in ,

Sevimsiz Tanrılar: İlkelin Farklı Tanımları

Genç yazar Gökten Çağrı Aktan’ın ilk kitabı “Sevimsiz Tanrılar”ı sizler için inceledik.

Sevimsiz Tanrılar İncelemesi
- Reklam -

Gün geçmiyor ki Kayıp Rıhtım’dan birilerinin kitabı daha çıkmasın, Öykü Seçkisinde okuduğumuz isimler kariyerlerinde teker teker yükselmesinler efendim. Bugün inceleyeceğim eser de onlardan sadece biri: Gökten Çağrı Aktan’dan Sevimsiz Tanrılar. Genç yazarın kitabını yayımlatma sürecinde yaşadığı yolculuk için buraya, seçkimizde yer alan öykülerini okumak için de şuraya tıklayabileceğinizi söylemeden geçmeyelim.

Sevimsiz Tanrılar İncelemesi

Kitap Pangea adında ilkel bir topluluğun yaşadığı, tahtadan kültlere inanılan bir yerin tasviriyle başlıyor. Hikâye iki ayrı koldan işleyip sonuçta birbirine bağlanıyor. Bunlardan ilki Pangea’dan kurtulmak isteyen kabile üyesi Obi’nin yaşadıkları. Diğeriyse Pangea’daki elmasları ele geçirmek isteyen Jack ile Terreur’un yavaş yavaş amacına yaklaşması. Başkarakter Obi’nin tanrı arayışı, yöneticilere olan nefreti, son çocukluğunun çırpınışları yoğunlukla işleniyor.

Sayfalar böyle geçerken bazı bölümlerin sonlarında başka başka karakterlerin zihinlerinden kesitler sunuluyor, bu da yazarın tüm karakterler üstünde hâkimiyete sahip olduğunu kanıtlıyor. Yazarın altı çizilmeye değer cümlelerinin varlığı kendini belli etse de çoğu zaman bu aforizmalar okuyucuyu birazcık bıktırıyor.

- Reklam -

sevimsiz tanrilarBaşlangıçta kabile kültürünün ve yaşantısının bana nüfuz edeceği konusunda ön yargılarım da olsa kitabı okurken o hisler bana geçti. Yine de Aktan’ın karakterlerinin ilkel olmalarına rağmen demokrasi hakkında atıp tutabiliyor olmaları ve yirmi birinci yüzyıl kelimeleriyle konuşmaları bana biraz tutarsız geldi. Öte yandan kitabı okumaya bir süre ara verip tekrar geri döndüğümde sayfa sayısı olarak çok yol katettiğimi gördüm. Bu da kitabın sürükleyiciliğine işaret ediyor ve bir şekilde okuyucuyu diri tutması takdire şayan.

Kitabı edindiğiniz takdirde okuma fırsatı bulabileceğiniz domuz avı sahnesi ve ardından şölen bölümleri var. Bu sayfaları okumaktan keyif almanın yanında yazarın türlü oyunlar yapma becerisinin de olduğunu gördüm.

Başkarakter Obi’nin karakter gelişimi de çok başarılı. Saf, ailesiz, kırılgan bir çocuktan gaddar ve tutkulu birine dönüşü, içindeki karanlık çok iyi hissediliyor. Özellikle bu dönüşümler sonrası Obi’nin öylesine bir karakter olup Pangea’daki herhangi biri gibi kitapta görünmez oluşu, artık öyküsünün adeta anlatılmaya değmeyeceğinin söylenmesi ve tüm bu anlattıklarımın göze sokulmadan yapılması enfesti.

Bazı Ufak Tefek ve Ciddi Sorunlar

Kabile savaş sonrası çok çabuk “vahdet-i vücut” kavramını benimseyip çok çabuk tahta tanrılarından vazgeçiyor. Bu bana pek olası gelmedi. Editör desteği ne kadar alındı bu kitapta bilmiyorum ama çok olmadığı kendini belli ediyor. Çeşitli cümleler daha hale yola konulabilir, bazı kelimelerin üzerinden geçilebilirdi. Eserin buna ihtiyacı olduğu aşikâr.

Bunların üzerinde daha fazla durabilirdim ama bana kalırsa kitap daha ciddi sorunlara ev sahipliği yapıyor. Yazar baş sayfalarda kadınları epey masum, ezilmiş ve savunmasız anlatıyor. Dünyayı kadınlar yönetsin zihniyetine epey yakın. Bu beni öyle rahatsız etti ki kadını göğe çıkaran, üstün gören ya da öyle gördüğünü düşünen bir anlatım edebi olarak hem çok acemi hem çok başarısız geldi. Ayrıca kadına acımanın ya da onu güçsüz görmenin içinde de kendini daha haşmetli hissetmenin bir yolu olduğunu düşünüyorum. Eserde ben bir kadını insan olarak görmek istiyorum, o bir ana o bir çilekeş o bir güçsüz gibi nitelemeler zihniyet olarak geriliğin kanıtı aslında. Yine de tüm bunlara popülist bir deyimle gereksiz “duyar kasmak” der geçerdim fakat ilerleyen sayfalarda şöyle bir cümleye rastladım:

- Reklam -

“Dünya mazlumun gelin, zalimin güvey olduğu bir gerdekti.”

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde ilk basamakta yer alan cinselliğin hepimizin bir gerçeği olduğunu kabul edip cinsel birleşmenin erkek için elzem olup kadın içinse sadece erkeğin ihtiyaçlarını karşılayan bir rolde yer aldığı düşüncesini artık bir silip atalım. Erkeğin ceza verici-zevk alan, kadınınsa pasif-acı çeken-zevk veren olduğunu benimsemiş bu yobaz yapı gerçekten hastalıklı. Yazarın, kadının zifaf gecesinde masumu erkeğinse zalimi oynadığı dünya tanımını nasıl yazdığına aklım ermiyor. Aslında bunu yazarın “aforizma kasma” çabasına bağlayıp ben de masumu oynamak istedim ama Obi’nin kabile şefinin rektumuna bir şeyler sokarak onu terbiye etme fantazisine de çok geçmeden rastladım. İlk olarak cinsel yollarla insan (kadın ya da erkek değil, insan) terbiye etme olayı, ikinci olarak Obi’nin rektum kelimesine vakıf olması dikkat çekici. Çirkin.

Bu tür sahneler kitapta baskın bir biçimde işleniyor, eserde sadece yazılmak için yazıldığı belli olup ne idüğü belli olmayan cinsel sahneler de var ve yazar bu sahnelerde neredeyse sokak ağzıyla detayları verip edebi kimliğini tereddüt etmeden çöpe atıyor.

Bunun yanında başlarda dünyayı yönetme hakkını kadınlara altın tasta sunan yazar, eserde kadın karakterlere eser miktarda yer vermiş. Bu kendi adıma hiç sorun değil, ben cinsiyetlerin eşit başatlığından ziyade iyi bir kitap okumak istiyorum ve bunun bana nasıl verildiği çok da mühim değil. Ama yazarın tutarsızlığına da dikkat çekmek istedim, Obi’nin sevgilisi Tia hizmetçi ruhlu safın tekiyken şefin sevgilisi Rose da cinselliğini kullanan hafifmeşrep bir karakterdi sadece.

Kapak, Editörlük

Kapak en az çaba ile çok güzel kurtarılmış. İyi görsel seçimi, sade fontlar ve renk çok uyumlu. Kapak tasarımı var denemez ama göz tırmalayan bir durum da söz konusu değil. Bunun dışında yine belirgin yazım yanlışı vb. de yok.

Son Olarak

Yazarın güçlü bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum ama umduğumu bulamadığımı da söylemeliyim.

Uygar Özdemir

Sanat tarihi, Türk mitolojisi ve fantastik edebiyat meraklısı; sıklıkla okur, çizer, yazar.

1 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Bay_Karamsar Bay_Karamsar dedi ki:

    Bu, ecnebi yazarların çalışmalarında da karşılaşılabilinecek, genek bir sorun. Hikâyenin sadece bir yerinde ve sadece tasvir için tek bir kelime bile olsa, okuru hikâyenin atmosferinden ve gerçekliğinden dışarı itebiliyor. Andrzej Sapkowski’nin Son Dilek kitabında üç defa bunu yaşadım. Ve tahmin edin, hangi kelimeler yüzünden; kaplan, leopar ve bovling topu (ya da bilardo topuydu). Zaten zihnimde bir Avrupa ortaçağı görüntüsü az buçuk oluşmuş, onunla ilişkili bir coğrafyaya takılmışım, o civarda yaşamadığı ikâzında bulunan bilinçaltımın önüne benzetme için o hayvanatları sokuşturma, be mübarek; ejderha pençesi, avının üstüne atılacak ejderha gibi sırtı kamburlaştı, diye tasvir et; benzetme yapmadan terli ve yağlı cildinden ötürü parıldayan kel kafası, deyiver.

    Yani, oluyor işte. Yazar dili kullanarak “O diyarın hikâyesi bu!” etkisi sağlayacakken, arada bir bunu unutarak, “Ey Okurum! Sana o diyarın hikâyesini anlatıyorum!” hatırlatmaları yaşanabiliyor. Oluyor. Olmuyor değil.

    Teknik cambazlıklar? Ouvv, alırım bir dal, yok yok, iki olsun. O tip hamleleri okuması keyifli oluyor. Heyecan ve merak içerisinde akıp gidiyor sayfalar arasında macera.

    Güzel. Zaten o karakterle başlayan hikâyenin, onun gelişimini ilerletip tamamladığı ve ulaşabileceği/ulaşması beklenen noktaya geldiği seviyeden sonra, bunu hisettirecek biçimde bitmesi gerek. O kategorideki karakterler barındıran hikâyelerde, karakterin ne tecrübe edeceği, neye dönüşüceği ve macerasının nereye varacağı önemli.

    Kitabı okumadığım için kesin konuşamıyorum. Ama ilgimi cezbetti işte. Şimdi, coşkuyla başlayıp sonunda karakteri oturunca silikleşen/sıradanlaşan ana karakter hikâyesini çerçevesinden bakınca; acaba, roman için, toplumunu sevimsiz bir tanrının elinden alıp bir başkasının ellerine teslim edenin hikâyesi, yorumunda bulunulabilir mi? Ana karakter sanki reddettiği toplumun yöntemlerini kullanarak, kendiliğini onaylatmak namına, tüm halkın inancına nüfuz etmeye çalışmış gibi :thinking:

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

netflix ust1

Netflix’ten Üç Yeni Bilimkurgu Dizisi Geliyor

Corto Maltese - İnceleme

Corto Maltese: Denize Hasret Romantiklerin Kahramanı