Esra İlter Demirbilek, mühendislikten edebiyata uzanan yolculuğunda, çevre bilinci ve Türk mitolojisini harmanlayan Yeryüzü Takımı serisiyle okurlarına farklı bir dünyanın kapılarını aralıyor. Doğan Çocuk etiketiyle yayımlanan bu seride, dört çocuğun doğayı koruma mücadelesi, fantastik unsurlarla iç içe geçerek genç okurların beğenisine sunuluyor.
Demirbilek ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, Türk mitolojisinin doğayla kurduğu bağı, fantastik edebiyatın çevre bilinci yaratmadaki gücünü ve mitolojik unsurların modern hikâyelere nasıl entegre edilebileceğini konuştuk.
Yazar, bilimsel gerçekleri masalsı bir dille aktarırken genç okurları çevresel sorunlar üzerine düşünmeye teşvik eden hikâye anlatımına dair deneyimlerini ve Yeryüzü Takımı serisinin ortaya çıkış öyküsünü bizimle paylaştı.
Esra İlter Demirbilek ile Yeryüzü Takımı Serisi Üzerine
“Yeryüzü Takımı serisinin son kitabı “Enerji Operasyonu” Doğan Çocuk etiketiyle yayımlandı. “Yeryüzü Takımı” serisi doğaya ve doğa olaylarına ilgi duyan dört arkadaşın fantastik maceralarını konu almakta. Kahramanlarımız Rüzgâr, Nehir, Tan ve Başak Türkiye’nin dört farklı bölgesinde yaşamaktadırlar. Yeryüzünün Koruyucusu Umay Ana tarafından bir araya getirilirler. Dört arkadaş çevre sorunları ile mücadeleye başlar. Amaçları insanları bu konuda bilinçlendirmek ve onlara doğaya karşı olan sorumluluklarını hatırlatmaktır. Nasıl gelişti bu seri?
Mühendislik yıllarımda enerji verimliliği, enerji tasarrufu ve sürdürülebilirlik üzerine çalışırken, çevre sorunlarıyla ilgili farkındalık oluşturmanın çok zor olduğunu gözlemledim. Günlük yaşantımızda da tüketim alışkanlıklarımız pek çevreci değildi. Çevremdekileri bilinçlendirmeye çalıştığımda insanların alışkanlıklarını ve düşüncelerini değiştirmeye karşı ciddi bir direnç gösterdiğini gördüm. Özellikle biz yetişkinler, konforumuzdan ödün vermekte oldukça zorlanıyoruz. Fakat çocuklar öyle değil. Üstelik onların doğayla kurduğu bağ biz yetişkinlerden çok daha güçlü. Bu yüzden çevre konularını çocuklara anlatmak bana daha mantıklı geldi. O yıllarda, “Keşke bunları çocuklara bir hikâye şeklinde anlatsam” diye hayal kurmuştum.
Yıllar sonra, sanki bu hayalimi hisseden sevgili editörüm Keriman Güldiken’den bir telefon aldım. İlk başta kurgu dışı bir kitap fikri üzerinde durduk. Ancak sonrasında, mitoloji ile çevre bilincini bir araya getirme fikri aklıma geldi. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama içimden bir ses, mitolojiden ilham almam gerektiğini söylüyordu. Özellikle Türk mitolojisine odaklanmak istedim—ki o güne kadar hakkında çok fazla şey bilmiyordum. Bunun üzerine uzun bir araştırma sürecine girdim, mitolojide doğa sevgisinin ve doğayı koruma anlayışının izlerini sürdüm. Benim için zor ama bir o kadar da keyifli bir süreçti.
İtiraf etmeliyim ki mitoloji gibi imgeler ve metaforik anlatılarla dolu bir alanı bilimsel gerçeklerle örtüştürmek hiç de kolay olmadı. Üstelik bu bir kitap serisi olacağı için hem sağlam bir evren kurmam hem de güçlü karakterler yaratmam gerekiyordu. Dört kitap boyunca kurgu boşluğu bırakmamak adına titizlikle çalıştık. Ve sonunda, bugün akademik makalelere de konu olan güçlü bir hikâye ortaya çıktı. Bu süreçte bana verdiği destek için sevgili editörüm Keriman Güldiken’e sonsuz teşekkürler.
Okurlardan nasıl tepkiler aldınız?
Okurları en çok şaşırtan şey, Türk mitolojisini aslında hiç bilmediklerini fark etmeleri ve mitolojinin bilimsel verilerle nasıl uyum içinde fantastik bir evrene dönüştüğünü görmek oluyor. En çok aldığım yorumlar ise hikâyelerin sürükleyici ve özgün olduğu yönünde. Hatta birçok okur, kitapları “film seyreder gibi” okuduklarını söylüyor. Bu geri dönüşler beni gerçekten çok mutlu ediyor.
Üstelik seriyi yalnızca çocuklar değil, yetişkin okurlar da keyifle takip ediyor. İşte burada fantastik türün önemi devreye giriyor çünkü her yaş grubu, kendi farkındalık seviyesine göre hikâyeden farklı anlamlar çıkarabiliyor.
“Türk Mitolojisini Batı Mitolojilerinden Ayıran En Büyük Farklardan Biri Kadına Bakış Açısı”
4 kitaptan oluşan bu serinizde Türk mitolojisinden esinlenilen karakterler de yer almaktadır. Sizce Türk mitolojisi yeterince biliniyor mu?
Ne yazık ki İskandinav, Yunan ve Roma mitolojilerini Hollywood yapımları sayesinde çok iyi biliyoruz. Hatta Hint-Asya mitolojileri hakkında bile az çok fikrimiz var. Ama iş kendi mitolojimize geldiğinde, büyük bir boşlukla karşılaşıyoruz. Açıkçası, ben bu konuda araştırma yapmaya başladığımda hem büyük bir heyecan hem de derin bir üzüntü hissettim. Çünkü böylesine zengin bir kültürel mirası görmezden gelmek, aslında kendi kimliğimize yapılmış büyük bir haksızlık.
Elbette konunun uzmanı değilim, ama Türk mitolojisini Batı mitolojilerinden ayıran en büyük farklardan birinin kadına bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Türk mitolojisinde o kadar güçlü kadın arketipleri var ki! Bunların en öne çıkanlarından biri de Umay Ana. O, diğer tüm kadın figürlerinden sıyrılarak bambaşka bir yere konumlanıyor. Dahası, bugün Anadolu’da hâlâ süregelen bazı geleneksel ritüellerin temelinde de Umay Ana kültürü yatıyor.
Ne yazık ki, inançların değişmesiyle birlikte kadının güçlü imajı da dönüşüme uğramış. Özellikle Umay Ana, zamanla farklı bir kimliğe büründürülerek “Kara Umay” ya da “Umacı” hâline getirilmiş. Hepimiz Umacı figürünü çok iyi biliyoruz; çocukken onunla korkutulduk belki de. Ama pek çoğumuz, Umacı’nın aslında Umay’ın karanlık tarafı olduğunu ve onun bir de aydınlık yüzü bulunduğunu bilmiyoruz. İşte, mitolojimizi tanımadıkça, bu değerli kültürel mirası da fark edemiyoruz.
Bu alandaki en büyük güçlük, elimizde çok az yazılı kaynak bulunması. Mevcut kaynakların büyük çoğunluğu Çin ve Rus kaynaklarına dayanıyor. Konar-göçer bir yaşam süren Türk boyları, farklı coğrafyalara yayıldıkça mitolojik hikâyeler de toplumdan topluma farklı versiyonlarla aktarılmış. Bu da mitolojimizi sistematik bir şekilde derlemeyi zorlaştırmış.
Neyse ki son yıllarda Türk mitolojisine olan ilgi giderek artıyor. Bu alanda yeni kitaplar yazılmaya başlandı ve sosyal medya kanallarında Türk mitolojisi üzerine değerli bilgiler paylaşan tarihçiler var. Bu gelişmeler, mitolojimizin daha geniş kitlelerce keşfedilmesi açısından çok kıymetli.
Serinin kitaplarında küresel ısınma ve iklim krizi, hava kirliliği, tüketim çılgınlığı, tarım ilaçları ve ekosistem, arılar, toprak sağlığı, sağlıklı beslenme, organik tarım gibi temalar da var. Doğanın korunması ve Türk mitolojisi arasında nasıl bir bağ var. Bu tema için Türk mitolojisini seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Mitoloji ve doğa ayrılmaz bir bütün. İnsanlar, doğa olaylarını bilim yoluyla açıklayamadıkları dönemlerde, mitoloji aracılığıyla anlamlandırmaya çalışmış ve böylece mitoloji, doğayla kurduğumuz ilişkinin temel araçlarından biri haline gelmiş. Mitolojik öyküler; doğaya saygıyı, çevrenin korunmasını ve ekolojik dengeyi anlatır, bizi insan merkezci bakış açısından uzaklaştırır. Çünkü mitolojilerdeki ekoloji anlayışı, tüm canlıların eşit olduğunu vurgular.
Türk mitolojisi de bu eşitlik temeline dayanır—yani insan, doğadan hiyerarşik olarak üstün değildir. Aslında anlatmak istediğimiz şey tam da bu: İnsanın kendini diğer tüm varlıklardan üstün görmesi, bugün karşı karşıya olduğumuz çevre sorunlarının temel sebebidir.
Bu noktada, Türk mitolojisindeki “iyelik” kavramı büyük önem taşır. Bu anlayışa göre doğadaki her şeyin bir iyesi—yani koruyucu ruhu—vardır. İyeler hem korkulan hem de saygı duyulan varlıklardır. Eğer doğayla uyum içinde yaşamak istiyorsak, doğadaki tüm varlıklara saygı duymayı öğrenmeliyiz.
Türk mitolojisini seçmemin nedeni ise hem kendi kültürümüzü tanıtmak hem de bize ait olup zamanla unutulmuş bir mirası çocuk kitapları aracılığıyla yeniden gün yüzüne çıkarmaktı.
“Yeryüzü Takımı” serisi ayrıca çeşitli akademik çalışmalarda da yer aldı, değil mi? Biraz bundan bahsedelim mi?
Evet, Yeryüzü Takımı pek çok akademik makalede örnek gösterilen bir kitap serisi. Ancak geçtiğimiz günlerde beni gerçekten çok mutlu eden bir başka çalışma daha oldu. Kastamonu Üniversitesi’nden Doç. Dr. Funda Bulut, “Çocuk Edebiyatında Mitolojik Karakterler ve Çevre Mücadelesi: ‘Yeryüzü Takımı’ Serisine Dair Bir Analiz” başlıklı bir makale kaleme aldı. Bu çalışmada, mitoloji ve çevre bilinci arasındaki güçlü bağ detaylı bir şekilde ele alınmış ve Yeryüzü Takımı serisinin bu bilinci pedagojik düzeyde çocuklara nasıl başarıyla aktardığı analiz edilmiş. Ayrıca seride adı geçen Türk mitolojisindeki karakterler de incelenmiş. Funda Hocama buradan da ayrıca çok teşekkür etmek isterim.
Mühendis olmanız yazar ve çizer olarak devam eden kariyerinize nasıl bir katkı sağladı?
Mühendislik eğitimi, analitik düşünme, problem çözme ve sistem kurma becerileri üzerine kurgulanmış bir sistem. Bu beceriler, yazarlık ve çizerlik süreçlerimde elbette bana çok büyük katkılar sağladı. Mesela bir hikâye oluştururken aslında bir sistem inşa ediyorsunuz; karakterler, olay örgüsü ve hikâyenin geçtiği dünya arasında güçlü bir mantık bağı kurarak sağlam bir kurgu oluşturmanız gerekiyor.
Özellikle çocuk kitapları yazarken, bilgiyi doğru ve anlaşılır bir şekilde aktarmak çok önemli. Mühendislikten gelen sistematik düşünme alışkanlığı, karmaşık konuları çocukların anlayabileceği sade ve akıcı bir anlatıma dönüştürmemi kolaylaştırıyor.
“Mühendis Olmak Hikâye Anlatıcılığıma Planlı Bir Yaklaşım Kazandırdı”
Ayrıca, çizim ve matematik çok iç içe geçmiş konular. Örneğin, perspektif, oran-orantı gibi temel resim teknikleri matematiğe dayanıyor. Bunun yanı sıra, yaratıcılık, gözlem yeteneği, geleceği öngörebilme ve verileri analiz etme gibi yetenekler, hem yazarlar hem de mühendisler için ortak özelliklerdir. Sanat ve edebiyatın bilime yol gösterdiğini, Jules Verne’den çok iyi biliyoruz. Aynı şekilde, bilim de sanat ve edebiyatı besler ve onlara ilham veriyor.
Kısacası, mühendis olmak, hem hikâye anlatıcılığıma hem de çizimlerime bilinçli ve planlı bir yaklaşım kazandırdı diyebilirim.
Tüm kitaplarınızı kendiniz resimliyorsunuz. Bunun avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Ben hikâyelerimi yazmadan önce görsel olarak kafamda canlandırıyorum, daha sonra metne döküyorum. Karakterler sahneler hepsi gözümün önünden birer film gibi akıp geçiyor, ben oturup daha sonra onu metne çeviriyorum diyebilirim. Bu yüzden, bir hikâye yazarken aslında görselleri çoktan belirlemiş oluyorum. Belki de bu nedenle, okurlarım bazen hikayeleri film izler gibi okuduklarını söylüyorlar. Açıkçası, hem yazıp hem çizmek bana çok büyük bir avantaj sağlıyor. Metin ve görseller arasındaki ilişki çok daha sıkı ve güçlü oluyor. Bazen metin, çizimlere yol gösteriyor, bazen de çizimleri metne göre tasarlıyorum. Bu şekilde metin ve illüstrasyonlar arasında hoş bir uyum ve denge oluşuyor.
Hem yazıp hem çizmenin bir dezavantajı olduğunu düşünmüyorum. Benim için yazı ve resim aslında eşzamanlı üretilen iki parça. Hayal ediyorum, metni yazıyorum, sonra onu görsele çeviriyorum ve süreç böyle ilerliyor. Gözümde canlandırmadan yazmak benim için oldukça zor olurdu.
“Yeryüzü Takımı” karakterlerini kurgularken nelere dikkat ettiniz? Ana karakterleri oluşturan dört çocuk ve onlara rehberlik eden Umay Ana bize 5 elementi hatırlatıyor. Karakterler neyi sembolize ediyor?
Yukarıda da bahsettiğim gibi, doğayı korumakla görevli iyeler ile çocuklar arasında güçlü bir bağ var. Ana karakterlerimiz Başak, Rüzgâr, Nehir ve Tan, sırasıyla toprak, hava, su ve ateş iyelerinin sahip olduğu yetenekleri kazanıyor.
Çocuklar bana sıkça şu soruyu soruyor: “Peki, bu çocuklar bu güçleri nasıl elde etti?” Aslında kitapta, bu güçlerin nasıl kazanıldığı metaforik olarak anlatılıyor. Ancak onlar, küresel ısınma ve iklim krizi gibi bilimsel konular söz konusu olduğunda, bu fantastik güçlerin nereden geldiğini daha somut bir şekilde anlamak istiyorlar.
Ben de onlara şu cevabı veriyorum: Biz zaten bugün bu güçlere sahibiz. Bunu modern teknolojiyle düşündüğümüzde, güneş panelleri, rüzgâr santralleri, hidroelektrik ve jeotermal santraller aracılığıyla suyun, rüzgârın ve ateşin gücünü kullanıyoruz. Toprak ise hem üzerinde yaşadığımız yurdumuz hem de tarım yoluyla besin kaynağımız. Özetle, teknolojimiz doğayla uyum içinde olduğu sürece biz de doğayla uyum içinde yaşayabiliriz.
Karakterleri tasarlarken de sembolize ettikleri iyelerin fiziksel ve karakteristik özelliklerini taşımalarına dikkat ettik. Örneğin hava iyesini sembolize eden Rüzgâr’ın her zaman mantığıyla hareket etmesi, ateş iyesinin gücünü taşıyan Tan’ın kolayca sinirlenmesi ve parlaması, saçlarının kızıl olması, toprak iyesini sembolize eden Başak’ın her zaman uyumlu ve sakin olması, çiftçi bir aileden gelmesi, su iyesini temsil eden Nehir’in ailesinin bir balık çiftliği olması, gözlerinin mavi olması, duygu durumunun aniden değişebilmesi gibi su ile eşleştirilen özellikleri taşıyor olması gibi.
“Umay Ana Kolektif Bilinci Sembolize Ediyor”
Ayrıca bu dört çocuğun Türkiye’nin farklı bölgelerinden ve sosyo-kültürel geçmişlerden gelmesine özen gösterdim. Spoiler vermek istemem ama serinin üçüncü kitabında aslında yalnız olmadıklarını öğreniyoruz. Merak edenleri seriyi keşfetmeye davet ediyorum!
Umay Ana, doğayı, bizi birbirimize ve doğaya bağlayan güçlü bağları, kolektif bilinci ve yaşamın sürekliliği için gereken doğa sevgisini sembolize ediyor.
En büyük düşmanı ise Erlik Han. O, mitolojide ve Yeryüzü Takımı serisinde egomuzu, bencilliği ve insan merkezci bakış açısını temsil ediyor. Kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan, doğayla uyum içinde yaşamayı reddeden bir figür. Seride, Erlik Han insan dünyasında da “Her Türlü Kötülük ve Cin Fikir A.Ş.”nin patronu olarak, yani Bay Başkötü kimliğiyle karşımıza çıkıyor.
Seriyi oluşturan 4 kitabın her biri farklı çevre sorunlarına odaklanmış. Bunu anlatır mısınız?
Çevre sorunları hem çok fazla hem de birbiriyle güçlü bir şekilde bağlantılı. Bu nedenle, konuları belli bir sistematik içinde ele almamız gerekiyordu. Yeryüzü Takımı serisinde her kitabı belirli bir çevre sorunu etrafında kurguladık:
Serinin birinci kitabı Doğanın Uyanışı’nda küresel ısınma ve iklim krizi problemine odaklandık ve diğer çevre sorunlarını da bunun etrafında konumlandırdık. İkinci kitap Zehirli Topraklar, verimli topraklarımızı nasıl kaybettiğimizi, tarım zehirleri ile ekosistemin nasıl dengesinin bozulduğunu, Ggo’lu gıdalar, organik tarım, gibi konuları içeriyor. Üçüncü kitap Sudaki Sır’da okyanus ekosistemi, su döngüsü, temiz su kaynakları, plastik atıklar konularına değindik. Son kitap Enerji Operasyonu ise hızla tükenen doğal kaynaklar, sürdürülebilirlik ve enerji konusunu işledik. “Çevreye zarar vermeden nasıl enerji üretebiliriz?”, “Yenilenebilir enerjiler nelerdir?”, “Geleceğin ekolojik şehirleri nasıl olmalı?”, “İnsan teknolojisini doğayı korumak için nasıl kullanabiliriz?” ve “Dünyalaştırma projeleriyle gelecekte uzayda yaşam kurabilir miyiz?” gibi sorulara yanıt aradık.
Özetle, Yeryüzü Takımı serisiyle şunu anlatmaya çalıştım: İnsan, doğanın bir parçasıdır. Doğadaki tüm varlıklar değerli ve eşittir. Doğal kaynaklar sınırlıdır ve yalnızca insanlara ait değildir; tüm canlıların ortak hakkıdır. Sürdürülebilir bir yaşam için kaynaklarımızı korumalı, ihtiyacımızdan fazlasını tüketmemeli, bencilce davranmamalıyız. Kendimize ve yaşama duyduğumuz saygı ancak bu bilinçle mümkün olabilir.
Bir yaprak, “Orman benim için var.” diye değil, “Ben orman için varım!” diye düşünür tıpkı Prof. Dr. Türker Kılıç’ın söylediği gibi. Biz de aynı şekilde düşünmeliyiz. Bizler ancak çevremizdeki ekosistemle birlikte anlam kazanırız; tek başımızayken varlığımızın hiçbir anlamı yoktur. Umarım bu bilinç giderek yayılır ve bizler Erlik Han’ın değil, Umay Ana’nın rehberliğiyle geleceği şekillendiririz.
Bu güzel röportaj için Doğan Çocuk Kitapları ve Kayıp Rıhtım ekibine çok teşekkür ederim. “Doğa varsa biz varız, biz varsak doğa için varız. Biz Yeryüzü Takımı’yız!”
Esra İlter Demirbilek’in Yeryüzü Takımı serisi hakkındaki görüşlerinizi yorumlarda veya Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, daha fazlası için bizleri Google News ve WhatsApp’tan takip edebilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!