in ,

Canavarlar Kralı Godzilla: Kaiju Sinemasının Efsanesi Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey

Godzilla kimdir? Canavarlar Kralı hakkında detaylı bir inceleme. Doğuşundan günümüze Kaiju sinemasının unutulmaz karakterinin bütün hikâyesi sizlerle.

Godzilla Kimdir
- Reklam -
- Reklam -

Godzilla. Sinemanın klasikleşmiş karakteri… Şu dev canavar. Kendine has bir cazibesi var. Sebebini açıklamak ise bir hayli özel çaba gerektiriyor. Çok klasik bir canavar portresi çiziyor. Seyircide uyandırdığı hislerin tarif etmekse zor. Peki gerçekten, kimdir bu Godzilla?

Sahneye çıkmasını sabırsızlıkla bekletiyor; şehirleri ayakları altında ezmesini, başka canavarlarla olan kapışmasını iple çektiriyor. Seyirci, ne yapacağını şaşıran insanları, felakete karşı hazırlanan umutsuz stratejileri kayıtsızca izlerken onun getirdiği yıkımı coşkuya kutluyor.

Önlenmeye çalışılan felaket ile doğanın karşı konulamaz gücü arasında bir yerde duruyor. Kötülük ile kahramanlık arasındaki ince çizgide konumlanarak dehşet saçıyor.

- Reklam -

Godzilla Kimdir? Canavarlar Kralı ile Yakından Tanışma Zamanı

O, Godzilla, Canavarlar Kralı. Etten ve kemikten olmamasına rağmen izleyiciyi büyülemeyi başarmış dev sinema ikonu.

Godzilla 67 yıldır bizlerle. 1954’ten 2019’a kadar toplam 35 film, animasyon serileri, TV programları, çeşitli platformlara çıkan video oyunları, çizgi romanları, figürleri, oyuncakları, resmi ürünleri, reklamları, kendisine yapılan göndermesi vs. derken cüssesine layık bir markaya dönüştü.

Gündelik hayatta bir şeyin sempatik korkunçluğuna, abartısına dem vurmak için “-zilla” eki kullanılır oldu.

Bu dosyada efsanenin doğuşunu ve seriye dönüşmesini sağlayan konulara odaklanacağız.

1) Atom Çağı’nın Ürkütücü Denemeleri, Plaj Modasının ve Sinema Efsanesinin Ortak Noktası

Bikini (Pikinni) Atoll. Pasifik Okyanusu’nda, 23 adadan oluşan ve adı Hindistan cevizi yeri anlamına gelen mercan resifi. Elbette bölgenin tek özelliği bu değil. Aynı zamanda 1946’dan 1958’e kadar Amerika Birleşik Devletleri tarafınca yürütülen 23 nükleer bomba denemesinin yapıldığı test alanıydı.

İlk nükleer deneme, 5 Temmuz 1946’da, Crossroads Operasyonu esnasında yapılmıştı.

Bu deneme, moda tasarımcısı Louis Réard’ın dikkatini çekmişti. Atomların parçalanmasıyla ortaya çıkan gücün toplum üstünde yarattığı etkiyi düşünmüş ve kendi tasarımının moda açısından benzer bir etki yaratacağı öngörüsünde bulunmuştu. Bunun üzerine tasarladığı yeni mayoya denemenin yapıldığı resiften ilhamla “bikini” adını verdi. Yeni tasarımını tanıtır tanıtmaz gelen tepkiler kendisini haklı çıkardı. Moda yazarı Diana Vreeland, Réard tasarımını “modanın atom bombası” olarak nitelendirmişti.

Tarihleri ileri saralım. 1 Mart 1954.

Japon balıkçı teknesi Lucky Dragon No. 5 Bikini Atoll’deki termonükleer testten yayılan radyoaktiviteyle kirlenmiş, radyasyona maruz kalan mürettebat tedavi altına alınmıştı.

Basında büyük tepkiler çeken olay, ihmalkârlıklardan başlayıp nükleer enerji sorununa ve oradan Japon-Amerikan ilişkilerine uzanarak pek çok eski tartışmayı alevlendirdi.

Bu sıralarda film yapımcı Tanaka Tomoyuki, Endonezya’dan Japonya’ya dönmekteydi.

Japon-Endonezya ortak yapımı olması planlanan savaş filmi Eikō no Kage ni (In the Shadow of Glory) 2. Dünya Savaş’ından miras kalan Japon karşıtlığı ve uygunsuz hava şartları sebebiyle iptal edilmişti. Tomoyuki de boş kalan çekim takvimiyle ne yapacağını bilemeden ülkesine dönüyordu.

Lucky Dragon No. 5 olayını uçakta okuduğu gazeteden öğrenmişti. Haberi okur okumaz aklına basit bir tez geldi: Güney Yarımküre’de uyuyan bir dinozor bomba sebebiyle uyandırılıp deve dönüşse? Ve ardından Tokyo’ya saldırsa? Neler olurdu?

Üstelik atom enerjisi ve yarattığı sorunlar gündemdeydi. Soğuk Savaş, nükleer silahlanma yarışıyla yeni bir boyut kazanmıştı.

İşte, atomik nefesiyle şehirlere yıkım getiren Godzilla’nın tohumları o zaman atıldı.

2) Gişe Canavarlarının Verdiği Cesaret

Elbette yapımcı Tanaka Tomoyuki’yi etkileyen başka şeyler de vardı.

Japonya’da tekrar 1952’de gösterime giren 1933 tarihli King Kong ve 1953’de gösterime giren The Beast from 20,000 Fathoms’taki canavarlar beyaz perdede şehirlerin altını üstüne getirirken Japon gişelerini sallamayı ihmal etmemişlerdi.

Seyirci stop-motion gibi tekniklerle canlandırılan dev dehşetler karşısında adeta büyülenmişti.

O dönemde şehirlere musallat olan dev canavar filmi, günümüzde görkemli çizgi roman uyarlamalarıyla temsil edilen bol efektli aksiyon filmlerine denk bir heyecan yaratıyordu. Teknik işçilik ve sağlam bütçe gerektiren görkemli serüvenlerdi. Basit temellere dayanan bu pahalı görkem seyirciyi sinema salonlarına çekmeyi garantiliyordu.

Tüm bunlar üst üste gelince yapımcı Tomoyuki kendi gişe canavarı için kolları sıvadı.

3) Canavarları Ciddiye Alana Emanet

Dev canavar fikri yapımcısına aitti olsa da ona metaforsal kimliğini kazandıran kişi yönetmen Ishiro Honda’ydı.

Yapımcı Tomoyuki teoride nasıl bir şey istediğini biliyordu. Filmin teması atomik bombanın dehşeti üzerineydi. İnsanlık bombayı yaratınca doğa da intikamını alacaktı. Bunun nasıl olacağını bulmaksa büyük çaba gerektiriyordu. Farazi canavarını gerçeğe dönüştürecek finansal ve teknik imkânlara sahipti. Tek eksiğiyse canavarını ciddiye alabilecek bir yönetmendi.

Teklif götürdüğü tüm yönetmenler projeyi “saçmalık” olarak nitelendirmişti.

Proje önüne geldiğinde işi tereddütsüz kabul edense Honda’ydı.

Ishiro Honda

Ishiro Honda döneminin aksine canavar temasına bir hayli farklı yaklaşıyordu. Yıllar sonra verdiği bir röportajda bunu şöyle ifade edecekti:

“Canavarlar trajik varlıklardır. Dünyaya geldiklerinde uzun mu uzun, güçlü mü güçlü, ağır mı ağırdırlar. Kendi tercihleriyle kötülük etmezler. Onların trajedisi tam da burada yatıyor işte. Canları istediği için insanlara saldırmasalar bile sahip oldukları cüsse ve güç sebebiyle insanların kendilerini savunmaya geçmekten başka çareleri kalmıyor. Bu tür hikâyelerle karşılaştıktan sonra insanlar canavarlara karşı bir tür sempati beslemeye başlıyor.”

Savaş gazisi pasifist yönetmen çocukluğundan itibaren bilime ve sıra dışına ilgi duymuş biriydi.

Projeyi kabul etmesinin bir sebebi buydu. Diğer sebebiyse savaş sonrası dönemde savaşta yaşanan trajedileri anlatabilme fırsatıydı.

Honda 2. Dünya Savaşı döneminde savaş propagandalarında asla bahsi geçmeyen gerçeklerle karşılaşmıştı. Subay rütbesiyle görev yaptığı alay, “26 Şubat Olayı” olarak tarihe geçen başarısız askeri darbe girişimine karışmıştı. Bu durum Honda’nın zorunlu askerlik vazifesini uzattı. Bir sonraki görevi, Çin’de, işgal bölgesindeki kadınları genelevlerde çalışmaya zorlayan Konfor İstasyonları’ndan birindeydi.*

Ülkesine geri çağırıldığında propaganda filmleri çekmesi istendi.** Tekrar Çin’e gönderildi. Bir süre sonra esir düştü. Görevliyken sivil halka karşı gösterdiği olumlu tutum esaret hayatının görece rahat geçmesini sağlamıştı; hatta savaş bitiminde yerel halk gitmemesi için ısrar etmişti. Esaret hayatının bitimine yakın yakınına düşen ama infilak etmeyen top mermisini anı olarak ömrü boyunca çalışma odasında tutacaktı.

Ülkesine dönüp sinema kariyerini sürdürdü. Japon sinemasındaki ilk su altı çekimini gerçekleştirdi. Savaş dönemine eleştirisel yaklaşan projeleri zamanı değil gerekçesiyle geri çevrildi.

Ishiro Honda projeye katılır katılmaz Tomoyuki’nin atom bombasıyla uyanan dehşet fikrini canavarın varlığıyla özdeşleştirdi.

Maksadı, canavarın Tokyo saldırısını Hiroşima ve Nagazaki’ye yapılan atom bombalı saldırının temsiline dönüştürmekti. Bu tercihinin kaynağıysa savaş dönüşü Nagazaki’ye yaptığı küçük ziyaretti. Şehre, insanlığı yok etmesi beklenen kıyametin orayı çoktan vurduğunu hissettiren bir atmosfer hakimdi.

Honda da tüm bu hissiyatı filme yansıtmaya karar verdi.

Canavara atomik güç verme fikri bu tasarıyla bağlantılıydı. Canavarın top mermileriyle ölebilecek kadar hassas olmaması gerektiğinin farkındaydı. Buradan hareketle hikâyeye kaynaklık eden korkuyu canavarın bedeniyle özdeşleştirme yoluna gitti. Ve böylece hem doğanın hem de insan eliyle serbest bırakılan büyük gücün dehşeti tek bedende doğmuş oldu.

Dönemin film eleştirmenlerinin bilimkurgu filmlerini hor gördüklerinden Honda, Tanaka ve özel efekt uzmanı Tsuburaya ortak karar alarak hikâyeye belgeselci bir ciddiyette yaklaşmaya özen gösterdiler.

*Honda, Movie Art Magazine’ın 1966 Nisan sayısı için kaleme aldığı “Reflections of an Officer in Charge of Comfort Women” yazısında oradaki şartları ve kadınların yaşadıklarını anlattı.

**Hükümet Nazilerin yaptığı gibi film endüstrisini kontrol altına almıştı. Savaşı destekleyen yapımlara onay verip aksi görüşteki sinemacılar cezalandırılmaktaydı.

4) Hikâyesi Belirsiz Gişe Canavarı

Tomoyuki özellikle The Beast from 20.000 Fathoms’tan etkilenmişti. Buradan yola çıkarak “Denizler Altında 20.000 Fersah’taki Dev Canavar” adlı ilk taslağı yazdı. İki film arasındaki bariz benzerliklerin sebebi buydu. Zaten Tomoyuki de bunu inkâr etmemişti.

Tomoyuki bütçe konusunda fikir almak için Iwao Mori’ye ve özel efekt uzmanı Eiji Tsuburaya’ya danıştı. İkili, şartları çok zorlamazsalar projenin hayata geçirilebileceği güvencesini verdiler. Proje ilk başta “Giant”ın “G”sine atıfla “Project G” olarak anıldı. Sonra “G Production: Godzilla”, “G Production” vb. isimlerle anıldı.

İlk aşamada canavarın şekli şemali belirsizdi.

Biçimi konusunda kararsızlığa düşülmüştü. Tomoyuki ilham kaynaklarını fazlaca anımsatan kopya bir canavar istemiyordu. Orijinal bir şeyler ararken Eiji Tsuburaya üç yıl önce yazmış olduğu hikâyeyi kendisine sundu. Hikâye, Hint Okyanusu’nda gemilere saldıran dev ahtapotu konu ediniyordu. Tomoyuki, hiç yoktan iyidir diyerek, hikâyeyi kabul etti ve çekip çevirebilmesi için bilimkurgu yazarı Shigeru Kayama’yla anlaştı. Bu çalışma canavarı goril (gorira) ve balina (kujira) arası bir yaratığa dönüştürdü.

Eiji Tsuburaya

Yönetmen Ishiro Honda’nın projeye dâhil olmasıyla aşama kaydetmeye başladılar. Ishiro Honda Takeo Murata’yla birlikte Kayama’nın senaryosunu tekrar yazdı.

5) Görsel Efekt Dâhisinin Kariyerini Kurtaracak Tutku Projesi

Amerikan filmleri üç büyük avantaja sahipti; bütçe, zaman ve teknik. 1950’lerdeki TOHO’da birincisi fazlaca, ikincisi azıcık, üçüncüsü canavar filmleri için varla yok gibiydi.

Teknik imkansızlık büyük sorundu. Örneğin, o sıralar Japonya’da 1933 King Kong’unda kullanılan stop motion tekniğine hakim kimse bulunmuyordu. Film o teknikle çekilmeye çalışılsaydı projeyi gerçekleştirmek yıllar alabilirdi.

Özel efekt uzmanı Eiji Tsuburaya ve ekibinin çabaları bu yüzden çok kıymetliydi.

Tsuburaya kariyerinde yavaş yavaş yükselişe geçtiği 1938-1944 yılları arasında -dönemin şartları gereği- propaganda filmleri çekmişti. Maket ve minyatürler kullanılan bu filmlerde Pearl Harbor Saldırısı dâhil pek çok önemli olay yeniden canlandırılmıştı. Hatta bir rivayete göre Tsuburaya’nın filmlerinden alınan bazı sekanslar gerçek görüntüler olarak haber kaynaklarında kullanılmıştı.

Tsuburaya’nın efsanelere konu olan başarısı savaş sonrasında kolay kolay iş bulamamasına sebep oldu. Stüdyolara ancak serbest çalışan pozisyonunda iş yapabiliyordu. Evet, işsiz kalmıyordu. Karşısına Invisible Man Appears gibi yeteneğini konuşturabileceği projeler çıkıyordu.

İsimsiz dev canavar projesi için TOHO’nun güvenebileceği tek isimse Tsuburaya’ydı.

Bu proje Tsuburaya her şeyiyle hayalindeki projeydi.

1930’larda Nikkatsu Studios için çalışırken, Kyoto sinemalarına King Kong filmi gelmişti. Filmi izler izlemez aklından çıkartamamıştı. Bir gün böyle bir canavar filmi yapabileceğinin hayaliyle yaşamıştı.

Tsuburaya’nın şevki o ve ekibini az daha tutuklatıyordu.

Canavarın yok edeceği yerleri belirlemek için şehri keşfe çıkmışlardı. Keşif esnasında bir polis imha planlarına(!) kulak misafiri olunca neredeyse tutuklanacaktılar. TOHO kartvizitlerini gösterip durumu açıkladıklarında sorun zar zor çözüldü.

Tsuburaya ve ekibi bütün hünerlerini sergilediler.

Minyatürler, sıva ve beyaz tebeşirle kaplanmış ince tahta levhalardan yapıldı.

Canavarın haşmetini öne çıkartacak ölçeklerde tasarlandılar; örneğin, kadrajda görünecek dev binaların maketleri daha küçüktü.

Maketlerin kolayca tutuşmaları için üzerlerine benzin püskürtüldü. Anında parçalanabilmeleri için dikkatlice çatlaklar oluşturuldu.

Sahildeki dev ayak izleri için cam üzerine izler yerleştirildi ve optik illüzyondan faydalanılarak sahildeymişçesine kayda alındı.

Parlayan sırt yüzgeçleri kare kare çizilerek optik animasyon teknikleriyle oluşturuldu.

Canavarın atomik nefesiyle eriteceği elektrik direği maketlerini ısı lambasında bile eriyebilecek narinlikteki malzemeden yaptırmıştı.

Canavarı stop-motion tekniğiyle canlandırmak o günlerin çalışma sistemi ve imkanları dahilinde çok uzun sürecekti.

Tsuburaya çareyi canavar kostümünde buldu. Yeri geldi mi sabit kuklalar ve hatta el kuklası kullanacaktı.

Pek çok farklı teknik ve efekt numarası kullanıldı. En dikkat çeken teknikse kostümdü.

Canavar sadece kostümle canlandırılmamıştı. Sabit dev kuklalar ve hatta el kuklaları bile kullanılmıştı. Yine de en dikkat çeken sahneler kostümle çekilenleriydi.

Tsuburaya’nın canavarları kostüm giymiş oyunculara oynatma tekniği 1980’lerde hayranlar tarafından suitmation (kabaca takım elbise) olarak nitelendi.

Tsuburaya’nın suitmation tekniği dahil pek çok pratik efekt numarası 1976 ve 1986’daki King Kong filmlerinde başarılı biçimde uygulandı.

6) Cismi Belirsiz, Potansiyel Gişe Canavarı

Canavarın ilk tasarımları Kazuyoshi Abe’ye aitti. Abe’nin canavarı mantarımsı kafa gibi radyasyon bozulmasını çağrıştıran deformasyonlara sahipti ve daha insanımsıydı.

Abe’nin çalışması yeterli bulunmadı.

Canavarın asıl tasarımı Eiji Tsuburaya’nın önderliğinde çalışmalar yürüten Teizo Toshimitsu ve Akira Watanabe’ye aitti. İkili, eski dergileri inceleyerek, canavarın genel şeklini Tyrannosaurus’tan, kollarını ve duruşunu Iguanodon’dan ve sırtındaki plakaları Stegosaurus gibi dinozorlardan referans alarak tasarladılar. Çin ejderhasından timsah derili sürüngene kadar çeşit çeşit kilden model tasarladılar (filmin storyboard çalışmalarında ejderha kafalı dinozoru çağrıştırıyordu). Birkaç reddin ardından son tasarım onayı kaptı.

Tasarımın ilk aşamalarındaki mantarımsı kafa deformasyonu korunmaya çalışılmıştı. Maksat, radyasyon sonucu zarar gördüğünü vurgulamaktı. Canavarın derisi, bomba yüzünden oluşan ağır yanıkları çağrıştıracak biçimde tasarlanmıştı. Bu tasarımın esin kaynağıysa savaş kurbanı sivillerin bombalar yüzünden ciltlerinde oluşan ağır yanıklardı.

7) Adının Kökeni Ayrı Hikâye(!)

Evet, goril ve balina kelimelerinin Japoncadaki karşılıklarının bileşimi. Goriranın “go”su ile kujiranın “jira”sı bileşerek, hem suda hem de karada dehşet saçan canavarın ismi oluvermiş.

İsmin nereden geldiğine dair daha eğlenceli bir söylenti mevcut. Kaynağı da ilk filmin yönetmeni Ishiro Honda.

Honda bir röportajında, canavarın isminin TOHO’daki pazarlama departmanında çalışan irice bir adamın lakabından geldiğini belirtmiş. Adamın iriliğini tarif edebilmek için önce goril sonraysa balina yakıştırılması yapılırmış. Sonundaysa goril ve balina birleşip Gojira lakabına dönüşüvermiş. Honda’da da bu lakabı canavara bahşetmiş.

Hoş hikâye. Ancak Honda’nın eşine göre bu sadece tatlı bir uydurma.

Honda’nın eşi BBC’ye verdiği röportajda, eşinin farazi hikâyeler anlatarak kamera arakası ekibine şakalar yapmayı pek sevdiğini ve bu hikâyenin doğruluğundan şüphe duyduğunu belirtmiş.

Filmin daha proje aşamasında aldığı kod isimleri hatırlayınca, evet, yönetmen Honda’nın oyun oynadığı besbelli. Ama tatlı bir oyun oynamış.

8) İki Ada Sahip Sinema Devi

Batı’da Godzilla, Japonya’da Gojira. Hangisi doğru?

Bir rivayete göre “Godzilla” ismi Amerikalı distribütörlerin yazım hatasıyla ortaya çıkmıştı.

İşin doğrusu biraz farklıydı.

“Godzilla” “Gojira”nın katakana alfabesiyle yazılışıydı. Kanjide her simge bir anlam ifade ederken katakanada her simge bir heceyi ifade eder.

Bu fikir, Amerikalı bir distribütör bulmadan bir sene önce, TOHO’nun Uluslararası Pazarlama Departmanı’ndan çıkmıştı.

“Godzilla” ismi de ilk olarak 1955’teki İngilizce film kataloğunda geçmişti.

Özetle, gönül rahatlığıyla onu Gojira ya da Godzilla diye anabilirsiniz.

9) Müzikleri, Kükreyişi ve Adımlarıyla Yürekleri Titreten

Godzilla’ya kimliğini kazandıran müzik ve sesler bestekâr Akira Ifukube’nin marifetiydi.

Ifukube de projenin diğer başları gibi savaş döneminden etkilenmişti.

Orman mühendisliği okurken Klasik Batı Müziğine yönelerek kendi kendisini yetiştirmişti. 1935’te, ilk orkestral eseri olan Japanese Rhapsody, Alexander Tcherepnine ödülünü aldı. Eser, Avrupa’nın pek çok yerinde icra edildi.

Akira Ifukube

Üniversiteden mezun olunca ormancılık ve kerestecilik alanında çalıştı. 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru orduya alındı ve ahşap konusundaki çalışmalarda görevlendirildi. Tahlil sebebiyle çektirdiği röntgenin radyasyonuyla zehirlendi. Çünkü cihaz korumasızdı, sebebiyse savaş dönemi kurşun bulunmamasıydı. Aynı sorun kardeşi Isao’nun ölümüne sebep oldu.

Hastalığı sebebiyle ahşap işini bıraksa da savaş peşini bırakmadı.

Ordu kendisine propaganda marşları bestelettirdi. Kaderin cilvesi, savaş bitiminde hasta yatağında yatarken, General Douglas MacArthur’un Japonya’nın teslim olmasını resmileştirmek için yaptığı ziyarette kendi marşlarından birinin radyoda çalındığını işitti.

Değerli bir bestekâr olarak saygı görse de filmler için yaptığı müziklerle ünlendi.

Yönetmen Honda’nın teklifini kabul etmesinin iki sebebi vardı.

İlki, radyasyonla olan deneyimi ve kardeşinin kaybıydı. İkincisi, Honda’nın o zamana kadar en büyük proje üstünde çalıştıklarına dair vaadiydi.

Projeyi kabul eden Ifukube, hem müzikleri besteledi hem de ses efektlerini tasarladı. Üstelik filmden tek kare izlemeden, bir haftadan kısa sürede ve kısıtlı imkânlarla bunu başardı.

Klasik Avrupa tarzı ile epik Japon ezgilerinden faydalanarak yaptığı besteler serinin kutsal marşlarına dönüştü. Bayrağı kendisinden devralanlar o besteleri temel alarak yeni yorumlar katacaktı.

Canavarın karakteriyle özdeşleşen kükreyişi ve adımları, basit ve dahiyane yollarla bulmuştu.

Kükreyişi, çam reçinesiyle kaplanmış deri eldivenleri -şehirdeki tek numune olduğu için özel izinle erişebildiği- kontrbasın tellerine vurarak elde edilmişti.

Adımları, büyük orkestra davuluna düğümlü iplerle vurarak çıkarmıştı.

10) Türlü Zorluğa Göğüs Gererek Oynanabilmiş Canavar

Haruo Nakajima. Pasifik Savaşı’nda Japon İmparatorluk Donanması’nda yedek pilot olarak görevliydi. Savaş sonrasında iş bulmakta zorlandı. Amerikalılar için kamyon şoförlüğü yaptı; sürat yaptığı için işinden kovuldu.

Asla başrolü kapamayacağının bilinciyle oyunculuk okuluna yazıldı. Akira Kurosawa’nın Stray Dog (1949) ve Seven Samurai (1953) gibi filmlerinde küçük roller aldı.

Mütevazı kariyerinin beklenmedik biçimde parlayabilmesi için kendisini yakması gerekiyordu, yaktı da.

1953 tarihli Taiheiyô no washi (Eagle of the Pacific) filminde yanan uçaktan alevler içinde çıkacak pilotun canlandırılması gerekiyordu. Nakajima gönüllü oldu. Filmin yönetmeni Ishiro Honda bu cesaretten etkilendi ve bir sonraki projesinde canavar kostümünü Nakajima’nın taşımasını istedi, öyle de oldu.

Haruo Nakajima
Haruo Nakajima
Yapım aşamasında en kolay vazifenin kendisine düştüğü zannedilebilir. Lakin işin aslı hem beklenmedik hem de hayranlık uyandırıcıydı.

Godzilla’nın karakteriyle özdeşleşen hareketler Haruo Nakajima’nın icadıydı. Nakajima, filmin özel efekt uzmanı Eiji Tsuburaya’ya canavarın nasıl hareket ettiğini sorunca, Tsuburaya da referans olarak King Kong’u göstermişti. Örnekle yetinmeyen Nakajima rolünün hakkını verebilmek için soluğu hayvanat bahçesinde almış ve hayvanları gözlemeye başlamıştı. En büyük ilhamıysa ayılarda bulmuştu. Godzilla’nın kollarını açarak ha düştü ha düşecek gibi ilerleyişi, etrafındaki binalara darbeler indirme şekli buradan geliyor. Tsuburaya figürleri görür görmez bu konudaki tüm yetkiyi Nakajima’ya bırakmıştı.

Elbette Godzilla’yı oynamak figür bulup kendi stilini yansıtmaktan ibaret değildi.

Nakajima tasarladığı figürleri icra edebilmek için oksijen tüpsüz üç dakikadan fazla durulamayan 100 kiloluk Godzilla kostümüne girmişti. Kostümün içinde boynunu oynatabilmek için bile büyük mücadeleler vermesi gerekiyordu. Üstelik görüş açısı da bir hayli kısıtlıymış. Kostümdeki gizli deliklerden hayal meyal önünü görebiliyordu. Kostümün içi hem sıcak hem de havasızdı. Rolü kendisine 20 kiloya ve bitkinliğe mal olmuştu.

Nakajima tüm bunlara katlanırken Godzilla rolünü oynayan tek kişi değildi. Yeri gelince oyuncu Katsumi Tezuka’nın da kostümü Nakajima’dan devraldığı oldu. Ancak günün sonunda rolün ağrılığına ve zahmetine dayanabilen Nakajima’ydı. Katsumi Tezuka gereken performansı bir türlü gösteremeyince rol aldığın sahnelerin çok ama çok azı filmde kullanılabildi.

Göğüslemek zorunda kaldığı ve kalacağı tek şey kostüm değildi.

Su tankındaki çekimlerde boğulma tehlikesi geçirmek, pişmek, üşümek, patlayıcılar yüzünden yanma tehlikesi geçirmek, ayakları takılınca yere kapaklanmak, kameralar kapalıyken maketleri kazara yıkmak… Kostüm içindeyken yaşanabilecek hemen hemen her türlü aksiliği tecrübe etmişti. Onca zorluğa rağmen Godzilla olmayı sürdürdü.

1975’te seriye ara verilene kadar Godzilla rolünü bırakmadı. Kariyeri boyunca başka TOHO canavarlarını oynadı.

11) Efendisiz Samuraylarla Birlikte Japon Sinemasının Yüz Akı

1954 Godzilla’sının Japon Sineması’nın bir başka klasiği olan Seven Samurai’yla çok fazla ortak yönü vardı.

İki film de TOHO yapımıydı.

İki filmin kadrosunda da usta oyuncu Takashi Shimura yer alıyordu.

Yönetmenler Ishiro Honda ve Akira Kurosawa iş ve özel hayatlarında yakındılar.

İki yönetmen de Kajiro Yamamoto’nun öğrencisiydi. Kurosawa, filmografisinin önemli işlerinden Throne of Blood (1957) için ilk başta Honda’yı düşünmüştü.

Honda, farklı kademelerde bazı Kurosawa filmlerinde görev almıştı. Bu yakınlık, Batılı bazı sinema yazarlarının kafasını karıştırmıştı. Ciddiyetsiz(!) dev canavar filmlerinin Honda’sının Batılı sinemacıları derinden etkileyen Kurosawa filmlerinde önemli görevler üstlenmesine inanmayanlar çıktı. Sırf bu yüzden Ishiro Honda isminin kayıtlara yanlış geçirildiği bile oldu.

İki film de aynı sene TOHO’dan çıkan Samuray I’la birlikte bir hayli yüksek bütçeli yapımlarıydı:

Bütçeleri sebebiyle sonraki yıllarda TOHO’yu batırmanın eşiğine getirmiş riskli projeler olduklarına dair trivia efsanesi türemişti.

Gerçekteyse böyle bir şey yaşanmamıştı. TOHO o sene içerisinde toplam 68 filme imza atmıştı. O iki film başarısız olsaydı bile yapımcı ve yayıncı devi TOHO’nun o sıralarda sırf o ikisi yüzünden iflas edebilmesi imkânsızdı.

İki film de bireysel liriklikten uzak, toplumsal epikliğe daha yakındı:

Lirik anlayışta, çoğunluk ve onu etkileyen büyük çaplı olaylar geri plandayken birey ve kişisel dünyası odaktadır. Epik anlatıdaysa kahramanın eylemleri çoğunluğu veya dünyanın geri kalanını dolaylı veya doğrudan ilgilendirir.

Godzilla ve Seven Samurai’daki bazı karakterler ve aralarındaki ilişki lirik yönler barındırsa da genel yapı itibarıyla epik anlatı baskındı. Elbette Godzilla trajik tondayken Seven Samurai her şeye rağmen iyimserliğini koruyan tondaydı.

İki film de gösterime girdiklerinde eleştirmenlerden ve seyirciden farklı tepkiler aldı:

Japon eleştirmenlerden yüz bulamadılar. Seyirciler ise filmlere bayıldı. İkisi de senenin en fazla hâsılat yapan işleri arasında üst sıralarda yer aldı.

İki film de kendi türlerinin öncül klasikleri olarak anıldı:

Seven Samurai’yı ilk modern aksiyon filmi olarak gösterenler oldu.

Godzilla türünün ilk örneği sayılmasa da türün ne kadar ciddileşebileceğini ispatıydı. Godzilla’nın başarısı başka kaiju eigaların (tuhaf/esrarengiz canavar filmi), bilimkurgu, fantastik, korku, süper kahraman temasındaki bol özel efektli tokusatsuların üretilmesi için sektörü cesaretlendirdi

İki film de Japon sinemasını Dünya genelinde tanıtıp sevdiren yapımlar oldu:

Yedi Samuray senenin en iyi filmi olarak gösterildi. Godzilla, 2. Dünya Savaşı sonrasında Japonya işgali görmüş Çin ve Kore gibi ülkelerde gösterime giren ilk Japon yapımı filmi oldu. İki film de sinefiller için Japon Sineması denilince akla gelen ilk yapımlar olarak hafızalarda yer etti.

12) Anayurdunda Hemen Bağra Basılmayan Gişe Canavarı

Evet, ilk Godzilla gösterime girdiğinde Japon sinema eleştirmenleri filme mesafeli yaklaşmıştı.

Film farklı eleştirilerin hedefi oldu. Canavarın çok az gözükmesi eleştirildi. Atomik nefesli canavarın akla mantığa sığmazlığına yüklenildi. 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım ve Lucky Dragon 5 trajedisi çok tazeyken filmde bu hadiselere yönelik bariz göndermelere yer verilmesi ayıplandı. Açıkça yapılan nükleer silah karşıtlığı, eski düşman yeni dost Amerika ile müsebbibi olduğu savaş sonrası Japonya’sı arasındaki hassas ilişkiyi zedeleyebilirdi.

Film alışageldik Japon hikâyelerinden de bir hayli farklıydı.

O dönemde, konu ve karakterler ne olursa olsun, sıradan insanların kişisel sorunlarıyla yüzleşerek destansılaşan hikâyeler daha fazla önemseniyordu. Toplumsallığı göz ardı etmeden bireyler ve kişisel dramaları daha fazla el üstünde tutuluyordu.

Godzilla’da kişisel dramalar yer alsa da asıl mesele Japon ulusunun yaşadığı felaketti. Daha kolektif bir yaklaşıma sahipti. Film, ucuz eğlence illüzyonu altında ezber bozan bir trajediydi.

Üstelik üstüne sünger çekilmek istenilen savaş öncesi Japonya’sını hatırlatıyordu.

Japon sivil kayıpları dile getirilince akla hemen Hiroshima ve Nagazaki gelir. Ancak Japonya’da savaştan zarar gören şehirler bu ikisiyle sınırlı değildi.

Başkent Tokyo dahil 60’a yakın Japon şehri Amerikan Stratejik Hava Bombardımanlarının hedefi olmuştu. Hayatta kalanların tanıklıklarına göre alçak irtifada seyreden bombardıman uçakları kelimenin tam anlamıyla gökten bomba yağdırmıştı. Siviller peşlerinden kovalayan cehennem alevlerinden can havliyle kaçmıştılar.

Japonya savaş sonrasında hızlı bir yapılanmaya giderken bu travmatik saldırılar da unutulup gitmişti. En azından yetkili makamlar öyle yapmıştı. Cornell Üniversitesi tarih profesörü Mark Selden bu durumu şöyle açıklamıştı:
Her iki hükümet [Amerikan ve Japon], basın ve hatta kurgu üretenler… asıl hikâyenin atom bombası olduğu üzerinde bir uzlaşıya varmış gibiydiler… Bu sayede cevaplanmak istenmeyen soruların (tazminatlar, sivil kayıplar, saldırıların gerekliliği vs.) sorulmaması sağlandı…
Savaş sonrasındaki bu tutum “Evet, acılar yaşandı. Ancak unutmak gerek. Durduk yere eski yaraları deşmenin anlamı yok,” politikasıydı.

Film, üstüne sünger çekilmek istenilen ne vardıysa hatırlatıyordu.

Alınan onca tedbire rağmen canavarı engelleyememek… Canavarın atomik nefesiyle buharlaşan insanlar… Sivillerle dolu şehri alevler içinde resmeden manzaralar… Tanık olduğu dehşeti aklını yitirmişliğin verdiği huşuluk ve profesyonellik çerçevesinde aktaran muhabir… Çocuklarıyla birlikte alevler arasında kalan annenin “Birazdan babanıza kavuşacağız,” tesellisi… Kurgunun kendi dramatikliğine hizmet eden şeyler aynı zamanda hatırlanmak istenmeyen trajedileri de çağrıştırıyordu.

13) Amerikan Seyircisi için Şehri Baştan Yıkabilir Miydiniz, Sayın Canavar?

Her şey, Edmund Goldman’ın 25.000 dolar karşılığında TOHO’dan Gojira’nın Amerika’daki haklarını satın almasıyla başladı. Goldman filmin potansiyeline yürekten inanmıştı ve ülke çapında gösterime sokabilmek için ek bütçe arayışına girdi.

Filmi Embassy Pictures’a götürdüğünde, firmanın sahibi Joseph E. Levine’nin dikkatini çekti.

Levine, potansiyel vadeden Avrupa Sanat Filmleri’ni Amerika’daki sinema salonlarına getiriyordu. Open City, The Bicycle Thief ve Paisan gibi önemli İtalyan Sanat Filmleri Levine tarafınca getirtilmişti.

Levine sektörden tanıdıkları iknâ ederek 100 bin dolara yakın kaynak buldu. Dağıtım ağı içinse TransWold Releasing’i kurdu.

Levine’nin planı, filmin korku yönünü öne çıkartarak Amerikanlaştırmaktı. Ek sahneler, yeni kurgu ve dublajla genç izleyicinin ilgisini cezbetmeyi amaçlamıştı.

Bunun birkaç geçerli sebebi vardı. Hepsinin de üzerinde titizlikle durulması gerekiyordu.

Gojira Japoncaydı. Şehir yıkan dev canavar hikâyesiydi. Sanatsal kaygılar barındıran duygu yüklü bir trajediydi. Bariz biçimde nükleer silahlanma karşıtıydı.

Bunların her biri filmin sadece dublajla veya sadece altyazıyla gösterime girmesine engeldi.

Dev canavar hikâyesi, sanat filmi severlerin ilgisini pek cezbetmeyecekti.

Hikâyenin trajik yapısı, sıradan izleyiciye fazla kasvetli gelebilirdi.

Altyazılı filmlere karşı önyargı vardı. Film eleştirmenleri arasında “altyazının filmin görsel anlatısını eksilttiği”ne dair görüş yaygındı.

Japoncadan İngilizceye tercüme ederek dublaj yapmak, iki dil arasındaki uçurumlar dolayısıyla gülünç ve yetersiz sonuçlara sebep oluyordu.

Filmdeki nükleer silah karşıtlığı, o silahları S.S.C.B. karşısındaki en büyük kozu olarak gören U.S.’de olumsuz karşılanabilirdi.

Bu sebepler, altyazı gibi ucuz (3000-4000 dolar arası) veya dublaj gibi biraz pahalı (20.000-30.000 dolar arası) çözümleri manasızlaştırıyordu.

Levine çareyi ne şiş yansın ne kebap hesabı düzenlemelerde buldu.

Ek çekimlerle filme Amerikalı gazeteci ve Japon tercümanı ekledi. Kurgu numaralarıyla ikiliyi olay örgüsüne kattı. Hikâye Amerikalı gazetecinin bakış açısından aktarıldı.

Amerikan versiyon, yıkıntılar içinde kalan Amerikalı gazetecinin kurtarılmasıyla başlıyor, o duruma nasıl geldiğini hatırlamasıysa devam ediyordu. Bu yeni kurgu da nihayetinde orijinal finale bağlanıyordu.

Bu versiyonla hem dil engeli kalktı hem de sorun yaratabilecek kısımlar zahmetsizce törpülendi.

Karakterin yorumları, dublaja/altyazıya gerek duyulmaksızın filmde neler olup bittiğini anlatmaya yaradı.

Karakterin zaman ve mekan olarak yer yer farklı mekânlarda olması, yeni kurgu ve düzenlemelere fırsat tanıdı.

Film, 1956’da, Godzilla, King of the Monsters! adıyla gösterime girdi ve gişe başarısı yakaladı. Sakıncalı(!) unsurlarından arındırılmış bu versiyon 1957’de Japonya’da gösterildi ve eleştirmenlerin takdirini topladı.

Godzilla, King of the Monsters

14) Ticari Deha Harikası Bir Unvana Sahip

Evet, 1954 tarihli orijinal filmde “King of the Monsters!” yani “Canavarlar Kralı” ibaresi geçmiyor. Bunun çok ama çok mantıklı bir sebebi var. Çünkü filmde Godzilla’dan başka canavar yok.

Çünkü Godzilla boyunu posunu gösterene kadar canavar olgusu folklorik korkulardan ibaret. Orijinal film yapım aşamasındayken “Canavar Kral Godzilla” ve “Godzilla: Çağın Canavarı” gibi sloganımsı isimlerle anılmış olsa da sadece Gojira olarak gösterime girmişti.

Bu iddialı lakap 1956 tarihli Amerikan versiyonunda çıktı. Amerikan kurgusu 1957’de Japonya’da gösterilirken lakap kaldı.

Anlaşılacağı üzere, ortada rakip makip yokken Kral’ımız “Kral” unvanını parsellemişti. İtirazımız yok. Selamlar ola, Canavarlar Kralı’na!

15) Bir Janraya Ölümcül Nefesiyle Hayat Üflemek

Dev canavar filmlerinin tarihçesi için Amerikan Sineması’nı incelemek gerek. Orada da karşımıza çıkan isim, evet, doğru tahmin, 1933 tarihli King Kong. Tabii biraz daha geriye gidilince 1925 tarihli Sir Arthur Conan Doyle uyarlaması The Lost World “ilkin de ilki” sayılabilir.

Ancak bir konuda öncül olmanın her şey olmadığını akılda tutmak gerek. Dev canavar filmi janrası da Amerikan ve Japon sinemasındaki uğraşların ve paslaşmaların eseriydi.

Godzilla kaiju eiga (tuhaf/esrarengiz canavar filmi) janrası için itici güç oldu.

Kelimenin kökeni, Çin kültüründeki mitolojik coğrafyaları ve hayvanları konu edinen Shan Hai Jing (Classic of Mountains and Seas) metnine dayanmaktaydı.

Bu ifade bir dönem paleontolojik ya da efsanevi hayvanları nitelemek için kullanılmıştı. Kelime, popülerliğini ve günümüze ulaşan kullanımını dev canavar filmleriyle kazanmıştır.

İlk defa The Beast from 20,000 Fathoms için kullanılmıştı. Filmin Japonca ismi, Genshi Kaijū ga Arawareru, “An Atomic Kaiju Appears”, yani “Atomik Kaiju Ortaya Çıkıyor”du.

İfadeyi janraya dönüştürense Godzilla’nın başarısıydı. Böylece kaijular önce Japon sonra dünya sinemasını işgale başladı.

Amerikan sinemasında yok edilmesi gerekilen canavar formunda hayat bulan janra Japon sinemasında canavarların kol gezdiği dünyadan hikâyeler kimliği kazanmıştı.

İki sinema arasındaki fark, aynı janranın çatısı altında birleşen iki ekol geliştirdi.

Amerikan ekolü, klasik canavar filmi anlayışındaydı. Bütün canavarlardan kurtul ve huzura kavuş, mantığında işlenmişti.

Japon ekolü, canavarlar ile insanlar arasındaki mücadelenin niteliğine göre çeşitlilik göstermekteydi. Madden veya mecazen canavarlarla mücadele ederken yine madden veya mecazen başka canavarlarla iş birliğine gidilmesi gerekebiliyordu. Bazen insanların elinden gelen tek şey canavarları kendi hallerine bırakmaktan öteye geçemeyebiliyordu.

Japon kaiju eigalar seri biçimde üretilirken sinema, tv, video kaset derken izlendikçe izlendi. Böylece hatırı sayılır hayran kitleleri oluştu.

Amerikan tarafı az ama öz giderek kaiju hayranlarının hafızasında yer edecek işler çıkardı.

Yıllar içerisinde Amerikan yapımlarında Japon etkisi daha fazla hissedilir oldu.

2000 sonrasındaysa işler yavaş yavaş değişmeye başladı denilebilir. Canavarları hiç olmadığı gibi perdeye taşıyabilme teknolojileri arttı, yapım teknikleri gelişti. En önemlisi, Peter Jackson, Guillermo del Toro gibi canavar sever sinemacıların ve kaiju tutkunlarının girişimleri, janra adına yeni bir dönem başlattı.

Hollywood mahsulü Pasific Rim serisi ve Godzilla’lı Kong’lu MonsterVerse evreni sinemaya teşrif etti. Dev canavar teması ile soygun temasının bir araya getirildiği The Kaiju Score çizgi romanı sinemaya uyarlanma yolunda. TOHO son sürrat Godzilla serisine bağlı projeler üretiyor… Gölgelerinden bile sakınacağımız dev canavarlar için gelecek yıllar parlak gözüküyor. Sadece 2021’de, Godzilla vs. Kong filmi, Godzilla: Singular Point ve Pasific Rim: The Black animasyon serisi yayınlanacak. 2022’de güreş ve kaiju temasının birleştiği Rumble animasyonu yayınlanacak.

Godzilla vs. Kong

Özetle, gölgeleri altında kaybolacağımız devlerin geleceği bir hayli parlak…

16) Öncülünün Aksine Mayası Tutmayan Devam Filmi

İlk filmin ticari başarısının ardından TOHO hız kesmeden devam projesine koyuldu. Devam filmi, yönetmen Motoyoshi Oda’ya emanet edildi.

Motoyoshi Oda, Honda gibi yaratıcı bir yönetmen sayılmazdı. İşleri çekim takvimini sarkıtmadan halletmeye çalışan tipik stüdyo yönetmenlerindendi.

TOHO da ilk filmin popülarite rüzgârı dinmeden evvel, 5 ay içerisinde hazır edilebilecek bir devam filmi istiyordu. Formül hazırdı. Oda da hazır formülü hızlıca uygulayabilecek doğru isimdi.

Böylece Godzilla Raids Again’in çekimlerine başlandı ve film 1955’te gösterime girdi.

Nükleer enerjinin uyandırdığı canavarlar temasına sadık kalınmıştı. Yeni bir Godzilla türemişti. Üstelik yalnız değildi. Anguirus adı verilen bir rakibi vardı.

Canavar sayısıyla beraber yıkım da iki katına çıkmıştı.

Senaryoda Japon Savunma Kuvvetleri’nin çabaları ve sivil direniş öne çıkartılmıştı. Uçakların ve pilotların öne çıkması, 2. Dünya Savaşı’ndaki Pasifik mücadelelerini ve oradaki askerleri hatırlatıyordu.

Godzilla’yı askeri güç kullanmaksızın ana karadan uzaklaştırma çabasının kanun kaçaklarının hatası yüzünden boşa gitmesi, kahramanların senat ve sabrı, fedakarlıklar ve her şeye rağmen “Japonya şimdilik kurtuldu” sonuyla ahlaki mesajlara daha fazla odaklanıldığı bir filmdi.

Kaiju filminde olması gereken her şey vardıysa da kaiju filmi gibi hissettirmemişti.

İlk filmin aksine felaket hissini yansıtmakta zorlanılmıştı. Şehir yıkılıyor, silahlı kuvvetler harekete geçiyor, savaş jetleri uçuyor, ancak felaketten zarar görenler bir avuç insanmış gibi hissettiriyordu.

İnsanlara odaklanan sekanslar ile canavarlara odaklanan sekanslar iki ayrı film izleniyormuş hissi veriyordu.

Ekmek tekneleri -ve dolayısıyla gelecekleri- tehdit edilen insanların her şeye rağmen yaşam mücadelelerini sürdürmelerine odaklanılmıştı. Bütün gerilim bunun üzerine kurulmuştu.

Senaryoda tehdidin kaynağı canavarlardı. Lakin canavar yerine bombardıman uçağı konsa ve hikâye de 2. Dünya Savaşı döneminde bombalanan şehirlerden birinde geçse, bir şey değişmez, hatta daha iyi bile olurdu.

Teoride sorun yoktu.

Zaten canavarlar ve aralarındaki mücadele savaşın taraflarını ve sivil kayba sebep olan saldırıları temsil ediyordu.

Örneğin, Godzilla’nın işaret fişekleriyle şehirden uzaklaştırılmaya çalışılması, bariz biçimde 2. Dünya Savaşı’ndaki gece bombardımanlarını çağrıştırıyordu. Gece görüş sistemlerinin olmadığı, bombaların rastgele bırakıldığı dönemlerde saldırı altındaki şehirler karanlığa gömülür, düşman bombardımanından o sayede kaçınmaya çalışılırdı.

İnsanlar da o metaforsallaşmış tehditten sakınmaya çalışıyordu. Tecrübe ettikleri şeyler bombardıman korkusu altında hayatlarını sürdürmeye çalışan sivillerin dramıydı.

Filmin sinematografisi dahil her şey buna göre şekillenmişti.

Sorun, ilk filmdeki lirik-epik ilişkisinin tekdüze ve birbirine nüfuz etmeden işlenmesiydi.

Ana karakterler yan karakter kıvamında silik işlenmiştiler. Sadece yaşanacaklara tanıklık etmek için oradalarmış gibi duruyordular. Bu sunum, felaketi beklerken yaşamayı sürdüren sıradan insanlar hikâyesi için çok da yanlış sayılmazdı.

Lakin bu yüzden ülkeyi ilgilendiren tehdit ve etkisi o karakterlerin dramasıyla sınırlanmış bir pencereden sunuluyordu.

Filmin insan tarafı, canavar tehdidini kazasız belasız gelip geçmesi umulan bir bela gibi algılatıyordu. Kahramanlar için yıkım, kendilerini etkileyip etkilememe noktasında önem arz ediyor gibiydi. Bu da uzun uzadıya süren canavar kapışmalarını dramatik açıdan önemsizleştiriyordu. Kavganın sadece yaşanıp yaşanmayacağına dikkat kesilmesi kavganın tamamını izlemeyi anlamsız ve sıkıcı kılıyordu.

17) Yıldızı Çabuk Sönükleşen Kral

Devam filminin gişe hasılatı fena sayılmazdı. Yine de 1962’ye kadar yeni bir Godzilla filmine girişilmedi.

TOHO Japonya’nın dev canavar ihtiyacını yeni devlerle karşılamaya girişti.

Japonya yine tehdit ediliyor, şehirler yine yıkılıyordu. Fakat bu sefer bunaltıcı atmosfer yoktu. Casusluk, gizem, serüven gibi temanın daha belirgin olduğu yapımlardı. Ahlaki mesajları daha belirgindi.

Rakip stüdyolar da boş durmayıp kendi canavarlarını ve bol bütçeli süper kahramanlarını sinema perdesine ve televizyon ekranına taşıyordu.

Bu bolluk seyirci taleplerini de dönüştürmeye başladı. Her filmin ardından canavarların ekran süresi ve mevcut aksiyon sekansı az gelmeye başladı.

- Reklam -

Ana akım eğlence sektöründeki bu arz talep dönüşümü, yapımcıları ticari olarak zorlamaya başladı. Tek çıkış yolu daha fazla seyirciye ulaşabilmekti. Bunun için de ailelere ve özellikle çocuk izleyicilere uygun içerikler üretmek gerekiyordu.

Pazarı genişletme hamlesiyle içeriğe yapılan müdahaleler arz talep döngüsünü yeniden tanımlayıp yeniden dönüştürüyordu.

Televizyonun yaygınlaşmasıyla bu döngü daha da sıklaşacak ve stüdyolar için hayati önemi artacaktı.

Farklı odaklara sahip farklı hikâyelere farklı canavarlar gerekiyordu.

Godzilla ise kendi hikâyesinin canavarıydı. İnsanlığın kibrinin ve korkunç hataların ürünü… İkâz niteliğinde bir cezalandırıcı… İçgüdüleriyle hareket eden bir başka kurban olsa da durdurulması gerekilen…

Orijinal filmin Amerikan versiyonuyla elde edilen başarı Godzilla’nın hâlâ gişe potansiyeli barındırdığının ispatıydı. Tek sorun ona uygun proje bulmaktı.

“Kötü canavar” etiketi üzerine yapışmıştı bir kere. TOHO da canavarı o kimliğe ters düşmeyecek projelere saklamak istiyordu.

TOHO’yu uygun proje inadından vazgeçirecek uygun proje Amerikalardan gelecekti.

18) Primat Kral’ca Kariyerine Yön Verilen Kral

King Kong, Godzilla yokken Japon Sinemasını etkilemişti.

Godzilla, King Kong’dan esinlenen ilk Japon filmi değildi.

1933 tarihli Wasei Kingu Kongu (Japanese King Kong) ve 1938 tarihli Edo ni Arawareta Kingu Kongu (King Kong Appears in Edo) Japon sinemasının ilk canavar filmi örneklerindendi. Hatta bazı sinema tarihçilerine göre Japon Sineması’nda kostüm ve özel efektlerin kullanıldığı ilk dev canavar filmi King Kong Appears in Edo’ydu. Ancak 2. Dünya Savaşı esnasında gerçekleşen bombardımanlar ve kötü saklama koşulları nedeniyle film makaralarının günümüze ulaşması mümkün olmadı. Eldeki kanıtlar, filmden kareler içeren broşürler ve filmde King Kong’u oynayan Ryūnosuke Kabayama’nın 1988’de verdiği röportajdan ibaretti.

King Kong Appears in Edo

1933 tarihli King Kong, özel efekt dâhisi Eiji Tsuburaya’nın asla unutamadığı filmdi. Tsuburaya kendi canavar filmini çekme hayalini King Kong’tan sonra kurmaya başlamıştı.

Kong’un etkisi öyle büyüktü ki yeterli bütçe, teknik deneyim ve zaman olsaydı, Godzilla da stop-motion tekniğiyle canlandırılacaktı.

Tematik zıtlıkları vesilesiyle birbirlerini tamamlıyordular.

Kong’un özünde medeniyet tarafınca idama mahkûm edilen ilkelliğin (ilkelin veya da medeniyet dışı sayılanın) öyküsü yatıyordu. Godzilla’nın özündeyse sürüngen beynimizdeki korkuların yüzeye çıkarak bilinçli beynimizce yaratılan medeniyete dehşet saçması fikri yatıyordu.

Kong, medeniyetçe tehdit edilen bir varlıktı. Godzilla, medeniyeti tehdit eden bir varlıktı.

Godzilla gibi King Kong filmleri de kendi ülkesindeki atmosferden parçalar taşıyarak perdede boy göstermişti.

1933, 1976, 1986 ve 2005 yıllarında gösterime giren Kong filmlerinde Amerika’nın sıyrılmaya çalıştığı şokların izleri vardı.

Büyük Buhran’ı tatmış 1933 Amerika’sında, başkalarının hırsları uğruna önce köleleştirilen sonra da güzele olan sevdasının peşinden gittiği için katledilen bir Kong vardı. Ekonomik krizde “Neydik, ne olduk?” diyenler için Kong’un başına gelenler tanıdıktı.

Vietnam Savaşı’yla ordunun ve askeri müdahaleciliğin sorgulandığı, Petrol Krizi’yle enerjide dışa bağımlılığın tartışıldığı 1976-86 Amerika’sında önce güzeli sonra da güzel aracılığıyla kendisini köleleştiren açgözlü petrol deviyle ve hakir gördüğünü kolayca yok edebildiğini sanan orduyla mücadele eden bir Kong vardı. Dış dünyayla ilişkisi ve yabancılara karşı tutumu sorgulanır olmuş Amerika’da Kong’un uğradığı haksızlıklar öne çıkmıştı.

11 Eylül Saldırıları sonrasında iç ve dış güvenlik krizleriyle çalkalanmış ve rahatlamak için tüketilen popüler kültürün de derinden etkilendiği 2005 Amerika’sında gerçeklerden uzaklaşıp tekrar büyülenmek ve büyülemek isteyen ihtiraslı film yapımcının kurbanı bir Kong vardı. Kong’un macerası ve Skull Island’da yaşananlar, gerçekler karşısında tuz buz olan kaçış kültürünün ve hem kendi evinde hem uzaklarda huzur bulamamış Amerikan Rüyası’nın temsiline dönüşmüştü.

Krallar arasındaki mazi bununla sınırlı değildi. Kong tam da Godzilla’nın ihtiyaç duyduğu dönemde karşısına çıktı.

King Kong’un TOHO’ya yaptığı küçük ziyaret, yapımcıları yeni bir Godzilla filmi için kolları sıvamaya ancak ikna edebildi. King Kong’un sebebi ziyaretiyse kaderi belirsiz bir projeydi.

Kong’un animasyoncusu Willis O’Brien, Kong’a devam filmi çekmek için birçok yapımcının kapısını çalmıştı. O’Brien’ın aklında King Kong’u San Francisco’ya getirip Frankenstein Canavarı’yla kapıştırmak vardı. Ancak Frankenstein Canavarı’nın isim hakları Universal Stüdyoları’ndaydı. Bu da projeyi çıkışsızlığa sürüklemişti. İsim haklarıyla uğraşmamak için Kong’a Ginko adlı yeni bir rakip uyduruldu. Yine de başka sorunlar projenin ayağına dolanmayı sürdürdü.

Çözüm TOHO’dan geldi. TOHO film haklarını satın alır almaz Kong’un rakibini Godzilla olarak değiştirdi. Üstelik yönetmen koltuğunda ilk Godzilla’nın yönetmeni Ishiro Honda oturmaktaydı.

Proje Honda’nın da hoşuna gitmişti.

Yönetmen, toplumu aptallaştırdığı düşünülen Japon Tv endüstrisini yermek niyetindeydi. Senaryo bu doğrultuda elden geçirildi. Honda’nın hikâyesinde Kong’un Japonya’ya geliş sebebi, sorumsuz ilaç firmasının büyük reklam hırsıydı.

Kralların kapışması bir hayli ilginçti. Godzilla’nın atomik nefesi sebebiyle Kong daha stratejik yaklaşıyordu. Kral Kong kâh saklanarak kâh tepeden düşerek rakibiyle kapıştı durdu. Kâh kayalar fırlatıldı kâh yüksek voltajlı dokunuşlar gerçekleşti. Yıkılan yıkıldı, sağlam kalabilen kaldı.

İki Kral’ın 150 milyon yene (200.000 dolar) mal olan King Kong vs Godzilla (1962) kapışması 352 milyon yenlik gişe başarısı getirdi. Tek filmde ilk iki filmin toplamına yakın bir meblağ elde edildi.

Filmin sonunda Kral Kong kendi adasına doğru yüzerken arkasında eski popülerliğini geri kazandırdığı bir Godzilla bırakmıştı.

King Kong vs Godzilla (1962)

19) Canavarlar Kralı’nca Kariyeri Diriltilen Kral

Kaderin cilvesi olsa gerek, günümüzde Godzilla’nın başını çektiği MonsterVerse serisi de benzer bir hikâyeye sahipti. 2014 yılında Godzilla filmiyle başlayan seri Amerika’da çekilmesi planlanan tek filmlik bir anlaşmanın ürünüydü.

Bu rastlantıyı anmamızın sebebiyse o seri vesilesiyle Godzilla’nın King Kong’un yardımına koşmuş olması.

2005’te Peter Jackson’ın çektiği destansı King Kong uyarlaması maalesef beklenen ilgiyi göremedi. O günden sonra da King Kong ismi bir süreliğine unutulur gibi oldu.

Kong’u sinemaya geri döndürense MonsterVerse serisiydi. 2016 tarihli Kong: Skull Island filmiyle birlikte Kong Godzilla’nın başını çektiği evrene dâhil oldu.

Film, klasik Kong filmlerine sadık olmaya ya da insan karakterleri aksiyona dahil etmeye çalışırken hafif bocalıyordu. Vietnam Savaşı üzerinden sorgulanan Amerikan İstisnacılığı (American Exceptionalism) ile doğal denge gibi insan müdahalesi mevzuları arasında kurduğu bağ bir hayli dikkat çekiciydi.

20) Kendisine Yeni Kapılar Açılan Kral

Godzilla’nın King Kong’la kapışması TOHO’ya yeni fikirler vermişti.

Godzilla’nın kendisine atılan kayaları sahibine geri postalama esprisi veya hikâyeye gazeteci/araştırmacı insan karakter eklenmesi, seride ara sıra tekrarlanacak ayrıntılar olarak kaldı.

En önemlileri şöyleydi:

Filmin Godzilla’lı kısmı ayrı Godzilla’sız kısmı ayrı dikkat çekmeliydi.

İlk iki film, Godzilla ve yaklaşan Godzilla tehdidi esnasında yaşananlar olmak üzere ikiye ayrılmıştı.

Kong vs. Godzilla ise ada macerasından Godzilla karşısında Kong’un şansına, her biri ayrı ayrı ilgi uyandıran ama filmin bütünlüğünü bozmayan pek çok yan ve ana unsurdan oluşuyordu.

Bundan sonra Godzilla, eser miktarda gizem, casusluk ve serüven içeren hikâyelerde boy gösterecekti. Böylece seyircinin ilgi duymaya başladığı yeni temalara (örneğin, uzaylı istilası, gizemli uygarlıklar, süper kahraman macerası vs.) kolayca adapte olunabilirdi.

Kral’ın karşısına çıkartılan rakiplerin bir ağırlığı olacaktı.

Varlıkları Godzilla’nın rolünü dengelemeliydi. Olay örgüsüne yön vermede söz sahibi olmalıydılar. Yenilgilerinin ya da zaferlerinin hikâyede anlam ifade etmesi gerekiyordu.

Bu vesileyle farklı mizaçlara ve hikâyelere sahip yıldız canavarlar genel çizgilerini bozmadan aynı senaryoda buluşabilecekti.

Bu girişim, bütçe tasarrufuna ve gişe garantisine de yardımcı olacaktı.

Eski kostümler tekrar kullanılabilir, yıldız canavarların hayranları sinemalara çekilebilirdi.

Bu sayede riskli projelerin desteklenmesi, iptal edilmiş projelerin de yeniden değerlendirilmesinin önü açıldı. Godzilla gibi yıldız canavarlar, ya umut vadeden yeni isimlerle kapıştı ya da yıldız isim olmadan dikkat çekemeyecek projelere konuk oldu.

Böylece TOHO’nun Dev Canavarlar Sinematik Evreni oluştu.

Mükemmel bir evren değildi. Filmler arasındaki bağlar zayıftı. TOHO canavarlarının aynı evrende geçen bağımsız maceraları gibiydi.

İşte, Godzilla bu evrenin yıldızı, herkesin sevdiği biricik canavardı.

21) Yeniden ve Yeniden Doğan Kral…

TOHO seriyi üç defa yeniden başlattı. Amerikan uyarlamalarıysa el değiştirerek yeniden başlatıldı. Japon Godzilla filmleri -şimdilik- dört döneme, Amerikan uyarlamalarıysa iki döneme ayrılıyor.

TOHO’nun kontrolündeki dönemlerin üçü, Japon Takvimindeki gibi Japon İmparatorlarının görevde oldukları döneme göre adlandırılmış. Bu takvimlemeye göre, 1954–1975 arası Shōwa, 1984–1995 arası Heisei ve 2016’da başlayan yeni dönem Reiwa. Takvime göre isimlendirilmemiş tek dönem, 1999-2004 arasındaki Millennium.

Amerikan uyarlamalarındaysa 1998’deki film tekilken, 2014’te başlayan filmler MonsterVerse serisinin parçası durumunda.

Bu dönem ve uyarlamalara göre Godzilla’nın değişen kökenleri ve hikâyeleri kısaca şöyle:

Showa Dönemi:

Eski çağlardan kalan ve hatta folklora bile konu olmuş gizemli yaratıklar nükleer silahlar yüzünden korkunç güçlere kavuşarak saldırganlaşır.

Bu dönem Godzilla’nın kâh başrol kâh yan karakter olduğu, kâh kötü canavarcılık kâh kahramancılık oynadığı türlü türlü hikâyeye sahip.

Mothra, Rodan, King Ghidorah, Gigan ve Mechagodzilla gibi ezeli dost ve düşmanlar ilk defa bu dönemde karşısına çıktı.

Türlü deneme ve yanılma neticesinde, Canavarlar Kralı’nın kimliği ve potansiyeli bu dönemde şekillenmiş denilebilir. Yine aynı sebeplerden ötürü, Kral’ın kimliği yine bu dönemde erozyona uğramaya başlamıştı.

Heisei Dönemi:

2. Dünya Savaşı zamanlarında, Bikini takım adalarından birinde bir dinozor keşfedilir. Adadaki Amerikan ve Japon kuvvetleri arasındaki sıcak çatışma esnasında yapılan bu keşiften dış dünyanın haberi olmaz. Bu bilgi, savaş sonrasında unutulur. Takım adalara uygulanan nükleer testler gizemli dinozoru mutasyona uğratarak dev bir canavara dönüştürür. Canavar çok geçmeden Japonya’ya saldırır.

Zaman yolculuğu yüzünden zaman çizgisi değişir. Aynı dinozor nükleer denizaltı kazası sonucunda Godzilla’ya dönüşür.

Yedi filmden oluşan bu dönemde, Shôwa döneminin aksine, hikâye devamlılığı için az ama öz uğraşılmış. Dönemin 1984’teki ilk filmi 1954’teki filmin doğrudan devamı.

Godzilla 1984

Örneğin, serinin altı filminde de oyuncu Megumi Odaka’nın hayat verdiği Miki Saegusa yer alıyor (Godzilla kostümündeki oyuncular haricinde aynı rolü oynamış çok az ana oyuncu vardır). Godzilla’nın mizacından ödün vermeden, onun varlığıyla özdeşleştirilen temalar ayakları daha yere basan bir ciddiyetle işlendi. Ayrıca seriye dâhil edilen eski ve yeni canavarlar Godzilla’nın kimliğine göre tekrar ele alındı. Senaryolar yer yer kendi mantığı çerçevesinde bile uçarılaşsa da 1954’deki ilk filmde atılan temellere sıkı sıkıya bağlı kalınmıştı.

Bu dönemde Godzilla’nın temellerini sağlamlaştıran pek çok ayrıntı mevcut. Godzilla’nın ait olduğu türün bir adı var, godzillasaurus. Shōwa döneminde bir anda ortaya çıkıp sonra kaybolan Minilla’dan ilhamla Bebek Godzilla karakteri yaratılmıştı.

Serinin final bölümü bile 1954’deki filmin yıllar sonra gelen alternatif sonu gibi, buruk bir elvedayla yoğurulmuş epik bir karşılaşma sahne oldu.

Millennium Dönemi:
Shinsei (Yeni Nesil) veya “vs”ün yerini “x” alması sebebiyle anılan “X Serisi”.

Dönem, Heisei’nın devamı olarak başladı. Lakin istikrarlı gidemedi. Bazen tema olarak bazense hikâye devamlılığı açısından birbirinden bağımsız duran yapımlar çıktı.

Godzilla filmleri arasındaki en ilginç köken hikâyesiyse bu dönemde gösterime giren Godzilla, Mothra and King Ghidorah: Giant Monsters All-Out Attack’a (Kısaca GMK)ait.

Film, 1954 tarihli ilk filmin devamı olma iddiasındaydı. Hikâyeye göre Godzilla insanların işlemiş oldukları günahların hesabını sormak için gelen bir tür kötü ruhtu. 1954’de yarım bıraktığı işi tamamlamak için geri dönmüştü. Baragon, Mothra ve King Ghidorah gibi canavarlarsa onu durdurmaya çalışan koruyucu ruhlardı. Godzilla’nın şeytani düşmanı King Ghidorah, ilk ve tek seferliğine iyi taraftaydı.

Bu köken ve doğaüstü tema, insan ve bozduğu doğal denge ilişkisine uygundu. Ancak temanın işlenişi “Gençlerimiz çok bozdu. Toplumumuz kendine çeki düzen versin!” kıvamındaydı. Filmin sonunda açık kapı bırakılmasına rağmen sonraki filmlerde bu hikâye devam ettirilmedi. Millennium serisi üçüncü filmi yok sayarak kaldığı yerden devam etti ve Godzilla: Final Wars’ta sonlandı.

Reiwa Dönemi:

Nükleer atıklarla beslenen özel tasarım organizma, evrim geçirerek dev bir canavara dönüşür.

Reiwa Dönemi’ne değin seriyi başa sarma işlemi 1954’teki ilk filme dayandırılıyordu. Aradaki yapımlar yok sayılıyordu. Bu dönemdeyse ilk film yok sayılarak seri yeniden başlatıldı.

Şu an için sadece Godzilla Resurgence (Shin Gojira) filmiyle temsil edilen dönem, güçlü bir başlangıç yaptı. Film, 2011, Tōhoku depremi ve hemen ardından yaşanan Fukuşima Nükleer Santral kazasından izler taşıyordu. Ayrıca Japon makamlarındaki hiyerarşi ve bürokrasinin kriz anındaki yetersizlikleri de inceden inceden eleştirilmekteydi.

Godzilla Resurgence

TOHO Reiwa Dönemi’nin ilk filminden memnun olsa da devam filmi için acele etmiyor. Yapılan açıklamalara göre bunun iki sebebi var. Yapılan anlaşmalar sebebiyle Amerikalıların MonsterVerse serisindeki Godzilla vs. Kong kapışması bekleniyor. Ayrıca TOHO’nun da seriyi kendi canavarlar evrenine dönüştürmek gibi bir niyeti var. Kısaca, yeni bir live-action Japon Godzilla’sı için takvimler 2021 sonrasında belirsiz bir tarihi işaret ediyor.

Elbette bu durum TOHO’yu yavaşlatmadı. 2017-2018 tarihleri arasında üç filmlik anime serisi yayınlanmıştı. Buradaki Godzilla çeşitli endüstriyel çevre felaketleri sonucunda ortaya çıkmıştı.

Bu üçlemenin ana temasıysa “canavarla savaşırken insan kalabilmek” üzerine şekillenmişti. Godzilla serisi açısından değerlendirince bu üçleme hem sadık hem de yenilikçi olabilmeyi başarmıştı.

2021’de de Godzilla: Singular Point adlı anime serisi yayınlanacak.

Hollywood Uyarlamaları
1998, Godzilla

İşin içinde yine nükleer denemelerin parmağı var. Radyoaktivite yüzünden dev bir yaratık ortaya çıkar. Ancak bu filmde deneyi gerçekleştirenler Fransızlar, bedelini ödeyenlerse Amerikalılar.

Filmin devamı niteliğindeki animasyon serisi The Animated Series’te bir nevi evcil Godzilla var. Animasyon serisi, Godzilla’yla sıkı bağlar kuran araştırma ekibinin başka canavarların dünyayı ele geçirmesine mani olmasını konu ediniyordu. Açıkçası bu seri de pek orijinal sayılmaz. Araştırma gemileriyle keşfe çıkan bilim insanları, esrarengiz dev canavarlar ve acil durumda yardıma koşan Godzilla teması 1978 tarihli başka bir Amerikan Godzilla animasyonunda mevcuttu.

Bu filmdeki canavar orijinal köklerine şeklen bağlıydı. Fakat canavarın metaforik anlamı ve potansiyeli dikkate alınmamıştı. Aşırı büyük bir hayvandı, o kadar.

2014, MonsterVerse Evreni:

Seri ilginç bir mitolojiye sahip. Bu evrende, titan olarak tanımlanan ve insanoğlundan önce dünyaya hükmetmiş dev canavarlar vardır. Bu titanlar, radyoaktiviteyle beslenen ve eski insanlar için tanrısal öneme sahiptirler. Eski çağlarda yeryüzündeki yüksek radyoaktivite sayesinde Dünya’ya hükmetmişlerdir. Yeryüzündeki radyoaktivite azalıncaysa bir kısmı Dünya’nın derinliklerine çekilir, bir kısmıysa uykuya dalar.

Titanların sessizliği 2. Dünya Savaşı’nda kullanılan atom bombasına kadar sürer. Nükleer silahlar dev bir canavarı yeryüzüne çekmiştir. Uyuyan devi uyandıran Amerikan hükümeti de “deneme” adı altında nükleer silahlar kullanarak canavarı geri püskürtür. Yıllar sonra, Dünya’nın başka bir ucunda, maden arama çalışmalarında oluşan göçük, korkulanı başa getirir.

MonsterVerse serisindeki Canavarlar Kralı, yeryüzündeki canlılığı ve çeşitliliği sürdürmek için doğal dengede “avcı” rolünü üstlenmiş, bir tür “kaotik ile doğal arası iyi” konumunda. Ne 1998’deki gibi dev cüsseli sıradan bir hayvan ne de 1954’tekini temel alanlar gibi insan medeniyetine karşı özel bir husumeti var. O ve hikâyesi, dengeli bir kombinasyona sahip. O ve türdeşleri doğal dengenin parçası, insan hatasının çarpık ürünü değil, evet. Ama bu, hikâyedeki varlıklarının ve doğal akışında gerçekleşen eylemlerinin insanlığın kibrini, yanılgılarını ve hatalarını ortaya sermesine engel olmuyor.

22) Ezeli Rakipler

Klasik kaiju filmlerinin temeli basit; dev canavarlar karşısında güç bela kendini savunabilen insanlık. Hikâyenin, varsa, metaforsal yönü de bu tezatlıktan güç alıyor.

İnsanlık belasını arar veya bela gelir kendisi bulur; Godzilla ya belanın kendisini ya belayı def edeni ya da iki temsil arasında gidip geleni olur.

Bazen, filmin tek canavarı Godzilla olmaz. Hikâyeye dahil olan diğer canavarlar “asıl bela”nın niteliğine ve niceliğine katkıda bulunur; olay örgüsü, hikâyenin derinliği, perdeye yansıyacak kapışmanın eğlencesi, hatta Godzilla’nın konumu hususunda etkin rol oynarlar.

Bu vesileyle Godzilla türlü dev canavarla kapıştı. Büyük bölümü tek filmde göründü. Bir bölümü devam filmlerinde irili ufaklı roller aldı. Birkaçı tek filmde boy göstermesine rağmen ikonikleşti. Bir kısmıysa her dönem Godzilla’nın karşısına çıkan rakiplere dönüştü.

Anmadan geçemeyeceğimiz rakipler şöyle:

Godzilla Ana Rakipler

Anguirus

Anguirus:

Kaijumuz, zırhlı dinozor Ankylosaurus’tan esinlenilerek tasarlanmış. Kirpi, sürüngen ve armadillo karışımı bir havaya sahip.

Godzilla’nın ilk rakibi. Ayrıca, “akla ilk gelenler listesi”ni en sıradanı.

Godzilla’yla ilişkisi hikâyesine göre değişiyor. Bazen tüy siklet düşman, bazen müttefik, bazense yancı rolünde.

Rodan

Rodan

Dev Pteranodon dinozor.

İsmi de o dinozorun ikinci ve dördüncü hecesinden geliyor. Aynı adda radyoaktif bir element bulunması sebebiyle asıl ismi “Rodan”a dönüşmüş.

En büyük silahı, kanat çırpışları; nükleer patlamayla oluşan fırtınaya eşdeğer güçte.

TOHO canavarı olarak kendi adıyla iki filmde boy gösterdikten sonra Godzilla serisine dahil oldu.

Rodan’ın Godzilla’yla ilişkisi Anguirus’tan biraz daha karışık. Seri boyunca ebeveynlik hakkı için çarpıştığı da oldu, hikâyenin bir noktasından sonra ortak düşmanlığı bir kenara bırakıp müttefikleştiği de. Godzilla’nın hayatını kurtaracak kadar fedakârlaştığı bile oldu.

Rodan, Sovyet nükleer gücünü temsilen yaratılmıştı. Amerikan nükleer gücünün mağdur temsilcisi Godzilla’ya uygun bir rakipti. Aralarındaki ilişki ABD ile Sovyetler arasındaki inişli çıkışlı ilişkiyi hatırlatıyordu.

Mothra

Mothra

Güve formundaki Kaiju Tanrı.

İlk defa, yazar Takehiko Fukunaga’nın The Luminous Fairies and Mothra romanında ortaya çıkan kaiju, TOHO canavarı olarak sinemaya adım attı. Rodan gibi kendi filmlerine kavuştuktan sonra Godzilla serisine dahil oldu.

Godzilla’yla kıyaslamak gerekirse daha bilinçli, doğal dengeden taraf, elinden geldiğince pasifist ve mistik bir varlık.

Uzak bir adada, parmak boydaki ikiz hizmetkârlarının aracılığıyla, yerel halka göz kulak oluyordu. Yeri geldi mi, doğal dengeyi korumak adına mücadele ediyordu. Öldüğünde bile davasını yavruları devralıyordu.

Godzilla’yla olan ilişkisi, Anguirus ve Rodan’ınkine benzer; bazen düşman, bazen müttefik.

Mothra, Amerikan baskısıyla değişen Japonya’nın uzaklarda olsa da varlığını sürdüren doğa ve denge anlayışının simgesi gibi. Tahrik edilmedikçe saldırganlaşmaz, denge bozucu güçler karşısında harekete geçmekten çekinmez.

King Ghidorah

King Ghidorah

Üç başlı ejderha. Godzilla’nın en büyük düşmanı.

Japon mitolojisindeki sekiz başlı ejderha Yamata no Orochi’den ilham alınarak tasarlanmıştı.

Showa Dönemi’nde uzaydan gelen istilacıydı. Heisei Dönemi’nde hidrojen bombasına maruz bırakılan genetik harikasıydı. Millenium Serisi’nde koruyucu ruhtu.

Milenium Serisi’ndeki koruyucu ruh ve Heisei Dönemi’ndeki Mecha-Ghidorah formu hariç, Godzilla’nın karşısına her zaman şeytani kaiju kimliğiyle çıktı. Bazen doğası gereği, bazen gizli kapaklı işlerin piyonu olarak dehşet saçtı. Her karşılaşmalarında Godzilla ancak diğer kaijuların yardımıyla King Ghidorah’ı yenebildi.

King Ghidorah Godzilla’yı bile aşabilecek tehditlerin olasılığını hatırlatıyor. Bu sebeple Godzilla ve diğer kaijulara muhtaç kalmak “zoru zoruna muhtaç olunabilen tehlikeli güç” temasına yeni bir katman ekliyor.

MechaGodzilla

MechaGodzilla

Godzilla’nın mekanik kopyası.

TOHO yapımı King Kong Escape’teki Mecha-Kong’dan ve popülerleşen mecha animelerinden ilham alınarak tasarlanmıştı.

Showa Dönemi’nde uzaylı istilacıların yeryüzünü fethetme aracıydı. Heisei Dönemi’nde insanlığın Godzilla karşısında en güçlü silahıydı.

MechaGodzilla’nın temelde dört farklı formu oldu.

Showa ve Heisei Dönemi’nde, güçlü savaş makinesi ve görece daha zayıf versiyonu Moguera formundaydı. Millennium Serisi’nde ilk Godzilla’nın iskeletine ve ruha sahip olan Kiryu’ydu.

MechaGodzilla, tıpkı Godzilla gibi iki zıt şeyi aynı anda temsiliydi. Kontrol edilemezin başkalarınca kontrol edilebilir kopyası. Bu yüzden, yanlış ellerde zarar, doğru ellerdeyse makul ölçüde fayda sağlayabilen güçtü.

Kiryu formunda bu kopyacı gücün kontrol altında tutulup tutulamayacağı ve 2. Dünya Savaşı’ndaki kurbanlardan miras kalan meseleler odaktaydı.

Tek Filmle Hafızalara Kazınan Rakipler

Hedorah

Hedorah

Çevre kirliliğinin vücut bulmuş hali.

Bedeni sıvı ile katı arası yapıda. Bu sayede çevreye kolayca adapte olabilir. Denizde, karada ve havada hareket edebilir.

Öyle zorlu bir rakip ki Godzilla’nın onu yenebilmesi için kendi sınırlarını zorlaması gerekti.

Hedorah, hızla ve kontrolsüzce gelişen Japon sanayisinin sonucuydu. Godzilla bu sorunu aşabilecek güç ve bilgiydi. Hedorah karşısında Japonya’nın Godzilla’yı desteklemesi ana mesaja uygundu.

Biollante

Biollante

Biyoteknoloji ürünü kaiju.

Eşini kaybeden bilim insanının Godzilla genleri ile bitki genlerini melezlemesiyle ortaya çıktı.

Güçlü sarmaşık kolları her şeyi. Son formuna kadar sabit bir noktada kalması en büyük dezavantajıydı, en güçlü formunda haraket kabiliyeti kazanabilmişti.

Biollante, Godzilla’yla temsil edilen kontrol edilemez gücün evcilleştirilme denemesiydi.

Elbette, maksat iyi bile olsa sonuçlar yine beklenmedik olmuştu.

Destoroyah

Destoroyah

İlk Godzilla’yı yok eden “oksijen yokedici”nin ürünü.

Kötülüğü yok etmek için kullanılan bir başka kötülüğün sonucu. Metaforsal olarak Godzilla’ya hem denk hem de antisi gibi.

Godzilla, nükleer gücü metaforsallaştırarak, hem zarar hem de yarar sağlamış Amerikan yaptırımlarını temsil etmişti. Destoroyah ise, o yaptırımların zararlarına ve yarattığı hoşnutsuzluklarına karşı mücadele ederken oluşan yeni sorunları temsil ediyordu. İkilinin kapışması, ne onlarla ne de onlarsız sorunların çarpışması gibiydi.

23) Bir Türlü Nefret Edilemeyen Bela

…Godzilla kötü değildi, yok edilmesine lüzum yoktu. Neden Godzilla’yı cezalandırma gereksinimi duydular ki? Niye? İnsanlığa uyarı niteliğindeydi. İnsanlara öyle kızmıştım ki Tokyo’yu yok etmesine rağmen Godzilla’ya sempati beslemiştim.

İlk filmde Teğmen Ogata’yı canlandıran Akira Takarada, 1954

Godzilla atom bombasının evladıdır. İnsan ruhundaki karanlıktan türemiş bir kâbus. O kıyametin kutsal canavarı.

Yapımcı Tanaka Tomoyuki, 1980

Japonya zengin, insanlarıysa dilediklerini satın alabilecek servete sahip. Peki o servetin arkasında ne yatıyor? Ruhani hiçbir şey yok. Herkes maddi şeylere odaklanmışken Godzilla çıkagelip hepsini yokediveriyor. Bunun bizler için iyi bir şey olduğu kanaatindeyim.

Yapımcı Tanaka Tomoyuki, 1990

Norio Akasaka Godzilla’yı 2. Dünya Savaşı esnasında Güney Pasifik’te hayatını kaybeden Japon askerlerin ruhu olarak yorumlamıştı:

Akasaka’ya göre Godzilla, savaş sonrasında Japonya’da yaşanan ahlaki düşüşün eleştirisiydi.

Filmin bestekârı Akira Ifukube de Akasaka’nınkine yakın ifadeler kullanarak Godzilla’nın Güney Pasifik’te ölen askerlerin ruhunu çağrıştırdığı belirtmişti. Ifukube, savaş döneminde o askerlere adanmış propaganda marşları bestelemişti. Kaderin cilvesi olsa gerek, o bestelerdeki tınıların benzerlerini filmdeki ordu marşında da kullanmıştı.

Yasuo Nagama’ya göreyse Godzilla Japonya tarihinin önemli figürlerinden Takamori Saigo’yu anımsatmaktaydı:

Saigo, 19. Yüzyıl sonlarına doğru Japon Modernleşmesi’ne karşı çıkarak Satsuma İsyanı’nı başlatmış, teşebbüsünün sonundaysa yenilgiye uğrayarak Bushido geleneklerine uygun biçimde seppukuyla hayatına son vermişti. Nagamaya’ya göre Godzilla da Saigo gibi ülkeye ve insanlarına değil, yönetici kademesindekilerin geleneklere karşı gelen politikalarına öfkelenerek isyan etmişti.

Waseda Üniversitesi modern edebiyat profesörü Toshio Takahashi Godzilla’nın [Japon halkına yaşattığı ve yaşatmaya devam ettikleri sebebiyle] ülke genelindeki savaş karşıtlığının güçlü bir ifadesi olmasının yanı sıra [Geleneksel ile Modern arasında yolunu bulmaya çalışan] Japon Ruhu’nun da bir yansıması olduğu fikrini öne sürmüştü.

Film tarihçisi Tomayasu Koboyashi’yse filmlerdeki Japonya’nın Godzilla’ya karşı yürüttüğü yalnız mücadeleye dikkat çekmişti:

Japonya ile Amerika arasındaki Karşılıklı Güvenlik Anlaşması gereği, Amerikan kuvvetlerinin Japonya’ya yönelik dışarıdan gelen saldırılar karşısında ülkeyi savunması gerekir. Lakin filmlerde Godzilla’ya karşı mukavemet gösteren tek güç, sınırlı yetki ve güçte kara, deniz ve hava kuvvetleri barındırarak ülke içerisindeki tehditleri bertaraf etmekle görevlendirilmiş Jieitai yani J.S.D.F’dir (Japonya Öz Savunma Kuvvetleri). 2016’daki Godzilla Resurgence’e kadar U.S. Army’nin müdahalesine rastlanmaz. Zaten o filmde de Japonya’nın arzusuna göre hareket edildiğinden yarardan çok zarar vermektedirler.

Kobayashi’ye göre bu tercihin altında Japonların Japonya’yı savunabilme hususunda sadece kendilerine güvenebilecekleri inancı yatmaktaydı.

24) Karmaşık Duygu ve Düşüncelerin Yansıtıcısı

Godzilla,.. unutulmak istenilen savaşın yası tutulamayan askerleri mi? Geleneklere bağlılığı sebebiyle modern Japonya’ya öfke kusan bir vatanperver mi? Vatan savunmasında iç meseleye mi dış meseleye mi tabi?.. Getirilebilecek bütün yorumlar, Godzilla’nın kimin ve neyin canavarı olduğu muammasıyla alakadar.

İsyancı samuraylara benzetilmesi, Japonya işgalinin ardından gelen “Haklıydılar galiba…” çıkarımının yansımalarındandı.

Bu açıdan Godzilla yine zıt durumları temsil etmekteydi. Aynı anda hem uyarıda bulunulan felaketti hem de uyarıyı yapandı, ülke adına hem özüne döndürme çabasıydı hem de elde edilen kazanımları silip atarak geriye götürme hareketiydi.

Ölen askerlerin ruhuyla özdeşleştirilmesi, savaşta kahraman ilan edilenlerin savaştan sonra bir nevi aforoz edilmeye çalışılmasıyla yaşanan karmaşanın sonucuydu.

2. Dünya Savaşı’nda savaş suçu sayılan politikalar uygulanmış, hedeflenen refah dolu ve güçlü ülke olmaktan uzaklaşılmış, can ve mal kaybı yaşanmış, cephede ve cephe gerisinde büyük trajediler vuku bulmuştu. Lakin tüm bunların müsebbibi, süreci yöneten İmparator ve oligarşiydi. Meiji Restorasyonu’yla İmparator’a ve oligarşiye karşı çıkmanın daha da zorlaştığı bir vatandaşlık ve ülkeye hizmet algısı oluşmuştu. O üst iradeye biat etmenin öncelik sayıldığı bir sistem adına savaşılmıştı. Teslimiyetten sonra o irade bir şekilde tasfiye edilip uzaklaştırılmıştı. İradeye hizmet edenlerin anısıysa kalakalmıştı.

O anı da kimilerince unutulmak kimilerince hatırlatılmak istenilen eski iradeyle ve eylemleriyle ilişkilendirilince durum karmaşık bir hal almıştı.

Örneğin, ölen askerlere adanan Yasukuni Tapınağı yayılmacı politikalar gütmüş İmparatorluk Japonya’sının ve ona itibar eden Japon milliyetçiliğinin simgesine dönüşmüştü. Tapınak hem unutulmak istenilenin hem de nasıl unutulur denilenin hatırlatıcısıydı. Ölen, kalan ve yargılanmış askerlerin durumu iki arada bir derede durumuydu. Çünkü o ülke hem vardı hem yoktu. Onları savaşa sokan, canlarını vererek geriye refah bırakacaklarını vadeden otoritenin yerinde eski düşmanları vardı. Ülke savaş sonrasında hızlıca toparlanmaya başlamıştı. Lakin o toparlanma işgalci yabancıların arzusuna göre şekilleniyordu. Bu da “Her şey ne içindi?” sorgulamalarını ve kayıplara karşı mahcubiyet hissini arttırmıştı. Kimisi için ölenler bir nevi ihanete uğratılmıştı. Dirilseler ve işgalcilerle işbirliğine gitmiş Japonya’yla karşılaşsalar, büyük bir öfkeye kapılsalar, haklarıydı.

Godzilla her şeyiyle o tasavvuru karşılıyordu.

Aslen Japon kontrolündeki eski Japonya’ya aitti. Lakin işgalcilerin silahlarıyla zarar görüp kalıcı şekilde değişerek, ne eski ne de yeni Japonya’ya uyum sağlayamayacak hale getirilmişti. İşgalcilerin silahlarıyla ortaya çıkan yaratık yine işgalcilerce desteklenmiş Japonya’yı tehdit ediyordu. Ülkeden uzak tutulmalıydı. Bütün yükü ve ıstırabı yine Japon vatandaşlarının çekmesi gerekiyordu.

Toplumdaki ahlaki çöküşün cezalandırılması; savaş karşıtlığı; nükleer enerjiye duyulan güvensizlik; her yabancı tehdidin kaba kuvvetle bertaraf edilemeyeceği; savunma maksadıyla dönüp dolaşıp yine Japonya’ya zarar verebilecek güçlere muhtaç kalmak; gibi pek çok meselenin Godzilla’yla ilişkilendirilmesi doğaldı.

25) Değişen Toplumun Vazifesi Değişen Canavarı

İlk Godzilla filmine getirilen bu yorumlar, “tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan” ikilemini hatırlatıyor.

Sonuçta filmleri yapanlar da o yorumları yapanlar da aynı toplumun ferdiydiler. Üretici üretirken, yorumcuysa yorumlarken o ortak havuzdan faydalanmıştı. Evet, üreten de tüketen de aynı havuzda yer alan farklı kültürel/tarihi kodlardan faydalanmıştı. Lakin nihayetinde o havuzu besleyip var eden, anılarda kalan geçmişi, tecrübe edilen şimdisi ve meçhul geleceğiyle, yaşadıkları Japonya’ydı.

Elbette Japonya değiştikçe o havuzun diplerinden yüzeye çıkan şeyler değişiklik göstermeye başladı.

Sinemacılara ilham, seyirciye yorum imkânı tanıyan havuzdan çıkagelen Godzilla çabucak uyum sağlıyordu. Çünkü psikolojik olarak basit bir yapıya sahipti. İlkel korkularımızı temsil eden sürüngen beynimiz bilinç altı denilen denizden çıkagelerek bilinçli beynimize hücum ediyordu.

Bu basitlik sayesinde Godzilla ana hatlarını korurken sinemacılar için yeni vazifeler, seyirciler için ise yeni manalar kazanabiliyordu.

O havuzun diplerinden bazen intikamcı bir ruh bazen süper kahraman bazense daha nötr duygular uyandıran bir Godzilla çıkageldi. Hikâyenin odağına göre rolü değişiyordu. Aynı canavarın farklı bir yönü öne çıkıyormuş gibi geliyordu.

Televizyon kültürünün toplum üzerindeki olumsuz etkisinden mi şikayet edildi?

Açgözlü reklam şirketi kimseye sormadan King Kong’u Japonya’ya getirince Godzilla’yı kışkırtarak felakete sebep oldu.

Japonya’daki kontrolsüz sanayileşme çevre felaketlerine mi sebep oldu?

Sanayi atıklarının yaratımı dev canavar Japonya’ya dehşet saçtı. Godzilla’nın bile baş etmekte zorlandığı bu felaket karşısında Japonya Godzilla’yı destekledi.

Godzilla nedir

Savaşın ağırlığını üzerinden atan, geleceğe umutla bakan, Olimpiyatların düzenlenebileceği kadar güvenilen bir Japonya mı vardı?

Tek derdi ölüm ve yıkım olan üç başlı ejderha King Gidorah çıkageldi. Doğal dengenin koruyucusu Mothra, Sovyet gücünü simgeleyen Rodan ve savaş sonrasının karmaşık duygu ve düşüncelerini sahiplenmiş Godzilla elbirliğiyle o münasebetsiz düşmana haddini bildirdi.

King Gidorah, Japon mitolojisinde yer alan Yamata no Orochi adlı ejderhadan ilhamla tasarlanmıştı. Mitin günümüze ulaşan versiyonuna göre bu canavarı yenen kahraman, Japon imparatorluk soyunun atası sayılan tanrı Amaterasu’nun küçük kardeşi Susanowo’ydu. Farklı söylencelere göre temsil ettiği güç değişebiliyordu; denizin, fırtınanın, tarla ve hasadın, evliliğin, aşkın tanrısı olabiliyordu. Aynı sebeple bazen iyi bazen kötü mizacıyla tasvir edilirdi.

Filmde yeni Japonya’yı o eski bir canavarın yeni yorumuna karşı savunacaklarsa modern Japonya’nın yeni tanrı canavarlarıydı. King Gidorah’a karşı elbirliğiyle mücadele eden üç canavar tanrı Susanowo’yla özdeşleştirilen farklı ve çelişkili niteliklerini aralarında pay etmiş gibiydiler.

İnsanlığın menfaati adında doğaya müdahale edip edilemeyeceği ya da modern Japonya’da büyümek gibi muhabbetler mi oldu?

Godzilla ve evlatlığı Minilla’nın ikamet ettiği Canavarlar Adası’na küçük ziyaretlerde bulunuldu.

Amerika kendi desteklediği Japon ekonomisiyle yarışamayınca ihracat ürünlerine ek vergi getirerek onu frenlemeye mi çalıştı?

Japonya’yı ve sonra da Dünya’yı istila etmeye niyetlenen uzaylılar, gizemli halklar ve onların yönlendirdiği dev canavar ortaya çıktı. Kötü emellilerin karşısında Japonya’nın tek umudu Godzilla’ydı.

Soğuk Savaş’ın kıskacındaki Japonya, tarafsızlığını korumaya çalışırken kendi ayakları üzerinde durma gayreti mi gösterdi?

Yıllardır ortalarda olmayan Godzilla bir anda çıkageldi. Lakin bu defa ülke hazırlıksız değildi.

Japonya nükleer enerji alanında sayılı ülkelerden birine dönüşünce nükleer güce duyulan eski korkular mı canlandı?

Godzilla, bedenindeki radyoaktif reaksiyonların artışıyla insanlığı nükleer felaket belasıyla burun buruna getirdi.

Japonya zamanında örnek gösterilen ekonomik modelini kriz sonrasında sorgular mı oldu?

Godzilla’nın gücünü kopyalayarak Dünya’ya hakim olmaya çalışan uzaylı canavar türedi. O sırada Japonya’nın selameti adına Godzilla’dan kurtulmak için mi yoksa gizemlerini çözmek için mi çabalamak gerektiğine dair ihtilafa düşüldü.

Japonya’nın büyüyen askeri gücünün ve politik atılımlarının çevre ülkelerle arasındaki gerilimi arttırması, 2011 Tōhoku depremi ve tsunamisi sonrasında yaşanan Fukushima Nükleer Santral Felaketi derken hep süregelmiş meseleler tekrar mı alevlendi?

Godzilla, ihmalkârlığın ve köhnemiş sistemin yarattığı kin ve intikam hırsının sonucunda Japonya’nın burnu dibinde bitiverdi.

En ciddiyetsiz bulunan, yapımcı eli çabukluğuyla kotarılan filmler bile kendisinden önceki yapımlarda değinilen meseleleri ve canavarları miras alarak ortaya çıkmıştı.

Bitirirken

Godzilla’nın efsanesinin doğuşu bu şekilde. Elbette bahsedilecek daha çok şey var. Örneğin, popüler kültüre sirayet etmesi ve etkileri başlı başına bir konu. Ama bu başka dosyanın konusu.

Şimdilik hoşça kalın.

Sizler de Godzilla hakkındaki yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da bizlerle paylaşabilirsiniz.

Cemalettin Sipahioğlu

1986 İstanbul doğumlu. Bilimkurgu, korku ve fantastiği uzun süre televizyondan takip edebilmiştir. Ailesinden habersiz aldığı ucuz VCD oynatıcıyı saklayıp, onlar yokken kullanarak, bu konularda film açıklarını kapatmaya çalışmıştır. Edebiyata sonradan bulaşması; bilgisizliği; bilgisizlik de, "Raftaydı ve ben onu alıp okumadım zamanında." pişmanlıkları getirmiştir. Lem ile Küvette Bulunan Günce'yle tanışması; okumaya yeni başlayan biri için hem talih, hem de talihsizlik olmuştur. Film, kitap, animasyon, çizgi roman olsun; kendi sınırlı bilgisiyle, eserleri iç dinamikleri içinde değerlendirmeye çalışır.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Küllerin Günü - Jean-Christophe Grangé

Küllerin Günü İncelemesi: “Midsommer” Komiser Niemans’a Söker mi?

NFT Sanat Eserleri Hacker saldırısı

Bilgisayar Korsanları NFT Sanat Eserlerini Çaldı