Menu
in , ,

İnsanlığımı Yitirirken – Peren Ercan | Çevirmenin Çemberi: “Muğlaklık Güzeldir”

Peren Ercan, Osamu Dazai’nin İthaki Japon Klasikleri’nden çıkan ve intihar etmeden önce yazdığı son romanı olan “İnsanlığımı Yitirirken”in çeviri sürecini kaleme aldı.

Peren Ercan, Osamu Dazai imzalı “İnsanlığımı Yitirirken”in çeviri sürecini Kayıp Rıhtım okurları için anlattı.

İthaki Yayınları Japon Klasikleri’nden yayımlanan eser, Osamu Dazai’nin uzun yıllara yayılan edebi intihar mektubunun son bölümü olarak nitelendiriliyor.


Japon edebiyatından hiçbir eser okumamış arkadaşlarıma söylediğim sözle başlamak istiyorum yazıya: “Japon edebiyatı muğlaklıkla doludur.” Neden kitabı anlatan bir cümleyle başlamak yerine genel bir sözle girdim? Çünkü Osamu Dazai ve İnsanlığımı Yitirirken’i anlamaya çalışabilmek için öncelikle Japon edebiyatının karakteristik özelliklerinden haberdar olmamız gerek diye düşünüyorum. Burada kilit kısım “anlamak” değil, “anlamaya çalışabilmek”. Zira anlayıp anlayamayacağımızdan ben de emin değilim. Anlamak gerekli midir? Sanmıyorum. Çünkü hem Japon edebiyatı genelinde hem de Osamu Dazai eserleri özelinde, mühim olanın amaca ulaşmaktan ziyade yolculuğu yaşamak ve yolculuğu anlatmak olduğunu görebilirsiniz.

- Reklam -

Japon edebiyatının muğlaklığı yalnızca benim düşüncemden ibaret değil. Bu muğlaklık, Japon dilinin genel yapısında mevcut. Belki de bu yüzden edebiyatına da sirayet etmiştir. Yanlış anlamayın, bu onlar için bir sorun değil. Hatta Japoncada “曖昧さが美しい。” (Aimaisa ga utsukushii – Muğlaklık güzeldir.) şeklinde bir söz bile var. Dolayısıyla muğlaklığın güzellik olduğunu düşünen ve onu nezaketle ilişkilendiren bir kültürün edebiyatında da bu tatla karşılaşmak gayet doğal.

“人間失格” (Ningen Shikkaku). Kitabın orijinal adı bu. Biz -daha doğrusu Batı- genelde bu kitabı “No Longer Human” olarak biliyoruz. Fakat kitabın Japoncadaki adında anlatılmak istenen başka şeyler de olduğunu düşünüyorum. 人間 (ningen) sözcüğü “insan, insanlık” anlamına geliyor. 失格 (shikkaku) sözcüğününse “başarısız olmak, yeterli olamamak, ehliyetsiz/yetkisiz olmak” gibi anlamları mevcut. Kitabın asıl adını gördüğümde ve okumaya başladığında düşündüğüm şey bununla ilgili aslında. Dazai bize yaşadığı olaylar sonucunda “insanlığını yitiren” birini değil de “insan olma ehliyetini çoktan kaybetmiş/insan olmaya kalifiye olmayan” birini anlatmaya çalışıyor olabilir miydi?

“İnsanlığımı Yitirirken” Japonya’nın En Popüler Romanları Arasında

İnsanlığımı Yitirirken, Japonya’da en çok satan ikinci roman konumunda. Ayrıca yazarın intihar etmeden önce yazıp bitirdiği son kitap. Bu yüzden, kitabı açıklayan bazı yazılarda bu metnin yazarın intihar mektubu olduğundan söz edilir. Bir okur olarak belki buna katılabilirim ama bir çevirmen olarak katıldığımı pek söyleyemeyeceğim. Hatta bu yazıda, çeviri sürecimle birlikte benim bildiğim ve bana bugüne kadar anlatılandan çok daha farklı bir İnsanlığımı Yitirirken’le karşılaştığımı da anlatmak istiyorum.

Bilenler bilir, bilmeyenler için de tahmin etmesi zor değildir; Osamu Dazai oldukça melankolik bir yazar. Eser de aynı şekilde melankoliyle dolu. Bu kitabı çevirdiğimi öğrenen arkadaşlarım bana akıl sağlığımı nasıl koruduğumu sormuştu. Çünkü bu kitabı okuyup da bunalımın kıyısına gelmemek, hatta belki de bunalıma kapılıp gitmemek mümkün değildi onlar için. Ben böyle hislere kapılmadım. Çünkü genel olarak melankolik biri olmamdan kaynaklı olacak, sanırım Dazai’ın anlattıkları benim zihnime geldiğinde nötrleşti. Bu durum tabii ki herkes için geçerli olmayabilir ve bunun gerçekten de çeviri sürecimi kolaylaştırdığını söyleyebilirim. Aksi takdirde olası bir bunalımı atlatmadan çeviriye devam etmem pek de mümkün olmayabilirdi. Ayrıca bir arkadaşımdan “Melankolik birini, melankolik biri -beni kastederek- çevirmiş.” yorumunu almıştım. Az önce bahsettiğim “melankolinin, bana ulaştığında nötrleşmesi” de bununla alakalıydı aslında. Belki de eserleri çevirecek kişileri seçerken yazarla çevirmenin kişiliğinin uyumuna da bakmalılar. Bu da apayrı bir araştırma konusu olabilir.

Konuyu dağıtmadan bunu neden anlattığıma gelecek olursam, çevirdiğim her satırda yazarın bize anlattıklarında farklı anlamlar olabileceğini düşünmeye başladım. İnsanlığımı Yitirirken dilimize daha önceden kazandırılmış bir eser. Hakkındaki yorumları okursanız kitabın melankoli, bunalım, intihar düşünceleri gibi şeylerle dolu olduğunun söylendiğini göreceksiniz. Buna katılmıyorum çünkü melankoliyi yanlış anladığımızı düşünüyorum.

Melankoli tüm günü bunalım içinde geçirmek ve geçmişe takılı kalıp gelecek konusunda tamamen umutsuz olmak değil ki. Tam aksine melankoli, sürekli bir arayış içindedir. Umutlu olduğu için her gün bıkmadan ve usanmadan aramaya devam eder. İnsanlığımı Yitirirken’in ana karakteri şüphesiz böyle biri. Belki de görebileceğiniz en melankolik karakter. Bu yüzden sürekli çevresindeki insanlarda, “insanlığa” dair bir umut arıyor. Aradığını bulamamış olmak kesinlikle onun suçu değil. Kısacası, İnsanlığımı Yitirirken’in bir intihar mektubundan ziyade umudu arayan bir hikâye olduğunu düşünüyorum. Her umut arayış hikâyesi zaferle bitecek değil sonuçta (Yanlış anlamayın, spoiler vermiyorum). Çevirdiğim her cümleyle birlikte yazarın ve karakterin bu arayışına ortak olduğumu söyleyebilirim. Sonunu bilsem de bu ortaklıktan vazgeçmedim. Vazgeçseydim, çevirinin tüm ruhunu kaybederdim diye düşünüyorum.

Sonu Gelmeyen Cümlelere Karşı Verilen Sınav

Çeviri sürecinde karşılaşabileceğim en büyük zorluklardan biri olan melankoliyi ilk dakikadan atlatabilmiş olsam da beni zorlayan başka bir şey vardı. Osamu Dazai deyince aklınıza ne geliyor? Benim aklıma uzun cümleler geliyor. ÇOK. FAZLA. UZUN. CÜMLE. Bir cümlenin, otuz beş kelimeyi aştığında bizim idrak sınırımızın dışına çıktığına dair bir yazı okumuştum. Bu durum Japonca için geçerli mi bilmiyorum. En azından Dazai için geçerli olmadığını görebiliyoruz. Belki de muğlaklık ve depresif halin bu eserde doruk noktasına ulaşmasının sebeplerinden biri de budur. Cümleler o kadar uzun ki bir noktadan sonra başını unutuyorsunuz. Başa döndüğünüzde de sonunu unutuyorsunuz. Başını ve sonunu kaçırdığınızda ortasını anlayabilmiş olmak pek de işinize yaramıyor. Çeviri sürecinde sık sık vermek zorunda olduğum kararların çoğu bununla alakalıydı. Birçok cümleyi parçalara bölmek durumunda kaldım.

Bu kadar uzun cümlelerle uğraşan tek kişi ben değildim tabii ki. Çevirmenlerin, bir metni baştan yazdığını düşünürüm hep. Editörlerin de benzer bir görev üstlendiğini düşünüyorum. Bu yüzden, editörüm Ömer Ezer’e teşekkürlerimi buradan da iletmek istiyorum.

Çeviri sürecimi anlattığım bu yazımı, kitaptaki en sevdiğim kelimeden bahsederek bitirmek istiyorum: “soytarı”. Ana karakter, çevresindeki insanlarda “umut” ararken bir savunma mekanizması geliştiriyor. Böylelikle onlara farklı biri gibi davranarak toplumun kendisinden beklentisi neyse o şekilde karşılık veriyor. Bu mekanizmaya da “soytarı” adı veriyor. Aslında bu kelimeyi, böyle bir şey için kullanmak oldukça ironik. Tam da bu yüzden çevirdiğim en güzel kelime olduğunu düşünüyorum. Hem neşe dolu hem de acıklı.

Peren Ercan


İlginizi çekebilir: İnsanlığımı Yitirirken Kitabından Çarpıcı Alıntılar


İnsanlığımı Yitirirken ve diğer Osamu Dazai eserleri hakkındaki yorumlarınızı bizimle Kayıp Rıhtım Forum üzerinden paylaşabilirsiniz. Sitemizde yer alan diğer çevirmen maceralarını buradan okuyabilirsiniz.

Peren Ercan

1995 Çanakkale doğumlu, hayali olan yazarlığın peşinden koşan bir üniversite mezunuyum. Üniversitede beş yılımı geçirdiğim Japonca Öğretmenliği bölümünün bana kattığı kültürel farkındalıkla beraber yeni diller öğrenmeye olan açlığım devam ediyor. Bazıları ödüllü olmak üzere kısa öykü ve roman çalışmalarım var. Büyülü gerçekçiliğin cazibesine yazdıkça kapıldım. O kadar kapıldım ki gerçek hayatta da büyüyü aramaya başladım.

Yorum Yap

Exit mobile version