Çöpkent, Hurda Köşkü ve Longdra’dan oluşan Iremonger Üçlemesi’nin de yazarı olan Edward Carey ile derinlemesine ve oldukça keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Keyifli okumalar dileriz!
Yazmadan önce, sonra ve yazım sırasında. Karakterlerin gerçekten nasıl gözüktüklerini öğrenmek istiyorum. Ve ayrıca kitaba uyan her projeye bir stil bulmaya uğraşıyorum. Örneğin, son romanım için 1.5 metre boyunda tahtadan bir oyuncak bebek heykeli yaptım (hareket eden eller ve ayaklarıyla), camdan gözleri insan saçı da dahil, çünkü bu oyuncak bebek romanın bir parçası ve onla yaşamak nasıl bir his öğrenmek istedim.
Çizerlik ve yazarlık neredeyse aynı zamanı alıyor. Onları aynı projenin parçaları olarak görüyorum. Bu nedenle onları birbirinden ayrı tutmak zor. Biri ile tıkandığım zaman diğerine geçme eğilimindeyim. Ama sonuç olarak biten bir kitap benim için ikisinin evliliği gibi.
Benim için acayiplik ve fantastiklik günlük hayatımızın bir parçası. Hayat çok ama çok garip ve anlaşılmaz. Öyle değilmiş gibi davranabiliyoruz belki de ama öyle. Mesela, her gün Thames Nehri’ne su çekildiği zaman gidip Thames’in yıkadığı muazzam sayıdaki kemikleri görmek gibi. Ancak aynı zamanda, hayal gücünü ve abartıyı kullanmak gündelik şeylere dikkat çekmek için harika bir yol. Kısacası, abartı kullanmaktan hoşlanıyorum. Sanıyorum ki bunu özetlemenin başka bir yolu Claud Levi-Strauss’un da dediği gibi: “Hayvanlarla birlikte düşünmek güzeldi.”
Dünya kurmak müthiş bir eğlence. Karakterlerin etrafında koşturacağı, meydan okumalara maruz kalacakları veya içinde olacakları yerleri tasarımlamak benim için çok heyecan verici. Iremonger Üçlemesi için Londra hakkında yazmak istediğimi biliyordum ama biraz fantastik bir yaklaşım denemek istedim. Böylece devasa çöp yığınları ile başladım ve bu çöp yığınları hareketli olsa nasıl olurdu diye merak etmeye başladım ve her şey buradan devam etti gerçekten. Yazarken kendimi itmeye devam ediyorum, kendime gerçekten yeterli bir şey hayal ettim mi diye soruyorum. Acaba daha garip olabilir miydi diye.
Fotoğrafçılık üçlemem için çok önemliydi. Gümüş levha üzerine çekilmiş eski fotoğraflara bakmak, ölüyü diriltmeye çalışmak. Fotoğraflar hayatın kanıtıdır. Onlara yalan söyletmek zordur belki de. Ama eski fotoğraflarda insanların buğulu gözükmesini seviyorum, hayalet gibi görünüyorlar. Fotoğrafçılık benim için ilham verici, ancak birçok başka şeyden daha fazla da değil muhtemelen.
Seçim yapamazsın ki. Beğenip beğenmeme özgürlüğüne sahip değilim. Ama eğer, bir şekilde bir seçmek zorunda kalsaydım bu kitaplardaki bir şey olmazdı. Kalemtıraşları seviyorum, belki de onu seçerdim.
Bir Tudor evinde büyüdüm (1500’lerde yapılmış) ve o evin temelleri bir Sakson salonuydu. O evi çok sevdim, çok gıcırdardı ve çok gürültülüydü. Birinci Dünya Savaşı sırasında o ev bir hastaneydi. O ev bana çok şey öğretti ve beni genç bir yaştan itibaren zamanla ve objelerle takıntılı hale getirdi. Bizim ötemizde bize ait şeyler nasıl yaşıyor, gibi. Londra’da çok etkileyici bir müze var Foundling Müzesi isminde ve içinde annelerin çocuklarını terk ederken onlarla bıraktıkları küçük eşyalar var. Gündelik eşyalar, bir cin şişesi üzerindeki kâğıt, bir iğne, bozuk para ve tüm bu eşyalar bu çocukların annelerinden kalan tek eşyalardı. Bu çocuklar çok büyük bir güçle ve acıyla uğraşıyorlardı. Bu eşyaları görmek oldukça duygulandırıcı.
Bu kitap Litvanya’da ve Fransa kırsal kesiminde yaşamış olmamdan çıktı ortaya, benim için bu kitap ait olmakla ve memleketle ilgili. Ve sanıyorum ki yalnızlıkla da. Muhtemelen hepimiz biraz bir başına kalmış ve izole olmuş insanlarız, öyle değil mi? Şimdi tam olarak öyle düşünmüyorum çünkü hayatım küçük çocuklarla meşgul, bu nedenle yalnız kalmaya pek de vakit yok! Ama o kitap benim için özlemle ve ait olmayla ilgiliydi.
Yalnızca kendi adıma konuşabilirim. Londra’yı çok seviyorum. Londra, orada yaşamayalı uzun yıllar olmuş olsa da benim şehrim, 150 yaşına kadar yaşasam veya bir daha görmesem bile her zaman bu böyle olacak. Orada yıllarca yaşadım ve tarihi, griliği, kanlılığı, anlamlılığı, güzelliği, kiri ve ıstırabı, bazen korkutucu, bazen güzel, her zaman büyüleyici. Londra değişmeye devam ediyor ve oraya gittiğim her zaman değişmiş oluyor ancak o zaman ve tarih algısı her zaman orada ve yeni Londra’yı çok seviyorum.
Üçlememdeki Londra versiyonu -benim kitabımdaki Londra’ya son bölümde varıyoruz- bir Londra ideası. Sanırım Charles Dickens’tan daha fazla Londra’ya damgasını vuran başka bir yazar yok ve kitaplarımı yazarken onun Londra’sının farkındaydım her zaman. Yalnızca Dickens değil ama Henry Mayhew’in ‘London Labour and the London Poor’ kitabı da ki bu kitap röportajlarda Viktoryan Londrası’nın gündelik sefaletine ses veriyor.
Ben Londra’ya Teksas’ta yaşayan bir İngiliz gözüyle yaklaştım. Ne istersem yapabilirim gibi hissettim ve mesafe çok kullanışlıydı.
Bir şey diyemem, bilmek istemezdim.
Doğru mu değil mi bilemiyorum. Steampunk hakkında herhangi bir şey duymadım. Yaftalamayı genelde çok sevmem.
Seyahat etmeyi hep çok sevdim. Son zamanlarda çok seyahat etmesem de hâlâ seviyorum (ancak son birkaç yılda İtalya’da çok zaman geçirdim). Keşfetmek, seyahat etmek harika tabii ki. Yeni yerler görmeye her zaman istekliyim. Romanya’da yaşadığım süreç beynimin altını üstüne getirdi, bana hayal gücüm hiç yokmuş gibi hissettirdi. Beni tekrar düşünmeye itti, sıradan olduğunu düşündüğüm şeyleri tekrar düşünmemi sağladı.
Pek değil. Geçen yıl Parco di Pinochio, Collodi İtalya’da bir sergim vardı ve bu sergiyle alakalı bir kitap da yazdım: Geppetto’nun bir balinanın içinde geçirdiği iki yılla ilgili (kitapta balina değil köpekbalığı). Gidebildiğim kadar tiyatroya gitmeye çalışıyorum. Sanırım dokuzuncu kitabım bir tiyatroda geçebilir.
Tiyatro bana diyaloğu ve mekânı öğretti, diğer birçok şey yanında. Artık o kadar çok oyun yazmıyorum, ancak geçen sene Grimm Kardeşler tarafından toplanan peri masalları üzerine kurulu bir bale senaryosu yazma zevkini yaşadım. Tiyatro benim için romanlar kadar ilham verici.
Eskiyi yeniyle karıştırarak okuyabildiğim kadar kitap okumaya çalışıyorum. Favorilerimden bazıları: Bruno Schultz, Charles Dickens, Angela Carter. Helen Oyemi, Sjon, Alasdair Gray, Bohoumil Hrabal, H.C. Andersen, Jeanette Winterson, Charlotte Bronte.
Yazarken kendinizin olabileceğiniz en garip versiyonu olun.
Hiç davet edilmedim, ancak çok isterdim!
Şu anda canavarlarla dolu bir çocuk hastanesinde geçen kitap serisi yazmaya çalışıyorum.
Hayır ve benim için zevkti.
Çeviri: Ali Şiyar Doğan
* * *
Henüz yorum yok.
Kayıp Rıhtım Forum'a gel ve sen de yorum yap!