, Sissoylu, Warbreaker ve En İyi Kısa Roman dalında Hugo kazanan Emperor’s Soul) bağlı olan Cosmere evreninin bir parçası. Yazarın hayranları Fırtınaışığı Arşivi’nin ikinci cildinin sonunda ilk olarak Warbreaker’da tanıtılan uyandırılmış kılıç Nightblood’ı gördüklerinde çok şaşırmış. Kendini adamış hayranlar için bir nihai gönderme. Bu yeni bir akımın başlangıcı mı? Cosmere kitapları arasında bu karşılıklı göndermelerden dahasını görecek miyiz?

Kısaca evet,” diye itiraf ediyor Sanderson.

Ama uzuncası birazcık daha karmaşık. Cosmere’i yaratırken aldığı ilhamı 90’larda okuduğu çizgi romanlardan edinmiş. “Çizgi roman karakterlerinin başka serilerde boy gösterdiğini görmek acayip havalıydı, bir editörün çıkıp, ‘Yüzünüzün önünde salladığımız bu öyküyü anlamak istiyorsanız diğer serileri de okumanız lazım,’ demesiyse çok sinir bozucu. Bu yüzden ben de her şeyden bihaber okurlara gülüyormuşum gibi bir izlenim uyandırmayan, daha büyük bir öykü -arka planda gelişen daha büyük bir destan- anlatmaya çalıştım.

Cosmere kitaplarını yazmaya başlamadan evvel kendine şunu tembihlemiş: “Herhangi bir serideki bir kitabı anlamak için başka bir serideki kitabı okumaya kimseyi mecbur bırakmadığımdan emin olacağım.

parlayan sozler

Fırtınaışığı Arşivi Serisi ile Warbreaker arasındaki ilişkinin “çok özel” ve Cosmere’in diğer kitaplarındakinden farklı olduğunu da açıkladı. Warbreaker aslen Kralların Yolu; Başlangıç’ın ilk taslağının öncesini anlatması için yazılmış. Vasher (Kralların Yolu; Başlangıç’ta Kaladin’in kılıç ustası) karakterine çok hayran olmuş ve Fırtınaışığı Arşivi’nin tekrar yazılıp sonrasında basılması için Warbreaker’ı önce yazmış.

Zamanla bu bağlantıları daha çok görmeye başlayacaksınız, çünkü Sanderson artık kendisini müptelası olmayan okurlarına güldüğünü hissetmeden harici etmenleri ortaya çıkarabileceği bir noktada hissediyormuş.

Ama, diye vurguluyor, yeni bir Yenilmezler yaratmaya da çalışmıyorum.

İnsanlar bana böyle bir şey yapmaya çalışıp çalışmadığımı soruyor, çünkü yakın zamanda akıllarda kalan en afili ortak dünya Yenilmezler filmine ait. Benim inşa etmeye çalıştığım şey daha çok Uzay Yolu (Star Trek) gibi; farklı kültürlerin ve farklı gezegenlerin hepsinin kendilerine ait öykülerinin olduğu bir yer. O farklı kültürler yakınlaşmaya başladıkça etkilerini zamanla görme fırsatınız olacak. Bu ‘kahramanlar toplanın’ tarzında bir öykü değil; daha çok ‘alın size farklı mekânların birbirini etkilediği, evrilen bir evren’ tarzında.

Sanderson dünyadaki küreselleşme akımını çok sevmiş ve bu durumun Cosmere’i yaratırkenki tutumuna etkisi büyük olmuş. “Artık uluslar sadece ayrı birer oluşum olarak görülmemekle kalmıyor, aynı zamanda diğer kültürlerle iç içe bulunuyorlar ve bu durumda ulusal kimlikten bahsetmek cidden tuhaf hâle geliyor. İşler artık eskiden olduğundan daha farklı. Eğer şu anda Almanya’da yaşıyorsanız ulusal kimliğiniz (geçmiştekinin aksine) Avrupa Birliği’ninkinin ta kendisidir, çünkü farklı bir katmanınız var artık.

Oathbringer, Fırtınaışığı Arşivi’nin son çıkan kitabıydı; sonuncu değil. Peki sırada ne var?

Oathbrınger’ı haziranda bitirdim. Diğer şeylere başlamadan önce aralığa kadar istirahat ediyorum.”

“Oathbringer’ı haziranda bitirdim. Diğer şeylere başlamadan önce aralığa kadar istirahat ediyorum.” Zamanını Fırtınaışığı Arşivi (yazması 12-20 ay kadar sürüyor) ve diğer projeleri arasında 50/50 pay ediyormuş.

Üçüncü Lejyon öyküsünü bitirdim,” diye devam ediyor. “Onlar benim sıra dışı dedektiflik öykülerim.” Şimdilerde genç-yetişkin serisi olan Steelheart serisi üzerinde çalışıyormuş. Onun akabinde de, asıl Sissoylu üçlemesinin yüzyıl sonrasını anlatacak olan “Sissoylu Devir 2” serisindeki dördüncü kitaba geçecekmiş.

Ondan sonra da Fırtınaışığı Arşivi’ne dalışa geçmeye hazır olacağım artık.

BİR VARMIŞ BİR BONUS

En son adını Asimov’un Vakıf kapağıyla hatırladığımız Michael Whelan aynı zamanda Sanderson’un Fırtınaışığı Arşivi serisinin Amerika baskılarındaki kapakların da çizeri. Kralların Yolu’nun ve Parlayan Sözler’in kapakları da ona ait olsa da, bizdeki baskıları maalesef o ihtişamından yoksunlar. Muhtemelen Oathbringer’da da aynı durum yaşanacak fakat görülesi bir çizim olduğu su götürmez bir gerçek. Whelan, Oathbringer’ın kapağındaki kompozisyonu kısaca şöyle açıklıyor:

Jasnah işgalcilerle karşı karşıya gelmiş, bir dev duvarda göçük açmış ve Jasnah eski hâline getirmesi için çağrılmış. Kapakta bu sahnenin merkezindeyiz.

oathbringer cover full art final
© Michael Whealan

Röportaj: Aidan Moher, Barnes & Nobles
Çeviri: Bayram Sarıkaya
Editör: M. İhsan Tatari

M. İhsan Tatari

Yirmi yılı aşkın bir zamandır fantastik edebiyat, bilimkurgu, çizgi roman ve bilgisayar oyunlarıyla haşır neşir oluyor.

Fantastik edebiyat alanında dört basılı kitabı bulunan yazar, Kayıp Rıhtım'ın yanı sıra Oyungezer dergisinde de serbest yazar olarak çalışmakta, çeşitli yayınevlerinde çevirmen ve editör olarak görev almaktadır.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

5 Yorum

  1. Bu seriyi okumuş veya okuyan arkadaşlara sorum olucak seri Tolkienin yazdığı gibi insan dışı ırkları barındıran (elfler cüceler devler orclar vb) yoksa George martin gibi bu fantastik ögelerin daha minimum olduğu bir serimi

    • Elfler ve cüceler yok. Ama GRRM’ninki gibi bir low fantasy de değil. Yazar kendi ırklarını, kendi büyü sistemini oluşturuyor her evreninde.

Gillian Anderson, Amerikan Tanrıları

Gillian Anderson, Amerikan Tanrıları’nın Yeni Sezonunda Yok

spawn 2 ust

Spawn Kendi Filminde Tek Kelime Etmeyecek!