Şikeste ile başlayan Argos’taki Kanopus Arşivleri’nin yazarı olarak tanıdığımız Doris Lessing, bu kez kısa bir korku romanıyla karşımızda: Beşinci Çocuk.
Lessing’in 1988’de kaleme aldığı kitap, yazarın önceki eserlerinin aksine bir korku gerilim romanı. Eser, kurulu düzenlerin ve mutlu bir hayatın bir anda dağılabileceği temasını işliyor. Harriet ve David çifti dört çocuklarıyla çok mutlu bir yaşam sürmektedir. Ancak beşinci çocukları Ben’in doğuşuyla hayatları tam bir kâbusa dönüşür.
Kitabın arka kapak yazısı şöyle:
Hiç kimsenin hoşlanmadığı, hatta içten içe korktuğu için uzak durmayı tercih ettiği olağandışı bir çocuğa sahip olmanın yol açtığı ruhsal etkilere odaklanan, onu sevememenin yarattığı suçluluk duygusunu cesaret isteyen bir dürüstlükle anlatan bu romanı bir solukta okuyacaksınız.
Filmlere de konu olan “şeytani çocuk” imgesini, ustaca kaleme alınmış bir korku, gerilim başyapıtına dönüştüren Doris Lessing’in, mutlulukla örülmüş aile yaşamının nasıl ilmik ilmik çözülüp gittiğini resmettiği Beşinci Çocuk; empati duygusunu tetikleyen hikâyesi ve etkili kurgusuyla okurunu daha ilk sayfalarından avucuna almayı başarıyor.
Harriet ve David, geleneksel aile yapısının önemini yitirdiği bir toplumda, akrabaları bir araya getirdikleri büyük evlerinde dört çocuklarıyla mutlu bir yaşam sürmektedir. Dışarıdaki yıkıcı dünyanın etkilerinden uzak, düşledikleri eski moda değerlere adanmış huzurlu yuvayı kurmakla övünen çiftin yaşamı, beşinci çocukları Ben’in doğumuyla altüst olur. Harriet, içinden çıkan bu çirkin, iri ve kontrolü güç bebekle birlikte hiç tanımadığı bir karanlıkla ve ummadığı bir toplumsal tepkiyle karşı karşıya kalır; bir zamanlar gerçek kıldıkları aile düşü giderek kâbusa dönüşür.
Harriet birçok kez uyanmış, Ben’in yarı karanlıkta durup onları seyrettiğini görmüştü. Bahçenin gölgeleri tavanda oynaşır, koca odanın içindekiler hiçlikte kaybolurken, karanlığın içinde bütünüyle seçilemeyen bu ifrit çocuk oracıkta dikiliyordu. İnsana ait gibi durmayan o gözler, Harriet’i uykularından uyandırıyordu.
Beşinci Çocuk daha önce, 1990 yılında Afa Yayınları tarafından da Türkçeye çevrilmişti. Ancak o zamandan beri baskısı bulunmuyordu. Şimdiyse Niran Elçi‘nin yetkin çevirisi ve Delidolu Yayınları aracılığıyla kendisine tekrar kavuşuyoruz. 168 sayfalık kısa roman raflardaki yerini çoktan aldı bile. Keyifli okumalar dileriz.