Menu
in ,

Sicario İncelemesi: Denis Villeneuve’den Kurguda Ustalık Örneği

Sicario incelemesi sizlerle. Denis Villeneuve’ün 2015 tarihli filmi, kurgusu ile anlatmak istediklerini ezberlerin dışına çıkartmayı başarabiliyor mu?

Sicario, 2015 yapımı, Denis Villeneuve tarafından yönetilen Suç/Aksiyon türünde bir film. Yapımda, içinde bulunduğu dünyayı değiştirmek isteyen genç bir FBI ajanının hikâyesi konu alınıyor. Çekimleri Şili’de gerçekleşen filmin görüntü yönetmenliğini Roger Deakins yapıyor. Senaryo yazarlığını ise Taylor Sheridan üstleniyor. Filmin genel kalitesi her alanda oldukça yüksek olsa da burada ana odağımız kurgu olacak. Çünkü film için de odak noktasının kurgu olduğuna inanıyorum.

Sicario’yu uzun zamandır film izleyemediğim bir dönemde izledim. Yıllardan beri sürekli film ve dizi izlemek yormuştu; odaklanabilme sürem oldukça kısalmıştı. Bu filmle birlikte film izleme yeteneğimi geri kazandım. Sinemayı neden sevdiğimi hatırladım: Parmak arası terlik giyen insanlar ve iyi kurgu.

Filmi seyrederken sıkılmaya yer bulamadım. İmkânım olsa eminim telefonuma bakıp mesajlarımı kontrol ederdim ama film izin vermedi. Her sahnede daha derine indiğiniz ve içinden çıkamadığınız bir kurgusu var çünkü. Benzeri bir yapıyı aynı gün içerisinde izlediğim bir başka Denis Villeneuve filmi olan Arrival’da da hissettim. İki ay boyunca film izleyemeyip aynı günde iki film izlemek, izleyebilmek şahane bir duyguydu. Bunun büyük ölçüde kurgudan kaynaklandığını düşünüyorum.

- Reklam -

Kurgudan bahsederken ne demek istediğimi anlatmaya başlamadan önce filmin kötü yapılmış hiçbir yanı olmadığını söylemek istiyorum. Filmin görüntü yönetmeni Roger Deakins ve sanırım yaşayan en iyi sinematograflardan biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Deakins burada harika bir iş çıkarmış. Filmin ilk yarısında gösterilen Juarez çekimlerinin ölçeği bütün şehre bilinmez ve karanlık bir karakter sağlıyor.

Gece çekimleri ise herhangi bir filmde izlediğim en iyi çekimler; gerçekten gece olduğu hissedebiliyorsunuz. İzlerken nerede olduğumu anlamak için koltuğuma tutunup ayaklarımın yere bastığından emin olmak istediğimi hatırlıyorum.

Sicario: Güçlü Karakterler ve İyi Aktörler

Oyuncu seçimleri ve oyunculukların kendisi filmdeki rollere cuk oturmuş durumda. Benicio del Toro karizmatik, gizemli bir CIA ajanını canlandırıyor ve bu işte çok iyi. En son Marvel Sinematik Evreni filmlerinde Thanos olarak gördüğümüz Josh Brolin ise bu filmde yine güçlü, kendine güvenen ve yaptığı işten şüphe duymayan bir karakteri harika bir şekilde canlandırıyor. Filmin başrol oyuncusu ise Emily Blunt. Hevesli ve idealist bir FBI ajanı olan Kate’i oldukça inandırıcı bir biçimde canlandırıyor.

Josh Brolin’in karakteri Matt, sesi ve mimikleri ile kadrajı en az Thanos kadar dolduruyor. Bunu da parmak arası terlik giyerken yapıyor. Bu noktayı özellikle vurgulamak gerektiğine inanıyorum; bir insan kartel üyelerine karşı yapacağı bir operasyonu planlarken parmak arası terlik giyecek kadar kendine güveniyorsa o insanın yapamayacağı çok az şey vardır. Kendine güvenmeyi daha iyi anlatan bir detay düşünemiyorum.

Bir karakterin insanlar üzerindeki etkisini görmek, o kişiyi seyirciye tanıtmanın en iyi yöntemi olabilir ve Benicio del Toro’nun karakteri bu yöntemi harika işliyor. Uçağın içine girer girmez ana karakterimizi germesi, atmosferi seyirciye hissettirerek hikâye anlatımını güçlendiriyor. Filmi izlerken değil de sonradan üzerine düşününce farkına vardığım bir detay bu. Yani filmi izliyorken, “Ben şu an Kate’in gözünden izliyorum,” demedim asla. Filmin buna benzer detayları seyirciye fark ettirmeden işleyebilmesi güzel bir şey.

İyi Müzik Abartılmayı Hak Eder

Yazının ilk kısımlarında kurgunun ana odak noktamız olduğunu söylemiştim ama Jóhann Jóhannsson tarafından hazırlanan müzikleri övmeden geçemeyeceğim. Sicario filminin ilk perdesinde hikâyedeki ana karakterleri tanıyor ve yapmaya çalıştıkları şeyleri öğreniyoruz: İki CIA ajanı -Matt (Josh Brolin) ve Alejandro (Benicio del Toro)- kartel liderlerine karşı sınır ötesi bir operasyon düzenliyor ve bunu yapabilmek için de sahada tecrübesi bir FBI ajanı olan Kate’i (Emily Blunt) ekiplerine alıyor. Kate de uzun bir süredir sahada iş yapıyor olmasına rağmen anlamlı bir değişim olmadığının farkında. Bu operasyonun diğerlerinden farkı hedeflerinin kartel lideri olması ve bu da Kate için yeterli bir sebep.

Müziklerin asıl etkisi işte tam burada, ana karakterleri tanıyıp amaçlarını anladıktan sonra devreye giriyor. Artık ne yapılacağını biliyoruz ve operasyonu görmeye hazırız. Müziğin ana melodisi seyirciyi bir bataklığa sürüklercesine yavaşça filmin içerisine çekiyor. Seslerinden gerilim akan kemanlar güven hissini ayağınızın altından yavaşça çekiyor. O kadar güçlü bir etkisi var ki Kate’in yüzünden bile okunabiliyor. Müziği duyabildiğim sahnelerin hiçbirinde yerimden kımıldamaya cesaret edemedim, tıpkı Juarez sınırındaki trafikte, çatışmanın ortasında arabadan çıkmaya cesaret edemeyen Kate gibi yerime mıhlandım. Filmde kullanılan teknik elementlerin çoğu gibi müziğin de kendisini değil etkisini hissettim, bu yönüyle oldukça başarılı bir şekilde entegre ediliğini söyleyebiliriz. En İyi Film Müziği dalında Oscar adaylığı olduğunu duymak da çok şaşırtıcı olmadı o yüzden.

Film Montaj Odasında Yaratılır

Film hakkında genel kısımlardan bahsettiğimize göre kurguya geçebiliriz. Kurgudan derken kastettiğim iki şey var: Birincisi anlık kurgu; yani bir sahnedeki görüntülerin birbiri takip etme sırası. İkincisi ise yapısal kurgu; yani bir filmdeki sahnelerin birbirini takip etme sırası. Bu film için anlık görüntü geçişlerinin verdiği en önemli bilgi, hikâyeyi Kate’in gözünden deneyimlediğimiz kısım. Film bizi yeni alanlara götürdüğü zaman bize bu yerleri Kate’in içinde bulunduğu ruh haline paralel şekillerde tanıtıyor ve bunu yapmak için müziği ve anlık kurguyu kullanıyor. Örneğin yeni ve çok da arkadaş canlısı olmayan bir karakter hikâyeye girdiğinde bu karakterin kişiliğini Kate ile aralarında geçen bir konuşmadan anlıyoruz. Bu şekilde gerçekleşen tanıtımlar da bizi ana karakterimize daha güçlü bir şekilde bağlıyor.

Anlık kurgu üzerine düşünmesi zor bir konu ama yine de deneyelim. Bu filmdeki hali ile anlık kurgu yani sahneyi oluşturan görüntülerin birbirine bağlanma şekli düz bir zaman çizgisini kullanıyor. Ancak buna rağmen bazı görüntülerin ne anlama geldiğini seyirciye -ve bakış açısını paylaştığımız Kate’e- söylemeden önce, devam eden görüntü parçası içerisinde duraklamalar ile merak ve gerilim oluşturuyor.

Buna örnek göstermek için filmin üçüncü perdesine bakabiliriz. Önceden de bahsi geçen operasyonu yapmaya hazırlanan ekibi görüyoruz. Neredeyse batmış olan güneş gökyüzünü üç renkle ışıklandırıyor ancak bu ışık yeryüzünü aydınlatmıyor. Bu ışıksızlık içerisinde başı sonu belli olmayan açık arazi seyirciye merak ve gerilimden oluşan bir his veriyor. Ekipteki herkes gece görüşü gözlüklerini giyiyor ancak kimse etrafını tam olarak göremiyor. Bu durumun verdiği güvensizlik ile operasyon başlıyor ve ekip tünele tek sıra halinde giriyor. Ancak Kate sıranın en arkasında olduğu için önünde olan biteni göremiyor. Kamera da onu takip ettiği için ne olduğunu biz de anlayamıyoruz. Bu şekilde düzenlenmiş sahneler anlık kurgu ile gerilim ve heyecan oluşturmanın çok iyi bir örneği.

Yapısal Kurgu ve Senaryo İlişkisi

Yapısal kurgu filmin en iyi yanlarından bir tanesi kesinlikle. Bu da beni Dune filmi için heyecanlandırıyor. Kurgunun bu tarafında beni en çok etkileyen şey hikâyenin seyirciye sunulma biçimi. Daha spesifik olmam gerekirse; filmin hikâyeyi seyirciye kolayca vermemesi.

Sahne içindeki bilgileri anlamak ve daha geniş çerçevedeki hikâyede ne anlama geldiğini görebilmek için düşünmeniz ve bazı noktaları birleştirmeniz gerekiyor. Gelgelelim, daha önce bahsettiğim gibi hikâyeyi Kate’in gözünden deneyimliyoruz. Kate bu tür operasyonlara acemi olduğu için çoğu zaman birleştirilmesi gereken noktaların varlığından bile haberdar değil ve biz de seyirci olarak buna benzer bir durumda bırakılıyoruz. Kate, Alejandro ve Matt ile tanıştığı andan itibaren ikisinin de kim olduklarını ve yapacakları operasyonun tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyor. “Kim bu adamlar ve bunu neden yapıyoruz?” sorusu film boyunca merak ettiğimiz bir şey ve kurgu bunu çok iyi kullanıyor.

Kurgunun bu yapısı da filmin akıcı olmasında büyük bir rol oynuyor. Film izlemeyi pasif bir eylem olmaktan çıkartıp her sahne üzerinde düşündüğünüz bir eyleme dönüştürüyor. Bu tekniğin bir başka etkisi de bazı sahne geçişlerini daha hızlı yapıp seyircinin normalde kendi ulaşabilecekleri bir sonucu, seyirci henüz düşünme aşamasındayken gösterip sahnenin vuruculuğunu arttırması. Bu da sahne geçişlerinin gerilim, merak, heyecan, kafa karışıklığı ve şaşkınlık gibi bir sürü duyguyla zenginleşmesi demek oluyor ve filmi izlemek zevkli bir etkinliğe dönüşüyor.

Kurgusal yapısı bu kadar etkileyici tek Villeneuve filmi değil bu; neredeyse bütün filmlerinde görülebiliyor. Sıradan bir hikâyeyi iyi sinemaya çevirebilen bir yönetmenin Dune kadar görkemli bir dünyadan ortaya neler çıkartabileceği de bu nedenle oldukça heyecan verici.

Peki sizler Sicario’yu izlediniz mi? Filmle ilgili yorumlarınızı ve yönetmenin yeni filmi Dune‘dan beklentilerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilirsiniz.


* Dune Yönetmeni: “Paul Atreides, The Godfather’daki Michael Corleone Gibi”

Nazmi Uçar

Mardin’in bir köyünde doğup büyüdüm. Yapacak çok şey bulamayınca film izledim, oyun oynadım ve kitap okudum. Biraz fazla film izledim. İzlediğim bazı filmler güzeldi, ben de neden güzel olduklarını merak ettim ve Sinema diye bir şey olduğunu öğrendim. Şu aralar İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde bazı kitapların neden güzel olduğuna bakıyorum. Güzel şeyler görüp üzerine yazmayı seviyorum.

Yorum Yap

Exit mobile version