Senelerden beri internette bulunan “Dracula Efsanesi” adlı makalevî incelememin son halini okumaktasınız. Çocukluğumdan beridir topladığım araştırma notlarının bir araya getirilmesiyle 2004’te yazılıp 2006’da bilgisayara aktarılan bu makale, 2013’te bir kere daha güncellenmişti. Ancak 2013’ten 2015’e yapılan yeni araştırmalar ve bazı bilgi hatalarının saptanması bu incelemenin bir kere daha düzeltiden geçirilmesini gerekli kıldı. Tarih araştırmalarına aşina olanların bilebileceği gibi elbette son düzeltme de olmayacak. Nitekim araştırmalarımın ilk adımı, topladığım bilgilerin seneler içerisinde yanlışlanması ve daha doğrulanmış bilgilere ulaşılmasıyla başlamış, bu araştırma serüveni bu günlere kadar gelmiştir. Bunun haricinde eklenecek yeni bilgiler de araştırmalar esnasında bulunabiliyor ki işte tüm bu çileye katlanma gücü veren biraz da bunun heyecanı oluyor. Tabiri caizse oturup baştan yazdığımı söyleyebilirim.
Girizgâhın ardından gelelim meşhur Dracula’ya… Osmanlı Devleti’ne başkaldıran bir voyvoda iken, bugün korku sinemasının ve edebiyatının, daha da ziyade Romanya turizminin önemli bir sermayesi haline gelen Vlad Dracula’ya… Tüm zamanlar boyunca kendisinden daha popüler olmaya aday karakterler yazılsa da (Lestat, Edward vb.) hem edebiyat hem de sinema klasiği olmaya devam edecektir. Gün ışığı altında “yaldızlı sahne ceketi” misali parıldayan türdeşlerine karşın, dünya üzerinde hala popüler olan pelerinli, şatolu vampir imajının müsebbibi olarak düşler âleminde gezintisi de sürecektir.
Neticede Stoker’dan bile önce edebiyat eserlerine konu olmuş, kendi efsanesini yaratmış bir figürden bahsediyoruz. Peki, bu kadar popüler olmasını neye borçlu? Dönemindeki diğer soyluların da iktidarlarını sağlamlaştırabilmek adına korku yaratmak için sıklıkla kanlı cezalandırmalara başvurduğu bir dönemde o aradan nasıl sıyrılmıştı?
İşte bu sorunun ve daha nicelerinin yanıtını bulmak için tarihin tozlu sayfalarına uzanmak lazım…
Drakula’nın Kökleri
Her ne kadar Drakula bize hayal ürünü gibi gelse de, kökleri açısından tarihi bir şahsiyete dayanmakta. Vlad Drakula olarak bilinen bu şahsın pek çok isimlendirmesi varsa da kendi dönemindeki isimlendirmeye en yakın olanın bu olduğunu bilmekteyiz. Mesela onun el yazısından 1475 tarihli unvanı ile adı şu şekildedir: WLADİSLAUS DRAGWLYA WAİWODA PARTİUM TRANSALPİNARUM. Yani: “Transalpinarum’dan Voyvoda Vladislaus Drakula”. Transalpinarum Roma döneminden bulunduğu bölgenin adı, Transilvanya da mesela “ormanların ötesindeki yer” anlamına gelir) “ anlamındadır. Kuvvetle ihtimal geldiği bölgeye atıfta bulunmaktadır. Resmini burada göreceğiniz bir diğer versiyonu ise hem Latince hem de Romence yazılmıştır: WLADİSLAUS DRAGWLYA “PRİN” TRANSALPİNARUM. Burada Romence “prin” dikkat çekmektedir, bu da “tarafından” gibi bir anlamına gelmektedir, yani “Transalpinarum’dan Voyvoda Vlad Drakula” şeklinde okunabilir. (Drakula’nın imzası dâhil bazı tarihi metinlerden örnekler şu bağlantıdan okunabilir. Romence olması gözünüzü korkutmasın bazı kelimeler gözünüze fazlasıyla aşina gelecek.) Drakula’nın bu bölge adını yazmasının nedeni biraz da bölge üzerindeki hâkimiyet iddiasıyla bağlantılı… Nitekim Braşov belediye başkanına yazdığı mektupta da “WLADİSLAUS PRİN TRANSALPİNARUM WOYVODA SAİ(?) WALLACHİA(?)” yazmaktadır; muhtemelen: “Transalpinarum’dan Wladislaus Wallachia’nın (Eflak) Voyvodası”. Bazı Latince kayıtlarda da Draculia, Dragulus, Dragulo, Draguli şeklinde de zikredilmektedir bu isim.
Bölge; o dönemdeki Romanya topraklarıdır ki bugünkü haline gelmesi önce; 1878’de Berlin Antlaşması’yla Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanan Eflak ile Boğdan’ın Romanya Krallığı’nı teşkil etmesiyle, ardından da 1920 Trianon Antlaşması ile Erdel (Transilvanya) bölgesini Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan alması sonrasındadır. Drakula’nın yaşadığı XV. yüzyılda ise üç ayrı bölge söz konusuydu. Bugünkü Moldova’ya (bir dönem Moldavya veya Besarabya) denk düşen Prut ve Dinyester nehirleri arasındaki bölgeye Osmanlılar: “Boğdan” diyordu. Boğdan adı XIV. yüzyılda Maramureş’te oturan bir Ulah (Valah, Eflaklı) soylu ailesinin Macar Krallığı’na karşı isyan edip bu bölgeye gelmesiyle ilk müstakil devleti kuran Voyvoda Bogdan’dan gelmektedir. Besarabya adı da XIV. yüzyılda “Basarab Hanedanı”nın kurucusu olan Eflaklı I. Basarab İvanko’dan gelmekte olup bu şahıs “Kurucu” (Romence: Întemeietorul) lakabıyla anılmaktadır. İsminden ötürü (Basar Aba) Hristiyan Kuman asıllı olduğu öne sürülmektedir.
Meşhur Dracula Ailesi (Draculeşti) ve Dan Ailesi (Daneşti) de bu soydan gelmektedirler. Şöyle ki İvanko Basarab’ın (hâkimiyeti 1310-1320) oğlu Nikola Aleksandru’nun (1320-1364) iki oğlu vardır: I. Radu ve I. Vladislav. 1364’te babası Nikola ölünce yerine I. Vladislav geçer ve 1377’ye dek tahtta kalır. Öldükten sonra kardeşi I. Radu tahta geçer ve 1383’e dek hüküm sürer. Onun da iki oğlu olur; Mircea cel Batran (Büyük Mircea) ve ayrı anneden I. Dan. Mircea’nın oğullarından Drakula’lar çıkmışken, Dan’ın soyundan da Dan ailesi çıkar ki bu iki aile Eflak hakimiyeti için hayli kanlı mücadelelere girerler. Mircea’nın oğlu Vlad Drakul, torunu da III. Vlad Drakula’dır. Dan’larla birlikte diğer boyarların üzerinde bir konuma sahiplerdi ki Drakulaların (Romence: Draculeşti) gücü dönem dönem daha ağır basmıştır.
Bunlardan önce Basarab’ın hüküm sürdüğü bölge Eflak’ın batısında bulunan Oltenia isimli bölgedir ve Basarab da buralı bir boyar ailesine mensuptur. Karpat Dağları ile Tuna Nehri arasında kalan topraklar o dönemde Eflak (Valakya-Wallachia-Ulahya) olarak adlandırılmaktaydı. Romenlerin bu bölge için kullandıkları bir diğer isim ise “Romenlerin yurdu”dur. Balkanlarda Latince’ye benzer bir dili konuşan Roma kökenli bir başka millet olan Ulahlara da bu isim verilmiştir. Bu bölgeye Romenler, “Romenlerin yurdu” demektelerdir ki bu kültür bölgede daha baskındır. Karpat Dağları’nın ortasında kalan bölge ise Erdel’dir. Macarcadan Romence’ye: “Ardeal” veya “Ardealul” olarak geçen “erdely” (ormanın ötesi) kelimesinden gelmektedir. Uzun yıllar Macar idaresinde kalan bölge, Romanya’ya bağlandıktan sonra Latince (Roma geçmişine binaen) “ormanların ötesindeki ülke” anlamında “terra ultra silvas”tan “Transilvanya” adını almıştır.
Moldova’da Slav kültürünün, Erdel’de (Transilvanya) Alman ve Macar kültürünün etkisi bariz bir şekilde görülürken, Eflak’ta Rum tesirine karşın büyük oranda Romen kültürünün etkisi söz konusudur. Keza bugünkü Romence, imla ve telaffuz açısından Eflak’ta konuşulan dildir. Mesela meşhur Boğdan voyvodalarından Prens Dimitri Kantemir, 1711 öncesinde Fenerliler rejimi öncesindeki Boğdan voyvodalarının silah muhafızlığından ve cezaların infazından sorumlu boyarlara “armaş” denildiğini kaydetmektedir. Voyvoda Vlad Drakula’nın Eflak’ta (1400’lerde) cellatlardan ve infazcılardan oluşturduğu birliğinin adı da “armaşi”dir.
Peki, Osmanlılarla nasıl karşılaşmışlardır? Bu kısım biraz fazla tarihi detaya sahip olmakla birlikte mevzunun başlangıcını merak edenler açısından hayli ilgi çekici olabilir…
Osmanlı-Eflak İlişkilerinin Başlangıcı…
Yukarıda bahsedilen İvanko Basarab’ın oğlu Nikola Aleksandru, 1330’larda Macar Krallığı’nın istila hareketini savuşturmuş güçlü bir idarecidir ancak ölümünden sonra onun yerine tahta geçen ve Argeş merkezli bir idare tesis eden I. Vladislav, Macar hâkimiyetini tanımak zorunda kalır. O esnada 1360’lara doğru Trakya bölgesine çıkarmalar yapan Osmanlılar, Edirne’yi alıp Balkan arazisine uzanan akınlar gerçekleştirince Balkan devletleri arasında Macar Kralı I. Lajos’un başını çektiği bir ittifak kurulur. Pirlepe hâkimi Sırp Vukasin, Bosna Prensi gibi soyluların yanına Eflak hâkimi olan I. Vladislav da katılır.
Çirmen veya Sırp Sındığı Savaşı’nda Edirne yakınlarında Meriç Nehri’nde baskına uğrayarak dağılan bu ordu, Osmanlı Eflak ilişkilerinin de başlangıç noktası sayılabilir. Ancak doğrudan cenge tutuşmalarından önce Eflak ile Bulgar Krallığı arasında çarpışmalar husule gelmiştir. Vladislav öldükten sonra yerine geçen I. Radu (1375-1386) döneminde Bulgarlar, Eflak’a bağlı olan Silistre’yi ele geçirince, Radu’dan sonra tahta geçen oğlu I. Dan, Bulgar Krallığı için çarpışan İvan Şişman ile İvan Stratsimir kardeşlerin taht kavgasına müdahil olur. Akrabalık ilişkilerinden ötürü desteğini Stratsimir’den yana koyar çünkü Stratsimir’in ikinci karısı Eflaklı Anna Basarab, Nikolas Aleksandru’nun kızıdır. Ayrıca Stratsimir, Eflaklı Theodora adlı bir prensesin de oğludur ki bu prenses de I. Basarab’ın kızıdır, bir kuzenlik vardır. Ancak Eflaklı boyarların kendisinden desteği çekmesi nedeniyle (Eflak boyarlarının siyasi çıkarları ters düşünce idarecilerden destek çekmeleri Eflak tarihinin mühim bir kısmında görülebilir) bu destek yarım kalmış, Şişman’a karşı savaştıktan sonra ona esir düşerek öldürülmüştür. Onun ölümü daha güçlü bir Eflak prensinin hâkimiyete geçişinin önünü açmıştır: Büyük Mircea (Osmanlı kaynaklarında Mirça-Mirçe)…
Torununu aratmayacak denli zeki ve tam bir politikacı olan Mircea (1386-1418) önce Kral Şişman’ın desteğini sağlayarak Eflak’a hâkim olmuştu. 1389’da yapılan Birinci Kosova Savaşı’na gönderdiği birliklerin tamamı imha olduktan sonra 1391’de Firuz Bey komutasındaki Osmanlı akıncıları ilk defa Tuna Nehri’ni aşıp Eflak’a girmişlerdir. Bu akının ardından Sultan Yıldırım Bayezid’in (1389-1402) Anadolu seferleriyle meşgul olmasını fırsat bilerek kış koşullarında donmuş olan Tuna’yı aşıp Silistre’deki Osmanlı birliklerine saldırmış ve Karinabad ovasına kadar inerek bölgeyi tarumar etmiştir. 1392’de yahut 1394’te Yıldırım Bayezid bu harekâtın misillemesi olarak bizzat Eflak seferine çıkmış, Vidin üzerinden Kalafat’a geçip Sırp soylularının ve askerlerinin de Osmanlıların yanında katıldığı birkaç savaşta (Rovine müsademesini müteakiben) Mircea kuvvetleri imha edilmiştir.
Hoca Sadeddin Efendi’nin kaleminden Yıldırım Bayezid ile Büyük Mircea Cengi (1391): Hoca Sadeddin Efendi’nin “Tacü’t-Tevârih” adlı eserinden:
“…Eflak kâfirini İslam topraklarını yağmalaması için özendirmiş, o da Osmanlı ülkelerine saldırıya kalkışmıştı. 793 (m. 1391) yılında çevresindeki beylerle anlaşan Eflak beyi (Mircea), yenilgiden başka bir şey görmeyen atını kendi toprakları yakınında bulunan İslam ülkelerine yöneltmişti. Bunu haber alan, temiz yaradılışta olan padişah, hemen Edirne’ye hareket etti. Anadolu ve Rumeli askerleri bu şehirde toplanınca padişahın zafer ayetleriyle süslü sancakları dalgalanmaya başladı. Ordu, Tuna kıyısına vardıktan sonra Eflak yakasına geçti. Böylece cihan padişahının sancaklarının sırmalı saçakları Eflak göklerinde parıltılar saçarak doğmuş oldu. Ak kafirleri ele geçirilerek, bu fesatçılar tutsak alınmaya başlandılar. İslam askerleri, tok toyumla sevinç buldular. Eflak beyi bu gelişmeyi görünce, bütün gücü kesilerek ordunun geçeceği yol üzerinde bir dağa arka verip durdu ve cenk hazırlıklarını yaptı. Yıldırım Bayezid Han ise çakan şimşek, toz koparan yel gibi kalabalık bir ordu ile buraya geldi. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süre içinde, bir hamlede bu sapkın topluluğu darmadağın ederek, çoğunu da tutsak aldı. Başbuğları (Mircea) selameti kaçmakta bulmuş ve artık suçunu, isyanını bağışlaması için yalvarmaya başlamıştı. İslam topraklarından kaldırdığı malın, azına çoğuna bakmayıp topladığı Müslüman tutsaklarla birlikte geri vermeye, şimdiye kadar ödemediği cizyeyi kat kat ödemeye hazır olduğunu bildirdikten başka, bundan sonra kendisine verilecek hizmetleri öteki bağlı beyler gibi zamanında yapmaya and etti…”
Osmanlı kuvvetleri, Erdel’e kaçıp Macarlara sığınan Mircea’nın ardından Eflaklı Uzurparotul (Gaspçı, mütegallibe anlamında) I. Vlad’ı (1394-1397) tahta çıkarmışlardır ki bu şahıs I. Dan’ın oğludur. 1396’da Niğbolu Savaşı öncesinde Macarların desteğiyle tahta yeniden çıkan Mircea bağımsızlığını kısa bir süre sürdürebilmiştir.
Niğbolu’daki Osmanlı zaferinin ardından 1397’de Yıldırım Bayezid’in ikinci bir Eflak Seferi düzenlemesi neticesinde Osmanlı hâkimiyetini (iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Osmanlı’ya bağımlı) kabul ederek haraç (vergi) göndermeyi taahhüt etmiştir. Drakula’nın dedesi Mircea, Ankara Savaşı’ndan sonra (1402) Osmanlı’da Fetret Dönemi başlayıp şehzadeler birbirleriyle mücadeleye tutuşurken fırsattan istifade ederek bu mücadeleye dâhil olmuş, Rumeli’ye geçen Musa Çelebi’ye yardım etmiş ve Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin Olayı’nda da rol oynamıştır! Nasıl mı?
Musa Çelebi, 1408’de Karadeniz üzerinden Eflak’a geçtiğinde Mircea bunu fırsat sayarak onu çok iyi karşılayıp destek sözü vermiş, bu sözü kuvvetlendirmek için kızlarından biriyle Musa Çelebi’yi evlendirmiştir. (Bu Eflaklı prensesten Musa Çelebi’nin bir kızı olmuş Mircea hasebiyle Vlad Drakula’nın büyük halası olan bu kız çocuğu 1409’da ölmüştür.) Musa Çelebi böylece Rumeli’de Süleyman Çelebi’ye karşı kurduğu orduya Tuna ve Dobruca boylarına yerleşmiş Türkmenlerden ve Rumeli beylerinden, sipahilerinden başka pek çok sayıda Eflaklı askeri de dâhil etmiştir. Bulgaristan’a da inerek oradaki boyarların da desteğini sağlamış, Yanbolu’da Süleyman Çelebi’ye bağlı Rumeli beylerbeyini yenilgiye uğratarak 1410’da Edirne’ye girerek Gelibolu’ya kadar inmiştir. Onun bu hamlesi üzerine şehzadelerden Süleyman Çelebi, Bizans desteğiyle Konstantinopolis (İstanbul) üzerinden Edirne’ye geçmiştir. Tarihin cilvesi, bu sayede bir başka şehzade Çelebi Mehmet, Amasya’dan gelerek Bursa’yı ele geçirebilmiştir ki, Fatih Sultan Mehmed’in dedesi olan bu şehzadenin Osmanlı hâkimiyet mücadelesinde önü açılmıştır.
Musa Çelebi, Hasköy’de Süleyman Çelebi’ye yenilince bir yandan Sırp despot Stephan Lazareviç’e sığınırken diğer yandan da Yanbolu ve Çirmen ormanlarında çete savaşlarını sürdürmüştür. Temmuz 1410’da bir kere daha Emir Süleyman’a yenilmişse de ertesi yıl yeni bir orduyla Edirne yakınlarına gelerek Süleyman Çelebi’ye bağlı kuvvetleri ortadan kaldırıp onu da yakalatıp öldürttükten sonra burada hükümdarlığını yeniden ilan etmiştir. Bu esnada Rumeli’ye geçerek Edirne’ye yerleşmiş olan ve faaliyetlerini buradan sürdüren meşhur Şeyh Bedrettin de, Musa Çelebi’nin hükümdarlığında “kazasker” tayin edilir.
Anadolu’ya hâkim olan Çelebi Mehmed, Rumeli’ye gelip 1413’te kesin olarak hükümdar olunca Şeyh Bedreddin’i bu görevden azlederek maaş bağlatarak İznik’e göndermiştir. Şeyh Bedreddin, eski müritlerinden Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in Aydın ve Manisa’daki etkinliklerini haber alınca hacca gideceğini söyleyerek Kastamonu’ya gitmiş, deniz üzerinden Eflak voyvodası Mircea’nın ülkesine geçmiş, ondan destek görmüştür. Eflak’tan ayrılır ayrılmaz Osmanlı topraklarına girip Silistre, Dobruca ve Deliorman taraflarında birçok kimseyi peşine takıp Deliorman’da ayaklanmıştır. Börklüce ve Torlak ayaklanmalarının bastırılmasının ardından bilindiği üzere yenilgiye uğratılmış, yakalanarak Serez’de idam edilmiştir. İşte Mircea, Osmanlı tarihinde böyle de bir rol oynamıştır.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi adlı eserinin ilk cildinde bir anekdot verir ki hatalıdır. M. Tayyip Gökbilgin’in eseri olan “15-16. yüzyıllarda Edirne ve Paşa Livası”nda, tahrir defterlerinden birinde “Mirçe veled-i Çepuş” kaydı ile birinin geçtiğini, bu nedenle Mircea’nın babasının adının Çebuş-Çepeş olabileceğini söyler. Hata şuradadır ki, Tayyip Gökbilgin’in eserinde bu isim geçmektedir ama belge hicri 895 yani miladi 1489-90 tarihi verilmektedir, “Mirçe veled-i Çepuş, voyvoda-i Eflak” şeklinde yazılmıştır. O tarihlerde bu isme uyan birisi, III. Mircea Dracula olabilir. Vlad Drakula’nın oğlu Günahkâr Mihnea’nın (cel Rau) oğlu olduğundan dedesine nispetle “Çepeş-Kazıklı evladı” anlamında isimlendirilmiş olması muhtemeldir.
Osmanlı Devleti yeniden otoriteye kavuşunca, oklar tekrardan Eflak üzerine dönmüş 1416’da Mircea’nın yeğeni I. Dan’ın oğlu II. Dan ona meydan okuyarak Osmanlı desteğiyle hem Mircea’ya hem Macarlara karşı durmuştu. Mircea, yeniden Türklerle anlaşmayı kabul edince Eflak üzerindeki Eflak-Osmanlı çatışması durmuş lakin 1419’da ölünce Macarların Mircea’nın oğlu Eflaklı I. Mihael’i desteklemesiyle, buna karşılık Osmanlıların da II. Dan’ı desteklemesiyle yeniden başlamıştır.
Eflak’ın tarihi bir müddet daha Osmanlı-Macar çatışmasına göre şekillenmeye devam eder. II. Dan, I. Mihael’i mağlup ederek öldürtse de Macarların desteğini küçümsemeyerek onlarla da anlaşır. 1431 senesine kadar hüküm süren bu prens de bir başka Osmanlı hadisesinde, Mustafa Çelebi İsyanı’nda rol oynamıştır. (Osmanlı kaynaklarında Düzmece Mustafa da denir)
Mustafa Çelebi, Anadolu’ya döndükten sonra ilk olarak Eflak’a geçerek ayaklanma için sancakbeylerinden ve bazı Avrupa devletlerinden yardım talep etmiş, Eflak askerleri de yeniden kurulan bu ordu içerisinde yer almıştır. Yenilgiye uğrasa da 1421’de Sultan I. Mehmed’in (Çelebi) ölüp on yedi yaşındaki oğlu II. Murad’ın tahta çıkmasını fırsat sayarak Rumeli’ye gelerek yeniden bir ordu toplamayı başarmıştır. Aynı yıl Sazlıdere’de yapılan bir savaşı kazanıp sadrazamı dahi esir edip idam ettirebilen Mustafa Çelebi, Edirne’ye gelerek sultanlığını ilan etmiştir. Bizans’a söz verdiği halde ele geçirdiği Gelibolu’yu onlara vermediği için önce Bizans desteğini kaybeder. Ceneviz gemileriyle Anadolu’ya geçip Bursa’yı kuşattığı sırada II. Murad’ın Mustafa’nın düzmece-sahte olduğu propagandasını yaymada başarılı olmasıyla ilk darbeyi alır. Aydın-İzmir Beyliği vaat edilen İzmiroğlu Cüneyd Bey’in Sultan II. Murad’ın tarafına geçmesiyle bu desteği de kaybeden Mustafa Çelebi, Rumeli’ye kaçar. Gelibolu’da da II. Murad kuvvetlerine dayanamayıp Edirne’ye firar eder. Edirneliler Sultan Murad şehre yaklaştığı esnada şehir dışında onu karşılayıp tabiiyet arz edince, Edirne hazinesini yanına alan Mustafa Çelebi, Eflak’a gitmek üzere kaçtığı sırada yakalanıp idam edilmiştir.
Eflak’ın tarihi salt Osmanlı ile Macarların, haç ile hilalin çekişmesinden ibaret değildir tabi, bilhassa o dönemde Katolikliğin nüfuzu ile Ortodoksluğun nüfuzu arasında da bir çekişme mevcuttur. Bu çekişme Vlad Drakula döneminde ve babasının döneminde oldukça belirgin hale de gelmektedir…
(Devamı için 2’ye tıklayın)
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!