Hayal kavramı yahut yorum farklılığı dünya üzerinde yaşayan ya da bugün var olmayan ancak geride bıraktığı birçok miras sayesinde sırlarına vakıf olduğumuz kültürlerde onlarca olayın ya daratığın var olduğunu aktarır bizlere. Bu yaratıklar arasında ise akıllarda en çok şüphe bırakan ejderhalardır. Ejderhalar neredeyse her kültürde ve birbirlerine çok yakın form ve özelliklerde karşımıza çıkarken bizlere en çok “Acaba gerçekten var mıydılar?” dedirten kadim yaratıklardır. Biz de bu yazımızda ejderha kavramının klasik Türk şiirinde nasıl işlendiğini ele alacağız.
İlk olarak ejderha kelimesinin etimolojik kökenine inecek olursak bu sözcüğün İran’ın efsanevi yöneticilerinden (Piştâdiyân) biri olarak kabul edilen Dahhâk’tan geldiğini görmekteyiz. Dahhâk, Nuh Peygamber’in oğlu Yâfes’in neslinden kabul edilir. Tufan’dan sonra bin yıl yaşamış ve hüküm sürmüştür. Saltanatının son iki yüz yılında iki omuz başında İblîs’in yaptığı bir hile ile iki yılan başı çıkmıştır. Avesta’ya göre Dahhâk, üç başlı, üç ağızlı, çirkin, çok güçlü, şeytanımsı bir ejder-canavardır. Yine Avesta’da Azi Dahâka, Pers literatüründe Azdahâ, Pehlevî metinlerinde Azi [i] Dahâg şeklindedir. Avesta’da “Azi” (Pehlevice’de Ahi) “yılan” veya “ejder” anlamında kullanılır. Dahhâk sözcüğü için de “köle”, “düşman” anlamlarının yanında “insan” anlamı daha yaygın olarak kullanılmaktadır. “Ejder-insan”, “yılan-insan” anlamına gelen Azi Dahhâk sözcüklerinin zamanla yıpranmasıyla meydana gelen “ejderha” sözcüğünde “r” sesinin türemesi ile ilgili herhangi bir bilgi, kural yahut mantık yoktur.
Şiirimizde ise ejderha sözcüğü tamamen Dahhâk’tan uzak bir mazmun ve kendi başına bir yaratık olarak kullanılmıştır. Çoğunlukla yılan kelimesi yerine de kullanılan ejderha sözcüğünün bu anlamda kullanılma sebebi de yaygın olan yılanların bir hastalıktan dolayı ölmediği ancak dışarıdan bir müdahale ile öldüğü ve yüz yıl yaşayan bir yılanın ejderhaya dönüştüğü daha sonra da bu hayvanın başlarının çoğalıp ayaklarının çıktığı inancıdır.
Klasik Türk şiirinde ejderhaların nasıl işlendiğine gelecek olursak da bu konuyu daha rahat açıklayabilmek için konuyu safha safha ele almak gerekmektedir.
Birinci safhada ejderhalara ait özelliklerin neler olduğunu ve klasik şiirimizde nasıl işlendiğini göreceğiz. Herkesçe bilindiği üzere ejderhaların en belirgin özelliği ağızlarından ateş saçmalarıdır. Necâtî’ye ait:
Zülfün ucından gönüller düşdügin gören sanur
Ejdehâdur kim ağızdan nâr-ı sûzân yagdırur
Şeklindeki beyitte de görüldüğü gibi Necâtî sevgilinin saçını ejderhaya benzeterek onun ağzından ateşler yağdıran bir ejderha zannedildiğini söyler. Ejderhaya ait bir diğer özellik ise uçabilmeleridir. Devasa kanatlara sahip bir sürüngen hüviyetindeki bu hayali yaratık Nef’î’ye ait:
Pertâb-ı bülend ettiği dem ejder-i perrân
Âheste hırâm eylese tâvus-ı cinândır
Şeklindeki beyitte de yine bu özelliğine değinilerek ele alınmıştır. Zira Nef’î bu beyitte sevgilinin hızlı yürüdüğü zaman uçan bir ejderhaya benzediğini söylemektedir. Yunan mitolojisindeki hidraya benzemekle birlikte klasik şiirimizde ejderhaların bir diğer özelliği de çok başlı “ziyâde-ser” olmalarıdır. Azmi’zâde Hâletî’ye ait:
Her kanda olsa kâkül-i yâr ile bahsi der
Hakkâ ki ejdeha gibi olmaz ziyade-ser
Şeklindeki beyitte de ejderhanın çok başlılığına atıfta bulunulmuştur. Ejderhalara ait özelliklerden bir diğer de onun azameti, gücü ve yıkıcılığıdır. Necâtî’ye ait:
Dil kişverine zülf-i siyâhun belâ yeter
Yıkmağa bu vilâyeti ol ejdehâ yeter
Şeklindeki beyitte de ejderhanın yıkıcı/ezici gücüne atıfta bulunularak ejderhanın bir şehri yıkmaya gücünün yeteceği söylenmektedir. Ejderhaların çoğu zaman hazinelerle beraber anılmıştır. Ejderhaların hazinelerin koruyucusu bir mahlukat yahut hazineyi koruyan tılsımın kendisi olduğuna inanılır. Fuzûlî’ye ait:
Nihân ışkumı ma’lûm etse ‘âlem dûd-ı âhumdan
‘Aceb yok kim gümân-ı genç eder halk ejdehâ görgeç G 53/2
Şeklindeki bu beyitte “Ahımın dumanı aşkımı belli ederse ejderha gören halk orada hazine vardır zanneder.” diyerek bu inanca telmihte bulunur. Bu beyit hazinelerin koruyucusu ejderha figürüne atıfta bulunurken Necâtî’ye ait:
Genc-i hüsnün tılsımını gör kim
Her kılı zülfün ejdehâ görinür G 96/2
Şeklindeki bu beyitte ise ejderhaların hazineleri koruyan tılsım olduğu yahut bu tılsımın göze ejderha şeklinde göründüğü varyasyonu karşımıza çıkar.
İkinci safhada ele alacağımız konu ise bir övgü edebiyatı olan Divan edebiyatında sevgilinin güzellik unsurlarının hazineye saçlarının ejderhaya benzemesidir. Fuzûlî’ye ait:
Kemend-i çîn-i zülfün vehmi gitmez zâr gönlümden
Görün kim t^r-ı mûyu nice ejder etmiş ol câdû G 238/3
Şeklindeki beyitte de sevgilinin bir tüyün bir cadı tarafından ejderhaya çevrildiği söylenmektedir. Gelibolulu Sun’î’ye ait:
Ejdehâ-yı ser-i zülfünkatı çok başlıdur
Yaraşır olsa hatun leşkerine binbaşı
Şeklindeki bu beyitte de yine sevgilinin saçlarının uçları çok zalim bir ejderhaya benzetilmiştir.
Ejderhaya dair ele alacağımız üçüncü safha ise Hz. Musa kıssası ile birlikte Hz. Musa’nın asasının ejderhaya dönüşmesi mucizesine yapılan telmihlerdir. Burada evvela o kıssa hakkında bilgi vermek gerekmektedir. Araf Sûresi 103-119. Ayetler arasında
“103. Sonra onların ardından Mûsâ’yı, apaçık mucizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber olarak gönderdik de onları (mucizeleri) inkâr ettiler. Bak, bozguncuların sonu nasıl oldu. 104. Mûsâ dedi ki: “Ey Firavun! Şüphesiz ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.” 105. Bana, Allah’a karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder. 106. Firavun, “Eğer açık bir delil getirdiysen haydi göster onu bakalım, şayet doğru söyleyenlerden isen” dedi. 107. Bunun üzerine Mûsâ asasını yere attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha. 108. Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş. 109. Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: “Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır.” 110. “Sizi yerinizden çıkarmak istiyor.” Firavun ileri gelenlere, “Öyle ise siz ne düşünüyorsunuz?” dedi. 111. Onlar şöyle dediler: “Mûsâ’yı ve kardeşini (bir süre) beklet (haklarında bir işlem yapma) ve şehirlere toplayıcılar yolla.” 112. “Bütün usta sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler.” 113. Sihirbazlar Firavun’a geldiler. “Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi?” dediler. 114. Firavun, “Evet. Üstelik siz (ücretle de kalmayacaksınız) mutlaka benim en yakınlarımdan olacaksınız” dedi. 115. (Sihirbazlar), “Ey Mûsâ!” Ya önce sen at, ya da önce atanlar biz olalım” dediler. 116. (Mûsâ), “Siz atın” dedi. Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar. 117. Biz de Mûsâ’ya, “Elindeki değneğini at” diye vahyettik. Bir de ne görsünler o, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. 118. Böylece hak yerini buldu ve onların yapmış oldukları şeylerin hepsi boşa çıktı. 119. Artık orada yenilmişler ve küçük düşmüşlerdi.”
Bu şekilde açıkça anlatılan bu mucize divan şairlerinin dikkatinden kaçmamış ve şiirlerinde bu kıssaya yer vermişlerdir. Bu işlenişte de Hz. Musa’nın Firavun’un sihirbazlarının yılana dönüşen asa ve iplerini yutan asasını bir ejderhaya dönüşmüş olarak ele almışlardır. Ahmet Paşa’ya ait:
Musa yapuşduğı içün eteğine lütfunun
Dest-i mübârekinde ‘asa oldı ejdehâ
Şeklindeki beyitte de görüldüğü üzere Ahmet Paşa, Hz. Musa’nın Allah’ın lütfuna sığındığı için elindeki asanın bir ejderhaya dönüştüğünü söylemektedir.
Son safhada ele alacağımız konu da her yazımızda değinmeye çalıştığımız gibi şairlerin kendi sanat güçleri, kalemler yahut yeteneklerini en üst mertebede tasvir etme çabalarıdır. Bu çabalar dan biri de Fehîm-i Kadîm’e ait:
Benem ol sihr-şîve şâ’ir kim
Hâme itdüm zebân-ı su’bânı K 17/32
Şeklindeki beyitte de açıkça görülmektedir. Beyitte ejderha anlamına gelen “su’bân” sözcüğü kullanılarak şair kendi sihirli sözlerini ejderha dilini kalem olarak kullandığı için yazdığını söyler.
Sonuç olarak birçok kültürde kendisine yer edinmiş bu hayali yaratık pek çok özelliği ile klasik Türk şiirinde işlenmiştir. Ateş saçmasıyla, uçmasıyla, hazinelerle olan ilişkisiyle, tüm yıkıcılığı ve dehşetiyle kültür coğrafyamızda yaşamış ve eserlere aktarılmıştır. Tüm o inançlar çerçevesinde kurgulanan beyitler kendisine has kurgularıyla ve şairlerin yorumlarıyla beraber harikulade fantastik beyitler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Cîfe-i dünya değil herkes gibi matlubumuz
Bir bölük ankâlarız Kâf-ı kanâat bekleriz G 123/3
Klasik Türk şiirinde fantastik unsurlar yazı dizimizin bir sonraki yazısında küllerinden yeniden doğan, üzerinde her kuştan bir alâmet bir renk bulunan, Kâf Dağı’nın ardında yaşayan ve kanatlı olan her şeyin padişahı Simurg, Zümrüd-ü Ankâ’yı ele alacağız.
Kaynakça
– İslâm Ansiklopedisi, Dahhâk Maddesi
– Necâti Beg Şiirinde Mitolojik Bir Sembol: Yılan, Birsel ÇAĞLAR ABİHA
– Fehîm-i Kadîm Divânı’nda Hayvanlar Üzerine Bir İnceleme, Hayriye Durkaya
– Divan Şiirinde “Çok Başlu (Ziyâde-Ser) Deyimi Üzerine, Ülkü Çetinkaya, 2009
– Divan Şiirinde Hz. Musa, Adnan Uzun, 2016
Bu ejderha kavramı; nasıl ortaya çıkmış acaba? İnsanlar bir şekilde görmüş demek. Çünkü, her mitolojide mutlaka ejderha kavramı mevcut. Bu da aklıma şu soruyu getiriyor; Dinozorlar çağında insanlar var mıydı ? İnkalardan tutun da Çin’e kadar ejderha miti mevcut. Görüntü olarak aşağı yukarı da aynılar. Bu, gerçekten bir zamanlar var olduklarına dair bir kanıt bence. Tabi bu sadece bir teori.
Klasik Edebiyat şairleri sevgilinin saçlarını Çin Ejderhası’na benzetirler. Çünkü sevgilinin saçları Çin Ejderhası gibi dalgalı, kıvrım kıvrımdır.
Yüz de hazinedir çünkü hazineleri ejderhalar korur. Virane-Ejderha-Yüz ilişkisi de kuruyorlar.
Konu çok daha genel anlamda ele alınabilir. Sevgilinin güzellik unsurlarının tamamı hazine (genc) olarak ele alınıyor. Bu uzuvların etrafındaki aksesuar ve diğer organlar değişik şekilde adlandırılabiliyor. Örneğin sevgilinin ince beli hazine iken kemeri büyüyle dönüştürülmüş ejderha yahut yılan olurken sizin de dediğiniz gibi yanak çene yahut yüzün tamamı hazine olarak tasvir edilince saçlar ejderhaya benzetilebiliyor.
Evet, klasik kurgu dünyası gerçekten ilginç benzetme ve anlatılara sahip. Benim asıl merak ettiğim Tolkien ile Klasik Türk şairlerini buluşturan bu benzetmeyi Tolkien’in nereden duyduğu? Biz Farslardan aldık da o nereden buldu?