in ,

Lejyon: Bin Ben Var Benden İçeri

Brandon Sanderson’ın sıra dışı polisiye dizisi Lejyon’un ilk kitabını okuduk, inceledik.

lejyon ust
- Reklam -
- Reklam -

Brandon Sanderson’ı hepimiz Sissoylu, Elantris ve Fırtınaışığı Arşivi gibi bol sayfalı, kalın ciltli fantastik serilerinden tanıyoruz. Ancak kendisi o kadar üretken bir yazar ki yazımı çok uzun süren bu meşakkatli romanlarının arasında kendi deyimiyle “kafasını rahatlatmak” için daha eğlencelik konulara değinen kısa romanlar da yazıyor. Tıpkı Steelheart ve Ritmatist gibi… İncelememize konu olan Lejyon da onlardan biri.

Sanderson’ın 2011’de Amerika’dan Fransa’ya uçarken, kafasında bir süredir dolaşan bir fikri sırf “uçakta vakit geçsin diye” kâğıda dökmesiyle ortaya çıkmış Lejyon. Sonrasında yazdığı hikâyeden gayet memnun kalmış ve yayıncısına göndermiş. Yıl sona ermeden de film haklarını satmış. Buyurun, buradan yakın. Yetenek dedikleri böyle bir şey olsa gerek… Neyse efendim, lafı fazla dolandırmadan incelememize geçelim.

Ben bir şizofrenim. Ben de öyle

Stephen Leeds, ya da başkalarının ona verdiği isimle Lejyon, son derece zeki olan ama daha önce eşi benzeri görülmemiş bir psikolojik rahatsızlığı bulunan, oldukça yetenekli bir genç. Stephen herhangi bir konu hakkında yalnızca birkaç sayfa kitap okuyarak uzmanlaşabiliyor. Ancak bunu yaptığında bu engin bilgileri kendisi değil, sanki hayali bir arkadaşı biliyormuş gibi davranıyor. Kafasında bir kişilik yaratıyor. Ve bu yüzden etrafı hayali insanlarla, ya da kendi deyişiyle halüsinasyonlarla dolu. Ki zaten kitabın adı olan “lejyon” yani Türkçedeki kelime anlamıyla “kalabalık, güruh” da buradan geliyor. Aynı şekilde kitabın kapak görselinde Stephen’ın arkasındaki belli belirsiz insanlar da yine bu halüsinasyonları temsil ediyor.

- Reklam -

Silah kullanma konusunda uzman olan eski asker J.C., insanların tavır ve davranışlarından yalan söyleyip söylemediklerini anlayan Ivy, elyazısından kişilik analizi yapabilen Audrey, elektronik uzmanı Ivans… Bunlar Stephen’ın halüsinasyonlarından sadece birkaçı. Her biri alanında son derece uzman. Ama sorun şu ki Stephen onları bir kez hayal etti mi hep onunla birlikte kalıyor, hatta onunla beraber yaşıyorlar. İşte bu yüzden kahramanımız bir sürü odası olan, büyük bir malikanede yaşıyor. Her halüsinasyonunun kendisine ait bir odası var ve kendisiyle neredeyse sürekli iletişim hâlindeler. Lejyon bir yere gittiğinde etrafında büyük bir kalabalık varmış gibi davranıyor, hatta uçakla bir yere gitmesi gerekirse 4-5 bilet birden satın alıyor. Dahası her halüsinasyonun kendi kişiliği ve kendi psikolojik sorunları da var. Bu da Stephen’ı çoklu kişilik bozukluğunun daha önce hiç görülmemiş bir örneği hâline getiriyor.

Kahramanımız Stephen etrafındakilerin kendi hayal gücünün ürünü olduğunu biliyor. Yine de onlarla konuşup fikirlerini almaya, sanki tüm o bilgileri kendisi değil de onlar biliyormuş gibi halüsinasyonlarına danışmaya devam ediyor. Mesela silah kullanmayı bilmesine rağmen aslında bundan hiç anlamadığını düşünüyor ve J.C.’ye bel bağlıyor. Yabancı dil bilmediğini farz edip halüsinasyonlarından birinin kendisine tercümanlık yapmasını istiyor gibi gibi…

Bu durum onu son derece ilginç bir psikolojik vaka kılıyor elbette ve pek çok psikolog onu incelemek istiyor. Stephen’ın tek dileğiyse yalnız kalmak ve sıradan biriymiş gibi yaşamak. Gelgelelim bu müthiş zekâsı içinden çıkılmaz durumlarla karşılaşan insanlar için onu kusursuz bir dedektif kılıyor. Böylece nerede akıl almaz bir sorun varsa çözümü için ona geliniyor.

Gülümseyin, çekiyorum

lejyonSerinin ilk kitabı olan Lejyon’da olaylar Monica adındaki bir şirket yetkilisinin kahramanımızı ziyaret etmesiyle ve ondan son derece kıymetli bir fotoğraf makinesini bulmasını istemesiyle başlıyor. Makinenin özelliği geçmişte yaşanan bir olayın fotoğrafını çekebilmesi. O devirde fotoğraf makinesi icat edilmemiş olsa bile… Tek yapmanız gereken olayın yaşandığı yere gitmek ve deklanşöre basmak. Tarihte yaşanmış herhangi bir olayı tüm çıplaklığıyla bir fotoğraf olarak elde edebiliyorsunuz bu sayede.

Monica’nın dediğine göre makinenin prototipi şirkette çalışan, Balubal Razon adlı bir adam tarafından çalınmıştır. Böylece merakı kabaran Lejyon işi kabul ediyor ve hep birlikte bu mucizevi ama bir o kadar da tehlikeli icadın peşine düşüyorlar.

Kitabın sürprizlerini bozmamak için konusuna daha fazla değinmeyeceğim. Zaten hepi topu 86 sayfa ve bir çırpıda bitiveriyor. Ama çok fazla bir numarası olmadığını da belirtmem gerek. Kitabın tek ilginç yanı Lejyon karakteri. Onun dışında anlatılanlar, fotoğraf makinesi ne kadar merak uyandırıcı olursa olsun çok fazla şey sunmuyor okurken.

- Reklam -

Bunun yanı sıra Sanderson’un olayı dinlere bağlaması ve “Tüm Müslümanlar teröristtir, İsrailliler aslında sıradan ve iyi insanlardır,” mesajı vermesi benim biraz keyfimi kaçırdı. Neden diyecek olursanız, Sanderson gibi farklı türlerin eşitliğinden dem vuran bir fantazya yazarının bu olaya iki pencereden birden bakmasını ve her iki tarafın da doğrularını ve yanlışlarını irdelemesini, aslında en nihayetinde hepimizin insan olduğunu belirtmesini isterdim. Tabii bu benim kişisel yorumum; herkes için aynı şey geçerli olacak diye bir şey yok.

Çeviri ve editörlük

Lejyon’un çevirisi Deniz Evliyagil’e ait. Kendisini en son yine Sanderson’a ait olan Savaşkıran’da görmüştük. Yayına hazırlığı ise üstat Boğaç Erkan tarafından yapılmış. Çeviriden gayet memnun kaldım açıkçası; gözüme çarpan veya okurken takılmama neden olan herhangi bir şeye rastlamadım. Ve sadece tek bir yazım hatasıyla karşılaştım ki o kadarı da olsun artık zaten. Çeviri ve editörlükle ilgili tek şikayetim isimlerden önceki virgülü aynen bırakmaları oldu.

“Evet, Stephen.”

“Sence de öyle değil mi, Tobias?”

“Baksana, Monica.”

Bu cümlelerde isimlerden önce gelen virgül bizim imla kurallarımızda olmayan bir şey. Yabancıların kullandığı bir işaret sadece. Normalde Türkçeye çevirirken o virgülün silinmesi gerekir. Ancak çoğu çeviri romanda olduğu gibi burada da atlanmış maalesef.

Uzun lafın kısası çok ilginç bir baş karaktere ama ortalama bir konuya sahip bir kitap Lejyon. Sanderson’la ilk kez tanışacaklar için ideal bir başlangıç noktası olabilir. Yazarın diğer eserlerini okumuş olanlarsa daha hafif ve farklı bir tat almak veya sırf Lejyon’la tanışmak için okuyabilirler. İkinci cildi çok daha fazla sayfa sayısına sahip. Belki onda işler daha heyecanlı bir hâl alıyordur. Okuyup görmek gerek…

M. İhsan Tatari

Yirmi yılı aşkın bir zamandır fantastik edebiyat, bilimkurgu, çizgi roman ve bilgisayar oyunlarıyla haşır neşir oluyor.

Fantastik edebiyat alanında dört basılı kitabı bulunan yazar, Kayıp Rıhtım'ın yanı sıra Oyungezer dergisinde de serbest yazar olarak çalışmakta, çeşitli yayınevlerinde çevirmen ve editör olarak görev almaktadır.

4 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Agape Agape dedi ki:

    Çok güzel bir inceleme olmuş. Ellerinize sağlık. Açıkçası ben de Leyjon karakterini oldukça dikkat çekici buluyorum. Yine de biraz sherlock havası seziyorum geri kalan kısımda. Sherlock da her konuya ilgi göstermez ve Lejyon da bu noktada benzerlik gösteriyor. Hatta Sherlock’un The Woman saplantısı gibi Leeds’in de Sandra çıkmazı var. Sanırım seriyi sadece Leeds’in tuhaf hastalığına olan ilgim yüzünden devam edeceğim. Tadımlık bir seri olduğunu da düşünürsek daha fazla iyileşeceğinden şüpheliyim. Bana sanki şöyle geliyor:

    Bir fotoğraf makinesi olsun, ilk kitap bu olsun. Bir ceset olsun, ikinci kitap bu olsun. Önemli biri kaçırılsın, üçüncü kitap da bu olsun gibi bir mantalite varmış havası var. Ya da ben öyle hissettim. Ana merkezde Stephen’in hastalığı ve yaşadığı problemler olduğu düşüncesindeyim. Ne olacak bu adamın hali? Merak ettiğim tek nokta bu. Bir de hoşuma giden her kitaptaki teknolojik detaylar.

  2. Avatar for mit mit dedi ki:

    Teşekkürler, beğenmenize sevindim. Açıkçası Sherlock aklıma gelmemişti ama çok yerinde bir benzetme olmuş. Saplantılar ve kayıtsızlık açısından benzer yanları var gerçekten de. Yoksa Watson ve Wiggins de mi hayali? :smiley: Şaka bir yana, polisiye olup da Sherlock’tan etkilenmeyen ne var ki?

    Öte yandan yazarın diğer kitaplarına nazaran daha hafif, daha az karmaşık kaldığı konusunda hemfikiriz. Sanderson bu serileri kafa dağıtmak ve eğlenmek için yazdığından bu durumu mazur görmeliyiz belki de.

    Teşekkürler yorum için :slight_smile:

  3. Avatar for OldFatGil-Galad OldFatGil-Galad dedi ki:

    Ufak bir katkıda bulunursam sayın @mit kızmaz sanırım.

    LİNK

    Linkteki tartışmada Sanderson’un söylediğine göre bu Legion’un Marvel’in aynı dertten muzdarip mutant Legion’u ile bir alakası yokmuş. Dan Wells isimli yazar arkadaşı ile arkadaşının yazdığı şizofreni bir karakter hakkında konuşurken “Ya halüsinasyonları ona yardım etse” demiş. Dan de “O iş öyle olmuyor işte” demiş. Sanderson “Bunu yazmalısın” diye ısrar edince de “Sen yaz” demiş ve o da yazmış.

    Dizi haklarını da istekli bir biçimde birkaç kez satmış ama Marvel’in Legion dizisi yüzünden bir türlü çekilememiş. Şimdi ismi değiştirip tekrar denemeyi düşünüyormuş.

  4. Avatar for mit mit dedi ki:

    Yok yahu, niye kızayım? Dün bir arkadaşım da tam olarak bu benzerlikle ilgili bir soru sormuştu. İyi oldu o yüzden :slight_smile: Teşekkürler.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

spider gwen

Örümcek Evreni’ne Başrolleri Kadınlara Ait Yeni Bir Film Geliyor

blade runner

Blade Runner Efsanesi Usta Ellerde Anime Olacak