in ,

Bizim Burada Auschwitz’te ve Diğer Öyküler: Kurgulanmış Gerçeklik

Nazi toplama kamplarında yaşam mücadelesi veren Polonyalı yazar Tadeusz Borowski’nin “Bizim Burada Auschwitz’te ve Diğer Öyküler” kitabı incelemesi sizlerle.

Bizim Burada Auschwitz'te ve Diğer Öyküler - Tadeusz Borowski
- Reklam -
- Reklam -

Polonyalı edebiyatçı Tadeusz Borowski imzalı Bizim Burada Auschwitz’te ve Diğer Öyküler kitabı incelemesi ile karşınızdayız.

Bir sözcük kullanıyor ve bir insanı mahvediyoruz,
bizim tarafımızdan mahvedilen bu insan o anda,
yani onu mahveden sözcüğü kullandığımız anda,
bu ölümcül gerçekten habersiz oluyor, diye düşündüm.
Böyle öldürücü bir sözcükle öldürücü bir kavram olarak karşılaşan kişi,
sözün öldürücü etkisinin henüz farkında değildir, diye düşündüm.

Bitik Adam, Thomas Bernhard, YKY

- Reklam -

1943 yılında Naziler tarafından tutuklanarak önce Auschwitz, sonra Natzweiler-Struthof ve son olarak Dachau Nazi Toplama Kampı’na gönderilen, savaşın sonunda ise Nazi toplama kamplarından kurtulmayı başaran Polonyalı yazar ve şair Tadeusz Borowski kamplarda yaşadıklarını ve gördüklerini öyküleştirerek bir kitapta topluyor. Öyküleriyle Nazi toplama kampının gerçeklerine ışık tutuyor. Bu gerçekler arasındaki farkı görmemizi sağlıyor.

Bizim Burada Auschwitz’te ve Diğer Öyküler adıyla Alakarga Yayınları’ndan çıkan bu öykü kitabı Lehçe aslından Türkçeye 2019 yılında Seda Köycü tarafından yazarın anlatımına sadık kalınarak çevrildi.

Dante Alighieri Rehberliğinde: Bizim Burada Auschwitz’te

Tadeusz Borowski’nin bu öykü kitabı tarihi bir belge niteliğinde ve Nazi toplama kamplarının acımasızlığını, hiyerarşisini içeriden görmemize olanak sağlıyor. Yazar, yaşadıklarından ve gördüklerinden yoğurduğu sözcüklerle okura sesleniyor. Her metnin altında bir başka metnin olması, her metne yazılış süreci boyunca bir başka metnin, yazarın rehberlik ediyor olması gibi, bu metinde de Tadeusz Borowski’ye Dante Alighieri rehberlik edecek.

Bir Nazi toplama kampına getirilen mahkumların kadın erkek fark etmeden saçları kazıtılıp numaralar damgalanır kollarına ve kıyafetlerine, önceleri saçı sakalıyla birbirinden ayrılan insanlar şimdi uzaktan birbirlerinin aynısıdır, numaraları Nazilerin gözünde isimleri yerine geçer, kimliksiz kalır mahkumlar, sanki bütün renkleri barındıran bir çember döndürüldüğünde çemberin o ilk renge, beyaza dönmesi gibi, Avrupa’nın her yerinden her kültürden insan Nazi toplama kamplarındaki en ilkel gerçekliğe döner; insanın en çıplak haline. O ilk renge; bütün renklerin oradan çıktığı o en yalın gerçek, beyaz. Fakat bu beyaz renk ya da ışık, kamp gerçeğini anlatabilmek için bir metafor yalnızca. Yoksa bir mahkumun kamp anıları yıldızsız bir gecenin siyahından başka hangi rengi akla getirir ki?

“Tüm Işığın Sustuğu Bir Yer”

Nazi toplama kampları mahkumlar için Dante’nin deyişiyle tüm ışığın sustuğu bir yer idi kuşkusuz… Mahkumlar yalnızca kimliksiz kalmaz, varoluşlarını çevreleyen değer yargıları da bir girdabın içinde sürüklenip yok olur sanki. Ölüme karşı bakış açıları değişir, her gün binlerce insan götürülür öldürülmeye mahkumların gözleri önünde ve bu yanı başlarında gerçekleşen ölüm mahkumlar için rutin bir olaya dönüşür. Bu cehennemin sona ereceğinden umudu olmayan bazı mahkumlarsa en azından bir gün daha fazla yaşamak umudu ile bu ölüme götürülen insan selinin kesilmesini istemez. Kitaba ismini veren Bizim Burada Auschwitz’te isimli öyküde geçen bir cümle Nazilerin acımasızlığı karşısında mahkumların nasıl çaresiz kaldığını bütün çıplaklığıyla gösterir:

“Tek silahımız ise gaz odalarının alamayacağı denli çok oluşumuz ayrıca.”

Auschwitz

Tadeusz Borowski İnsanlar, ki Yürüyorlardı isimli öyküsünde mahkumların her gün yanı başlarında gerçekleşen binlerce insanın ölümü karşısında aldığı tavrı, belki de vurdum duymazlığı ironik bir dille anlatır:

“Bir Pazar günüydü…Kafile ağır ağır yürüyor, vagonlardan durmadan yeni insanlar katılıyordu. Kafile nihayet durdu. İnsanlar çimenlere oturup bizim olduğumuz tarafa bakmaya başladılar. Geri dönüp topu sahaya attım. Top ayaktan ayağa dolaşıp bir yay çizerek kaleye geri döndü. Topu kornere çıkarttım. Çimenlere yuvarlandı. Almaya gittim yine. Topu yerden aldığım sırada donup kaldım: Rampa boştu. O renkli, yazlık giysiler içindeki kalabalıktan tek bir insan bile kalmamıştı rampada. Topu alıp geri döndüm ve köşe atışı yaptım. İlk ve ikinci korner arasında arkamda üç bin insan gazlanmıştı.”

İnsan Kıyımının Arka Planındaki Kurgulanmış Gerçeklik

Tadesuz Borowski’nin öyküleri yalnızca, Nazi toplama kampı gerçeğinin insanlar üzerindeki fiziksel ve varoluşsal dönüşümlerini değil, aynı zamanda Avrupa’nın orta yerinde yaşanmış bu insan kıyımının arka planında kurgulanmış bir gerçekliği gösterir. Nazi toplama kamplarına çalıştırılma bahanesiyle getirilen mahkumları çalışmak sözcüğünün anlamından çok başka şeyler bekler. Naziler mahkumları sadece öldürmekle kalmaz, aynı zamanda mahkumların kimliklerini yok ettikleri gibi, sözcüklerin anlamlarına da gölge düşürürler.

Bizim Burada Auschwitz'te ve Diğer Öyküler - Tadeusz Borowski

Mahkumlar arasında bir hareketlilik yaşansın istenmediği için, girecekleri binanın kapısında bile banyo yazar. Gaza gönderilen insanlar temizleneceklerini sanırlar. Kitapta Buyurun Gaza Bayanlar Baylar isimli öyküde geçen şu alıntı oldukça çarpıcıdır:

Kamp’ın yasası bu, ölüme giden insanlar son ana dek aldatılır. Bu gösterilmesine izin verilen tek merhamet biçimi.

Nazilerce gösterilmesine izin verilen bu tek merhamet biçimi, arkasında kocaman bir kandırmaca barındırır. Bu kandırmaca daha trendeyken başlar, çalışmak ve fabrika sözcükleri dolaşır ağızdan ağıza, Auschwitz Toplama Kampı’nın girişinde çalışmak özgür kılar sloganı karşılar mahkumları, kampa girilirken baylar bayanlar diye seslenir SS’ler mahkumlara, banyo yazar mahkumların gazlandığı binada ve tuğla fabrikası der Naziler mahkumların yakıldığı binaya.

Belli Belirsiz Umut

Dört elle sarılır mahkumlar bu sözcüklere, ki bu sözcüklerin ardında tek bir sözcüğün silüeti sezilir belli belirsiz: Umut. Ve Naziler yalnızca sözcüklerin anlamlarını değiştirmez, kurdukları kamplara küçük bir şehir görünümü vererek sahte bir gerçeklik sunarlar; dış görünüşü bir köy evinden ayırt edilemeyen beyaz ev ismini verdikleri evler, ismi sözde bir tuğla fabrikası olan ve mahkumların temizleneceklerini sandıkları banyo adı altında binalar inşa ederler, milyonlarca insanı ölümlerine dek aldatıp kandırmak için… Tadeusz Borowski bu kurgulanan gerçeklikten Bizim Burada Auschwitz’te öyküsünde kandırmacalar kampı diye bahseder:

“… birisi bizim kampı Betrugslager kandırmacalar kampı olarak adlandırmıştı. Küçük beyaz evin yanında cılız bir çalı çiti, bir köy evindekine benzer bir avlu, üzerinde “banyo” yazan tabelalar – bunlar milyonlarca insanı ölümlerine dek aldatıp kandırmak için yeterli. Bir boks maçı, blokların yanındaki çimenler, en çalışkan tutsaklar için aylık iki mark, kantindeki hardal, her hafta yapılan bit kontrolü ve Tancred uvertürü dünyayı ve bizi kandırmaya yetiyor işte. Kamp dışındaki insanlar, “Bu korkunç, ama madem bir orkestra, boks maçları, çimenler ve yataklarda battaniye var, o kadar da kötü olamaz,” diye düşünüyorlar… Yaşamak için arttırılması gereken ekmek porsiyonu aldatıcıdır. Konuşmanın, oturmanın, dinlenmenin yasak olduğu çalışma zamanı aldatıcıdır. Hendek setine toprak attığımız yarısı boş her kürek aldatıcıdır. Kendini kötü hissettiğinde, tüm bunlara dikkatle bak ve gücünü yitirme. Çünkü yaşayan insanlara bu kandırmacalar kampına, bu kandırmacalar dönemine dair hesap vermek ve ölmüşleri savunmak zorunda kalacağız belki de.”

“Çalışmak Özgür Kılar”

Bu kurgulanmış gerçeklik ya da sözde merhamet biçimi, acımasızlığın başka bir boyutunu gösterir. Kutsal kitaplarda ya da Dante’nin İlahi Komedya’sındaki cehennem bile olduğu gibi tasvir edilir. Dante’nin cehenneminin girişinde, “İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu,” yazar, Nazilerin cehenneminde ise: “Çalışmak özgür kılar.

Bir kapan gibi kullanır Naziler yarattıkları cehennemlerini. Bir maskenin arkasına gizlerler, fakat sözcük ve imgeleri eğip bükmelerine rağmen o yine de ölümün yüzüdür. Nazilerin kurguladıkları gerçeklik bazı mahkumları belki ölümlerine dek aldatmaya yetse de, sonradan gerçeğin daha çarpıcı bir şekilde açığa çıkmasına sebep olur. İnsanlar, ki Yürüyorlardı isimli öyküde bir mahkum gerçekleri haykırır, tuğla fabrikası denilen binada aslında neler olduğunu anlatır:

- Reklam -

“Sessiz olun diye bağırdı, hiç kimse tek kelime etmediği halde. ‘Ana babalarınızın, çocuklarınızın nerede olduğunu sorup duruyordunuz bana. Söylemiyordum, çünkü sizin için üzülüyordum. Bilin diye söyleyeceğim şimdi, çünkü hastalanacak olursanız size de aynı şeyi yapacaklar! Çocuklarınız, kocalarınız ve ana babalarınız başka bir kampta falan değiller. Onları bir bodruma tıkıp gazla boğarak öldürdüler! Anlıyor musunuz, gazla! Diğer milyonlarcası gibi, benim annem babam gibi! Odun yığınları üzerinde ve krematoryumlarda yanıyorlar. Çatıların üzerinde gördüğünüz o duman size söyledikleri gibi tuğla fabrikasından çıkmıyor. Sizin çocuklarınızdan çıkıyor! Hadi şimdi devam et bakalım şarkı söylemeye!’ dedi sakince dehşet içinde kalmış şarkıcı kıza ve sobadan aşağıya atlayıp bloktan çıktı.”

Jan Matejko’nun Stańczyk Tablosu

Anne, baba ve çocuklarının başka kamplarda çalıştırıldıklarını sanan mahkumlara söylenen bu sözler, Naziler tarafından bir kostümün arkasına gizlenen acıların daha yoğun yaşanmasına sebep olur sanki. Polonyalı ressam Jan Matejko’nun Stańczyk isimli tablosu misali. Bu tabloda bir saray soytarısını kostümü içerisinde başı önüne eğik, üzgün bir halde sandalyede otururken görürüz, kostümü ile ruh hali arasındaki zıtlıktan dolayı daha yoğun gelir bize saray soytarısının üzüntüsü.

Stańczyk
Jan Matejko, “Stańczyk”

Nazilerin hoş göstermeye çalıştığı olaylar, acıların yoğunluğu değişmese de, zıtlıklar arasında daha çarpıcı görünmelerine yol açar. Nazi kamp yaşamının acıları yalnızca mahkumların gazla, tüfekle ya da yakılarak öldürülmesi ve açlıktan bir deri bir kemik kalmış halleri değil, olan bitenlerin sözcükler ve imgelerle gizlenmeye çalışılması ve birçok mahkumun bu kostümü araladığında gördükleri karşısında yaşadığı şoktur.

Nazilerin mahkumları öldürdüğü binaya tuğla fabrikası demeleri de ironiktir; öğütülerek toz haline getirilen kaya parçaları suyla karıştırıldığında çamur olur, kalıba dökülerek kurutulduktan sonra birkaç işlemle tuğla haline gelir, tuğlanın oluşum süreci kutsal kitaplarda anlatılan, insanın çamurdan meydana gelme süreci gibidir, hem insanoğlu hem de bu kaya parçası yok edilmek üzere tekrar yakıldığında ikisi de toz haline gelir, biri toz biri kül, ikisinin de dumanları salınır gökyüzünde, mahkumların yakılarak öldürüldüğü binaya tuğla fabrikası ismini ve dolayısıyla oluşum ve yok ediliş süreci insanınkine böylesi benzeyen bir maddenin ismini bilerek vermiş gibidir Naziler, ya her şey çok ince düşünülmüştür ya da acı bir tesadüf vardır. Tüm bunları düşündüğümde Dante’nin şu dizelerini aklıma getirmeden edemiyorum:

“Libya artık çölleriyle övünmesin; chelydrid, cenchres, amphisbaena ya da jaculi yılanlarıyla böbürlenmesin, çünkü Habeşistan’la Kızıldeniz’in üstünü de eklese topraklarına, böyle zehirli, korkunç bir sürüyü getiremez bir araya.”

Nazi Öğretisinin Asıl Amacı

Alman besteci Richard Wagner’in 1813-1883 yılları arasında yaşamış olmasına rağmen Nazi öğretisine büyük etkisi olduğu kabul edilir. Ahmet Emin Yalman’ın 1945 yılında gazetede yazdığı yazılarını birleştirip kitap olarak yayımladığı Naziliğin İçyüzü isimli kitabına göre Wagner, eserlerinde Alman efsanelerindeki simaları olduklarından daha kudretli, tehlikeli ve azgın olarak gösterir. Bunu sürekli bir tekrar halinde yapar ve böylece bu masal karakterlerini Alman halkı bu dönüştürülmüş halleriyle benimser.

Goebbels’in, dolayısıyla Nazi öğretisinin asıl amacı da budur: Sözcük ve imgeleri kendi çıkarlarına göre dönüştürüp sürekli bir tekrar halinde kullanarak gerçekmiş gibi sunmak. Hitler’in sağ kolu ve Halkı Aydınlatma Bakanı Goebbels der ki:

“Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur.”

Goebbels’in bunun gibi sözleri kendi halkı ve askerlerini savaş taraftarlığına itmesi bir yana, ne yazık ki Nazi toplama kamplarında dünya halklarının acısına da sebep olur. Nazi toplama kamplarında bunun en büyük örnekleri görülür ve çalışmak özgür kılar kandırmacasının tınısı mahkumların kulaklarında her daim duyulur. Tadeusz Borowski Bizim Burada Auschwitz’te isimli öyküsünde olaylar ve olgular arasındaki farkları mahkumların ayırt etmekte nasıl zorlandığından birkaç cümleyle bahseder:

“Adolf sıra dışı derecede sempatik biri ve bu dünyadan biri değil, ama bir Alman olarak olgularla olaylar arasında bir bağlantı kuramıyor ve sanki gerçeği oluşturuyorlarmış gibi, sözcüklerin anlamlarına sarılıyor sıkıca. Kampın kapısında harfler örülmüş demirden: “Çalışmak özgür kılar.” Onlar buna inanıyorlar herhalde…”

“Buradan Gidilir Acılar Kentine”

Auschwitz Toplama Kampı’nın girişindeki, “Çalışmak özgür kılar,” sloganı çok farklı şeyler söylemesine rağmen, Dante’nin Cehennemi’nin girişindeki, “Buradan gidilir acılar kentine, buradan gidilir bitmek bilmeyen acıya,” sloganı ile aynı anlamda birleşir.

Dante Cehennemi

Sözcükler birbirinden farklı anlamlara da gelseler, yaşanmışlıklar karşısında kardeşten öte benzerlikler taşımaya başlıyor. “Ben bir sözcük kullandığımda, tam olarak ne demek istersem o anlama gelir; ne fazla ne de eksik,” diye yazar Lewis Carrol, Aynanın İçinden isimli öyküsünde. Nazi toplama kamplarında ise Naziler mahkumlara ne yaptıysa, Auschwitz Toplama Kampı’nın giriş kapısında yazılı olan slogan da tam olarak o anlama gelmiştir.

“Çok yüce bir görevimiz var,” diye bahseder Tadeusz Borowski Bizim Burada Auschwitz’te isimli öyküsünde:

Kötü kaderin hastalıkla, duyarsızlıkla ya da yaşama karşı isteksizlikle eziyet ettiği arkadaşlarımızı tedavi edeceğiz. Biz, Birkenau’daki yirmi bin adamdan on üç – on beşi kamptaki ölüm oranını azaltmak ve tutsakların moralini yükseltmek zorundayız.”

Borowski’yi Yıkıma Sürükleyen Kamp

Arkadaşlarının moralini yükseltmeyi kendine görev bilen Tadeusz Borowski Nazi toplama kamplarından kurtulsa bile kötü kaderin yol açtığı yaşama karşı isteksizlik ve duyarsızlık belasından kurtulamadı. Henüz yirmi dokuz yaşındayken gaz soluyarak yaşamına son verdi. Nazi toplama kampını fiziksel olarak terk etmiş olsa da, hayatına sözcükler yoluyla tekrar giren kamp gerçekleri Borowski’yi yıkıma sürükledi kuşkusuz.

O, yazar ve şair Tadeusz Borowski, Bizim Burada Auschwitz’te isimli öyküsünde bu dünyadan kendi eliyle göçüp gideceğini önceden söylemiş gibiydi:

“Özgür dünyadan dostlarım! Bir mahpushane türküsüyle veda ediyorum size
umutsuzlukla gitmiyor olduğumu bilin diye.
Zira biliyorum ki, aşk da şiirim de kalacak geriye benden sonra
ve dostlarımdan bir anı, sizler yaşadıkça.”

Esere dair yorumlarınızı bizimle Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilirsiniz.


* Maus: Art Spiegelman’dan Edebiyatın Görsel Çarpıntısı

Fırat Özcan

10 Ekim 1994 tarihinde Ankara’da doğdum, Ankara’da yaşıyorum. Ankara Üniversitesi'nde Polonya Dili ve Kültürü bölümünde lisansımı tamamladım. Hemen sonra aynı bölümde yüksek lisans programına başladım. Şu an yüksek lisans eğitimimi sürdürüyorum. Hayalim Polonya Dili ve Kültürü bölümünde yükselerek yoluma devam etmek.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Kuş Lokumu Sözlüğü: Bahadır Cüneyt Yalçın

Kuş Lokumu Sözlüğü: Bahadır Cüneyt Yalçın’dan Muzip ve Malumatfuruş Tanımlar

Away İncelemesi

Away İncelemesi: Mars’a Yolculuğa Hazır mıyız?