in ,

Klasik Türk Şiirinde Fantastik Unsurlar #7: Hüma, Hüdhüd, Kaknüs

Edebiyatımızda fantazyanın şiirsel yansımalarına göz attığımız yazı dizimizin yedinci bölümünde efsanevi kuşlar “Hüma”, “Hüdhüd” ve “Kaknüs”ü ele alıyoruz.

Klasik Türk Şiiri hüma, hüdhüd, kaknüs
- Reklam -
- Reklam -

Klasik şiirimizde şairleritolojilerin en uç noktalarını şiirlerine harmanlamayı etkili bir şekilde başarmış ve mevcut öğeleri birer mazmun olarak kendilerine has birer kurgu içinde kullanmışlardır. Bu ögelerdenir kısmı da bu yazımızın ana konusu olan efsanevi kuşlardır. Gerek semavi dinlerin mitolojilerinden gerekse kendi antik inanışlarından yaşadıkları zamana sürüklenen birçok kuş klasik Türk şiirinde kendilerine yer bulmuştur. Bunların başlıcaları ve yazımızda ele alacağımız kuşlar “Hüma”, “Hüdhüd” ve “Kaknüs”tür. Bu yazımızda da her bir efsanevi kuşu ayrı başlıklar altında ele alacağız.

Hüma

Hüma kuşu eski Türk efsanelerinde de yer alan mitolojik bir kuştur. Farsçada Hüma/Hümay, Eski Türkçedeuma/Kumay şeklinde isimlendirilen ve eski Türk inanışlarındaki tanrıça Umay ile benzerliği olan kutsal bir varlıktır. Aklın alamayacağı kadar yüksekte uçar. İsmi var cismi yok varlıklar arasındadır. Görülmez yalnızca gölgesi insanların üzerine düşer. Ulaşamayacağı yer yoktur. Kut inancı ile bağlantılı olarak gölgesini düşürdüğü kimseye “hümayun” yani saltanat bahşeder. Bu sebeple de “Devlet Kuşu” olarak anılır. Bazı inançlara göre gökler üzerinde burçların arasında dolaşır ve tanrı ile görüşür.  Daima gökyüzünde yaşayan Hümâ yere bazen0 arşın yaklaşır ve o zaman gölgesi kimin üzerine düşerse yahut başına konar veya pislerse o kişi ya hükümdar ya da çok zengin olur. Hümâ’nın ayrıca hayatta iken ele geçmediğine, havada yumurtlayıp yavrusunu havada çıkardığına, ayakları olmadığına, hiçbir kuşu incitmediğine, tehlike hâlinde yavrularını kanatlarının altında koruduğuna ve onu bilerek öldürenin kırk gün içinde öleceğine inanılır.

hüma

- Reklam -

Hüma, klasik şiirimizde ise çoğunlukla saltanat ve devlet verici özelliğiyle ele alınır. Ahmedî’ye ait:

Hümâ-sâye meliksin ü hümâyûn

Yüzüñ görenüñ olur bahtı meymûn Terkîb-i Bend 4/7

Şeklindeki beyitte de görüldüğü gibi şair burada övdüğü kişinin Hüma’nın gölgesi gibi olduğunu ve yüzünü görenin mutlu olacağını söyleyerek bu inanışa telmihte bulunmuştur. Baki’ye ait:

Ol şeh-i hüsnüñ gözi üzre bakanlar kaşına

Sâye-i perr-i hümâ düşmiş sanurlar başına G 421/1

Şeklindeki beyitte ise şair sevgilinin kaşını övmek için onun güzelliğinin sebebinin başına Hüma kuşunun kanadının gölgesinin düşmüş zannedileceğini söylemektedir.

Bunların yanında Hüma yükseklerde uçması ile de divan şiirinde işlenmiştir. Yine Bâkî’ye ait:

Âsmân-pâye hümâ-sâye ‘Alî Paşa kim

İremez tâk-i celâline kemend-i efkâr            K 18/28

Şeklindeki beyitte de görüldüğü üzere şair Ali Paşa adlı devlet adamını överken onunla Hüma kuşunun gölgesi arasında bir bağ kurup ona efkâr kemendinin ulaşamayacağını söyleyerek bu inanışa atıf yapmıştır. Şeyhülislâm Yahyâ’ya ait:

Kasdun ey dil yüksek uçar bir hümâ pervâzedür

Hâke ol itmez tenezzül meyli evc-i nâzedür             G 86/1

Şeklindeki bu beyitte de yine Hümauşunun gökte çok yükseklerde uçtuğu ve toprağa inmeye tenezzül etmediği inancına telmih vardır.

Hüma her ne kadar yükseklerde uçtuğu için avlanamayacak bir kuş olsa da şairlerimiz devlet adamlarını özellikle de padişahları övmek için onların avının ancak Hüma olduğunu dile getirmişlerdir. Baki’ye ait:

Bâkî hümâ-yı evc-i sa’âdet zamânede

Şâhîn bakışlu Şâh Selîmüñ şikârıdur            G 99 /7

Şeklindeki beyitte şair bu anlayış neticesinde saadet veren Hüma’nın bu zamanda Sultan Selim’in avı olduğunu söylemektedir.

Hüdhüd

Türkçede çavuş kuşu ibibik olarak anılan bu kuş çoğu dilde çıkardığı sese göre adlandırılmaktadır. Hüdhüd de bu adlandırma yöntemiyle oluşmuş bir isim olarak düşünülmektedir. Kültürümüzde çoğunlukla Kur’ân-ı Kerîm’de geçen anlatılar etrafında ele alınmakta olup hakkındaki rivayetler bu kapsamda benzerlik göstermektedir. Kur’ân’da Neml Suresi’nin 16-35 ayetleri arasında anlatıldığına göre Hz. Süleyman’ın vasıfları aktarılırken bunların arasında kuşların dilini de bildiği söylenmektedir. Ayetlerde özetle şöyle anlatılır:

“Bir sefer esnasında ordularıyla birlikte karınca vadisine gelen Hz. Süleyman kuşları gözden geçirir ve hüdhüdün orada olmadığını anlar. Sebebini sorarak eğer mazereti varsa bunu ispat etmesini, yoksa canını yakacağını veya kafasını koparacağını belirtir. Çok geçmeden hüdhüd gelip Hz. Süleyman’a onun bilmediği Sebe ülkesinden haber getirdiğini, bu ülkeyi bir kadının yönettiğini söyler ve onların dinî inançları hakkında bilgi verir. Bunun üzerine Hz. Süleyman hüdhüde bir mektup vererek Sebe’ye götürmesini ve oradaki yöneticilerin nasıl bir karar alacaklarını öğrenmesini ister. Mektubu okuyan Sebe melikesi, ileri gelen adamlarıyla istişare ettikten sonra Hz. Süleyman’a bazı hediyeler göndermeye karar verir.”

- Reklam -

Anlatılan bu olay Hüdhüd’ün şiirimizde ele alındığı konuların büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Bunların yanında inanışlarda Hüdhüd ile ilgili birçok vasıf da söz konusu edilmiştir. Haberci olmakla beraber toprağın altındaki suyu görebilmesi ve annesi ile babasını yaşlılıklarında yalnız bırakmaması ile başına taç –başındaki sorguç tüyleri- bahşedildiğine inanılır.  Eski bir Fars efsanesine göre ise Hüdhüd bir kadındır. Ayna karşısında yarı çıplak saçını tararken odaya kayın pederi girer ve utancından kuşa dönüşür. Tarak da başında kalır ve başındaki tüylere dönüşür.

Hüdhüd

Klasik şiirimizde Hüdhüd temel olarak Hz. Süleyman ile olan bağlantısı, haber vericiliği ve gizli şeyleri görebilmesi özellikleriyle ele alınır. Ahmedî’ye ait:

Baş urdı yine Ahmedi ol yâr işigine

Hüdhüd bigi kim taht Süleymân’a irişdi                   G 627/7

Şeklindeki beyitte de görüldüğü üzere şair, kendisinin sevgilinin eşiğinde beklemesinin Hüdhüd’ün Hz. Süleyman’ın yanında olmasına benzetmektedir. Nedîm’e ait:

Bir iki gün dîdeden oldunsa pinhan bâri gel

Bir neşât-âver haberle hüdhüd-i bînâ gibi                 K 16/12

Şeklindeki beyitte de şair övdüğü kişiye “Birkaç gün gözden kaybolduysan (da) Hüdhüd gibi güzel bir haber ile gel.” diyerek Neml Suresi’ndeki kıssaya bizzat telmihte bulunmuş ve Hüdhüd’ün haber getirici özelliğini şiirinde işlemiştir. Yine Nedîm’e ait:

Hüdhüd gibi binâ gerek onu arayanlar

Vîrâneye bûm olmağ ile genc bulunmaz                  G 45/2

Şeklindeki beyitte görüldüğü üzere, hazine bulunması için onu arayanın gizli olan şeyleri görebilen Hüdhüd olması gerektiği, viranede baykuş olmakla hazine bulunamayacağını söyleyerek Hüdhüd’ün gizli şeyler bulduğu, toprağın altındaki şeyleri görebildiği inancına telmihte bulunmuştur.

Kaknüs

kaknüs
Kaknüs kuşu temsili

Yunanca kuğu anlamına gelen “κύκνος/ kýknos” sözcüğünden gelmektedir. Divan şiirinde Kaknüs ve Mûsikâr şeklinde geçer. Gayet büyük bir kuş olduğuna inanılmaktadır. Gagasında üç yüz altmış delik vardır. Rüzstikçe bu deliklerdees çıkar. Eski bilginlerin bu kuşu gözlemleyerek müziği icat ettiğine dair bir inanış vardır. Gagası genellikle neye benzetilir. Rüzgârstikçe gagasındaki deliklerde çıkan ses diğer ufak kuşları mest eder ve yanına toplar. Yanına gelen kuşların birkaç tanesini avlayarak beslenir. Bir sene yaşadıktan sonra etrafına çalı çırpı toplayıp üzerine çıkar ve ötmeye başlar. Kendi ötüşünden coşup da kanat çırpmaya başlayınca kanatlarından çıkan kıvılcım çalıları ateşe veriranarak can verir. Küllerinden bir yumurta ortaya çıkar. Burada Sîmurg ile temek farkı küllerinden bir yumurta çıkmasıdır zira Sîmurg’un küllerinden yeni bir Sîmurg doğar.

Klasik şiirimizde Kaknüs neredeyse tamamen kendini ateşe vermesi ile ele alınmıştır. Mitolojik yönünün yanında divan şiirinin özellikle de gazellerin romantik havasında şairlerin aşklarının ateşi ile Kaknüs’ün ateşini bir tutmaları şaşılacak bir benzetme değildir. Muhibbî’ye ait:

Bu Muhibbi nâlesiyle ates içre yandugın

Hind içinde işide tahsin ide Kaknus ana             G 63/5

Şeklindeki beyitte de görüldüğü üzere şair aşk ateşi ile yanışını Kaknüs’ün yanışı ile özdeşleştirmektedir. Zâtî’ye ait

İşitdük Zâtî’yâ kaknûsı yakmış âteş-i âhı

Meger kim yana yana okıdı bu şi’r-i pür-sûzı    G 444/5

Şeklindeki beyitte de şair “Ey Zâtî, bu ateş dolu şiiri her kim yana yana okudu ise onun ahının ateşinin Kaknüs’u yaktığını duyduk,” diyerek bu efsanevi kuşun yanma özelliğine atıfta bulunmuştur.

Sonuç olarak bu efsanevi kuşlar klasik Türk şiirinde şairlerin kendilerine has üslupları ile ve tüm efsanevi yönleriyle ele alınmıştır. Bu vesileyle de her ne kadar inanış temelli olsalar dahi bu şiirlerin kendilerine has kurguları ve edebî bir metin olmalarından dolayı fantastik bir metin demek mümkündür.

Kaynakça:

– Divan Edebiyatında Temmuziyye ve Mustafa Sami’nin Temmuziyyesi, Abdulkadir ERKAL, Erzurum, 2014
– Klasik Şiirde Mitolojinin Yeri, Elmas Şahin, 2013, Kırgızistan/Celalabat
– İslam Ansiklopedisi, Hüdhüd Maddesi
– İslam Ansiklopedisi, Hüma Maddesi
– Fehîm-i Kadîm Divanında Hayvanlar Üzerine Bir İnceleme, Hayriye Durkaya
– KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE EFSANEVİ KUŞLAR, Kübra Eskigün, 2006, Kahramanmaraş


Yazı dizimizin tüm bölümlerine ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Ömer Faruk Yazıcı

Nane Molla mahlasıyla ma’ruf olup 10 Mart 1995 yılında İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Hikayeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. FABİSAD üyesi. 2015 Gio Ödülleri hikaye seçkisi Düşlerin İzinde’de “Bir Büyü’cü Masalı” adlı hikayesiyle yer aldı. Türk Edebiyatı Dergisi Genç Sanat’ın yazı işleri müdürü. Temmuz 2018’de ilk hikaye kitabı “Âlemlerin Çöpçatanı”nı yayınladı.

Mitoloji, masal ve fantastik olan her şeye ilgi duyuyor. Türk Edebiyatı Dergisi Genç Sanat adlı dergide eserlerini yayınlamaya devam ediyor.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

kitaplar

Kitap, Dergi ve Gazetelerde Alınan KDV Tamamen Kalkıyor!

haftanin kitabi 100 olu dalgicin sonbahari

Haftanın Kitabı #100 – Ölü Dalgıcın Sonbaharı