in

Gencoy Sümer: “Polisiyenin Kendine Özgü Evrensel Bir Dili Var”

Polisiye Durumlar, Dedektif e-Dergi gibi mecralardan ve Feneryolu Cinayetleri, Aile Sırrı gibi polisiye türündeki eserlerinden tanıdığımız Gencoy Sümer ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

gencoy sumer
- Reklam -
- Reklam -

Merhaba Gencoy Bey. Öncelikle bize vakit ayırdığınız için tüm Kayıp Rıhtım Ailesi adına size teşekkür ederiz. Hâlâ tanımayanlar için sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Elbette. Kabataş Erkek Lisesi ve İTÜ/İşletme Mühendisliği’ni bitirdim. 2011’de polisiye üzerine yayın yapan ilk internet sitesi Polisiye Durumlar’ı kurdum. 2016’da, halen editörlük ve yazarlık yaptığım ilk dijital polisiye dergi Dedektif’i yayınlamaya başladım. Bugüne kadar Feneryolu Cinayetleri ve Aile Sırrı adlı iki romanım ve Göl Kıyısındaki Ev adlı hikâye kitabım yayınlandı. Ayrıca Kanlakarışık, Kırmızı Battaniye ve editörlüğünü yaptığım Dedektif Dergi 1. Yıl Öykü Seçkisi’nde birer öyküyle yer aldım.

Sizi yazmaya iten dürtü neydi? Bu dürtüye ilk kez ne zaman karşı koyamamaya başladınız?

- Reklam -

Birçok sebep olabilir beni yazmaya yönelten ama herhalde en başta geleni, kafamın içindekileri başkalarıyla paylaşmak arzusu olsa gerek. Yazarken çok eğlendiğimi, müthiş bir keyif aldığımı fark ettiğim günden beri de yazmaktayım.

Yazmak için belli bir ritüeliniz var mı? Belli müzikler, ışıklandırma, mekan vb. gibi.

Her yerde, her ortamda yazamam. Müziği çok severim ama, yazarken feneryolu cinayetleri 2asla istemem. Sessizliği tercih ederim. Fazla ışık olması da hoşuma gitmez. Masa başında oturarak, bilgisayarda yazarım. Yazarken sık sık notlar alırım. Bu yüzden masamın üzeri genellikle, tuttuğum notları yazdığım defterlerle ve kağıtlarla doludur. Bir de kahve fincanları ve meyve kabuklarıyla. Yazarken bir şeyler yiyip içmeye bayılırım.

Bir “kapalı oda cinayeti”ni konu aldığınız ilk romanınız olan “Feneryolu Cinayetleri”nde olayı Kerim Ülkü çözmüştü. İkinci romanınız olan “Aile Sırrı”ndaysa öykülerinizden tanıdığımız Percule Hoirot’u gördük. Peki gelecekteki projelerinizde ikisinden birini tekrar görecek miyiz?

Kerim Ülkü, tanınmış bir aşçı ve Ülkü Lokantası’nın sahibi. Aynı zamanda özel dedektiflik de yapıyor. Ama bu rastgele bir dedektiflik değil. Çünkü, onun aynı zamanda bir polis geçmişi de var. Aslında Türkiye’de ilk özel dedektiflik şirketini o kurmuş. Daha sonra başarılı bir polisiye roman yazarı olacak olan arkadaşı Faruk Arman’la uzun yıllar birlikte çalışmışlar. Özel dedektifliğin yasal olmaması yüzünden şirketi kapatmak zorunda kalmış ama Ülkü Lokantası’nın üstündeki bir odadan faaliyetlerini gayriresmî olarak sürdürmeye devam etmiş. Yani illegal çalışıyor(!) Bu dönemde sadece ilgisini çeken davalarla ilgileniyor, sıradan işler olduğunda, kendisine servet bile teklif edilse müşterisini geri çeviriyor. Kerim Ülkü’nün maceraları devam edecek. Şu aralar yazdığım “Mavi Kolye” adlı romanım, Kerim Ülkü’nün ele aldığı bir davayı anlatıyor. Ama bu kez, Faruk Arman yok hikâyede. Çünkü olay İstanbul dışında Batı Karadeniz’de bir sahil kasabasında geçiyor. Filyos diye bir yer. Bilmem adını duydunuz mu? Orada bir cinayet işleniyor ve Kerim Ülkü mecburen olayla ilgilenmek zorunda kalıyor.

Percule Hoirot ise, (Perkül Huaro diye okunuyor) adından da anlaşılacağı gibi, Hercule Poirot’nun parodisi olarak tasarladığım bir kahramandı. İlk hikâyeleri de o anlayışla kaleme almıştım. Ama bir süre sonra ciddi ciddi hikâyeler ortaya çıkmaya başladı. Aile Sırrı da bu yaklaşımın ürünü. Yani, parodi değil. Tam anlamıyla bir “katil kim?” polisiyesi. Son zamanlarda İngiltere’de cozy mystery olarak adlandırılan rahat polisiye türünde. Bir yazar, cozy için, “Büyükannenizle birlikte okuyabileceğiniz türde bir roman,” diye bir tanımlama yapmış. Çok hoşuma gitti. Gerçekten öyle. Aile Sırrı, içinde seksin, şiddetin, küfrün, argonun, vahşice işlenmiş cinayetlerin, kanlı ceset tasvirlerinin olmadığı bir muamma polisiyesi. Esrarın adım adım çözüldüğü, bu çözüme okuyucunun da ortak edildiği, hiçbir ipucunun okuyucudan gizlenmediği bir polisiye roman. Percule Hoirot’nun da maceralarını yazmaya devam edeceğim.

Editörlüğünü yürüttüğünüz Dedektif Dergi projesi nasıl ortaya çıktı?

aile sirriPolisiye yazmak, okumak bir tutku olunca insan ister istemez bu konuda bir şeyler yapmak istiyor. Polisiye Durumlar sitesini bu amaçla kurmuştum. Polisiye Durumlar, önce bir blog olarak başladı. Değerli arkadaşım Turgut Şişman’ın katılımından sonra bir siteye dönüştü. Uzun bir süre burada pek çok polisiye hikâyenin yanı sıra; araştırma, röportaj, kitap/film tanıtım/eleştirisi, yerli ve yabancı polisiye yazarlarını tanıtan yazılar yayınladık. Aslında, Dedektif Dergi’nin çekirdek yazarlar kadrosu da burada oluştu. Dergiyi yayınlamaya bir anda karar vermedik tabii. Bunun epey bir zaman ön hazırlığı oldu. Bu sırada Türkiye’de basılı ya da dijital bir polisiye dergi henüz yayınlanmıyordu. Dedektif Dergi’yi yayınlamaya başlarken, kendimize iki amaç belirledik. Birincisi polisiyenin sesini daha geniş kitlelere duyurmak ve onu sevdirmekti. İkincisi ise, polisiye edebiyatımıza yeni eserler ve yazarlar kazandırmaktı. Bu amaçlarla yola çıktık ve sanırım iki yılda epey mesafe kat ettik.

Gelecekte Dedektif için farklı planlarınız var mı?

Dedektif Dergi, polisiye hikâye ağırlıklı bir dergi olarak yayın hayatına başladı. Onun bu özelliğini korumak niyetindeyiz. Yazarların çoğu hikâye yazmıyor. Maalesef bu bir gerçek. Ama polisiye tutkunu pek çok kişi var ve onlar hikâye yazmak istiyorlar, yazıyorlar da. Biz de onları destekliyoruz. Genç yazarlara, yazmaya yeni başlayanlara dergimizde her zaman yer var. Dedektif Dergi polisiye edebiyatımıza birçok yazar kazandırdı bugüne dek. Hem de sadece iki yıl gibi kısa bir sürede. Bu çizgimizi aynen sürdüreceğiz. Önümüzdeki dönemde olabildiğince fazla sayıda polisiye yazarına kapımızı açacağız. Halen yazmakta olanları ve eserlerini tanıtmak için daha çok çaba harcayacağız.

Diğer alt-türlerin aksine, ülkemizdeki polisiye yazarlarının birbirine ne kadar destek olduğunu görmek mümkün. Sizce bu türe gönül vermiş insanları bu kadar kenetleyen sebepler neler?

Destek mi? Polisiye yazarları olarak birbirimizin akşam yemeklerine bile gitmiyoruz. İçimizden biri diğerinin içkisine bir parça arsenik karıştırır diye… Şaka bir yana, evet polisiye yazarları olarak birbirimizi elimizden geldiğince desteklemeye çalışıyoruz. Çünkü, içinde bulunduğumuz koşullar çok zorlu. Çok fazla kitap okunmayan bir ülkede, özel bir dalda kitaplar yazıyoruz. Hepimiz polisiyeyi daha fazla sevdirmeye ve tanıtmaya çalışıyoruz. Bu da bizi birbirimize kenetlendiriyor diye düşünüyorum.

- Reklam -

Sizce bir esere “yerli polisiye” demek için Türkiye’de geçiyor olması yeterli mi?

dedektif dergi birinci yil oyku seckisiBir romanın konusunun, bizim ülkemizde geçmesi, ülkemizdeki bireysel/toplumsal sorunlarla ilişkili olması; karakterlerin bizim ülkemizde yaşayan insanlardan seçilmesi o romanı “yerli” yapmaz. Yabancı ülkelerde geçen ve karakterleri yabancılar olan bir romanın da mutlaka “yabancı” sayılması gerekmez. Çünkü romanın yerli olup olmadığının kriterleri bunlar değildir. Philip Kerr’in Bernie Gunther romanları Almanya’da geçiyor. Onlar şimdi Alman polisiyesi mi? Ya da Philip Kerr, bir İngiliz yazarı değil de Alman yazarı mı? Shakespeare’e bakalım. Eserlerinin çoğunda olaylar İngiltere dışındaki coğrafyalarda geçiyor. Shakespeare İngiliz yazarı değil mi? Hamlet, Danimarka edebiyatına mı dahil? Venedik Taciri, İtalyan edebiyatının şaheserlerinden biri mi? Örnekler çoğaltılabilir. Bence, bir eserin yerli olup olmadığını anlamanın en dürüst yolu, o eserin kimin için yazıldığına bakmaktan geçer. Bu da öncelikle bir dil sorunudur. Türkler için yazılan bir romanı örneğin İngilizler anlayamazlar. Sadece dilin farklılığından söz etmiyorum. Dilin kullanımını da hesaba katıyorum. Bizim güldüğümüz şeylere onlar gülmezler. Ortak bir geçmişimiz olmadığı için belleğimizdeki kavramlar ve içerikleri farklıdır. Aynı kelimeler İngilizlerde ve bizde farklı çağrışımlara yol açar. Örneğin biz çocuklarımıza Savaş adını gururla koyarız. Ama bir İngiliz bunu asla yapmaz ve bizim çocuğumuza bu ismi koymamıza çok şaşırır. Öyleyse, olay ister Türkiye’de, isterse Arjantin’de geçsin, o eser bize hitap ediyorsa, bizim için yazılmışsa yerlidir. Bize hitap etmiyorsa, bizim için yazılmamışsa yabancıdır. Aslında ben “polisiye” yazmayı, yazılan eserlerin “yerli” olup olmamasından daha fazla önemsiyorum. Polisiye diğer bütün edebi türlerden farklı bir tür. Kendine özgü evrensel bir dili var. Önce iyi polisiye yazalım. Yerlilik “sorununu” halletmesek ya da sonra halletsek de olur.

agatha christie e1549930094507

Agatha Christie’nin hangi eseri sizin için diğerlerinden daha farklı bir yerde duruyor?

Agatha Christie, atmosfer yaratmada ve gerilimi canlı tutmada gerçek bir ustadır. Ayrıca ipuçlarını ondan daha iyi görünmez kılmayı beceren başka bir yazar yoktur. Polisiyenin altın çağının İngiltere’sinden ve Amerika’sından pek çok yazar geldi geçti. Çoğu artık okunmuyor. Bazıları unutuldu. Agatha Christie ise tüm külliyatıyla hâlâ ayakta, hâlâ popüler. Onun birçok eserini beğenerek okudum. Bazıları belleğimde unutulmaz olarak kaldı. ABC Cinayetleri, On Küçük Zenci, Sonsuz Gece, Beş Küçük Domuz, Cinayet İlanı ve Doğu Ekspresinde Cinayet ilk aklıma gelenler. Ama sorunuza cevap olarak söyleyeceğim roman ise, Hercule Poirot’nun üçüncü kez göründüğü Roger Ackroyd Cinayeti. Bu romanın bir anlatı şaheseri olmasının yanı sıra, Agatha Christie’nin en gizemli, en ürkütücü polisiyesi olduğunu düşünüyorum. Bir polisiye okurunun yaşayabileceği en müthiş deneyim bence.

Polisiye türleri dışında hangi edebiyat türlerinden keyif alıyorsunuz? Sizi çok etkileyen yazarlar veya eserler var mı?

Son yıllarda polisiye dışında başka hiçbir şey okumuyorum.

Sanatın edebiyat dışındaki dallarıyla da ilgileniyor musunuz?

İyi bir sinema ve tiyatro izleyicisi idim. Şimdilerde pek zaman bulamıyorum. Müziğin her türlüsüne yakınım, çoğunu zevkle dinlerim. Ama Türk müziği ile dostluğum çok daha fazladır. Ud ve tambur çalarım.

polisiye rihtim

Klasik bir soruyla bitirelim: Yazar olmak isteyen genç okurlarımıza ne tavsiye edersiniz? Zamanında siz böyle bir tavsiye almış mıydınız, cevabınız evetse bu tavsiye ne ölçüde işinize yaramıştı?

Onlara bol bol kitap okuyun demeyeceğim. Kitap okumayan biri zaten yazarlığa heves etmez. Ama bol bol yazsınlar. Yazmadan yazar olunamaz. Kitap okumak gibi, yazmak da bir alışkanlıktır. Yazmaya zaman ayırsınlar ve düzenli olarak yazsınlar. Zamanında bana da devamlı yazmam tavsiye edilmişti. Bu tavsiyeye uydum ve hiç pişman olmadım.

Türker Beşe

Müzmin arkeolog adayı. 4 yaşında atari oynamakla başlayan oyunculuk macerası şiddetle devam etmektedir. Okuma zevki günden güne değişmekle birlikte, tuhaf kurgu, büyülü gerçeklik ve tekinsiz korkudan aldığı keyfi hiçbir türden alamaz.

1 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Nurhan_Iskin Nurhan_Iskin dedi ki:

    Güzel bir söyleşi olmuş… Ellerinize, emeğinize sağlık…

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

yazarinin kaleminden seckin sarpkaya

Yazarının Kaleminden: Tebriz’den Masallar

peri bacalari insaat

Kapadokya’daki Peri Bacalarının Ortasına Yapılmak İstenen Otelin İnşaatı Durduruldu