Menu
in , ,

Yeni Yazar Adaylarına İşin Mutfağından Bazı Acımasız Tavsiyeler

Yeni yazar adayları için tavsiyeler! İlk kitabınızı tamamlamadan önce Pegasus Yayınları editörü Kemal Küçükgedik’in önerilerine mutlaka göz atmalısınız.

Pegasus Yayınları kurgu editörü Kemal Küçükgedik, daha önce “Yazar Adaylarına, Nice Canlar Yakmış Bir Editörden Tavsiyeler” başlıklı bir yazı kaleme almış ve yazarlık yolunda yürümek isteyen okurlarımıza belli başlı tavsiyelerde bulunmuştu. Şimdi yeni sorular eşliğinde yazar olmak isteyenler için bu tavsiyeleri artırarak yola devam ediyor. İyi okumalar!

Yeni Yazar Adayları için Tavsiyeler

Merhaba. Elime ilk kez kalem alıyorum. 12 ciltlik bir seri yazmaya karar verdim. Basar mısınız?

Çok üzüleceğinizi biliyorum ama hayır. Yazın hayatına bir seri yazarak başlamaya “çalışmak” doğru bir hamle değildir. Kitap serileri dünyada iki doğal şekilde ortaya çıkmıştır: Örneğin Yüzüklerin Efendisi’nde olduğu gibi yazar aslında tek bir kitap yazar ama bu kitabı tek cilt olarak basmak yayınevi için çok maliyetli ve risklidir. Bin küsur sayfalık bir kitap basıp üzerine korkunç bir etiket fiyatı koyup satmaya çalışmak yayınevini ziyadesiyle terleteceği için kitap iki, üç veya daha fazla cilde bölünüp piyasaya çıkarılır. Veya Dune serisinde olduğu gibi ilk kitabın başarısının ardından yazardan devam etmesi, o dünyayı daha fazla anlatması, hikâyeyi devam ettirmesi istenir.

Günümüzde bir pazarlama stratejisi olarak seri kitaplar daha yaygınlaştı ama yeni başlayan bir yazarın seri yazmaya kalkışması çok sakıncalı bir hamle. Kısaca yayınevinden yıllarca size yatırım yapmasını ve okurdan da yıllarca ilgisini diri tutmasını talep ediyorsunuz. İnsanların size, “Hayır,” demesi için mi uğraşıyorsunuz? Seriyi, cildi, pazarlamayı unutun, hiç düşünmeyin. Siz sadece anlatmak istediğiniz hikâyeye konsantre olun.

- Reklam -

Asla seri yazmayın demiyorum, belli bir kitleniz olduktan sonra seri yazın. Kaleminiz otursun, insanlar sizi biraz tanısın. Yayınevi de okur da parasını ve zamanını serinize yatıracak kadar güvenebilsin size. Dilerseniz size şöyle bir soru sorayım: Hiç tanımadığınız bir yazarın devamının yazılıp yazılmayacağı belli olmayan bir serisinin ilk kitabını alıp okuma ihtimaliniz ne kadar?

Ben fantastik ve bilimkurgu edebiyatında Türk yazarları okumuyorum. Hiç bilmiyorum. Basılıyorlar mı? İyiler mi? Neden onları okuyayım?

Sizi tebrik ederim. Kısaca, “Benim gibi insanları okumam ama herkes benim yazdıklarımı okusun,” diyorsunuz. Bu şekilde bir arpa boyu yol alamazsınız bence ama siz bilirsiniz. Fantastik ve bilimkurgu edebiyatında yerli yazarların çok az şans bulmasının bir sebebi de sizin gibi yerli yazarları okumayan insanlar. Siz daha fazla yerli yazara şans verirseniz daha fazla yerli fantastik ve bilimkurgu kitapları basılır. Yok derseniz daha az kitap basılır. Sizin de gelecekte basılma şansınız azalır.

Türkiye’de atmosferik fantastik edebiyatın ilk temsilcisi ben olacağım. En birinci ilk ben olacağım.

Siz bilirsiniz ama eee? Sonra? Ben herhangi bir türde ilk yazmaktansa güzel yazmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum ama tabii yanılıyor da olabilirim. Mesela en sevdiğiniz yazarları düşünün. Belirli bir alt-türün ilk temsilcisi oldukları için mi seviyorsunuz onları, yoksa gerçekten iyi yazarlar oldukları için mi?

Ben şimdi yeni kelimeler icat etmeye başladım. Mesela İngilizcedeki şu terim için bunu kullanmayı öneriyorum. Arkamdan geleceklere yol göstermek istiyorum.

Vay be. Yola çıktınız da arkanızdan gelenler de var demek. Ne kadar güzel. Yeni kelimeler, yeni terimler, hepsi çok güzel. Peki, bir okur olarak başka yazarların ürettiği yeni terim ve kelimeleri ne kadar önemsiyorsunuz? Ne kadar kullanıyorsunuz? Muhtemelen sizin ürettiğiniz kelimeler de yaklaşık olarak o kadar önemsenecektir.

Romanımda karşılıklı iki ordunun savaşını anlatıyorum. Her iki tarafta klavyenin sıfır tuşu takılı kalmış gibi asker var. Çok destansı olmuş, değil mi?

Değil. Kâğıdın üstüne “bir milyon” yazdığınız zaman okuyucunun hayret, şevk ve vecd içinde bir duygu fırtınasına kapılıp savrulacağını sanıyorsunuz ama okuyan kişi genelde sadece esniyor. Sadece rakamları büyüterek hiçbir şey elde edemezsiniz.

Diyalog yazarken “Hayır” kelimesinde ne kadar çok “ı” harfi varsa o kadar büyük bir haykırış ve güçlü duygu oluşur, değil mi?

Hint filmlerindeki efektler gibi oluyor bence. Benim gözümde morarana kadar, dakikalarca “ııı”layan biri canlanıyor. Tavsiye etmem.

Dediğiniz her şeyi yaptım. Romanımı yazdım. Bence çok güzel oldu ama yayınevleri kabul edip basmadı.

Şaşırmadım. Editörler ve diğer yayınevleri çalışanları her zaman doğru kararlar verebilen insanüstü varlıklar değillerdir. Mesela Frank Herbert’ün Dune kitabı yirmi yayınevi tarafından reddedilmiş. Ursula K. Le Guin, Patrick Süskind gibi yazarlar defalarca, “Hayır,” cevabını duymuştur. Bugün onların adlarını bilmenizin en büyük sebebi, vazgeçmemiş olmaları. (“Ben de bir yayınevi tarafından reddedildiğim için Frank Herbert veya Ursula K. Le Guin kadar kaliteli bir yazarım demek ki,” diye de uçmayın. Aranızda bu şekilde uçmaya meyilli olanlar olduğu için özellikle uyarıyorum. Sakın.)

Yayınevlerinin kitapları kabul aşaması nasıl oluyor? Kurul toplantıları, ateşli tartışmalar, bir masanın etrafında karşılıklı ağız dalaşları hayal ediyorum. Eller kalkıyor, oylamalar oluyor falan. Böyle mi oluyor?

Hayır. Niye böyle bir şey hayal ettiğinize de gerçekten anlam veremedim. Dosya kabul süreci her yayınevi için farklı olsa da belki de dünya üzerinde hiçbir dosya bu şekilde oylamayla kabul edilmemiştir. Elbette bir yarışma sonucu kabul edilen dosyalar hariç. Hem neden her gelen dosyayı beş altı kişi okusun ki? (Size bir sır vereyim: Yayınevlerinde çalışan her bir insan basılan, basılmayan her bir kitabı okumuyor. Bu mümkün değil.)

Peki, nasıl oluyor? Gönderdiğiniz dosyayı genellikle bir editör okuyor. Beğenmezse, “Üzgünüz, olumlu bir cevap veremiyoruz,” mailini göndermek zorunda kalıyor. Beğenirse bu sefer o editör yayınevi içinde daha fazla kişiyi ikna ediyor. Gönderdiğiniz dosyaya ve bir yazar olarak size yatırım yapılması için uğraşıyor. Bir anlamda onun gayretiyle basılıyor kitabınız.

Boş laf bunlar, bu işler hep tanıdık işleri. Türkiye burası, adamın olacak.

Kısmen haklısınız. Ancak bu şikâyet ettiğiniz olgunun Batı’daki karşılığına “networking” derler ve kimse yadsımaz. Hayatın olağan bir parçasıdır. Bizde yadsınmasının bir sebebi “torpil”le karıştırılması (Yayınevi sahibini yakından tanımıyorsanız ne kadar bir torpil dönebileceği tartışılır. Hadi diyelim ki kitabınızın basılması için tanıdık buldunuz, torpil yaptırdınız ve basıldı. Eee? Kitabınız basıldı diye milyonlar kitabevlerine akın edip imza günlerinde kuyruk mu oluşturacak? Sevdiğiniz, beğendiğiniz yazarların hepsi torpille mi geldi bugüne?), diğeri ise kafanızda ürettiğiniz yazar imgesi. Yazar kimseyi tanımasın, kimseyle konuşmasın, otursun sadece yazsın, yayınevlerine yazdıklarını göndersin ve yayınevleri onu havada kapsınlar. Üzgünüm. Böyle bir dünya yok. İş dünyasında olduğu gibi yazarlık da bir kariyer işidir ve genellikle adım adım olur. Genellikle her adımda çile çekersiniz. Her adım zordur.

Yaşadığımız dönemde sosyal medya desteği olmadan kitap basılması imkânsız, değil mi?

Değil. Evet sosyal medya önemli ama her şey demek de değil. Sosyal medya kaç kişiye ulaşabileceğinizin bir göstergesidir sadece. Günümüzde bu kadar önemli olmasının sebebi de basit: Günün kaç saatini sosyal medya başında geçiriyorsunuz? Peki, kaç saatini edebiyat dergileriyle? Haftada veya ayda kaç saat yeni yazarları okuyorsunuz? Peki ya yazar adaylarını?

Şeyma Subaşı! Nilgün Bodur! Tuğçe Işınsu!

Eee? Derdiniz ne? Herhangi bir kitabın üstünde isminizi görmek mi? Bunu niye bu kadar önemsiyorsunuz? Yoksa Şeyma kitap çıkarmasaydı, o kitabı alan insanların bir şekilde sizin kitabınızı alacağını mı düşünüyorsunuz? O okur benim hakkımdı ama Tuğçe çaldı okurumu. Okur da zaten sınırlı sayıda var olan bir kaynak. Bir kitap alan kişi asla başka bir yazarın kitabını alamaz zaten.

Hayır! Sen yanlış biliyorsun! Öyle olmuyor, böyle oluyor.

Peki.


Sizler de aklınıza gelen soruları Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizlerle paylaşabilir, eklemek istediğiniz tavsiyeleri yorumlarda belirtebilirsiniz. Yazarlık hakkında daha fazla tavsiye için buraya tıklayabilirsiniz.

Kemal Küçükgedik

1982 İstanbul doğumlu. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden aldı. Özgür Yayınları ve Pegasus Yayınları'nda editörlük ve çevirmenlik yaptı. Hâlen Doğan Kitap'ta çalışmaktadır.

Yorum Yap

Exit mobile version