in ,

Devrim Kunter Röportajı

Seyfettin Efendi’nin yaratıcısı Devrim Kunter ile, Büyülü Dükkan’da gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbet yayında!

Devrim Kunter
- Reklam -
- Reklam -

Yaklaşık 2 yıldır, en büyük hayallerimden biri “Seyfettin Efendi” için bir bölüm yazmak. O yüzden güneşli; ama soğuk bir günde Kadıköy’de Devrim Kunter’le buluşmak için beklerken çok gergindim. Onu daha önce sadece Öner Biberkökü’nün Çizgi Roman Yolculuğu programının ilk bölümde görmüştüm. Konuştuğum herkes, görebileceğim en samimi ve alçakgönüllü insanlardan biri olduğunu söylüyordu; ama elimde değildi. Büyülü Dükkan’da bir yandan çizgi romanlara bakıyor, bir yandan gözümle kapıdan içeri girenleri kesiyordum.

Etrafa bakınırken kasada bir ses duydum.

“Niye hiç Seyfettin koymadınız yahu?”

- Reklam -

Dönüp baktığımda, Devrim Abi’nin gelmiş olduğunu farkettim.

“Elimizdekilerin hepsi bitti”.

Gülümsemeden edemedim. Daha iki hafta önce, kendime ilk iki uzun macerayı ve ilk kısa macera serisini aldığım zaman onlarca kitap raflarda duruyordu. (Geçtiğimiz hafta baktığımda, Olağanüstü Maceraların ilki vardı, ancak Esrarengiz Hikayeler ve Olağanüstü Maceralar 2 yine kalmamıştı. Acele etmek lazım.)

20 dakika sonra, bir kafede kahvelerimizi içiyorduk. Devrim Abi’ye de söyledim iki hafta önce rafların dolu olduğunu.

“Puslu Kıtalar Atlası çıktı ya, ondandır,” dedi.

Biraz lafladık. Asıl sorulara geçmeden önce ısındık. Daha doğrusu ben ısındım. Puslu Kıtalar Atlası’ndan, Çizgi Roman Yolculuğu’ndan bahsederken, son dönemde çizgi romanlara artan ilgiden konuşmaya başladık. Çizgi romancılığın gelişiminden bahsettik. Röportajın sonunda Seyfettin Efendi’nin geleceğini, hatta bir sonraki kitabın adını bile öğrendim. Devrim Abi bizi kırmadı, yeni kitaptan ilk sayfaları da Kayıp Rıhtım’la paylaştı.

Türk çizgi romanında arada bir kopukluk oldu değil mi? Arada, çok az çizgi romanın üretildiği bir dönem var.

Karaoğlan 80’lerden beri çıkmıyor. “Komisyon” usulü geri gelse, bir yayınevi Karaoğlan’ı tekrar çıkaracağız, şu yazar yazacak, şu çizer çizecek dese, nasıl olur? Sence işler mi?

Onları ele almak riskli. Karaoğlan, Tarkan… Bunlar riskli karakterler. Biz Ocak ayında #KahramanlarKapışması’nda Tarkan yaptık. İnsanlar farklı Tarkan çizimlerini kabul etmiyor. Bazılarının altına yazıyorlar, “Aa bu Tarkan değil ki” diye. Ee bir tane Tarkan yok ki, Kartal Tibet de Tarkan’a benzemiyordu ona kalırsa. Şimdi yeni okuyucu için karakteri baştan ele almak lazım. Bu da eski okuyucuyu tatmin etmez. Yeni okuyucuya hitap eder mi o da bilinmez. Bir de şöyle bir durum var. Şimdinin gözüyle okuduğunuz zaman o hikayeler çok seksisttir, ayrımcıdır, ırkçıdır. Bugün o şekilde basamazsınız. Bu sadece bizde de değil, Amerikan çizgi romanı da öyle. Örneğin X-Men’de mutantlar, çıkış noktasında süper insanlardır, “ari ırktır”. Halbuki sonradan mutantlara ayrımcılık yapılması konuları, Magneto’nun Yahudi olması vs. eklenmiştir. Şimdi biz bunu Karaoğlan için yapabilir miyiz? Devam ediyor olsaydı, yavaş yavaş yapılırdı; ama şimdi tekrar başlatıp yapmak çok zor.

Eski bir hikayeyi canlandırmak, yenisini başlatmaktan daha kolay değil yani. Peki Seyfettin Efendi’nin çıkışı nasıl oldu? Nasıl başladı?

2000’lerde aklıma gelmişti. O zamanlar da çizgi roman yapmak istiyordum; ama tabii internet bu kadar yaygın değildi. Ne olduğunu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştık. Onun çok da üstüne gitmedim. Daha sonra, bundan 4-5 yıl önce bir hikaye olarak tekrar başladım. Frp World diye bir site vardı. Oraya kısa hikaye olarak yollamıştım. O zamanlar da bazı karakterler vardı. Mesela İsmail vardı; ama Aziz yoktu. Aziz yerine bir İmam vardı. O biraz daha mizahi bir hikayeydi. Seyfettin daha beceriksizdi. Sonra ekonomik kriz falan da olunca dedik ki; çizgi romanı seviyoruz. İstediğimiz gibi çizgi roman yapalım. Kimse okumazsa biz okuruz. Kadir Özen’le anlaştık; sen yaz, ben çizeyim. O zaman karakterler oturmuştu kafamda. Haftada bir, bir sayfa çıkaralım diye planladık; ama onu uzun sürdüremedik. Ben her hafta bir sayfa çizemiyordum. Çok kopuk kopuk oluyordu. Ama çok olumlu tepkiler de aldık, bunu daha uzun soluklu bir şey yapmalıyız diye. Kısa maceralar da yapmaya başladık. Ben yayımladım, internette yayımlandı. Gölge’de yayımlandı. Böyle olunca kısa maceralara başladım. Sonra kısa maceraları toparladık. Farklı insanlardan da öykü toplamaya başladık. Onları çizdim. 96 sayfalık bir kitap oldu. Bir yayıncı arayalım dedik. İlke, Marmara Çizgi’den, basalım dedi; ama onların ödedikleri teliflerle bu işi bir daha yapmak mümkün olmayacaktı. Daha büyük yayınevleriyle konuştuk; ama onlar da olmadı. Şöyle bir artısı oldu gerçi, ilk kitabın tek macera olması gerektiğini, NTV’den Elif Kutlu söylemişti. Çıkacaksa tek macera olarak çıkmalı, dedi. O sırada Yeditepe Canavarı da bitmişti. Önce onu çıkardık. Ondan 6 ay kadar sonra kısa maceraları çıkardık. Ondan 6 ay daha sonra Hayırsız Ada’yı çıkardık. Şimdi tıkandı ama. İkinci kısa maceralar biraz ağır gidiyor.

Şimdi Esrarengiz Hikayeler 2’ye ara verdiniz, Olağanüstü Maceralar 3’e başladınız. Üçüncü hikaye nasıl gidiyor?

3. kitaba başladım; ama biraz geç başladım. Kısa maceraları toparlamak için biraz fazla uğraştım. Ben böyle çok konsantre olurum. Onu sürdürürken de başka işlerle uğraşamıyorum. Çok vakit harcadım kısa maceraları toparlamak için. Baktım olacak gibi değil, onu bir kenara bırakayım dedim. Uzun maceralar, “Tesla Silahı”na başladım. Bakalım devam ediyorum. Çizimde belli bir standart oturttum zaten; ama hikaye biraz daha iyi olacak öncekilere göre.

"Tesla Silahı" Kapak Taslağı
“Tesla Silahı” Kapak Taslağı

Ne zaman bitecek “Tesla Silahı”?

Haziran’a kadar toparlarım. Üzerinden geçeriz, değişiklikleri yaparız. İlke editörlüğünü yapar. O iş 1-2 ay sürer. Eylül’e kadar çıkarırız sanıyorum.

- Reklam -

2. Kitap, Hayırsız Ada’yı Cihan Türe’yle birlikte yazmıştınız. 3. kitap da öyle mi?

Kitabı tek başıma yazıyorum. Cihan’la çalışmak çok güzeldi. Kısa macera da yapmıştık birlikte. O da şimdi yeni bir proje üstünde çalışıyor.

Tesla Silahı’ndan biraz bahsedebilir miyiz? Adıyla çok şey anlatıyor; ama birkaç cümle daha duysak…

Seyfettin Efendi’de başından beri bilimkurgu ögeleri vardı; ama çok azdı Yeditepe Canavarı’nda. O yavaş yavaş gelişiyor. Tesla Silahı da bunun en üst noktalarından biri olacak. Tesla zaten bizim alt kültür grubunun çok sevdiği, çok takdir ettiği bir insan. O dönemde yaşıyor. Birey olarak kitaba girmeyecek; ama projesi Türkiye’de üretiliyor olacak. Onun Death Ray diye bir projesi var. Onunla ilgili olacak. …[Cevabı aslında daha uzun; ama ben bu kısmını kesiyorum; çünkü daha fazlasını duyup heyecanınız kaçsın istemezsiniz] Bizim belalımız Haşhaşiler tabii ki. Seyfettin Efendi de bu belanın içine girecek. Bunu çözecek. Onun üzerine ilerleyecek bir hikaye.

"Tesla Silahı"ndan bir sayfa
“Tesla Silahı”ndan bir sayfa

Ben söylediklerinin hepsini yazacak mıyım bilmiyorum; çünkü bir okuyucu olarak ben bu kadar çok şey öğrenmek istemezdim kitap hakkında.

Evet, ben spoiler konusunda çok rahatımdır.

İlk hikaye, daha fantastiğe yakındı. İkinci hikaye daha bilimkurgu deneyi, süper asker yaratma denemeleri vardı. Üçüncü hikaye bu terazide herhalde, Hayırsız Ada’ya daha yakın değil mi?

Evet. Bilimkurgu biraz daha yükselecek. 4’te, Haşhaşiler mevzusuna ineceğiz.

Dördüncü de belli yani! Haşhaşileri çok merak ediyorduk geçrekten. Bir de ilk ciltte karşımıza çıkan “aramızda bir köstebek var” mevzusu vardı. Hayırsız Ada’da da alamadık cevabını. O cevaplanacak mı Tesla’da?

Onu da 3’te bulamayacağız. 4’te cevaplanacak. 5’te de genel bir bitiş gibi bir şey olacak. Oradan sonra hikayenin gidişatını da değiştireceğim.

Yani yaklaşık 30 fasikül ardından Seyfettin Efendi’nin bir devri bitecek.

Evet, bir dönemi, bir sezonu bitecek. Yeni bir sezona geçecek. Daha ilerisini de tasarlıyorum. Olabilirse, imkanım el verirse 10-15 sayılık bir şey yapmak istiyorum; ama öyle olamasa bile en azından, o kadar soru soruyoruz, o soruları da cevaplayalım isterim. Yoksa Lost gibi insanlar peşimize düşmesin.

Zaten “köstebek” sorusu cevaplanmazsa herhalde insanlar Münevver’in köstebek olduğunu düşünenlerle, Esat’ın köstebek olduğunu düşünenler olarak ikiye ayrılacak.

Aziz olduğunu düşünen de çok insan var.

Hayır, Aziz olamaz. Aziz benim canımın içi…

Orçun Can

Alanya’da doğdu. Uzun süre Ankara’da, bir süre de İstanbul'da yaşadı. Uluslararası İlişkiler ve Sinema-Televizyon alanlarında öğrenim gördü. Kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, öyküleri Kafasına Göre Dergi ve Kayıp Rıhtım’da yayımlanıyor. Şu an Londra’da yaşıyor; metrolara, çift satır aralığına, kablosuz teknolojiye ve kırmızıya ilgi duyuyor.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

don kisot inceleme

Çünkü Çizgi Romanlar Tehlikelidir: Don Kişot

Kill la Kill İncelemesi anime

Kill la Kill İncelemesi: Önce Jung, Sonra Sophokles İçin Vur