in ,

Mehmet Berk Yaltırık: “Yazmak, Yüz Yüze Görüşmediğim Birçok Kişiyle Bağ Kurmamı Sağladı”

Kayıp Rıhtım Kitap Kulübü’nün ikinci soru-cevap etkinliği için forumumuza konuk olan Mehmet Berk Yaltırık ile, başta yeni romanı “Istrancalı Abdülharis Paşa” hakkında olmak üzere edebiyata dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Mehmet Berk Yaltırık
- Reklam -
- Reklam -

Kayıp Rıhtım Kitap Kulübü özel etkinlikler serisinde birbirinden değerli yazarları ağırlamaya devam ediyor. Bu sefer ürpertici anlatıların önemli kalemi Mehmet Berk Yaltırık bizleri kırmayarak kulübümüze konuk oldu.

Öncesinde hep birlikte Yaltırık’ın İthaki Yayınları’nın yeni yerli spekülatif kurgu dizisi Pangea Kitaplığı’ndan çıkan romanı “Istrancalı Abdülharis Paşa“yı ağırladık ve birlikte tartıştık . Tüyler ürpertici hikâyesini deneyimledik.

Ardından Kayıp Rıhtım Forum üyeleriyle birlikte yazarın yeni romanına, edebiyata ve yazarlık üzerine düşüncelerine dair merak ettiklerimizi ilettik. Ortaya detaylı ve keyifli bir söyleşi çıktı. Etkinliğe katılan tüm Rıhtım okurlarına ve Mehmet Berk Yaltırık dostumuza teşekkür ediyoruz.

- Reklam -

Derlediğimiz sohbeti aşağıdan okuyabilirsiniz.

hr

Yazmaya nasıl ve neden başladınız?

istirancali abdulharis pasa
Istrancalı Abdülharis Paşa, Mehmet Berk Yaltırık

Önce hikâye, sonra roman yazma düşleri kurmamla başladı. Hikâyelerimi yazarken basılması bir yana internet sitelerinde yayımlanmasını, başkalarının okumasını bile hayal ederdim sadece. Uzun seneler arkadaş ortamında gece toplanmaları haricinde pek insanlar haberdar olamadı -eğer yazarken falan görmemişlerse-. Zaman içerisinde yayımladıkça, roman taslakları üzerinde çalışmaya başladım. Hep bir ilgim olmuştur diyebilirim.

Yazmak için ‘‘ilham perisi’’ bekliyor musunuz?

İlham perisi daha çok fikir aşamasında bir taslağın doğuşunu sağlıyor. Daha sonra o dosya bir kenarda yıllar içerisinde kısa kısa notlarla, araştırmalarla, öykü akışının şekillenişiyle hazırlanıyor. Bu durumda olmayan ama sadece birkaç fikirden ibaret taslaklarım da var tabii. Yazma ve oluşturma aşaması ilhamdan çok sabır ve disiplinle alakalı.

Kitap yazmak hayatınızda ne tür değişikliklere yol açtı?

Kitap yazmanın beni yeni yeni maceralarımı, anlatılarımı insanlarla buluşturması açısından görece daha mutlu hâle getirdiğini söyleyebilirim. Yüz yüze görüşmediğim birçok kişiyle bağ kurmamı, uzaktan da olsa konuşmamı sağladı. Yeni anlatıları sandıktan çıkarıp çıkarıp onlara ulaştırmam için meşakkatli yazı boğuşmalarına tekrar tekrar teşvik ediyor bu husus. Yorucu ve üzücü detaylar pek göze batmamaya başlıyor.

Yeni yazar adaylarına kendilerini geliştirmeleri için önerileriniz nelerdir?

Dosya ve kitaplarınızı muhakkak başka bir gözün eleştirmesi, hatta öykü yazan tanıdıklarınız varsa birbirinizin öykülerini okuyup yorumlamanız hem eksikleri görmede hem de kurgudaki detayları fark edebilme açısından önemli diyebilirim. Bir yandan yayımlanmasa bile sıklıkla yazmak ve yazılanları okumak benim uzun yıllardan beri yapmaya çalıştığım bir metot, hâlâ da vakit yoğunluğuma karşın birbirimize öykülerimizi okuttuğum bir arkadaş grubum mevcut.

Yazılarınıza hazırlanırken ne tarz kaynakları okuyor, inceliyorsunuz? Neden bu tarza (tarihi kurgu, fantastik ve korku) ilginiz var? Kendinizi on yıl sonra nerede görüyorsunuz?

Genelde dönem hikâyesi yazıyorsam o dönemle ilgili yapılmış araştırma ve tezleri, başka kaynakları tıpkı bir ödev araştırması gibi tek tek tespit edip inceliyorum. Eğer folklorik bir konuysa halk inançları alanındaki araştırmalara, sözlü derlemelere bakıyorum. Bu tarzın ilgimi çekmesinde halk anlatılarının abartıya da açık, hayal gücünü kısıtlamayan yapısı etkili oldu sanırım. On yıl sonra kendimi yine Edirne’de yazarken görüyorum.

Mehmet Berk Yaltırık
Mehmet Berk Yaltırık

Nasıl bir üretim yönteminiz var?

İki-üç günde bir belirli sayfaları kapsayacak şekilde yazıyorum. İş yoğunluğumdan ötürü ve okuduğum kitaplar, izlediğim-dinlediğim bazı yayınlar vs. olduğundan saatlerce kapanıp çalışma imkânım olmuyor. Öykü yazarken olsun roman yazarken olsun yazmadan önce -eğer son gönderim tarihi vs. söz konusu değilse- muhakkak dinlenmeme dikkat ediyorum. Çalışma şartlarım müsaade etse bile muhtemelen odaya kapanıp yazacağım dört-beş saati aşmazdı zannediyorum.

İlk önce hikâye mi beliriyor aklınızda yoksa karakter mi? Karakteri mi hikâyeye yerleştiriyorsunuz, hikâye mi karakteri çağırıyor?

Hikâyelerde bazen olay bazen de karakter beliriyor kafamda. Örneğin bir eşkıya tipi canlanıyor, bir bölgeye ve kültüre has, oranın giyinişini, konuşmasını yansıtan. Hemen akabinde onun hikâyesi gözümde canlanmaya başlıyor, gençken nasıldı, ne oldu da o hâle geldi gibi. Sonra yine o bölgeye göre yaşayabileceği gariplikler ve acayipliklerle yolunun nasıl kesiştiğini hayal ediyorum. Eğer olaydan hareketle yazıyorsam öyküyü -aklıma gelen bir musallat motifine göre diyelim, bu olaya en müsait bölgeyi, mümkünse dekor olarak kullanacağım siyasi ve kültürel koşulları hayal ederek kurguluyorum. Bazen hikâye karakteri, bazen de karakter hikâyeyi çağırıyor.

Kitaplarınızı yazmaya başlamadan önce her şeyi en ince ayrıntısına kadar belirliyor musunuz?

Yazarken genelde konunun akışı ve bitişindeki temel noktalar belli oluyor. “Böyle böyle olacak, şöyle bitecek,” diye ancak detaylı olmuyor. Eğer yazım aşamasında aklıma daha cazip bir fikir geldiyse değişiklik yapabiliyorum. Mesela romandaki bazı tipleri ve olayları çıkarabiliyorum veya farklı şekillerde kullanıyorum. Ayrıntıların bir kısmı genelde yazmadan önce, dosya taslak hâlindeyken birikmeye başlıyor, ilk etapta söz konusu olmuyor pek.

Öyküden romana geçişiniz nasıl oldu? O zıplamayı gerçekleştirmek isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Öykülerimi ilk yazıp yayımlamadan öncesinde de roman taslakları yazardım. Hikâye yazdığım gibi sadece romanlaştırmayı düşünerek yazıp dosyaladığım hikâye konuları da vardı hep heybemde. Bunu bir zıplama olarak görmemek lazım. İkisi de kendine has, ayrı türler. Biri diğerinin öncülü veya ardılı değil kanaatimce. Ben ikisine de ilgi duyuyordum.

Hikâyelerinize kaynaklık eden sözlü geleneğin yazılı hikâyeciliğiniz üzerinde daha başka etkileri var mı?

Sözlü geleneğe dayanırken yazdığım kültürün/dönemin/bölgenin üslubundan, karakterleri ele alış şeklinden etkileniyorum elbette. Diyalogları bölgesel şive ve ağıza göre yazma dışında belli tabirler, vurgular ve tasvirleri hikâyelerimde de kullanmaya dikkat ediyorum.

Bazı hikâyelerinizde karakterlerin kendi varsayımlarına göre türemiş birtakım efsanelere/arzulara/tutkulara göre eyleme geçmesi söz konusu. Maceraları zannettiklerinden daha karmaşık ve umdukları gibi mutlu etmeyen gerçeklerle yüzleşmelerini konu ediniyor.

Bu yapıya göre değerlendirecek olunursa, bazı hikâyelerinizi altmetin bağlamında, sebep-sonuç ilişkisini gözeten ve ayakları yere basan modern hikmet hikâyeleri gibi algılamak mümkün. Amaç ve sonuç bağlamında siz hikâyelerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Korku hikâyelerinin çıkışı genelde hikmet hikâyeleriyle bağlantılı olduğundan yapısal bir benzerlik taşıyor. Bununla birlikte çizgi dışına çıkmayan karakterlerim dahi canavarın kurbanı olabiliyor. Hayal ederken daha çok dehşete düştüğüm için genelde pek açık kapı bırakamıyorum karakterlere. Gece okunduğunda insanlara biraz heyecan yaşatması veya başka bir diyara yolculuğa çıkması dışında bir amaç gütmüyorum.

Doğaüstünü işlerken hikâyeyi -kendi gerçekliğinde- daha sahici kılabilmek için bazen doğaüstünün insana özgü motivasyonlarla eyleme geçmesi ya da insanların arasında yaşamak için çevresine ve çağa uyacak biçimde hareket ettiği gözleniyor.

Bu dokunuşlar yazarken, hikâyenin oluşum esnasında mı ortaya çıkıyor yoksa kendinizce geliştirdiğiniz hikâyecilik prensipleri gereği mi anlatıma ekleniyor?

Bu husus biraz bazı yerel anlatılardaki canavar tasavvurundan kaynaklanıyor. Canavar, cin yahut doğaüstü varlık kendisini insanların arasına saklıyor, onlarla birlikte yaşıyor. Ben bu temanın dehşet dozunu arttırmak için biraz daha kasti amaçlar güden canavarlar tasarlamayı seviyorum. İkisi birden anlatıma ekleniyor diyebilirim.

- Reklam -

Dergi ve fanzinlerde öykülerinizi paylaştığınızı biliyoruz. Sizin bu neşriyatlar hakkındaki fikirleriniz nelerdir? Takip ettiğiniz ve önereceğiniz yayınlar var mı? Bu yayınların edebiyatın mutfağı olduğu fikrine katılıyor musunuz?

Mehmet Berk Yaltırık

Dergi ve fanzin okumayı seviyorum, kısa hikâyeler, çizgi maceralar hep ilgimi çekiyor. Yazma aşamasında kendimi geliştirmemi de sağladığı için yazarlık anlamında katkılarını inkar edemem. Alacakaranlık dergisini, Umut Sarıkaya’nın Naber dergisini ve Özer Aydoğan’ın Çene dergisini takip ediyorum. Bunun dışında Hayalet e-Dergi, Polisiye e-Dergi ve Yerli Bilimkurgu Yükseliyor, Post Öykü dergisini takip ediyorum. Düzenli olarak takip etmeyip dosya konularına göre aldığım, okuduğum dergiler de oluyor (Tarih ve Atlas Tarih gibi). Edebiyatın mutfağı denebilir, zira hem belli kanallardan edebiyatı besliyor hem de okura alternatif seçenekler sunabiliyorlar.

Korku sinemamızın günümüzdeki hâli ve geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

2003 yılında da korkulu mevzularla ilgilendiğimden o dönemde sık sık bu tür şeylerin batıda vs. daha yaygın olduğu konusunda bir önyargıya denk gelirdim hep. Bunu romana da aktardım dönem itibarıyla. Kendimce bir şeylere dikkat çekmeye çalıştım. Sinema uzmanlık alanım olmadığından kesin bir şey diyemem ama bir izleyici olarak daha farklı motifleri görebilmeyi isterdim.

Son dönemde sayıları iyice artan kitap uyarlaması filmler ve diziler hakkındaki düşünceleriniz neler?

Belli bir kısmını izlemediğim için sağlıklı bir yorum yapamam. İzleyene kadar nötr kalacağım. Witcher ve Discworld dizi uyarlamasını, bir de Stephen King’in Salem’s Lot (Korku Ağı) sinema uyarlamasını merakla bekliyorum.

hr

“Istrancalı Abdülharis Paşa” adlı kitabınızdaki önemli karakter İbro’nun söylemleri ve davranışlarının hikâye üzerindeki etkisi çok fazla. Özellikle bir yerden esinlendiniz mi? Siz İbro’yu roman içinde nasıl değerlendiriyorsunuz?

İbro karakteri roman taslağı ilk oluştuğunda söz konusuydu ancak bu kadar detaylı tasavvur etmemiştim. Sadece Abdülharis’in bir dönem etkilendiği bir kişi olacaktı ve dönüşümünü sağlayacaktı. Ancak Gölge e-Dergi’de yazdığım “Şerruh Paşa’nın Sırrı” adlı hikâyede “yaşlı bir eşkıya” diyerek kurgu gereği yaptığım bir atıf, İbro karakteri üzerinde biraz daha durmaya sevk etmişti. Balkan tarihini araştırırken hayduk-eşkıya tiplerini motiflerini okuyup (özellikle şu eseri inceledim: “Avrupa ve Önasya’da Eşkıyalık“) İbro’ya uyacak bir eşkıya lideri tipi oluşturduktan sonra romanı yazarken hikâyenin akışına göre bazı boşlukları doldurmaya çalıştım. İbro’yu yazarken etkilendiğim ikinci eser ise yine kaçak göçek yaşamın doğasını olduğu gibi yansıttığından Halil Dural’ın “Bize Derler Çakırca” adlı kitabı oldu. İbro romanda her iki anlamda da Abdülharis’teki kırılmaların sebebi olacaktı, nitekim öyle de oldu.

İlerleyen çalışmalarınızda kitaptaki karakterlerden İsmihan’ı görecek miyiz? Kitabın sonlarında geçen, Abdülharis Paşa’nın söylediği Eflaklı ihtiyarı anlatan meşhur eser hangisi?

İsmihan’a ait üç öykü taslaklarımda vardı ama Abdülharis öyküleri gibi yazmaya pek fırsatım ve zamanım olmadı. O öyküleri belki bir gün yayımlarım. Eflaklı ihtiyar diye bahsettiğim kişi meşhur kontumuz, kitap da Stoker ustanın yazdığı “Dracula“dır.

Istrancalı Abdülharis Paşa’nın filmi çekilecek olsaydı, baş karakterleri kimlerin oynamasını ve filmi kimin yönetmesini isterdiniz?

Istrancalı Abdülharis Paşa’yı Hakan Boyav’ın canlandırmasını isterdim. İbro’yu da sanırım Turgut Tunçalp’in canlandırmasını isterdim. Yönetmen konusunda emin değildim. Asil’le Güldem’in çehreleri için de belirgin bir isim gelmedi aklıma.

Turgut Tuncalp
Turgut Tunçalp

Istrancalı Abdülharis Paşa’nın devamını yazmayı düşünüyor musunuz? Yoksa karşımıza tamamen farklı karakterlerin olduğu eserlerle mi çıkacaksınız?

Istrancalı Abdülharis Paşa’nın kısmen görüneceği yahut tamamen onu konu alacak bir-iki taslak dosyası şimdilik fikir aşamasında olsa da mevcut. Yazıp yazamayacağımı zaman gösterecek. Abdülharis’in devam romanını bir anlamda “Varkolakların Gecesi” tefrikasıyla yazdım, Abdülharis’in daha çok Osmanlı dönemindeki yaptıklarıyla alakalı taslaklarım.

Bununla birlikte bir süre yine farklı karakterlerin göründüğü, temaların söz konusu olduğu tarihi dönemlerde geçen korku romanları yazmayı planlıyorum. Eser miktarda tarihi kurgu taslağım da var.

Abdülharis Paşa’yı daha önce bazı öykülerinizde de kullandığınızı söylemiştiniz. Kendisiyle ilgili daha fazla şey okumak isteyenler bunlara nereden ulaşabilir?

Merak edenler Abdülharis Paşa’nın diğer öykülerini okumak için benim blogumdan “Şerruh Paşa’nın Sırrı” ve “Varkolakların Gecesi” adlı 19 bölümlük tefrikamı okuyabilirler.

Mehmet Berk Yaltırık
Mehmet Berk Yaltırık, Gölge e-dergi

Ailenizin, arkadaşlarınızın ve Kayıp Rıhtım’ın eserlerinize katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Ailemin katkısı özellikle aile büyüklerimden dinlediğim anlatılar çerçevesinde mühim. Arkadaş çevremin de yine kendi yörelerinin hikâyelerini, kültürlerini tanıştırmaları açısından katkıları söz konusu. Kayıp Rıhtım ise bana hem incelemelerimi okuyucuyla buluşturmak açısından hem de hikâyeler kaleme alıp bunların yorumlanmasıyla tarzımı geliştirmemde katkı sahibidir. Keşke vakit yoğunluğum, hayat gailesi olmasa da yine eskisi gibi yoğun yazabilsem.

Kitaplarınızda genel olarak Osmanlı dönemi kahramanları göze çarpıyor. Daha eski dönemlere dair hikâyelerinizi kitaplaştırmayı düşünüyor musunuz?

Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi‘nde birkaç kez yazdığım “Beridçiler” dediğim üç karakterin Anadolu Selçukluları döneminde geçen maceralarının tamamını bir kitapta, roman kurgusu altında birleştirme niyetim var ama ne zaman üzerinde çalışmaya başlarım bilmiyorum. Genelde malzeme yoğunluğundan ötürü Osmanlı ve Balkan coğrafyasını işlemeyi daha çok sevsem de Ortaçağ’da geçen veya Osmanlı döneminde geçip farklı coğrafyalara değinen roman taslaklarım da mevcut.

Ufukta yeni roman ya da öykü kitabı çalışmanız var mı?

Abdülharis Paşa örneğinde olduğu gibi yine tarihi bir dönemde geçen başka bir korku romanı taslağım var. Üçüncü romanım yine farklı bir konuyu ele alacak. Yeni kitabımın ne zaman geleceği belirsiz ancak arayı fazla uzatmamaya gayret edeceğimi söyleyebilirim.


Mehmet Berk Yaltırık ile gerçekleştirdiğimiz sohbetin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Cem Altınışık

1993 yılında Ankara’da doğdu. Çocukluğunun bir kısmını İzmir’de geçirdi ve şu an İstanbul'da yaşamakta. Psikoloji bölümünde eğitim gördü. Edebiyat, sinema, bilgisayar oyunları, müzik ilgisi ve bunları paylaşma sevgisiyle çeşitli kültür-sanat sitelerinde yazdı.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Steampunk Esintili “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” Kısa Film Uyarlaması Yayında

Küçük İskender

küçük İskender Aramızdan Ayrıldı