Menu
in ,

Zaman Çarkı 1. Bölüm İncelemesi: Işığın ve Gölgenin Sonsuz Savaşı

Zaman Çarkı 1. bölüm incelemesi sizlerle. Amazon Prime Video’nun merakla beklenen The Wheel of Time dizisi nasıl başladı?

Zaman Çarkı 1. bölüm incelemesi sizlerle. Çark dönerken ne başlangıçlar ne de bitişler vardır. Ama bu bir başlangıç. 19 Kasım sabahı erken saatlerde Amazon Prime Video’da yayınlanmaya başlayan The Wheel of Time, seriyi okuyanların iki yıldır izlemeyi beklediği bir adaptasyon. Peki beklediğimize değdi mi?

Zaman Çarkı serisinin son kitabının raflarda yerini almasının üstünden neredeyse on yıl geçti. Robert Jordan’ın ölümünün ardından seriyi tamamlayan Brandon Sanderson ile serinin editörü ve Jordan’ın eşi olan Harriet McDougal Rigney’nin de danışman olarak yapımcılığını üstlendikleri Amazon Prime’ın yeni dizisi The Wheel of Time izleyicilerle buluştu. Kitabın ekrana aktarılması sürecini üstlenen Rafe Lee Judkins’in de Zaman Çarkı’nı defalarca okuduğunu ve kendisi için bu işin bir hayalin gerçekleşmesi olduğunu verdiği röportajlardan biliyoruz. Dolayısıyla karşımızda seriye oldukça hâkim insanların ortaya koydukları bir uyarlama var.

Bunları aklımızda tutarak dizinin ilk bölümünü izlediğimizde yapılan kimi değişiklikler göze batmasa da bazıları – özellikle serinin metafiziğini kökten değiştirmesi mümkün olan kimi ifadeler- serinin hayranlarının canını sıktığı kesin. Zaman Çarkı ile Amazon Prime’ın dizisi aracılığıyla tanışacak olanların içinden kitapları okumak isteyenler çıkabileceğinden onlar için sürprizleri bozmak istemem. Dolayısıyla mümkün olduğunca kitaplara dair tat kaçıracak detaylar vermeden kaleme aldım bu incelemeyi. Ama yine de seriyi çocukluğundan beri defalarca okumuş, büyük bir hayranı olarak en baştan belirtmek istiyorum. Yapılan “büyük” değişikliklerden memnun muyum? Hayır. Çocukluk hayallerim paramparça edildi mi? Hayır. Kısacası hâlâ umudum var.

- Reklam -

Öncelikle aynı hikâyenin farklı bir yorumu ile karşı karşıya olduğumuzun bilincinde olmalıyız. Elbette kimi karakterlerin geride bırakılacağını, bazı olayların atlanacağını biliyorduk. Sonuçta dizinin ilk sezonu yalnızca 800 sayfalık Dünyanın Gözü’ne değil aynı zamanda Yeni Bahar’a da dayanıyor. Ellerinde dikkatli bir şekilde uyarlanması gereken devasa bir külliyat var. Ancak dizinin gerçekten zoru başaracağına dair inancım tam. O da Zaman Çarkı’nın ruhunu yansıtabilmek. Jordan’ın evren tasarısını ekrana aktarmakta, dünyasının devasalığını göstermekte oldukça iyi olduklarını düşünüyorum. Özellikle yayınlanan fragmanlardan sonra serinin çoğu hayranı o destansı atmosferin tam yakalanamadığı izlenimine kapılmıştı. Fakat dizi yayınlanan bölümleri ile aksini kanıtladı.

Yazının geri kalanını ilk bölümü izledikten sonra okumanızı tavsiye ederim. Öte yandan kitabı okumamış ancak diziyi izlemiş olanlar gönül rahatlığıyla incelemeyi okuyabilirler. Yine de birtakım kavramlara hâkim olmak isterseniz, Zaman Çarkı Serisine Başlamadan Önce Bilmeniz Gerekenler yazıma göz atabilirsiniz. İlk sezon tamamlandıktan sonra diziyle kitap arasındaki farklara odaklanan ayrı bir dosya hazırlayacağım. Gelecek yazılar için beklemede kalın.

Zaman Çarkı 1. Bölüm: Leavetaking (Veda)

Yüzlerce yıl önce büyük bir güce sahip olan bir grup erkek Karanlığı hapsetmek ister. Ardından öylesine bir hüsran yaşanır ki denizler kaynar, dağlar yerle yeksan olur. Medeniyetler yok olur. Dünya kırılır. Tek Güç’e dokunan erkeklerin yarattığı yıkımın yaralarını sarmak, aynı gücün dişil yarısına dokunan kendilerine Aes Sedai diyen kadınlara kalır. Dünyanın düzenini, Çark’ın dengesini korumakla yükümlü olan bu kadınların en büyük görevi; yıkımı getiren Ejder’in yeniden doğuşundan sonra onu bulmak ve yeni bir Kırılış’a neden olmasının önüne geçmektir.

Zaman Çarkı 1. bölüm, Moiraine Damodred’in (Rosemund Pike), Yenidendoğan Ejder’i aramakla geçen yirmi yılının ardından muhafızı Lan Mandragoran (Daniel Henney) ile birlikte bir grup Kırmızı Ajah’a mensup kadının yönlendirebilen bir erkeği yakalayıp ehlileştirdiğini uzaktan izledikleri sahneyle açılıyor. Kısa bir süre içerisinde dizi, izleyicisine Tek Güç’e dokunan erkeklerin akıllarını kaçırdıklarını ve karşı karşıya olduğumuz dünyanın oldukça tekinsiz bir havası olduğunu gösteriyor. Moiraine ve Lan atlarını Puslu Dağlardaki İki Nehir adındaki köye doğru sürerken, akıllarında sadece Yenidendoğan Ejder’i bulmak yok. Aynı zamanda bu köyde dört ta’varen olduğuna dair dedikoduların doğru olup olmadığını da görmek istiyorlar.

Ardından Egwene al’Vere’in (Madeleine Madden) köyünün kadınlar meclisine kabul törenini izliyoruz. İki Nehir’in Hikmeti Nynaeve al’Meara (Zoë Robins) tarafından yamaçtan nehre atılan Egwene, hırçın sularla bir süre boğuştuktan sonra kendini nehre teslim etmeyi ve akıntıyı kucaklamayı öğreniyor.

Daha sonra baharın gelişini kutladıkları Bel Tine bayramı için dağdaki çiftliklerinden Emond Meydanına brendi taşıyan Rand al’Thor (Josha Stradowski) ve babası Tam’i (Michael McElhatton) görüyoruz. Anlıyoruz ki bahar gelmiş olsa da hava hâlâ tam ısınmamış, kurtlar hâlâ dağlara çekilmemiş. Köy halkı Tam’in brendisini sıcak bir şekilde karşılarken Emond Meydanı Beşlisinin son iki üyesi olan köyün demircisi Perrin Aybara (Marcus Rutherford) ve haylaz kumarbaz Mat Cauthon (Barney Harris) ile tanışıyoruz. Rand, Perrin ve Mat’in dostlukları izleyiciye rahatça geçiyor ve aralarındaki ilişkinin çocukluğa dayanan sağlam bir dostluk olduğunu hemen anlıyoruz.

Rand’in Egwene’e olan hisleri, aralarındaki ilişkinin yalnızca romantik değil aynı zamanda birbirlerinin kararlarına saygı duyabilecek, yolları ayrılsa dahi birbirlerini korumaya devam edebilecek bir dostlukları olduğu da izleyiciye yansıyor. Egwene’in Hikmet’in çırağı olmak istediğini, onun gibi rüzgârı dinleyebilmek ve ilerde köyün Hikmet’i olmak istediğini öğreniyoruz. Bununla birlikte Nynaeve’in de genç yaşına rağmen koruyucu bir lider görevi üstlendiği ve ne kadar güçlü bir karakter olduğu da kolayca fark ediliyor.

Ana oyuncu kadrosunun karakterleri kitaba oldukça uygun bir şekilde yansıttıklarına inanıyorum. Özellikle 2. sezonda Mat karakterini canlandıracak yeni oyuncuya şimdiden iyi şanslar, çünkü Barney Harris resmen Mat’in ete kemiğe bürünmüş hali. İlk üç kitap boyunca neyi neden yaptığını asla anlayamadığımız çoğunlukla zar atarken espri yapmak ve yol boyunca yakınmak haricinde bir şey yaptığına pek de şahit olmadığımız bu karakterin, serinin ilerleyen kitaplarında okuyan herkesin kalbini çalan halini şimdiden hissettirmeyi başarmış. Aynı şekilde bundan böyle seriyi okurken gözümde canlanacak Rand, kesinlikle Josha Stradowski’den başkası olmayacak. Öte yandan kimi replikli figüranların performansları göze batacak derecede zayıf kalmış.

Kahramanın Yolculuğu

Gelelim kahramanın yolculuğunun klasiği olan köye gelen yabancıya: Moiraine. Rosemund Pike canlandırdığı karakterin görevinin ağırlığını, taşıdığı gücün sorumluluğunu ve bir Aes Sedai’ın muhafızı ile olan bağını inanılmaz iyi kavramış. Ayrıca bir Aes Sedai’ın girdiği ortamda yarattığı etki, ekrana enfes bir şekilde yansıtılmış. Karşımızdaki figürün herkesi tedirgin edecek adeta masallardan fırlamış büyülü bir varlık olduğu hissi gayet güzel verilmiş.

Bütün bir savaşın seyrini değiştirebilecek bir güce sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu da ne yazık ki bölüm bitmeden İki Nehir halkıyla birlikte biz de öğrenmek zorunda kalıyoruz. Bel Tine şenliğinin geleneklerine uygun bir şekilde atalarının ruhları onlara geri dönsün diye fener yakan ve ardından baharın gelişini dans ederek kutlayan köy halkı birdenbire atalarının yanına Trolloclar tarafından vahşi bir şekilde gönderiliyor. Bölüm boyunca yavaş yavaş hissettirilen tekinsiz bir şeyler oluyor sanki hissi kana susamış vahşi Trolloc ordusunun köye saldırmasıyla taçlanıyor.

Özellikle İki Nehir halkının ilk şoku atlattıktan sonraki cesareti, saldırıya karşı koyuşları atalarını gururlandırdığına ve serinin hayranlarını tatmin ettiğine eminim. Aynı şekilde Moiraine ve Lan’in kusursuz bir uyumla savaşmaları da aralarındaki bağı iyice açığa çıkarıyor. Adeta tek bir zihin gibi dans edercesine üzerlerine yağan Gölge’nin yarattıklarını geldikleri yere göndermeyi başarıyorlar. Bu noktada yönlendirmenin fiziksel olarak bir Aes Sedai’ı ne kadar zorlayabileceği ve ne kadar güçlü olursa olsun Aes Sedai’ların da etten kemikten insanlar oldukları yaralanıp zarar görebilecekleri seyirciye gösteriliyor.

Saldırı sırasında yaralılara yardım etmeye çalışan Nynaeve’in Egwene’in gözü önünde çekiştirmekle ünlü olduğu örgüsünden tutularak kaçırıldığı sahne insanı adeta soluksuz bırakıyor. Bölümün en can alıcı anlarından biri de koca kalpli demircimiz Perrin’in trolloclarla dövüşürken yanlışlıkla eşinin hayatına son verdiği sahne. Öylesine korkunç bir acıyı muazzam bir kusursuzlukla canlandıran Marcus Rutherford, ilerleyen bölümlerde de yaşadığı travmayı inanılmaz iyi bir şekilde yansıtmaya devam etmeyi başarıyor. Kitaplar boyunca yalnızca düşüncelerini takip ettiğimiz, en büyük kavgalarını kendi zihni içindeki çatışmalarda yaşayan Perrin Aybara, ekrana uyarlaması en zor karakterlerden biri. Bu kadar başarılı bir şekilde canlandırıldığı için gelecek bölümlerde performansını yakından takip etmemiz gereken kişi kesinlikle Rutherford.

Kış Gecesi katliamı sırasında dağdaki çiftliklerinde olan Rand ve Tam’in de evleri trolloclar tarafından basılıyor. Koyun çobanı olan babasının, yatağının altında sakladığı Balıkçıl damgalı kılıcı usta bir teknikle kullanarak Trolloc’u durdurmaya çalıştığını gören Rand hem karşılaştığı yaratığın vahşetiyle dehşete düşerken hem de babasının nasıl/neden bu kadar iyi dövüşebildiğine şaşırıyor. Hayatında ilk kez karşılaştığı bu korkunç yaratığı öldürerek babasının hayatını kurtaran Rand, yaralanmış olan Tam’i Emond Meydanına götürdüğünde köyün halini görünce bir şok daha yaşıyor.

Babasının yarasını tedavi etmesine rağmen yaşanan yıkımdan köylerine gelen yabancıları sorumlu tutan Rand, Moiraine’nin Karanlık Varlık’ın asıl peşinde olduğu kişinin onlardan biri olduğunu ve ancak Moiraine ile yola düşerlerse köylerini kurtarabileceğini öğreniyor. Bu noktada Egwene, Mat, Perrin ve Rand bildikleri tek yere, evlerine veda etmek zorunda kalıyor.

Bitiş ve Başlangıç

Robert Jordan’ın kahramanı yolculuğuna çıkması için macera arzusundan ziyade konfor alanının tehdit edilmesi ve yola çıkmak zorunda bırakılması gerektiği tezini nasıl hayata geçirdiğini görebiliriz. Vietnam Savaşıyla hayatı yerle bir olmuş eski bir asker olan Jordan, ilk gençliğin naifliğinin nasıl kirletilerek büyümeye zorlanabileceklerini kitaplarında muntazam bir şekilde tasvir etmeyi başarıyordu. Aynı şeyi dizinin ilk bölümünün de yaptığını söyleyebiliriz.

Öte yandan Zaman Çarkı 1. bölüm, aksak temposuyla, devamlı “jump cut”larla yapılan sahne geçişleriyle ve izleyiciye tam olarak karakterlerin kişiliklerini temellendirmeden bütünüyle oyuncuların performansına dayanarak kitaptan habersiz izleyiciyi bir kaosun içine atıyor. Fakat tanıştığımız İki Nehirli gençlerden hangisinin Yenidendoğan Ejder olduğunu, başlarına neler geleceğini merak ettirmeyi de başarıyor.

Sizler Zaman Çarkı 1. bölümü nasıl buldunuz? Beklenen dizi nasıl bir başlangıç yaptı? Yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da bizlerle paylaşabilirsiniz.

Merve Akartuna

1994, İstanbul doğumluyum, Galatasaray Üniversitesinde felsefe lisans eğitimimi aldıktan sonra Université de Strasbourg’da yüksek lisansımı tamamladım. Kendimi bildim bileli okumaktan ve yazmaktan muazzam keyif almışımdır. Aristoteles kadar Robert Jordan’a düşkünüm. Fantastik kurgunun zihni özgürleştirici gücüne inancım tam. Sevdiğim yazarların yarattıkları evrenlerde zaman algımı kaybetmeye bayılıyorum. Varlığım sürdükçe merak ettiklerimi sorgulamaya, arzu ettiklerimi okumaya ve düşündüklerimi yazmaya devam edeceğim.

Yorum Yap

Exit mobile version