Daha çok yetişkin romanlarıyla tanıdığımız Caner Almaz, bu kez kaleme aldığı ilk gençlik romanıyla okurunun karşısına çıktı. Genç Timaş etiketiyle yayımlanan Bulutlar Dağılırken kitabı üzerine yazarla konuştuk.
Caner Almaz Kırgın Anlatıcı, Yaşamaklar ve Duvarlar ile başladığı yazarlık kariyerine şimdi yeni bir soluk ile devam ediyor.
Söyleşi: Burak Soyer
Bir gençlik romanı yazma fikri nasıl ortaya çıktı? Biraz kitabın çıkış hikâyesinden bahseder misiniz?
Pandemiyle beraber evlere kapandığımız dönemde ortaya çıktığını söyleyebilirim. Yazdığım roman bitmişti ve yayımlaması için bir süreç ilerliyordu. Bir yandan da bir projeye klasik romanların çocuklar için sadeleştirilmiş hallerini kaleme alıyordum. Okuduğum klasiklerin beni yeniden bir şeyler yazma konusunda ittiğini hissettim ve bilgisayar başına yeni bir şeyler yazmak için oturdum.
O niyetle başladığım hikâyeyi bitirdim ve birkaç yayınevine yolladım. İki yayınevi aynı gün içinde olumlu dönüş yaptı. Burada hikâye biraz karışık hale geliyor: Yayınevlerinden birisi yetişkin romanlarımın yayımlandığı yayınevi, diğeri de Genç Timaş.
Dosyayı diğer kitaplarımın yayımlandığı yayınevine vermemin daha uygun olacağını düşündüm (ancak bu düşünce bir pişmanlık doğurdu, o kitap maalesef hâlâ yayımlanmadı…). Genç Timaş’ın yayın yönetmeni sevgili Merve Okcu’yu arayıp durumu izah ettim ve dosyayı çekmek durumunda kaldım. Telefonu kapattığımda büyük bir mahcubiyet hissettim. Bu esnada da sahilde tek başıma basketbol oynuyordum. O an bu mahcubiyetimi gidermek adına gençler için bir basketbol hikâyesi yazmaya ve sadece Genç Timaş’a yollamaya karar verdim. Bitirdiğimde de yayınevine gönderdim. Güzel bir yolculuğu, güzel bir hikâyesi olduğunu düşünüyorum. Geç de olsa Genç Timaş’la yollarımız kesişmiş oldu.
Caner Almaz: “Bulutlar Dağılırken’i Bir Gün Yazacağımı Biliyordum”
Sizin de bir ara basketbolla ilgilendiğinizi biliyorum. “Bulutlar Dağılırken”de sizden hikâyeler var mı?
Küçük yaşlarımdan bu yana, ilkokuldan itibaren hep oynadım. Okuldaki takımlarda yer aldım. Okulda, mahallede arkadaşlarla, abimle sürekli basketbol oynardık. Eve girmek bilmezdik.
Kaderin cilvesidir ki basketbolu çok severken bir futbol maçında ayağımı kırdım. O kırılma çoğu şeyi değiştirdi. Ancak ne olursa olsun basketbolun hayatımda yeri olacağını biliyordum. Oyunun kendisini çok seviyorum. Bence futbola kıyasla çok daha estetik ve ekip halinde iyi olmayı önceleyen bir spor. Hâlâ fırsat bulduğumda oynarım, hiç tanımadığım insanlarla beraber oyunun keyfine varırım.
Kitapta bahsi geçen sahil sahaları benim de basketbol oynadığım Bostancı’daki sahil potaları. Sahilde beraber basketbol oynadığımız genç arkadaşların tepkileri, düşünceleri ve benim gözlemlerim kitaba hazırlanırken ve yazarken bana çok yardımcı oldu. Yazarken çok oynadım, sahneleri tek başıma canlandırdım… Sakatlandım da. Yani bir nevi iyi bir hikâye ortaya çıksın diye oldukça hevesliydim. Bir gün bir basketbol kitabı yazacağımı biliyordum. Bunun gerçekleşmesi beni çok mutlu kılıyor.
“Bulutlar Dağılırken” ilk gençlik romanınız. Yazarken özellikle hassasiyet gösterdiğiniz, dikkat ettiğiniz yerler oldu mu?
Kitaptaki ana karakterim basketbolu çok seven bir çocuk. Ancak bazı dezavantajları var. Örneğin boyu arkadaşlarına göre biraz kısa. Vücut yapısı nedeniyle de diğerlerine göre yavaş hareket ediyor, pek çevik sayılmaz. Bu durum, kendi yaşıtları ve arkadaşları tarafından zorbalığa maruz kalmasına sebep oluyor. Başarılı olma arzusunun getirdiği yoğun istek ve yaşadığı zorbalıklar karakterimizde bir kaygı doğuruyor.
“Bulut” metaforuyla Kerem’in henüz ne olduğunu tanımlayamadığı bu baskıyı ve kaygıları aktarmaya çalıştım. Günümüzde çocukların maruz kaldığı en önemli sorunların başında geliyor akran zorbalığı ve kaygıyla mücadele. Çocukların kendi potansiyellerini keşfetmesini engelleyen, daha içe kapanık ve mutsuz olmasına sebep olan durumlar… Kitapta bu çatışma haliyle nasıl mücadele edileceğini, baskı ve kaygının nasıl yönetilebileceğini hikâyenin diğer dinamikleriyle göstermeye çalıştım.
Bulutlar Dağılırken’i baştan sona, sadece Kerem’in özne olduğu bir “basketbol romanı” olarak da okuyabiliriz. Ancak Can ve Deniz’den tutun, Önder’e kadar romanda eğreti durmayan karakterler de var. Ege’nin bilgisayar tutkusu misal, başka bir koldan romanda kendine yol açıyor. Murat’ınki ona keza. İyi bir denge olduğunu düşünüyorum. Bunu bir de sizden dinlemek isterim…
Edebi metinlerde kurguyu yaratırken ana karakter göz önündedir, evet ancak metni ilerleten, çatışma ve çözülme anlarına zemin hazırlayan yan karakterler de önemlidir. Yalnızca ana karakterle bir kurmacayı nihayete erdirmek de bir tercihtir, bu uygulanabilir; lakin bu zor işleyen bir yöntemdir ve okura da gerçeklik algısında pek alan bırakmaz. Gündelik yaşamımızda başka insanlarla etkileşime gireriz, bu kaçınılmaz bir durum. Bu insanların bazıları hayatımızda önemli bir yer kaplar, hayatımızı bölüşürüz.
Bununla beraber bizim için sıkıntı yaratan, yaşamı zorlaştıran insanlar da vardır. Hikâyenin içerisindeki karakterlerin de bir yaşamı olduğunun gösterilmesi, metne çok boyutluluk sağlar, diye düşünüyorum. Böylelikle sadece ana karakterin odağında kalmayız, farklı yaşamların ve alternatif yolculukların da mümkün olduğunu göstermek görürüz.
Ege’nin farklı bir ilgi alanının olması, odak noktasının farklı bir yöne kaymasından doğal bir şey yoktur çünkü yaşamda da böyledir. Kimisi futbolu sever, kimisi voleybolu, kimisi konsol oyunlarını. Doğru ilgi alanı, dayatmayla değil de yönlendirme ve denemeyle keşfedilir. Bu sebeple farklı karakterlerin farklı ilgi alanlarının olması gerektiğini düşündüm, yolculuklarında kendi tercihlerini yapacakları bir zemini böylece mümkün kılabileceğimi hissettim.
Kitapta, azim, arkadaşlık, aile gibi kavramların önemine de değiniyorsunuz. Bunu gençlik romanlarının “olmazsa olmazı” olduğu için mi yaptınız?
Kitabın hitap ettiği kitle düşünüldüğünde, onların gerçek hayattaki dünyalarını göz ardı etmek pek mümkün değildi. İlköğretim eğitimi alan bir çocuğun ve o yaş grubunun dünyasında neler olabileceğini, bu dünyayı nelerin etkileyip şekillendirebileceğini düşündüğümüzde aile, arkadaşlar ve okulda kurulan ilişkilerin büyük bir alan kapladığını keşfetmek zor değil. Doğal olarak bu yaş grubu için kaleme alınan bir metnin bu çerçeve içinde kurulması gerekiyordu.
Kendimi düşündüğümde, o yaşlarda etkilendiğim ve onlar gibi olmak istediğim pek çok sporcu vardı. Günümüzde de gençlerin benzer yolculukları farklı bir şekilde yaşadıklarını gözlemliyorum. Artık dijital bir çağdayız, ünlülerin yaşamlarını daha kolay gözlemleyebiliyoruz. Gençler de bu dünyaları görüp etkileniyorlar ancak başarıya giden yolun reçetesi çoğunlukla değişmedi. İyi bir müzisyen olmak için ya da başarılı bir sporcu olmak için çalışmak, çok çalışmak gerekiyor. Bu sebeple azim, kararlılık, zorluklarla mücadele etme çağı hâlâ devam ediyor.
Kitapta Kerem’in büyük çabasını, tutkusunu ve bu tutkusundan vazgeçmeyişine tanık oluyoruz. Bu bir kitap için iyi bir öykü. Peki bu kitabı okuduktan sonra farklı yollara çıkan böylesine tutkuyla hayallerinin peşinden bir genç için kitabın yol gösterici olacağını düşünüyor musunuz?
Kitabın ana karakteri olan Kerem’in bir hedefi var: Okulun basketbol takımına seçilmek. Bunun için de çalışması, çok çalışması gerektiğini ve yolculuğunda fedakârlık yapması gerektiğinin yavaş yavaş farkına varıyor. Başarıların birden kazanılmadığını, internette kısacık videolarla sunulan çoğu içeriğin arkasında büyük bir zamanın ve emeğin yattığını anlıyor. Bazen başarılı olmak ve bir hedefe ulaşmak kadar o yolculuk sırasında yaşadıklarımızın hayatımızı şekillendirdiğini, karakterimizi belirlediğini gözden kaçırıyoruz. Kerem’in bir hedefi var ve onun için çalışıyor. O hedefe ulaşmak için harcadığı emek de onun kişiliğini şekillendiriyor.
İnanıyorum ki Bulutlar Dağılırken’i okuyan ve benzer sıkıntılar yaşayan gençler, başarılı olmanın değil de o yolculukta yaşadıklarının kıymetini fark edebileceklerdir. Evet kitap basketbolcu olmak isteyen bir çocuğun hikâyesi üzerinden ilerliyor ancak yaşadıkları şeyler herkesin kendinden bir pay bulacağı şeyler. Hepimiz kaygılanıyoruz, hepimiz stres altında ne yapacağımızı bilemiyoruz. Korkuyoruz, üzülüyoruz, seviniyoruz, yalnız kalıyoruz. Bu ortaklıklar genç okurların kitaba ve Kerem’in hikâyesine bağ kurabileceği zeminler. İlgi alanları farklı olabilir ancak her genç hikâyeyi kendi bireysel yolculuğu üzerinden yorumlayabilir.
Kitabın sonunda “Birinci Kitabın Sonu” yazısı biraz sürpriz oldu açıkçası. Devamında neler bekliyor bizi?
İlk kitapta Kerem kendine bir hedef koymuştu ancak yolculuğu esnasında ona rehberlik eden Murat, bu hedefin gerçekleşmemesi durumunda dünyanın sonu olmadığını, hayatın ona farklı alternatifler de sunabileceğini söylüyor. İkinci kitapta Kerem’in yolculuğunun devamını okuyacağız: Okul takımının nihai hedef olmaması gerektiğinin farkına varınca bir basketbol takımının alt yapısına girmek için seçmelere girecek Kerem. Daha geniş, tanımadığı ve farklı zorlukların yer aldığı bir dünyayla tanışacak. Kendi çevresinden, dünyasından çıkacak ve hayatın farklı zorluklarıyla yüzleşecek.
Yani kendi güvenli alanından çıkıp gerçek hayata adım atacağı, yine bulutlarla, sislerle, dalgalanmalarla dolu bir yolculuğu yazmaya başladım. Bu yılın sonunda da hikâyenin sonunu okurlarla buluşturmayı amaçlıyorum.
Caner Almaz’ın yeni kitabıyla ilgili yorumlarınızı aşağıda veya Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, daha fazlası için bizleri Google News ve WhatsApp kanalımızdan takip edebilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!