Menu
in ,

“Yakup’un Kitapları” ya da Belirsiz Formların Mükemmelliği | Prof. Dr. Neşe Taluy Yüce

Prof. Dr. Neşe Taluy Yüce, Türkçeye kazandırdığı Nobel ödüllü yazar Olga Tokarczuk’un “Yakup’un Kitapları” adlı eserine derinlemesine bir bakış sunuyor.

Polonyalı yazar Olga Tokarczuk’un abidevi romanı Yakup’un Kitapları’nın çevirmeni Prof. Dr. Neşe Taluy Yüce, Türkçeye kazandırdığı eser hakkında bir değerlendirme kaleme aldı.

* * *

Yakup’un Kitapları Nobel ödülü sahibi Olga Tokarczuk’un ipek bir kumaş gibi ilmek ilmek dokuduğu bir roman. Tokarczuk okurlarının bildiği gibi yazar yapıtlarına, kimlik, tarih, kültür ve insanlar arası ilişkiler ağını konu eder, işte bu romanda da tarihsel unsurları, felsefi ve toplumsal düşüncelerle birleştiriyor. Bu roman, belleklerinizde kalacak birçok ilginç tema içermekte.

- Reklam -

Epik öykü 1752 yılında başlıyor, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, savaşlar, talanlar, ayaklanmalar ve paylaşımlar arasında, Yahudileri esaretten ve aşağılanmadan kurtarmaya kalkışan bir Podolyalı Yahudi’nin, insanlarla dolu bir yalnızlık içinde yaşayan ve kendisine biçilen olağandışı bir yazgıyla yüzleşen bir adamın hikayesi. Podolyalı bir Yahudi olarak doğan, Polonyalı bir soylu olarak ölen Yakup Frank – çok yönlü ve gizemli bir odak figür. Romanın neredeyse başından sonuna kadar var olan, ancak aynı zamanda sürekli gizemli kalmayı başaran bir karakter. Frank’ın öyküsü neredeyse inanılmayacak kadar tuhaf. İşte Tokarczuk çok etkilendiği bu karakteri ve çevresindeki olayları, eserin sonunda sözünü ettiği pek çok kaynaktan yararlanarak, altı yılda romanlaştırdı. Nobel ödülü almadan dört yıl önce 2014’te tamamladı bu kapsamlı eseri.

Yakup’un Kitapları: Başarısız Bir Mesih’ten Daha Fazlası Hakkında

Yakup Frank, Yahudi diasporasının tarihini şekillendiren bir tarihi kişilik, Katolik Kilisesi’nde Yahudi bir Luther gibi ele alınmış. Bu olağanüstü karakter, 18. Yüzyıl’da Orta Avrupa’nın önemli bir kısmını oluşturan Polonya, Rusya, Avusturya, Almanya gibi ülkelere ait, ama hiçbiriyle tam anlamıyla özdeşleşmiyor. Kısacası hem herkese hem de hiç kimseye tam anlamıyla ait değil.

Frank, bir zamanlar yaptığı taş kaçakçılığını yaparmış gibi din kaçakçılığına soyunmuştu adeta. Sabataycıydı, ardından İslam’ı kabul etti ve İslam’dan Katolikliğe geçti. Her inançtan bir parça alarak, bu parçalardan tutarlı bir bütün oluşturmayı denedi. Çünkü ona göre din, kör bir inanç değil, sürekli bir değişimi gerektiren bir çalışmaydı. Ne de olsa Tanrı tekti. Frank, Tanrı’nın yüzünü ve şeklini değiştiren inançların insanlar üzerindeki tekeline el koyuyordu bir bakıma.

Frankçı hareketin ne olduğu, nasıl doğduğunu okurken, insanlığın tuhaf gelişim yolunu takip ediyoruz. Büyük dinler, çeşitliliği reddetme ve tehlikeli bir birliğe ulaşma yöntemiyle oluşurken, Frank, birlikten karma bir çeşitliliğe doğru ilerliyor. Ama Frank aynı zamanda bir sapkın, ne de olsa insanın Tanrı olabilmek adına Tanrı’yı yarattığını ister istemez kanıtlıyor.

Frank, yaşadığı bu çok eşitliksiz dünyada ne istemişti? Eşitliği. Bu yüzden kardeşlerini vaftiz ettirdi ve onları soylulaştırmaya çalıştı. Çünkü yaşadığı toplumda ancak bu biçimde eşit olabileceğine inandı. Yakup’un Kitapları, başarısız bir Mesih hakkında bir roman olmasının yanı sıra, dini modernite ile uzlaştırmaya çalışan bir insanın hikâyesidir. Frank, Katolikliğe geçmenin asimilasyonun temeli olduğunu anlamıştı. Ancak neredeyse imkânsız bir hedefi daha gerçekleştirmek istedi: Özerklik. Kurduğu toplumun, kendi toprakları, hazinesi ve ordusu olmalıydı ayrıca bu topluma ait kadınlar yabancılarla birleşmemeliydi. Kurduğu toplum (devlet), erkekleri disiplin altına alan otoriter ve ataerkil bir toplumdu, kadınların bedenleriyse erkek zevkine tahsis ediliyordu. Her şey bir yana bu özerklik tutkusu bağlamında onu ilk Siyonist olarak tanımlayabiliriz.

Tartışmalı Bir Karakter

Yakup Frank, başından itibaren oldukça tartışmalı bir karakter. Her dinin insanlık için en değerli olanını keşfetmeye çalışıyor, inançların köklerine iniyor ve onlara yeni yorumlar sunmaya çabalıyor. Frank’ın bu arayışları olağanüstü. Yıldan yıla daha fazla ilgi ve saygı kazanıyor. Yahudileri Hristiyan vaftiz ritüeline yönlendiriyor. Yanında duranlardan saygı ve biat bekliyor. Ancak Yakup Frank’a inanmak, onun peşinden körü körüne gitmek, onun eksantrikliğini kabul etmek ve geleceğe çok daha uzak bir düşünceyi anlamak kolay değil. Bu romanda Frank’ın yaşamını, yeni bir yaşam yolunun evlilikle başladığı andan, Offenbach’taki ölümüne kadar izliyoruz- aynı zamanda coğrafi anlamda yolculuğunu da izlemiş oluyoruz, ancak haritadaki sınırların ötesinde, ruhsal rehberlik misyonuna yüklenen sınırlar daha önemli bir bakıma. Frank sürekli olarak bu sınırları aşıyor, sürekli olarak birçok şey sunuyor, sürekli olarak şaşırtıyor. Kısacası Tokarczuk’un, Frank’ın hikayesine bu kadar büyük bir ilgi duymasına ve yıllarını bu adamın hikayesini kendi bakış açısıyla anlatmaya adamış olmasına şaşmamalı. Frank’ın biyografisi sadece üç dinin- İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik- en değerli öğelerini birleştirmenin muhteşem bir denemesi değil. Aynı zamanda, farklı türlerde özgürlüğün kazanılması üzerine acı dolu bir anlaşma, ayrıca XVIII. yüzyılda düşünsel özgürlük ve inanç özgürlüğü için ödenen bedeli de içeriyor.

Daha önce de söylendiği gibi Yakup Frank her inançtan bir parça alarak, parçalardan tutarlı bir bütün oluşturmayı denedi. Bu birleştirmede, ilk Polonya ansiklopedisinin yazarı ve romanda Frank’tan sonra en önemli karakter olan Rahip Benedykt Chmielowski’ye benziyordu. Bu iki karakter adeta birbirlerinin simetrik yansımaları gibi: Rahip, yalnızca tek bir gerçek inancın var olduğuna ve tüm bilginin kitaplarda yazılı olduğuna inanır. Frank, Tanrı’nın dünyadaki varlığının sürekli bir düşünsel takip gerektirdiğine inanır ve inanç kurallarını sürekli olarak değiştirmek gerektiğini düşünür. Rahip için ansiklopedi, dünyanın düzenine saygı gösteren zekanın bir ifadesidir; Frank için inanç, Tanrı’ya dünyayı aşma bireysel bir eylemdir.

Ancak her ikisi de bir şeyleri derlemektedir. Rahip, eski Polonya’nın yazarlık kavramını temsil eder, ki bu yazarın eserini yaratıcısı olmaktan çok dönüştürücüsü olarak görüldüğü bir kavramdır. Chmielowski kitapları ödünç alarak veya satın alarak okur, onları derleyerek baştan oluşturur. Frank’sa inançları derleyen biridir. Dünyayı bir kronik gibi kaydeden bir rahip. Karşısında şaşırtıcı, tartışmalı, isyancı bir Frank, peşinden gelen kalabalıklarla birlikte ortaya çıkar. Evet bu iki karakter romandaki en önemli figürler. Fakat onlardan başka başat karakterler de var romanda: Arka plandaki çok önemli bir karakter olan Aşer Rubin, düşünmeden inan insanın aptallığına sürekli eleştiri getiren bir bilim adamı, bir hekim-mizantrop.

Ayrıca, mistik kronikçi Nahman-Yakupowicz de başka bir önemli karakter, hissettiği olayları subjektif olarak aktarması bağlamında romanda büyük yer kaplıyor. İzmir’de ortaya çıkan Moliwda-Kossakowski ise eylemlerinde belirsiz bir motivasyon taşıyan, kuşkularla boğuşan, ne var ki Yakup’un ve misyonunun üzerinde ağır bir etkisi olan bir karakter. Romandaki kadın karakterler de önemli, Elişa Şor’un kızı Haya, Yakup’un karısı Hana, Kızı Avaça (Ewa), Kale komutanı karısı Bayan Kossakowska ilk akla gelen başat karakterler. Gelgelelim geç Barok dönemi kadın şairlerden Elzbieta Druzbacka’nın da kurgusal bir hikayeyle romana katılmış olması gerçekle kurgu arasında gidip gelen öyküye çok uymuş. Peder Chmielowski’yle, şair Druzbacka’nın gerçekten buluşup buluşmadıklarını bilmiyoruz, ancak öykü her iki karakterin farklı düşüncelerinin varsayımsal bir kesişmeye dayanmasıyla renkleniyor. Ayrıca, baştan sona romanda yer alan birisi daha var… Ölümsüz Yenta. Ölmüyor, ölemiyor. Bununla birlikte olayları olağanüstü bir perspektiften görüyor. Bu karakter Tokarczuk’un genelde eserlerine koymayı sevdiği büyülü gerçek baharatını katıyor romana.

O dönemin Polonya-Litvanya Birliği topraklarında bulunan Ukraynalılar, Yahudiler, Ermeniler, Türklerin yer aldığı bu romanın kahramanlarının Yahudi inançları, gelenekleri, göreneklerinin yanı sıra (ikincil planda) Türk, Leh, Ermeni inançları, gelenekleri, görenekleri de aktarılıyor…

Polonya Devleti’nin Gizli Yüzünün Bir Temsili

XVIII. Yüzyıl Polonya’sında soylular soyluları, soylular ise burjuvaziyi ve köylüleri, Katolikler ise diğer din mensuplarını, erkekler ise kadınları yönetiyordu. “Yönetmek” demek, sadece kural koyarak buna uyulmasını sağlamak değil, aynı zamanda başkalarının bedenini ve hayatını idare etmek anlamına geliyordu. Soylu Polonya devletinin, köleci bir devlet olduğunu açıkça ifade etmek gerekiyor. Bu da romanda çok belirgin. Bu bağlamda ‘Kaçak’ın öyküsü metaforik: Efendisinin yanında yedi gün, neredeyse yirmi dört saat çalışmak zorunda olduğu için evinden kaçmış bir köle. Yakalanınca, sert bir şekilde cezalandırılıyor, zorla evlendiriliyor. Tekrar kaçıyor. Ne var ki tekrar yakalanıyor, korkunç işkenceler görüyor bu sırada yüzü tanınmayacak biçimde eziliyor ve öldü diye bırakılıyor. Bu kaçak köle, bakılmayacak kadar korkunç bir yüze sahip ve kendisine evini açan Peder Chimielowski’ye sığınıyor. Onun bu çirkinleşmiş, yaralanmış, tükenmiş korkunç yüzü, soylu Polonya Devleti’nin gizli yüzünü temsil ediyor sanki.

Sonuç olarak “Yakup’un Kitaplar”ı gerçekçi yapıya sadık kalarak yazılmış bir kurgusal ve tarihsel romandır, aynı zamanda sıklıkla Tokarczuk metinlerinde olduğu üzere sihirli gerçeğe de göndermeler içerir. Aslında bu metin belki edebiyatın ötesinde bir şeydir. Ne de olsa, romandaki bir mektupta yazıldığı gibi “edebiyat bir tür bilgidir,” Ama yine başka bir mektupta yazıldığı gibi, aynı zamanda edebiyat “belirsiz formların mükemmelliğidir.”

Bu ifadeler romanın sonunda başka bir karakter tarafından da dile getirilir. Bu karakter, Julian Brinken’dir. Frankçı harekete adanmış ilk romanı yazan kişidir. Bu roman 1825 yılında yazılmış, ancak hiç yayımlanmamıştır. Bunu kotarmak Tokarczuk’a kalmıştır, ne de olsa kadim geleneğe göre her yazar başkalarının tezgahlarından aldığı ödünç ipliklerle dokur romanını. Ancak bu geleneğin en önemli yönü, edebiyatı bilgi iletişim biçimi ve bilgi edinme yöntemi olarak ele almasıdır.

Tokarczuk da bu romanda, bu ilginç ve tartışmalı dini liderin hikayesini anlatarak, onun topluma etkisini ve kültürler, dinler ve topluluklar arasındaki ilişkileri analiz etmenin başarıyla altından kalkmış bir yazar olarak çıkıyor okuyucusunun karşısına ve yine okuyucuya muhteşem bir serüven sunuyor.

Prof. Dr. Neşe Taluy Yüce


Yakup’un Kitapları hakkındaki görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, daha fazlası için bizleri Google News’ten takip edebilirsiniz.

Konuk Yazar

Siz de Kayıp Rıhtım'da konuk yazar olabilirsiniz!

İletişim: info@kayiprihtim.com

Yorum Yap

Exit mobile version