Menu
in ,

Gölge Oyunu: Gece Yarısı Mareşaline Övgüler

Böylece Gölge Oyunu fikri doğmuş: Bradbury’yi örnek alan ve onun sayesinde yazar olan kişilerin hikâyelerinden oluşan bir derleme.

Ray Bradbury… Bu ismi duyduğunuzda gözünüzün önünde neler canlanıyor? Usta bir nakkaşın elleriyle beyninizin kıvrımlarına işlenmiş o hareketli resimlerde hangi öyküler oynamaya başlıyor? Distopik bir gelecekte, mekanik bir tazıyla sıradan bir adam arasında yaşanan nefes kesici kovalamaca sahnesini mi görüyorsunuz? Yoksa Cadılar Bayramı’nı çılgınca kutlayan; kurtadamlar, vampirler ve ucubelerden oluşan bir canavarlar ailesini mi? Belki de Mars’a doğru yol alan nefes kesici uzay gemileri geliyordur aklınıza.

Hayır, bunlar değil. Ray Bradbury’yi bize sevdiren etmenler yalnızca bunlardan ibaret değil. Doğru, o her şeyden önce bir bilimkurgu yazarıydı. Hikâyelerinde her türlü tuhaflığa, akıl almaz olaylara, maceraya ve gizeme yer verirdi. Ancak onu bu türün diğer ustalarından ayıran çok önemli bazı özellikleri vardı. Şiirsel anlatımı bunlardan biriydi; insanların yaşadığı maceraları değil, macerayı yaşayan insanları anlatması ise ikincisi.

Evet, Fahrenheit 451’in konusu kitapların yakılması, en heyecanlı kısmıysa o unutulmaz kovalamaca sahnesi olabilir; fakat hepsinin merkezinde olan esas şey Montag’in duygu ve düşünceleridir. Eve Dönüş’ün sayfaları boyunca en çılgın hayallerimizin bile ötesine geçen bin bir çeşit yaratıkla dans ettiğimiz de doğrudur, ama asıl konu küçük Timothy’nin hissettikleri ve kabul görme arzusudur. Mars Yıllıkları’nın özü ise en iyi, üstadın kendi sözleriyle açıklanabilir belki de: “Biz Dünyalılar, büyük ve güzel şeyleri yıkmak konusunda hünerliyizdir.” Bradbury her zaman hikâyelerinin odak noktasına karakterlerinin neşelerini, üzüntülerini, endişelerini, hırslarını ve de korkularını yerleştirirdi.

- Reklam -

Gölge Oyunu’nun yaptığı şey de tam olarak bu.

Yakmak bir zevkti

Üstadın ölümünden iki yıl kadar önce ikisi de sıkı birer Bradbury hayranı olan Sam Weller ve Mort Castle; Poe, Lovecraft, Matheson ve Bloch gibi isimlere adanan derlemelerin olduğunu, fakat bunu en az onlar kadar hak etmesine rağmen hiç kimsenin o güne dek Bradbury için böyle bir işe kalkışmadığını fark etmişler. Sam Weller konuyu Bradbury ile paylaşmış, o da bu fikri alçakgönüllülükle, mutlulukla ve heyecanla karşılamış. Böylece Gölge Oyunu fikri doğmuş: Bradbury’yi örnek alan ve onun sayesinde yazar olan kişilerin hikâyelerinden oluşan bir derleme.

Bu amaçla Neil Gaiman (Sandman, Mezarlık Kitabı), Margaret Atwood (Damızlık Kızın Öyküsü), Harlan Ellison (Korkunun Bütün Sesleri) ve Joe Hill (Kadife Kutudaki Hayalet) gibi yakından tanıdığımız isimlerin yanı sıra David Morrell (Rambo: İlk Kan), Dave Eggers (Vahşi Şeyler) ve Audrey Niffenegger (Zaman Yolcusunun Karısı) gibi pek çok ünlü yazarla irtibata geçmişler. Tüm bu isimlerin iki ortak noktası var. Birincisi kendi ülkelerinde – hatta bazıları dünya çapında – çok ünlü ve ödüllü birer yazar olmaları. İkincisiyse hayatlarının bir döneminde Bradbury’nin eserleriyle karşılaşmış ve ona duydukları hayranlık sayesinde yazarlığa adım atmış olmaları. Hatta aralarından bazıları ona manevi babam (Gaiman, Hill), bazıları kardeşim (Ellison) ve bazıları da mektup arkadaşım (Chaon, Mitchard) diyecek kadar yakın insanlar.

Yazarlar belli olmaya, hikâyeler de yavaş yavaş toplanmaya başlarken Bradbury de oturup her kitabına yaptığı gibi kendi onuruna hazırlanan bu derleme için de bir önsöz yazmış. “Şimdi, aradan geçen pek çok yılın ve pek çok zamanın ardından, inanılmaz bir şey gerçekleşti. Ellerinizde tuttuğunuz kitap sayesinde ben artık oğul değil, tam aksine babayım. Tüm bunların nasıl gerçekleştiğini merak ediyorum. Bay Edgar Allan Poe’nun oğlu nasıl oldu da bu kadar çok kişinin babası hâline geldi?” diyor Bradbury, kitapta yer alan “İkinci Eve Dönüş” adlı yazısında.

Bradbury kitabın yayınlandığını asla göremedi, çünkü kitabın basılmasından bir ay önce hayata gözlerini yumdu. Geriye sadece kitabı açtığımızda bizi karşılayan, bu derleme hakkında duyduğu mutluluğu ve heyecanı bizlerle paylaşan, ister istemez içimizi burkan önsözü kaldı.

Başparmaklarımın Karıncalanmasına Bakılırsa…

Kitapta üstada atfedilen yirmi altı farklı öykü var. Hepsi de Bradbury kokan, Bradbury atmosferini hissettirmeyi başaran hikâyeler. Çünkü her birinin merkezinde yazının başında belirttiğimiz insan olgusu var.

Neil Gaiman’ın meşhur “Ray Bradbury’yi Unutan Adam” hikâyesiyle yapıyoruz açılışı ve üstadın çalışmalarına göndermelerle dolu küçük bir fırtınanın içinde buluyoruz kendimizi.

Margaret Atwood’un 1950’lerin bilimkurgu filmleri ile Alacakaranlık Kuşağı tarzı dizilerin havasına sahip “Baştan Hayat” adlı öyküsüyle devam ediyoruz.

David Morrell’in kaleminden çıkan “Yoldaşlar” koruyucu melek kavramına yeni bir bakış açısı sunarken bizlere de oldukça keyifli bir okuma deneyimi sunuyor.

Genellikle babasının (Stephen King) izinden giden ve başarılı korku romanlarına imza atan Joe Hill, “Champlain Gölü’nün Gümüşî Sularının Kıyısında” adlı öyküsüyle çocukların o büyülü hayal dünyasında inanılmaz başarılı bir gezintiye çıkarıyor bizleri.

John McNally’nin sitemizde de yer alanTelefon Görüşmesi” adlı hikâyesi hem başarılı kurgusu hem de etkileyici sonu bakımından kitapta yer alan en güzel çalışmalardan biri.

Harlan Ellison’ın kaleminden çıkan “Yorgunluk” hem büyük ustanın kendine has yazım tarzından ufak bir kuple sunuyor, hem de hikâyenin kendisinden kat be kat daha uzun olan son sözüyle bizleri derinden etkiliyor.

Charles Yu’nun yazdığı “Dünya (Bir Hediye Dükkânı)” yüzünüzde şaşkın bir tebessüm oluşturan, Douglas Adams’a adanmış bir kitapta yer alsa kesinlikle sırıtmayacak türden bir hikâye.

Robert Mccammon’dan “Uyku Vakti Makinesi Çocukları,” John Maclay’den “Max,” Gary A. Braunbeck’tan “Şişman Adam Ve Küçük Çocuk,” Bonnie Jo Campbell’da “Dövme,” ve Dave Eggers’tan “Kim O?” dikkat çeken diğer öykülerden bazıları.

Tanrı Aşkına Montressor!

Bu kitabı özel yapan asıl şey ise her hikâyenin sonunda yer alan son sözler. Her yazar, öykülerinin sonunda Bradbury’yle nasıl tanıştığını, ona duydukları hayranlığı, kendilerine ilham verenin ne olduğunu ve yazarlığa nasıl adım attıklarını anlatıyor, büyük ustaya her şey için teşekkür ediyor bu kapanış yazılarında. Bu da kitabın değerini kat be kat arttırıveriyor okuyan kişinin gözünde.

Ray Bradbury’nin bu son sözleri okuyup okuyamadığını bilmiyoruz, ama Sam Weller üstadın son günlerinde onu hasta yatağında ziyaret edip hikâyelerin hepsini ona sesli olarak okumuş. Bazılarını “İşte bu bir Bradbury öyküsüydü!” diye övmüş, bazıları karşısında da (Gaiman, Hoffman) göz yaşlarını tutamamış. “Ona teşekkür etmek, onu onurlandırmak istediğimizi biliyor ve bunu nasıl yaptığımızı görüyordu,” diye hatırlıyor o günü Sam Weller.

Ben de müsaadenizle buradan büyük ustaya her şey için sonsuz teşekkürlerimi yollamak istiyorum.

Toprağın bol olsun üstat.

M. İhsan Tatari

Yirmi yılı aşkın bir zamandır fantastik edebiyat, bilimkurgu, çizgi roman ve bilgisayar oyunlarıyla haşır neşir oluyor.

Fantastik edebiyat alanında dört basılı kitabı bulunan yazar, Kayıp Rıhtım'ın yanı sıra Oyungezer dergisinde de serbest yazar olarak çalışmakta, çeşitli yayınevlerinde çevirmen ve editör olarak görev almaktadır.

Yorum Yap

Exit mobile version