Kolombiyalı yazar Juan Gabriel Vásquez’in geçen aylarda Everest Yayınları etiketiyle yayımlanan Geri Dönüp Bakmak kitabının tercüme yolculuğunu, eseri dilimize kazandıran Saliha Nilüfer anlatıyor.
Çevirmenin Çemberi köşemizin bu haftaki konuğu, Juan Gabriel Vásquez çevirisi ile adından söz ettiren Saliha Nilüfer oldu.
Saliha Nilüfer’in Kaleminden “Geri Dönüp Bakmak”
Yollar yürüdükçe açılır
Ve geri dönüp baktığında
O ince iz görünür bir daha
Ayak basamayacağın asla
Juan Gabriel Vásquez’in Geri Dönüp Bakmak kitabının çevirisi son okumadan gelmiş, baskıya girmek üzereydi, kitaba adını veren, metnin içinde birden fazla yerde karşıma çıkan Antonio Machado’nun o meşhur dizeleri henüz zihnimde yankılanmaya devam ederken, yeni bir çevirinin arifesinde, genç arkadaşımla Sebasatião Salgado’nun sergisine gittik.
Gezegenin içinden geçtiği ekolojik yıkıma dair hissettiğim üzüntüyü iyiden iyiye koyulaştıran sergiyi gezerken, birtakım kabilelerin taş çatlasın beş on yıl önce çekilmiş portrelerine genç arkadaşımın şaşkınlıkla baktığını, gördüklerinin aklında bin bir soruya yol açtığını fark ettim. Dayanamayıp, “Bu çağda hâlâ, bu ritüelleri sürdüren böylesine dokunulmamış topluluklar var mı sahiden?” deyiverdi. Sorusu her satırı hâlâ taze olan çevirimle bağlantılı bir sorgulamayı beraberinde getirdi.
Sözüm ona bilgi çağındaydık, her şeyden anında haberimiz oluyordu, dünyanın bir ucundan bize ha bire mesajlar yollayan hemcinslerimizi aralıksız izliyorduk, istemediğimiz kadar kitap, film, müzik, görsel; bizi sanata ve kültüre doyuracak çeşitlilikte malzeme hayal bile edemeyeceğimiz kadar yakınımızdaydı her daim, nasıl oluyordu da okumayı, izlemeyi bu denli seven bir genç, bu topluluklardan habersiz kalabiliyordu bugüne dek, ya da bu topluluklar algı dünyasının içinde nasıl olup anlamlı bir yer edinemiyordu?
Kendi açımdan da durum pek farklı değildi, vaktiyle büyük ilgiyle takip ettiğim ilkel kabilelerin yaşam tarzlarının yaklaşık on yıldır ilgi alanımdan çıktığını fark ettim. Bu durum beni, beğenmediğimiz ana akım medyayı günübirlik takip ettiğimiz zamanlarda bile bugüne nazaran daha “bilgili” olup olmadığımız sorusuna götürdü.
Bugün, bilgi yağmurlarından ikrah etmiş, ne idiği belirsiz bir filtreden geçerek fabrikasyon bir yapay bilgi denizinin içinde, kendimizi güya enginliğe bakıyormuş sanırken, okurundan çevirmenine yazarından yayımcısına esasında merakımızı yitirmiş, sayısız engelin karşısında hırpalanmış haldeyiz diye düşündüm, yalınkat bir dünya çehresinin parçası olmaktan kurtarabildiğimiz ne kaldıysa onlarla oyalanmaktayız çoğumuz, isteyerek ya da istemeyerek, bilerek ya da bilmeyerek… Ara ara son derece muhafazakâr fikirlere kapılıp, “geri dönüp bakmakla” kalmayıp o eski yolda tekrar yürümek istiyorum. Bilgiyi eskisi gibi kütüphanelerden edinebilmeyi, elimde sadece kitap varsa kültürlü sayılmayı, gördüğümüz dünyanın bu denli tek düze, gürültülü biçimde renkli taklidi yapan, aslında siyah beyaz ve tehlikeli biçimde tek kutuplu halinden yakamı kurtarmayı… Hem de nasıl tek kutuplu…
Oysaki tek kutuplu dünya gerçeği, sosyalizmin bir ütopya değil günahıyla sevabıyla bir yönetim biçimi olduğu yıllarda kimsenin aklının ucundan geçen bir gelecek tasavvuru değildi, bugün o kabileler kadar uzakta kalmış gibi görünse de, henüz o günlerin üzerinden sadece otuz yıl geçti. Zihnimin içinde beliren kaçınılmaz bir ihtiyar monologuyla musluktan su içtiğimiz, gereksiz tüketimi ayıp saydığımız, okulda Nazım okumanın yasak olduğu günlere atlayıverdim birden. Sonra hemen sahi, kaç genç okuyor bugün Nazım’ı diye sorduk.
Üç Kuşağa, İki Kıtaya Uzanan Bir Hayat Öyküsü
Evet, bütün bunları bana düşündüren Juan Gabriel Vásquez, hepsi onun suçu. Geri dönüp baktıran o. Büyük bir cesaretle geri dönüp bakabilen Sergio Cabrera’nın üç kuşağa, iki kıtaya uzanan hayat öyküsünü, bir ömürde birkaç ömrü devirmişçesine dolu dolu o yaşam öyküsünü kaleme alırken muhtemelen kendisi de aynısını yaptı. Zincirleme bir tepkimeye bir davet bu çünkü, dilden dile, yaşamdan yaşama herkesi geri dönüp bakmaya çağıran.
Tıpkı Cabrera’ların zincirleme biçimde acılarla, direnişlerle süren hayat hikâyesi gibi. İspanya iç savaşıyla başlayan Cabrera ailesinin üç kuşağa yayılan hayat hikâyesi zincirleme mücadelelerden ibaret, sonunda Latin Amerika ülkelerinden birinde dikiş tutturabildikleri anda da sona ermiyor. Tıpkı babası Fausto gibi bugün Kolombiya’nın ünlü yönetmenlerinden Sergio Cabrera dünyayı devrimci dalganın kasıp kavurduğu yetmişli yıllarda birinci elden Çin Kültür Devrimi’ne, sonra Kolombiya’da silahlı mücadeleye tanık oluyor, Paris’te öğrenci hareketlerinin içinde yer alıyor, sürgün hayatının bütün yoksunluklarına, bambaşka bir ülkede çocuk olmanın, yersiz yurtsuzluğun yarattığı zorluklara rağmen tanıdığı insanlara bağlanarak, yeni bir dünya idealine sarılarak, ilişkilere tutunarak, okuyarak, düşünerek ve üreterek, dönüşerek hayatını sürdürüyor. Şans eseri hayatta kalarak, uçurumun eşiğinden birden fazla kez ölümün yüzüne bakarak elbette…
Yaşadıklarına bağlı olarak kardeşiyle aralarında başka şekilde oluşamayacak güçte bir bağ kuruluyor. Romanda yaşananlara dürüstçe geri dönüp bakabilme cesaretini göstermiş bir sanatçının, hiç filtresiz hayat öyküsünü Vásquez’in kaleminden, kurmacanın dilinden okurken ve Türkçeye aktarırken çoğu yerde gözlerimin dolu dolu olup boğazımın düğümlendiğini hissediyorum ben de. Juan Gabriel’in kendi iç dünyasının filtresinden geçirip kurmacanın diline tercüme ettiği o eşsiz hayatın nice duygusunu, karmaşasını ben de kendi zihnimin ve iç dünyamın, geçmişimin ve kâh bir ana sığan kâh yıllara uzanan nice hesaplaşmanın, duygulanmanın içinden geçirip kendi üslubumda başka bir dile tercüme ediyorum. Sıra okurun tercümesinde, onun bu zincirleme tepkimede alacağı yerde. Sergio Cabrera’nın annesiyle vedalaşamadan mücadeleye katıldığı, belki de onu bir daha ömrünün sonuna dek göremeyeceğini düşündüğü o an, otobüse bindiği durağa ışınlanıyorum zihnimde, orada, çantasını sırtlamış önceki hayatına karmaşık duygularla veda eden Sergio oluyorum: Aramızda bir fark var onun ağlaması yasak, bense onun içine akıttığı gözyaşlarını oturduğum çevirmen masasında rahatça doyasıya döküyorum.
Kız kardeşi Marianella sırtından vurulduğunda, onun okuyamadığı laneti ben evde akşam sofrasında misli misli savuruyorum elli yıl, yirmi yıl, on yıl öncesine giderek, Kolombiya’dan Vietnam’a Çin’den ülkeme dünyanın her yerinde bütün Marianella’ların yaşadıkları uğruna.
Kurmacanın Gücü
Juan Gabriel Vásquez benim için ideal yazarlardan, sosyal medya kullanmıyor, başından reddetmiş buna, asla zamanı olmayacağını düşünerek. Kurmacanın gücüne inanıyor, elli yıla uzanan o hayatı bütün izleriyle yansıtabilmek, anlatabilmek ve aktarabilmek için kurmacaya muhtaç olduğumuzu düşünenlerden.
Ve çok haklı kurmacalara muhtacız hâlâ. Hatta bugün daha fazla. Sebastião Salgado gibi, Sergio Cabrera gibi, hayatına on ömür sığdırmış kişilerin hayatını dinlemeye, başkası için bir şeyler yapmanın, bir ideal uğruna hayatını adamanın, şiir yazmanın, tutkuyla yaşamanın önemini yeniden hatırlamaya. Bu dünyada kendini sevmekten daha önemli şeyler olduğunu tekrar öğrenmeye. Geri dönüp bakmaya, dünyanın bir zamanlar bu kadar tekdüze ve renksiz, bu kadar tek kutuplu bir yer olmadığını, yanı başımızdakiyle dayanışmanın erdem değil doğal bir insani güdü sayıldığı günleri anımsamaya. Çünkü yollar yürüdükçe açılır/ ve geri dönüp baktığında…
Saliha Nilüfer
Geri Dönüp Bakmak kitabı hakkındaki yorumlarınızı bizimle Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, sitemizdeki diğer çevirmen maceralarına buradaki bağlantıdan erişebilirsiniz.
Kayıp Rıhtım’ı Google News, Facebook, X, Instagram ve WhatsApp’tan takip edebilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!