Herkes bir kaybeden bu kitapta. Birbirinden tuhaf ve toplum nezdinde ezik bu karakterlerin hepsi absürt hikâyeler sahip. Fakat onlara gülemiyorsunuz. Çünkü tam güleceğiniz zaman beyninizden vurulmuşa dönüyorsunuz. Biz buna George Saunders etkisi diyoruz.
Pastoralya, daha önce +1 Kitap adlı yayınevi tarafından 2007 yılından basılmıştı aslında. Ancak Delidolu Kitap’ın Saunders külliyatına el atmasıyla birlikte, Delidolu’dan çıkan 4. George Saunders olarak Türkçe baskılarındaki yerini aldı.
Pastoralya, çağının yaşayan en iyi öykücüleri arasında sayılan ve Folio Ödüllü’ni Aralığın Onu adlı eseriyle kazanmış Saunders’ın 6 öykülük bir derlemesi. Kendisini daha önce Türkçede öyküleriyle okumuştuk zaten; tabii kısa romanı Phil’in Dehşet Verici Kısa Saltanatı’nı saymazsak.
Peki bu kitap bize ne anlatıyor? Onu diğer Saunders külliyatında nereye koymalıyız? Ve daha da önemlisi, her öyküsüyle özgünlüğünü koruyan ve tarzını cümlelerinde dışavuran bu yazarın bu kitabının alt metninde bizi yine hangi dumur edici fikirler bekliyor?
Pastoralya: Gülmek İsterken Boğulmak
Adeta bir Kaybedenlerin Tuhaf Kulübü olan karakterlerinin her biri düzen çarkında bir dişliye sıkıca tutunamamış, sadece bir dişliye rastgele takınmış ve düşmemek için çırpınan bireyler. Onların yaptıkları işler de komik, düşünceleri de. Ama bir yandan da durum öyle hüzünlü ki, onlarla alay etmek istediğin her an, tam cümleyi kuracağınız sırada susup oturuyorsunuz. Daha önceki öykülerinde de bunu başarıyla yapan yazar, Pastoralya’da da aynı tarzı ve etkiyi sürdürüyor.
Daha da acısı, bu düzene ayak uyduramamış tuhaflar, eziklerde, hepimizin kendinde bulacağı yönler var. En az bir öyküde kendinizden bir şeyler bulacaksınız. Duygu ve düşüncelerinizin derinlerine dalarak bir köşeye terk ettiğiniz kimi anılarla ya da kendinizle ilgili şüphelerinizle yüzleşeceksiniz. Empati kuracaksınız. Bu sırada kitabı elinizden bırakamayacaksınız.
George Saunders, yine titizlikle yaptığı gözlemlerini sıra dışı gibi görünen, ama mutlaka hayatımızda birçok kez karşılaştığımız karakterleri üzerinden bizlerle paylaşıyor. Bu sırada İkna Ulusu’nda olduğu gibi tüketim toplumu bol bol taşlanıyor. Ne de güzel oluyor!
Aynı şekilde düzenin kendisi de onun alaycı cümlelerinden nasibini alıyor. Bu toplumun dışında kalmış, tutunmak için didinen karakterlerin tökezlemeleri üzerinden “mecbur muyuz?” diyor, biz okurlara. Düzenin o büyük çatısı altındaki her şey onun iğnelemelerinden payına düşeni fazlasıyla alıyor. Bu sırada biz gülmeye çalışıyoruz. Eğleniyoruz aslında, ama nedenini tam kavrayamadığımız bir yumru da boğazımızdan bir türlü eksik olmuyor.
Tüm O İçinde Kalmış Sözlerin Çığlığı
Karakterlerin büyük kısmı ya annesi dahil, kimse tarafından sevilmeyen/kabul görmeyen kişiler ya da annesi veya başka bir akrabasıyla yaşayan ve onlardan bir türlü kurtulamayan bireyler. Aslında tam burada birey demem çok ironik, çünkü bireyselleşme aşamasını tamamlayamamış kişiler onlar. Annelerinin ya da birlikte yaşadıkları akrabalarının boyunduruğunda, başkalarının seçtiği hayatı, başkalarının seçtiği rollerde oynayan kişiler. Evet, hepsi de çok gerçekçiler.
Bu tür karakterlerle ilerleyen kitap, haliyle içinde sessiz bir çığlık da barındırıyor. Dilin ucuna kadar gelen ve ipleri kopartacak tüm o sözler, dışarı çıkamadan buhar olup uçuyor. Oysa biz okur olarak hepsini oldukça hızlı bir akışta, birinci ağızdan okuyoruz. Aynı öfke damarlarımızda kabarıyor. Yüzleşme anı geldiğindeyse, yine karakterde olduğu gibi, fıs diye sönüveriyor.
Öykülerin her birinin (hatta Saunders’ın diğer öykü kitapları da dahil) birinci tekilden olması da bunda büyük etmen. Özellikle karakterlerin kendi zihinlerindeki düşüncelerin akış hızına göre Saunders’ın yazım hızı da değişiyor. İnsan nasıl ki çok kısa sürede birçok düşünce arasında sıçrar, daldan dala konarsa, Saunders da yazım hızını buna göre ayarlayıp sık sık hızlandırarak karakterlerin iç seslerinde gaza basıyor. Çoğunlukla da karakterlerin iç dünyalarında olduğumuz için de koşturmacası bol bir kitap okuyoruz. Tempo hiç düşmüyor.
Unutmadan ekleyelim: Karakterlerin hepsinde bir çocukluk travması da mevcut. Ama hangimizin yok ki? Derinlerde bir yerde, kıpraşıp duran, rahat vermeyen ama Saunders’ın anlatımıyla tam bir kara mizah öğesine dönüşen travmalar bunlar. Onlar haykırmasın da kim haykırsın? Haykırsalar bir… Ah!
İşte bu nedenlerden, kitap çığlık atmak için alınmış derin bir nefes gibi. Ama o nefesi fazla süre içinizde tutarsanız kalbiniz sıkışır, değil mi? Öyle de oluyor.
Şimdi gelelim öykülerin kendisine. Bu 6 öyküyü tek tek sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü yukarıda her ne kadar genel yapılarını özetlemiş olsam da, Saunders’ın ne kadar çılgın fikirlere sahip olduğunu görmeniz gerek.
Pastoralya
Kitaba adını veren bu uzun öykü, yaklaşık 80 sayfalık bir okuma seyri. Konuysa bir hayli ilginç.
Bir eğlence parkında ilk insanlar kılığında yaşayan ve ziyaretçilere o dönemi canlandıran bir çalışanın hikâyesi bu. Başkarakterimiz tam olarak o çağın insanları gibi ilkel bir hayat yaşıyor; sırf şov olsun diye. Sırf işi bu diye. Bu absürt durumun arkasındaysa tedavi edilmesi gereken, kaslarıyla ilgili ciddi sorunları olan bir evlat var. İçiniz mi acıdı? Hemen acımasın. Trajedi değil burada olan: Trajikomiklik. Çünkü çocuğun hastalığının anlatılışı, eşinin adama çektiği fakslar ve parkı işleten patronları bile karikatürlerden fırlama sözler ve hareketlere sahip. Saunders yürek parçalayıcı ve aşağılayıcı sayılabilecek tüm bu şeyleri bizleri kıkırdatacak, ama bir türlü o kıkırdama sesini çıkaramadığımız bir raddede başarıyor.
Sahi, bu adam bunu nasıl başarıyor?
Winky
Başarısızlığınızın nedeni olarak hayatınızdaki bir aile üyesini ya da arkadaşınızı mı görüyorsunuz? Neil öyle yapıyor. Ona göre kafadan çatlak olan, aşırı dindar ve sürekli insanı dehşete düşürücü şekilde gülümseyen ablası Winky, onun hayatındaki en büyük engel. Böylece o da bir programa katılıyor. Artık İç Huzur’u yakalamalı ve Winky’i evden kovmalı!
Kovabilecek mi acaba? Hikâyenin sonu o kadar, ama o kadar tanıdık ki… Bambaşka durumlar için hepimiz aslında aynı sonu yaşıyoruz.
Deniz Meşesi
Favori öyküm.
Yakışıklı, genç bir adam bu defa başkarakterimiz. Striptiz kulübü tarzı bir yerde, farklı yaş gruplarında restorana gelen kadınlara hizmet ediyor. Bu sırada evde ağzı bozuk kız kardeşi ve ağzı bozuklukta geri kalmayan kız kuzeni bekliyor. Birer bebekle hem de. Böylece sayısız kadın bu yakışıklı genç adamın etrafında dönüp duruyor; ama ortada cinsel bir çekim yok. Daha çok enerjisini emen, onu sömüren cinsten. Yine de bu öykünün gizli bir başkarakeri var: Bernie Teyze.
Bernie Teyze, insanı sinir edecek kadar pozitif bir karakter. Hayatı boyunca başına gelmeyen talihsizlik kalmamış ve o her şeye iyi tarafından bakmaya çalışmış durmuş. Bu sırada okuru yine üzecek denli talihsizlikler aynı absürt bakış açısıyla önümüze sunuluyor. Bernie Teyze ise hep olumlu bakıyor. Okur olarak deliriyoruz. Tıpkı diğer karakterler gibi.
Ama ne zaman ki Ölüm, Bernie’nin kapısını çalıyor, işte o zaman hikâye bambaşka bir boyut kazanıyor. Neden mi? Çünkü Bernie, hayatı boyunca yapamadığı şeyleri yapabilmek için ölümden dönecek. Bir zombi olarak gelip salonun ortasına oturacak. Sonra bakın neler olacak, neler!
Firpo’nun Bu Dünyadan Göçüşü
Bazı çocuklar vardır, sadece arkadaşları değil, çevresindeki herkesçe dışlanıyor. Öğretmenleri ve hatta annesi tarafından bile. Kahramanımız da böyle bir çocuk, fakat o kendi kafasının içinde her gün bambaşka kahramanlık maceraları yaşıyor. Çevresi onu ne kadar ezer ve aşağılarsa, o da o kadar ona hayran kaldıkları fantazilere dalıyor.
Kitabın en kısa öyküsü olan bu kurgunun sonu o kadar ironik ki… Hayatınızda duyduğunuz en güzel söze başkalarının size baktığı bakış açısıyla karşılık vermek de insanın lanetli doğasının bir parçası.
Berberin Mutsuzluğu
Bir berber düşünün ki orta yaşlarda, kel ve şişman olsun. Kafasının içindeyse gördüğü her kadınla ilgili uzun uzun, seks odaklı ve egzotik fantaziler dönsün.
Bu öyküde Saunders’ın erkek düşünce tarzına bir eleştirisi de göz kırpıyor. Çünkü berber, ilk kez yaşlandığının farkına varsa bile, artık seçici olabilecek konumda olmadığı kadınlar tarafından ima edilse de, hâlen daha kimi kadınlar için tepeden bakan düşüncelere sahip.
Eğlenceli bir öykü. Fazlasıyla da gerçekçi. İnsanın kendine bakmadan karşısındakini eleştirmesine dair de bir mesajı var.
Şelale
Bazen kendimizi düşüncelere çok kaptırıyoruz. İnsanlara kinleniyor, kafamızın içinde hayali diyaloglara girip, hepsinin ağzının payını veriyoruz. Oysa gerçekte hayatın akışında biraz daha yıpranıyor, biraz daha susuyoruz.
İşte böyle bilindik bir günde, bu derece düşüncelere dalarak çevreye karşı körleşmenin sonucu bu minicik öyküde önümüze seriliyor. Bazen gözleri açıp etrafımıza, asıl gerçeğe bakmamız gerek.
Çeviri, Editörlük ve Kapak Tasarımı
Daha önce bizzat kitabın editörü ve aynı zamanda Delidolu Kitap Genel Yayın Editörü olan Ayşegül Utku Günaydın’dan, Niran Elçi ile George Saunders’ın kimyalarının tuttuğuna dair bir yorum duymuştum. Bu kitapta özellikle dikkat ettim ve önceki Saunders kitaplarını gözden geçirdim. Onları da Niran Elçi çevirmişti. Fark ettim ki, Ayşegül Utku Günaydın’ın haklılık payı var.
Niran Elçi, Saunders kitaplarındaki çevirisinde yazarla bütünleşebildiğini ortaya koyan seçimler yapıyor. Yazarın o alaycılıkla yoğurulmuş hicvi, Elçi’nin çevirisinde hiçbir kayba uğramadan biz okurlara ulaşıyor. Bu nedenle çeviri tertemiz.
Editörlükse çeviriden aşağıda kalır durumda değil. Ayşegül Utku Günaydın’ın editörlük yaptığı daha birçok kitap okudum. Kendisi adını gördüğümde çeviriye dair endişe duymamı engelleyen bir isim.
Kitap ayrıca bir düzeltmene de sahip. Diskdünya serisinin yayın editörü olan Ümit Mutlu, bu kitabın düzeltmeni. Sizi bilmem ama ben bir kitapta son okumacı ismi gördüğümde ayrıca seviniyorum. Temiz bir kitap okuyacağıma daha çok güveniyorum.
Son olarak kapak tasarımına değinmek istiyorum. Tasarım Burak Tuna’ya ait. Bu esere çok yakışan bir tasarım olmuş; bunu rahatlıkla ve mutlulukla söyleyebilirim. Kitabın orijinal baskılarında yansıtılamayan içeriği bu kapak bence başarıyla yansıtmış. Özellikle o koltuk desenli duvar kağıdı, bomboş, yaşlı bir kadına ait gibi duran koltuk, kenarından sarkan janjanlı pilot şapkası ve son olarak pembe, plastik dinozor. Karakterlerin annelerinin boyunduruğu altındaki yapılarını o koltuk ve duvar kağıdı çok güzel özetliyor. Ayrıca dinozor ve pilot şapkası da iki farklı öyküye birer küçük gönderme.
Tüm bu isimlerin ellerine sağlık. Hepsi kitabı daha da güzelleştiren farklı katkılarda bulunmuş isimler. Teşekkür etmek de biz okura düşer.
Kara Mizah Soslu İnsan Manzaraları
George Saunders bu kitabında da kara mizaha olan hakimiyetini ortaya koymuş. Hem kara mizah, hem de trajikomiklik kelimelerinin hakkını veren ve bunları tarz edinmiş bir yazar olarak tam karşımızda. Eminim ki ondan daha nice kitap okuyacağız. Delidolu ekibinin yazarın başka kitaplarını da dilimize kazandıracağını düşünüyorum.
Pastoralya ile birlikte Saunders’ın Türkçeye çevrilmiş tüm kitaplarını okumuş oldum. Pastoralya, İkna Ulusu ile birlikte favori Saunders kitaplarım arasına girdi bile.
Eğer hâlâ yazarla tanışmadıysanız araya fazla açmayın. Sonra pişman olursunuz; benden söylemesi.
Sizler de George Saunders eserleriyle ilgili yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizlerle paylaşabilir, ayrıca tüm içeriklerimizden anında haberdar olmak adına bizi Google Haberler üzerinden takip edebilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!