Menu
in ,

Watchmen İncelemesi: Gözcüleri Kim Gözleyecek?

Alan Moore imzalı Watchmen çizgi roman serisi hakkında detaylı bir inceleme sizlerle. Süper kahraman temasına farklı bakış açısı getiren seriyi özel kılan unsurlar ne?

Watchmen, süper kahramanların ayakları yere bastığında neler olacağını anlatan bir hikâye. Watchmen pencerenizin hemen dışında yaşayan, siyah ve beyazın olmadığı, doğru olanı yapmak için yanlışa batan ve bizim gibi olan süper kahramanların hikâyesi.

Çizgi roman dünyasında Alan Moore ismini duymayan yoktur. Her çıkardığı eserde okuyucuları durmadan şaşırtan, devrin sorunlarını neredeyse şiirsel bir şekilde ele alan yazarlardan birisi. Başarısını anlatmak için V for Vendetta, Swamp Thing, The Killing Joke gibi eserleri saymak bile yeterli olacaktır. Fakat tüm bu eserlerin içinde “Watchmen” serisi çok daha özel bir yeri hak ediyor.

1986 yılından 1987 yılına kadar Alan Moore’un yazarlığını Dave Gibbons’un ise çizerliğini yaptığı bu seri belki de çizgi roman tarihini yeniden yazdı. Hem de bu devrimi, dünyasını o zamana kadar düşünülmesi bile saçma olan bir fikir üzerine kurarak yaptı. “Süper kahramanlar sandığımız beyaz atlı kahramanlar değil,” dedi.

- Reklam -

Watchmen: Evrenin Ardındaki Gerçek

Siyah arka plan üzerine sarı büyük harflerle yazılmış WATCHMEN çizgi romanını elime aldığımda, bütün geleneği nasıl baştan ayağa değiştirdiğini hissetmemek mümkün değil. 12 sayılık eseri çevirdiğiniz her sayfada karanlığı, acıyı ve hayal kırıklığını acımasızca üzerinize atıyor. Belki de klasik bir süper kahraman hikâyesi okumak için raflardan çekip almıştınız, etrafınızdaki gerçeklikten biraz olsun sıyrılıp her şeyi sizin yerinize düzelten pelerinli kahramanların olduğu bir dünyaya dalmak istemiştiniz.

Fakat daha ilk panelde gördüğümüz kanlı tablo Moore’un bize böylesini bir hikâye anlatmaya yeltenmeyeceğini basitçe gösteriyor. Tam tersine sizi gerçeğin öyle derin bir noktasına götürüyor ki gözünüzün önündeki elinizi bile göremiyorsunuz. Sonrasında karanlığın içinde elinizi bırakıveriyor. Panikle kalakalıyorsunuz. Ancak uzun sürmüyor. Işıklar yüzünüzde patlayıverince etrafınızdaki pisliği ve kötülüğü görüyorsunuz. Gölgelerden anlatmaya devam ediyor. “İnsan böyledir işte,” diyor “süper kahramanları bile iyi olamaz.”

1980 yılının Amerika’sında yayınlanan bir çizgi romana, Türk okur olarak nasıl böylesi alışabildiğimi uzun uzun düşünmüştüm. Ne de olsa bambaşka bir kültür ve sistem üzerine yazılmış bir eserden bahsediyoruz. Önce, o zamanların içinde bulunduğu buhranlı dönemler tanıdık geldi diye düşündüm. Sonra, yürüdüğüm sokakların aydınlanmamış kısımlarında yatan korkular resimli sayfalarda karşılık buldu, dedim kendime. Fakat şimdi kitabın son sayfasına geldiğimde anlıyorum ki kilometrelerce ötede hiç tanımadığım birinin yazdığı bu eser bana insanın gerçek yüzünü gösterdiği için bu kadar yakın geliyor. Hepimizin içindeki o sökülemeyen sülüğün varlığını anlattığı için bu kadar tanıdık. Çünkü her gün medeniyet adı altında baskılamak zorunda olduğumuz vahşeti Rorschach’in daimi değişen maskesinde gördüğümüzde o maskenin altındaki yüzün ırkı yok. Biliyoruz ki eğer o maske sökülse her gün aynada bıkmadan bize bakan o suratı göreceğiz. Aynı kötülük ve acımasızlık 80’lerin Amerika’sında yaşadığı gibi 2021’de hemen pencerenin dışında sürünmeye devam ediyor. Bu yüzden anlıyorum ki sayfalarda bana tanıdık gelen şey insanın aynı kötülüğü.

Alan Moore’un Öyküsüne Kulak Verin

Satırların hiçbirinde kaygı yok. Alan Moore bize bir öykü anlatıyor; öylesine bir öykü ki dinledikçe resimlerin arasından çıkıp ete kemiğe bürünüveriyor. Çizgi romanın satılması için abartılmış yumruk kavgaları, gözlerden çıkan ışınlar, betonun arkasını gören bakışlar yok. Süper kahramanlar var fakat onlar bile iyi değiller. Adaletin şaşmaz koruyucuları değiller. Çünkü Moore sayfaların arasından “Adalet nedir?” diye fısıldıyor. İşte biz de o anda adaletin olmadığını fark ediyoruz. Maskelerinin altında muhteşemlikler yaratması beklenen kurtarıcıların aslında sadece birer insan olduğunu görüyoruz. Tıpkı bizler gibi problemleri ve güvensizlikleri olan insanlar onlar da.

Watchmen Ne Anlatıyor?

Hikâyeyi tek bir kişinin etrafında anlatmak pek mümkün değil. Moore’un kurduğu evren öylesine büyük ki, anlatıyı tek kişi sırtlayamıyor. Fakat Komedyen’in anlatıda özellikle kritik bir öneme sahip olduğunu söylemek mümkün. Minutemen (Dakik Adamlar) kadrosunu Gözcülere bağlayan eski dünya düzeninin yeni olanda nasıl karşılık bulacağını görebilen bir karakter.

Komedyen düzenin kötü tarafını gören fakat bunun “parodisi olmayı seçen” biri. Yaşamak zorunda kaldığı hayatın öyle ciddiye alınacak bir şey olmadığını fark ettiğinde yaşamını koca bir şaka olarak devam ettiriyor. İkinci dünya savaşında ve alternatif gerçeklikteki Vietnam savaşında görev alıyor. Devletin kirli işlerini yürüten kiralık katil oluyor. Yine de tüm bu karanlık taraflarına rağmen Moore’un hikâyede Komedyen’e verdiği en önemli rol can alması değil elbette. Tüm hikâyeyi değiştiren şey, Komedyen’in kızı, Sally Jupiter. Ona verilen görev o kadar kritik ki Dr. Manhattan’ın dünyayı kurtarmasını ve geçmişin en kirli anılarının bile gitgide daha da parlaklaşmasını sağlıyor. Dolayısıyla panellerdeki şakayı Komedyen yapmıyor. Moore bizzat kendisi yazdığı metinlerin öbür tarafında şakanın iplerini çekiyor.

Peki neden?

Çünkü Moore insanın içindeki iyiliği de görüyor. Ulaşması imkânsız, olasılıkları o kadar düşük fakat yine de orada. Belki de, varlığı mümkün olmayan iyiliğin ve amansız dehşetin bir arada bulunmasını tanrı tarafından insan zihnine yapılmış bir eşek şakası olarak görmüştü, kim bilir? Çünkü sarı renkli gülen surat rozetinin üzerindeki bir parça kan lekesini görünce bunun o kadar da saçma olmadığını fark ediyoruz. Yaşamımız, dört bir yanımızı sarmış olan vahşet ve kan gölünün ortasında hâlâ yüzümüzdeki saçma gülümsemeden ibaret değil mi? Daha ilk panelde, yıkanan kanların şehrin dışkı dolu giderlerine aktığı o anda bizler hem yıkanan kan hem de umursamazca etrafından yürüyüp gidenler değil miyiz?

İplerini Görebilen Kukla: Dr. Manhattan

Kukla olmanın ağırlığını, ipleri görebilen bir kuklayla anlatmak belki de Moore’un çizgi roman dünyasında neden bu kadar saygı duyulduğunu kanıtlıyor. Mavi bedeni, alnının ortasındaki hidrojen sembolü ve maddeye olan hâkimiyetiyle Dr. Manhattan, Watchmen serisi boyunca süper kahramana en yakın duran varlık. Fakat böylesine bir güç, Manhattan’ın insanların basit meselelerine olan ilgisizliğini beraberinde getiriyor.

Bu anlatım çizgi roman dünyasında daha öncesinde görülmemiş bir şeydi. Çünkü süper kahramanlar tam da bunu yapmalıydı, sahip oldukları insanüstü güçleri insanların yararına kullanmalıydı. Oysa hikâye bunun doğal bir şey olmadığını gözümüze sokuyor. Eğer insanüstü güçleriniz varsa insanüstü düşünceleriniz olur, diyor.

Dr. Manhattan’ın anlatı boyunca, bir zamanlar kendisini kısıtlayan bedeninden ve dahası zihninden nasıl kurtulduğunu görüyoruz. Zamandan ve mekândan azat olmasına rağmen özgürlüğü bir türlü tadamadığını da anlıyoruz. Dr. Manhattan ile birlikte Kızıl Gezegen’in üzerinde camdan bir gemiyle gezerken evrenin genişliği karşısında insanın küçüklüğünü fark ediyor. Bütün dünyanın yok olmasının ne kadar önemsiz olduğunu dinliyoruz kendisinden. Tam Manhattan’ın haklı olduğunu, nükleer bombaların tüm dünyayı silip süpürmesini dilerken, camdan gemimiz paramparça olup kırılıyor ve anlıyoruz. Evet, maddesel varlığımız basitçe anlamsız, etten ve kemikten oluşan bedenimiz evrene nazaran küçücük, fakat yine de her birimiz birer mucizeyiz. Milyonlarca ihtimal arasından bir diğeri veya öteki değil, tam da sen, şu an bu satırları okuyan sen var oldun. Kuklanın oynatıldığı ipleri görmesi böylesine mucizevi ve Moore için çizgi roman kültürünü değiştirmek böylesine kolaydı.

Çeviri ve Baskı Kalitesi

En son İthaki Yayınları tarafından 12 sayının hepsi ve ek metinlerle birlikte ciltli basımı yapılan Watchmen serisi Türkçeye Can Kantarcı tarafından çevrilmiş durumda. Baskının kalitesi ve aralarda Watchmen evrenine dair ufak anekdotları okumak oldukça keyifli. Çeviri kusursuz denebilecek kadar iyi, hikâyeyi dinlerken kelimelerle boğuşmak zorunda kalmıyorsunuz. Kâğıt kalitesi ve görseller sizi asla yormuyor. Eğer dikkatli bakarsanız panellerin birinde dört ayaklı tavuk görmeniz bile olası.

Siyah arka plan üzerine sarı fontla yazılmış “WATCHMEN” çizgi romanını raftaki yerine koyarken, Moore’un hayal gücüne imreniyorum. İnsan doğasının kirli tarafını bu kadar iyi anlamak, dahası bunu anlatabilmek eserin değerini daha da artırıyor. Hikâye boyunca anlattığı zıtlıklar bir anda zihnime hücum ediyor olanaksız ve mevcut, vahşet ve sevgi hangisi daha gerçek diye düşüyorum. Sonra gülümsüyorum, çünkü biliyorum şaka bu, her şey koca bir şaka.
Güzel fıkra.

Gülsün herkes.

Çalsın trampetler.

Ve insin perde.
Peki ya siz seriyi okudunuz mu? Watchmen‘in çizgi roman dünyasındaki etkileri konusunda neler düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum‘da paylaşabilirsiniz.

Oğuzhan Açıkalın

Gedikli bir çizgi roman geek’i olmasam da beyaz sayfalara doluşmuş renkli resimleri her zaman ilgiyle takip ettim. Çünkü resimlerin ve kelimelerin bizi olduğumuzdan daha iyi bir yere taşıyacağına inanıyorum. Kısa kısa hikâyeler yazıyorum, edebiyatın her türlüsüne ilgi duysam da bilimkurgu konusunda kendimi geliştirmeye çalışıyorum.

Yorum Yap

Exit mobile version