Menu
in ,

Sarı Duvar Kâğıdı: Feminizm Bir Zamanlar Kibardı

Charlotte Perkins Gilman’ın kaleme aldığı ve Maria Brzozowska’nın resimlediği önemli feminist öykülerden Sarı Duvar Kâğıdı’nı sizler için inceledik.

Delidolu Yayınevi’nden geçtiğimiz yılın ekim ayında çıkan bu eserle melankoliyi, kasveti ve en sonunda özgürleşmeyi bir arada göreceğiz. Yazar Charlotte Perkins Gilman feminizm savunucularından olmakla beraber yaşadığı dönemde bu temada çokça eser de verdi. Fakat en önemli eseri bir öykü olan ve biyografik izler taşıyan Sarı Duvar Kâğıdı kuşkusuz. Çok uzatmadan Amerikalı yazarın eserini incelemeye geçelim.

Ne Anlatıyor?

İsmi olmayan başkarakter bunalım geçiriyor ve temiz hava alıp içinde bulunduğu buhrandan çıkması için kocası John ona büyük, güzel bir yazlık tutuyor. Bir süre burada yaşamaya başlayan çiftin bir de bebekleri var ama başkarakter bebekten çok uzak. Öyle ki hem eş hem anne olmaya yabancılaşmış ve çoğu zaman ya sanrılar görüyor ya da uyuyor. Kitaba ismini veren sarı duvar kâğıdına her geçen gün yeni anlamlar yüklüyor, öyle ki kitabın sonuna doğru kâğıdın altından sürünerek çıkan bir kadının varlığını fark ediyor.

Ve son sayfada da adeta o kadın gibi sürünerek ve duvar kâğıdını parçalayarak iyileşmeye çalışıyor. Oysaki deliriyor.

- Reklam -

Gerçekte Ne Anlatıyor?

Gilman bu öyküyü boşandıktan bir süre sonra yazıyor ve o dönemde ruhsal hastalıklarla boğuşuyor. Doktoru onun yazmaktan uzak durmasını aynen öyküdeki gibi salık veriyor. Yani o dönem düşünmenin, yazmanın, entelektüel eylemlerin kadınların sağlığına zararlı olabileceği hatta onları delirtebileceği söyleniyor. Kısacası Gilman ve başkarakter paralel olarak delirmeye başlıyorlar. (Neyse ki Gilman kaleme aldığı karakterin aksine zamanında boşanmış.)

Kitapta karakterin bunalımlarını kocası da dâhil olmak üzere çevresindeki herkesçe çok da ağır olmadığının düşünülmesi, kimsenin onu ciddi anlamda dinlememesi, tedavi adı altında gittikçe daha fazla kısıtlanması, yazmaktan alıkoyulması aslında çok da uzak değil. Zaten kitapta kadın buhranlarının güzel bir ev ve sakin bir hayatla dineceği kanısı ne yazık ki mevcut. Yinede yazılan karakter tepkisini çok kibar bir şekilde hatta kendisini suçlayarak dile getirirken hala insanları yanında görüyor ve iyileşemediği için kendisini suçluyor.

Sonlara doğru da baştan beri nefret ettiği sarı duvar kâğıdının her deseni artık canlanıyor ve arkasındaki kadın sürünerek kurtulmaya çalışıyor. Duvar kâğıdını üstündeki simgeler bağlamında gözlere benzetmek ve altındaki kadının bu bakışlar altında sürünerek ezildiğini söylemek de duvar kâğıdının karakter ile “sürünen kadın” arasındaki paralelliği de fark etmek mümkün.

Ve kitap bittiğinde kocası karısının delirdiğini ve duvar kâğıdını parçaladığını görerek bayılıyor. Bu istenen kadınvari davranışa bizim romanlarımızda da rastlamak mümkün. Ne kadar naif ve masum olduğunu kanıtlarcasına Halit Ziya Uşaklıgil romanı Aşk-ı Memnu’da, Nihal karakterini bol bol bayılır. Velhasıl bu “sevilen” güçsüz tavır erkeğe geçmiş ve yerde sürünen kadın delirerek özgürleşmiştir.

Çizimler, Editörlük, Çeviri

Maria Brzozowska’nın çizimlerinin güzelliğini ve eserle paralel tatlı melankolikliğini anlata anlata bitiremeyeceğim. Dokuları kullanış biçimine bayıldım. Başak Çaka’nın çevirisine ve Ayşegül Utku Günaydın’ın editörlüğüne diyecek bir şey yok. Kitabın raflarda olmasını sağlayan ellerin baskın bir şekilde kadınlara ait olması çok anlamlı ve mutlu edici.

Son Olarak

Bu kitabı yazarın özgeçmişi ile beraber okuyup anlamlandırmanızı tavsiye ediyor ve eğer kadınsanız, sorunlarınıza bıyık altından gülen bir kocanız varsa delirmeden boşanmanızı öğütlüyorum.

Uygar Özdemir

Sanat tarihi, Türk mitolojisi ve fantastik edebiyat meraklısı; sıklıkla okur, çizer, yazar.

Yorum Yap

Exit mobile version