Hiç ortaokul ya da lise yıllarında kamuya ait bankları kendi evi gibi benimsemiş, bacaklarını biyolojinin sınırlarını zorlarcasına iki yanına açmış ve çevresine rahatsızlık vermeyi görev edinmiş bir erkek grubunun ortasından geçerken gözlerinizi yere indirdiğiniz oldu mu? Cevabınız evetse Jennifer Mathieu‘nun kaleme aldığı ve Berke Kılıç çevirisiyle Yabancı Yayınları tarafından yayımlanan Dişli Kızlar kitabını okurken yabancılık çekmeyeceksiniz.
Bir banka oturmuş, etrafına sataşan bir grup erkeği örnek olarak seçmem tesadüf değil. Çünkü onlar bütün lise hayatım boyunca evimin hemen önündeki parkta oturmayı sürdürdüler. Bense lisede okuduğum üç yıl boyunca her seferinde parkın çevresinden dolanarak yolumu uzatmayı reddettim ve tam ortalarından, dosdoğru ileri bakarak geçtiğim her seferinde de bir gövde gösterisi gibi açılan bacaklarının Viktoryen dönem romanlarına yaraşır bir utangaçlıkla kapanmasına şahit oldum. Bu utangaçlık aslında şaşırtıcıydı, çünkü bugün olduğu gibi o zamanlar da sistem onlardan yanaydı. Beni sözlü ya da fiziksel olarak taciz etseler kimse onlara engel olmazdı, muhtemelen fark etmezlerdi bile. Benim içimdeyse o zamanlar yalnızca sezebildiğim fakat adını koyamadığım bir öfke vardı.
Aradan geçen on altı yıl içinde o öfkeyi tanıdım; elle tutar, gözle görür oldum, çaresiz hissettiğim anlarda çareyi sistemin çarkları arasında değil kadın dayanışmasında aramayı öğrendim ve bugün olduğum kadına dönüştüm. Geçen günlerde Moxie adlı sinema uyarlamasının Netflix’te yayınlanmasıyla tekrar gündeme gelen Dişli Kızlar beni tam da buradan yakaladı. Gençliğimden…
“Keşke o zamanlar bilseydim…” dediğim şeyler…
Bazı insanlar ergenlik yıllarını büyük bir sempati ve özlemle hatırlar. Ben o insanlardan değilim. Benim ergenlik yıllarım kendini bulmak, kalabalığa dahil olmak, kendini ortaya koymak ama dikkatleri üzerine çekmemek ve dolayısıyla hedef tahtasına konmamak için uğraşarak geçti. Bu yüzden Dişli Kızlar romanının baş karakteri ve anlatıcısı Vivien ile daha ilk sayfalarda bağ kurmayı başardım. Bunun sebebi sadece Vivien’ın bir avuç arkadaşıyla lise cangılı içinde kendi evreninde yaşaması değil, hikâye boyunca yaşadığı ya da şahit olduğu birçok zorbalık ve ayrımcılığı birinci elden deneyimlemiş olmamdı. Ama gelin dürüst olalım, hangimiz deneyimlemedik ki?
Vivien’ın okuduğu East Rockport Lisesi’nin benim okuduğum liseden hemen hiçbir farkı yok çünkü patriyarkanın kökleri çok daha derinlere iniyor. East Rockport’ta da sizin okuduğunuz lisedeki gibi irikıyım, her şeyin ama her şeyin alay konusu edilebileceğine inanan ve kendi küçük evreninin kralı gibi yaşayan genç oğlanlar, güzel ve popüler kızlar, o kadar da popüler olmayan kızlar, hayalet kızlar ve elbette dışlanmışlar var. Burada da her ağzına geleni söyleyen oğlanlar girişken, dobra, lider ruhlu kabul edilirken fikrini ifade etmeye çalışılan kızların lafı ağzına tıkılıyor, ukalalıkla ya da abartmakla itham ediliyor ve geri püskürtülüyorlar. “Bütün bunları bir zamanlar yaşadığım yetmedi, şimdi bir de kitabını mı okuyacağım/filmini mi izleyeceğim?” dediğinizi duyar gibiyim. Ama lütfen, Dişli Kızlar’a bir şans verin. Çünkü bu kızlar bizim o zamanlar bilmediğimiz (en azından pek çoğumuzun eyleme geçecek kadar bilmediğimiz) bir şeyi biliyor. “Keşke o zamanlar bilseydim…” dediğimiz bir şeyi: Örgütlenmeyi.
Dişli Kızlar’ı okurken şahit olduğum isyan benim için çok tanıdıktı fakat böylesi bir örgütlenme o zamanlar kesinlikle aklımın ucundan bile geçmemişti. Ki sadece ben ve benim gibiler değil; erkek arkadaşı onu ille de beğensin diye uykusundan feragat edip her sabah fön çektirmeye giden, eteğini yukarıdan birkaç kez kıvırırsa erkeklerin zorbalığına değil bir nevi lütfuna mazhar olduğunu fark eden, kendi dokunulmazlığını korumak için hemcinslerini aşağılamaktan çekinmeyen kızların da ihtiyaç duyduğu şeydi örgütlü bir isyan. Çünkü lisenin mikroevreninde kendini yeniden inşa eden patriyarka hepimizi farklı açılardan zorluyor ve sınıyordu.
Kendi dişi kabilemiz, yurdumuz olan kadınlar
Türkçedeki “Şimdiki aklım olsaydı…” ile başlayan kalıbı bilmeyenimiz de, en az bir kere kullanmamış olanımız da yoktur. Lisedeyken şimdiki aklım olsaydı memelerimin büyüklüğüyle ya da kilomla alay ettiklerinde, öğretmenimiz gömleğinin üstten iki düğmesini açık bıraktı diye sınıf arkadaşıma “Kızım, etini kapat!” dediğinde, hatta bir konuşma sırasında sözümü kestikleri ve bana erbilmişlik tasladıkları her seferinde o okulu ateşe verirdim! Fakat elbette şimdiki aklıma o zamanlar sahip değildim, şimdiki aklımı inşa etmem on altı yılımı aldı, bu inşa çalışması bugün de devam ediyor. İşte Dişli Kızlar’ı da tam olarak bu sebepten bu kadar önemsiyorum. Ben kendimi o yıllarda, öfkemin beni yokladığı tüm o anlarda son derece yalnız ve çaresiz hissediyordum. Elimde kafa tutmak için bulduğum içgüdüsel yollardan başka bir şey yoktu ve sorunun patriyarkadan değil, benim sisteme uyum sağlayamayan biri olmamdan ileri geldiğine inanıyordum. Ben tuhaf biriydim, toplum dışıydım, sorun içinde yaşadığım toplumda değil, bendeydi.
Bugün on altı yıl önceki halimi karşımda görsem ona toplum dışı biri olmadığını, toplumun zaten onu ve onun gibileri dışlamak üzerine kurulduğunu anlatırdım. Bu sistemin içinde ayakta kalmaya değil sistemi köklerinden sarsmaya davet ederdim onu. Sırf yara almamak için erkekleşmeye ihtiyacı olmadığını, dişi olmanın da dişini göstermenin de sorun olmadığını anlatırdım tane tane. Hemcinsleriyle omuz omuza durmasını, yumruğunu masaya vurmasını, sonra da saçını savura savura dönüp arkasını gitmesini bir de…
Ben Dişli Kızlar’ı çok sevdim. Çünkü hitap ettiği genç okurlara benim kendi gençliğime söylemek istediğim bir şeyi söylüyor: Dişi ol ve dişini göster! Sonra ait olduğun yeri, kendi dişi kabileni, yurdun olan kadınları bulacaksın. İşte o zaman korkma sırası onlara geçecek. Onlar’ın kim olduğunu sen zaten biliyorsun, ta o günden beri!
Sizler de Dişli Kızlar hakkındaki yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum üzerinden paylaşabilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!