1997 yılından beri verdiği eserlerle tanınan yazar Ercan Akbay ile polisiye edebiyat özelinde keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
20 yılı aşkın bir süredir polisiye edebiyata olan katkılarıyla adından söz ettiren Ercan Akbay, hayatın farklı alanlarında edindiği zengin tecrübeleri eserlerine yansıtmasıyla öne çıkıyor.
Caz kulübü işletmeciliğinden film restorasyonuna, tasarımcılıktan yazarlığa uzanan sıra dışı bir yaşam öyküsü, onun kendine has anlatı dünyasının temel taşlarını oluşturuyor. Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz bu özel söyleşide, Kristal Kelepçe Ödülü sahibi Akbay’ın hayatına, yazarlık serüvenine, gerçek suç hikâyelerine olan ilgisine ve polisiye edebiyata bakış açısına doğru samimi bir yolculuğa çıkıyoruz.
Söyleşi: Ayla Koca, Orçun Yenilmez
Ercan Akbay ile Polisiye Edebiyat Söyleşisi
Sevgili Ercan Bey, sorularımıza geçmeden önce Kristal Kelepçe Ödülü için sizi tebrik ederiz ve çok içten yeniden söylemek isteriz ki: “İyi ki varsınız!”
Turizm ve elektronik sektöründen bir caz kulübü kurmaya, oradan da yazarlığa uzanan sıra dışı yolculuğunuz, çok yönlü bir deneyim sunuyor. Bu farklı alanlardaki tecrübelerinizi suç psikolojisi ve gerilim romanlarınıza nasıl yansıttınız?
Öncelikle bu nazik davetiniz ve övgülü sözleriniz için sizlere çok teşekkür ederim. Evet, hayat içerisinde epeyce maceralı sayılabilecek yollarda yürüdüm ama tabii ki benim gibi birçok insanın ‘hayatım roman’ diyeceği kadar şaşırtıcı yaşam öyküleri olagelmiştir, bunları da tanıdığım insanlardan dinliyorum, not alıp tekrar okuyorum, insan ruhunu anlamaya, analiz etmeye gayret gösteriyorum.
Hayat deneyimi, yaşanmışlıklar, insan ilişkileri ve psikolojik gözlem birikimi önemli kaynaklar, hikâye dağarcıkları yazarların zenginliğidir, buna şüphe yok, ancak hepsi kadar önemli olan bir diğer değişken de bu hayat parçalarını anlamlı bir bütünlük içerisinde (yazılı olarak) ifade edebilme hüneri, yani yazılan metni (en azından) başka insanlara okutacak kadar etkileyici anlatma yeteneğidir. Yetenek olmazsa iyi yazamazsın.
İleri yaşıma kadar etkileyici yazmayı becerdiğim bir seviyeye gelememiş olsam da müzik ve sanat dünyasıyla iç içe olan ilişkilerim sayesinde çok sayıda arkadaşlık, iş ilişkisi, birliktelik ve serüven içeren öykü elde edebildim sayılır. Tabii bu birikim için iyi bir dinleyici de olmak, insanları dikkatli dinlemek, psikolojisini anlamaya çalışmak, onlara ilgi göstermek ve öğrenmek istediğin soruları uygun biçimde sorup cevapları iyi değerlendirmek gerekli. Yazarlığın olmazsa olmazı buralardan (deneyim ve hikâye birikiminden) ve hayal gücünün zenginliğinden gelir.
“Bir Suç Romanı Tek Başına Bir Suç Romanı Değildir”
Herkesin bildiği gibi, bir suç romanı tek başına bir suç romanı değildir. Öncelikle polisiye anlatı kurgusal bir uzun metin, yani edebiyattır. Polisiye yazıyorum diye kötü anlatamazsınız; özensiz, kuralsız, edebiyat dışı bir roman yazarsanız kimse sizi okumaz. Günümüz yayıncılığının en edebiyat dışı kabul edilebilecek ‘yeraltı’ yapıtları bile gayet edebi yazılmıştır. Sadece görüntüsü kuralsızdır, öyleymiş gibi hava verilmiştir.
Polisiye romanda ana akım roman kurallarının üzerine bir de bu türe özgü metotları ve lezzetleri ilave etmek gerekir, bu yüzden de bu işleri denemeye karar verirken zor olanı seçtim. Hep öyle yaparım, kolay şeyler beni cezbetmez.
Gerçek suç hikâyeleri ve seri katiller üzerine yaptığınız araştırmalar, romanlarınıza veya öykülerinize nasıl bir derinlik kazandırıyor? Bu süreçte sizi en çok etkileyen vaka ya da tema hangisiydi?
Gerçek suçlar ve delilik her zaman ilgimi çekmiştir. Bunlar ilham vericidir. Gerçek olayları izlemeyen yazarların düş kurma yetenekleri kısır kalır. Eşimin aktif bir klinik psikolog olması nedeniyle onun meslekî alanına ve kitaplarına merak duymaya başladıktan sonra Freud ekolünü derinden etkileyen Alman nöro-psikiyatrist Krafft-Ebing’in yapıtları gibi gerçek vakalardan oluşan kaynakları bulmuştum. Ağır suç işleyenlerin ruhsal dünyasını anlamaya çalışıp kötülüğün arkasındaki nedenlerle ilgilenme merakım 90’lı yıllarda başladı. Tabii bu vakalarla ilgilenmek insan psikopatolojisinin ne kadar bozuk ve sınırsız olabileceğini anlamaya yarıyor ve insanın hayal gücü kapasitesini yükseltiyor.
Seri katillerin onlarca türünü derleyip yazdım, evet, tabii ki bu makaleler bir kontekst kümesi bulmak dışında bir yaratım faaliyeti gerektirmiyor. Birçok birleştirici kavram (tema) içinde, mesela meslek ve ilgi alanlarına göre (doktorlar, zehirci hemşire, yumuşak ruhlu sanatçılar, vb), davranış biçimi ve karakter özelliklerine göre (doyumsuzlar, pişmanlık duyanlar, kadın düşmanları, koleksiyoncular, vb), psikolojik bozukluğuna göre (vampirler, yamyamlar, ölü seviciler, sadistler, çok kişilikliler, vb) pek çok farklı başlık altında yazdım.
Ansiklopedik bilgileri ve adli tutanakları araştırıp derleme yapmaktan ibaret olan bu çalışmalar meraklısı için ufuk açıcıdır, çünkü insan kılığındaki bu canavarların yaptıkları korkunç eylemlerin sınırsızlığını görürsünüz.
Vera Renczi’nin Hikâyesi
Başladığımdan beri geçen yıllar içinde beni etkileyen o kadar çok seri cinayet vakası var ki aralarından en tiksindirici olanı seçemedim. Çok çok olağandışı katiller arasından bile seçim yapmak güç de olsa, rastladığım en acıklı hikâyelerden biri, güzeller güzeli seri katil Vera Renczi’nin yaşamı olmuştu. 1902 Bükreş (Romanya) doğumlu Vera; kocalar, sevgililer ve öz oğlu dâhil otuz beş kurbanını gözünü kırpmadan öldürmüş ve her defasında yeni ilişkilere yelken açıvermiş.
Daha on beş yaşındayken, kendinden büyük adamlarla tutkulu aşk maceraları yaşamak için sık sık evden kaçan baştan çıkarıcı Vera, zengin bir aileden gelmeydi. Güzellik, akıl, para, soyluluk… Bir kadının sahip olabileceği her şeye sahipti, ama o hep daha fazlasını istiyordu. Arayıp bulamadığı ‘erkek gibi erkeğin’ mutlak sadakatinin peşinden gidiyordu. Maalesef ki ilişkiye girdiği adamlar onun bu ‘sadakat ve güvenlik’ takıntısını yeterince anlamıyorlar, onu ciddîye almıyorlardı. Bu adamların arsenikli şaraplarını tadarlarken pişman olup olmadıklarını bilmiyoruz tabii.
Son sevgilisinin karısı, kocasının Vera’nın evine gittiğini ve bir daha geri dönmediğini bildirince, polis Vera’nın evine anî bir baskın yapmış ve evinin bodrumunda ağzı kurşunla mühürlenmiş, toprağa gömülmemiş otuz iki adet tabut bulmuş. Duvarların dibine dizili görkemli tabutların içindeki çürümenin değişik evresindeki mumyalaşmış erkek cesetlerinin orada neden biriktirildiği sorulduğunda, Vera ablamız evinin bodrumunda eski sevgililerinin tabutlarının ortasında bulunan koltukta oturup şarap içerken onlarla sohbet etmekten büyük keyif aldığını itiraf etmiş. Sorarım size, bu kadın için ölünmez mi?
Valla başka bir dolu sıra dışı olay var tabii ama onlar için ekstra uzun bir toplantı yapmak lazım.
“Genç Yazarlar Arasında da Parlak Geleceği Olabilecekler Mevcut”
Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nin kurucu üyelerinden biri olarak, ülkemizde polisiye edebiyatının gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Köklü polisiye edebiyat geleneğine ve zengin bir lisana sahip ülkelerden biri olmamıza rağmen gelişim yeterli güçte değil bana göre. Evet, iyi yazan polisiye romancılarımızı hepimiz tanıyoruz ama daha iyi olmalı, daha farklı alttürlerde, sarsıcı denilebilecek kadar ilginç hikâyeler konu edilmeli. Çünkü bunların malzemesi çevremizde, tarihimizde, literatürümüzde, efsanelerimizde çok sayıda esin kaynağı var. İnsanlarımız ilginç, aile öyküleri zengin, sokaklar, gelenekler değişik ve cazibeli… Pek çok insanın ilgisini çeker, bundan eminim.
Bu hikâyelerin farkına varan meslektaşlarım malzeme bulmakta zorlanmıyorlar, okuyorum. Gayet iyiler. Genç yazarlar arasında da parlak geleceği olabilecekler mevcut. Öylelerine de rastlıyorum. Tabii bu işlerde çok çalışmak önemli. Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nin amaçlarından en önemlisi budur: Genç polisiye yazarlarına yol göstermek, pırıltılı yetenekleri bulup ortaya çıkarmak… Yolumuz uzun ve dikenlerle dolu olsa da çalışmaya, uğraşmaya, didinmeye devam etmeliyiz.
“Ben Şanslı Bir Çocuktum”
Bir söyleşinizde, yeni yazarların çalakalem yazmasından duyduğunuz rahatsızlığa değinmiştiniz. Kalemini geliştirmek isteyen genç yazarlara rehberlik etme şansınız olsa, onlara nasıl bir yol haritası sunardınız? Ayrıca, Türkiye’deki edebiyat eğitimiyle ilgili değiştirmek istediğiniz noktalar neler olurdu?
Yanlış anlaşılmasın, çok güzel hikâye bulduğu ve parlak fikirler içeren öykü nüvelerini kâğıda dökmek istediği hâlde bunu yeterince iyi yapamayan genç arkadaşları kastetmedim. Onlara sözüm ayrı; kızsam da takdir ediyorum, bazen öyküleriyle günlerce uğraşıyorum. Bu yazar adaylarına elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum.
Öyküsünü iyi anlatmakta güçlük çeken, ifade etmekte zorlanan kişilerin gelişme göstermesi için çok çalışmaları ve durmaksızın yazmaları lazım. Nasıl daha iyi anlatırım? Bu sorunun yanıtının peşine düşeceksin. Bunu yapabilen yazar adayının önünde bütün kapılar açılır. Yaratıcı zekaya sahip yetenekli yazarlar bize her alanda lazım, yalnızca suç edebiyatında değil. Böyle insanları baş tacı etmeliyiz.
Ben şanslı bir çocuktum; yazarak anlatmaya eğilimli, çok meraklı biri olarak doğdum. Başa saracak olursak, çocukluğumdan başlayarak edebiyata ve yazıp çizmeye her zaman düşkündüm ve okumayı öğrendiğimde, hazine gibi kaynak kitaplarımı başucumda hazır buldum. Ailemde kitap hastası entelektüel insanlar vardı. Gözlemlerim zaten güçlüydü ama eminim ki analitik biçimde kitap okuyabilen, okuduğunu anlayıp düşünebilen ve yazmaya yetenekli olup da yazarlığı deneyimleme fırsatı bulamayan binlerce çocuk vardır.
Otuzlu yaşlarıma kadar pek çok mecrada bir dolu yazı yazdığım hâlde ben de öyle bir edebiyat ortamı bulamadım. Tünelde bir ışık gördüğüm dönemdeyse iş hayatına boğulmuş, gırtlağıma kadar iş ve aşk ilişkisine batmış durumdaydım, dolayısıyla da yazarlık ve yayıncılık dünyasına girmem çok geç gerçekleşti. Hayatta ‘keşke’ diye bir şey yoktur ama hep bu geç kalışın pişmanlığının zihnimde sızım sızım sızladığını hissetmişimdir.
Gençlere fırsat veren yayıncılık (sadece Türkiye’de değil) çok kısıtlı. Tüm yayıncılar satış şansı olan kitapları yayımlamak isterler, zahmete girip de insan yetiştirmekten kaçınırlar. Bir seviyeye kadar bu tür kurumsal davranışı doğal karşılayabiliriz, fakat bir de bu meslek alanının (yayıncılığın) yol gösteren, fırsat tanıyan, genç ve yetenekli yazarları yönlendiren ‘piyasa yapıcılık’ fonksiyonu yok mudur?
Bence yayıncılık dünyasının egoizmi de normalleşmeli, genç yazar adaylarımızın ekmeden biçmeye yönelik ‘armut piş, ağzıma düş’ anlayışından da vazgeçilmeli. Yararsız eğilimler bir kenara bırakılmalı. Çok çalışmadan başarı olmaz, olsa da gerisi gelmez. Kestirmeden elde edilen başarının (en azından edebiyat alanında) bir şansı yok, kalıcılığı da yok.
Fantastik ve polisiye türlerine olan ilginiz düşünüldüğünde, bu iki türü bir araya getiren bir eser yazmayı hiç düşündünüz mü? Böyle bir projede hangi konulara odaklanmayı isterdiniz?
Fantastik edebiyat bilmediğim bir alan, bu türde yazamam ama bilimkurgu çok severim. Roman ve öykülerimde zaman zaman bilimkurgu temaları kullanıyorum. Tabii yeri geldiğinde bilimsel öğeler kullanmak için bilgi sahibi olmak önemlidir; bazı kavramları hikâyelerinde kullanabilmek için altını doldurman lazım. Felsefeden de çok anlamam ama felsefi düşünebilirim.
Geçen gün yine bilimkurgu öğelerini kullandığım bir romanımda zamanın zihindeki anılara ve hayallere olan başkalaştıran etkisini düşününce, kendime göre felsefi bir tespitte bulundum. Hayaller ya da geleceğe ilişkin fütürist düşünceler yaşandıkça eskiyor ve anı hâline geliyordu. E peki bu anı denen hikâye parçasının yaşanmış ya da yaşanmamış olmasının ne farkı kaldı? Bu olağan saptamayı şöyle bir paragrafla anlatmaya çalıştım:
“Puslu İstanbul sokaklarını arşınlamak üzere peş peşe kapıya yanaşmış servis araçlarını dolduran yorgun polislerin ağızlarını bıçak açmıyordu. Ekip suskunlaşmış, işlem yapmayı kesmiş, beyin hücrelerinin akışkan devreleri raporlama evresine geçilmişti. Bir yandan gerçekler hayale, hayallerse keşkelerin seçeneği olan yaşanmamışlığa mayalanıyordu. Bir değirmen gibi çalışarak şimdiyi öğütüyordu zaman. Yaşanmakta olanı geçmişe çeviriyordu.”
Ya işte, söylenecek çok söz var ama hayat kısa, alanlar kısıtlı, her şeyin sonunu getirmek lazım.
“Okurlara Kızamayız ama Kayıtsızlığın Bu Kadarı Beni de Mutsuz Ediyor”
Polisiye edebiyatın okur kitlesi genellikle diğer türlere göre daha sınırlı görülüyor. Sizce Türkiye’deki polisiye okurları, bu türün kültürel arka planını ve birikimini ne kadar özümseyebiliyor? Ayrıca, polisiye edebiyatını ileriye taşıyabilecek nitelikli eleştiri veya analizler yapan isimler var mı? Varsa, kimleri örnek gösterebilirsiniz?
Müşteri her zaman haklıdır. “Bizlerin romanlarını satın almaktan (şu ya da bu gerekçeyle) kaçındığına göre bir bildiği vardır,” demeye dilim varmıyor. Okurlara kızamayız ama kayıtsızlığın bu kadarı beni de mutsuz ediyor, güceniyorum. “Bu kadarını hak etmedik,” diye düşünüyorum. Basılı ya da dijital medyada, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan sektörel dergilerimizde ve dijital platformlarda polisiye edebiyat eleştirileri yapan, bizleri destekleyen birçok gerçek dostumuz var.
Erol Üyepazarcı, Sevin Okyay, Ömer Türkeş, Doğan Hızlan gibi büyük ustalarımız var. Bu insanların yeri kolay kolay doldurulamaz, polisiye edebiyata olan katkıları görmezden gelinemez ama yine de okur sayısının daha fazla olmasını dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
Orçun Yenilmez, Serkan Parlak, Selin Bak gibi daha genç kuşaktan yetişmekte olan değerlerimiz de mevcut. Burada şimdi aklıma gelmeyen başka önemli kitap yorumu, kritiği yazan arkadaşlarımız olsa da okurların yeterli desteğini almayı başarabildiğimiz söylenemez.
Sizce ülkemizde kitap okuma oranının düşük olmasının ve Türk polisiye romanlarının yeterince ilgi görmemesinin başlıca sebepleri nelerdir?
Bilemiyorum valla. “Sorunu kendimizde aramalıyız,” gibi klişe bir yanıt vermek de istemiyorum ama ben şahsen bu gerçekle yüzleştim. Biz yazar olarak bu konuda kafa patlatmak bizim işimiz değil diye düşünüyorum. Nedenlerin arasında yabancı hayranlığı, kendi coğrafyasını ve halkını sevmeme gibi ayrıştırıcı yorumlar yapmak da boş yargı, kimsenin yararına değil.
Sonuç olarak, işin maddi boyutunu dikkate almadan kendi manevi tatminimizi önceleyerek çalışmaya ve yazmaya devam etmeliyiz. Başka bir yöneltim faaliyetini (abartılı reklam-tanıtım ve sosyal medya kampanyaları gibi) kendime yakıştıramıyorum. Bu güzel söyleşi fırsatını bana sunan arkadaşlarıma da buradan bir kez daha teşekkür etmeyi borç bilirim, sağ olun, var olun. Kayıp Rıhtım’daki dostlara sevgilerimi sunuyorum.
Ercan Akbay’ın polisiye kitapları Kristal Kelepçe Ödülleri hakkındaki görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, bizleri Google News ve WhatsApp’tan takip edebilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!