in ,

Kentlere Yazılan Son Bir Aşk Şiiri: Görünmez Kentler

Şehirlerinize farklı bir gözle bakmak istiyorsanız, Marco Polo ile Kubilay Han gibi eski, el değmemiş şehirlerin siluetlerini düşlemek isteyen romantiklerseniz veya biraz hayal gücü yakıtına ihtiyacım var diyorsanız, buyurunuz…

Görünmez Kentler
- Reklam -
- Reklam -

Tasavvuf alimleri insanın Tanrı’nın ruhundan bir parça alarak dünyaya geldiğini düşünürler. Bu yüzdendir ki insana da yaratma gücü bahşedilmiştir. Ve bu yaratılarının arasında belki de en uzun dayanan, en yücesi de şehirlerdir. İşte insanlığın fark etmeden Tanrı rolüne soyunmasıyla ve sosyal bir varlık olarak birlikte yaşama iç güdüsünü takip etmesiyle atılmıştır ilk şehirlerin temelleri.

Canlıdır üzerinde yaşadığımız bu toprak parçaları. Uygarlığımızla birlikte büyür, içinde yaşayan insanlarla şekillenir ve kişilik geliştirirler. Aynı şekilde bizi şekillendiren, karakterimize epeyce büyük bir tuğla ekleyen de yine içinde yaşadığımız şehirdir. Her yaratan-yaratılan ilişkisinde olduğu gibi şehirler olmadan insan hala var olabilir ama içindeki insanlar olmadan şehirler yok olup, unutulmaya mahkumdur. Ama şehrin kokusunu içine hiç çekemeyecek o insan, kişiliğini şekillendirerek olması gereken kişi olabilir mi? Zannetmiyorum.

Belki de bu karşılıklı mahkumiyettir edebiyatçıları şehirler üzerine düşünmeye iten. “Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o; Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla biz’di o.” der Yahya Kemal Beyatlı Üsküp için, şehirleri ve medeniyetleri bağlayan insan olgusuna değinerek. Çağdaşlarından biri olan Tevfik Fikret ise Sis şiirinde İstanbul’a, onda gördüğü “şuh kadın” karakterine seslenir, bir döneme ait siyasi durumu yansıtırken. Fantastik Edebiyat evreninde de şehirleri kurgularının temeline oturtan yazarlara rastlamıyor değiliz. Zira China Mieville bu “Şehir Edebiyatı” dalının en başarılı ve kentlerin ruhunu sayfalara üfleyebilmiş yazarlarından biri. Bu yazıda da sizi bir başka başarılı “şehir kurgucusuyla” ve romanıyla tanıştırmayı umuyorum: Italo Calvino ve Görünmez Kentler’le.

- Reklam -

Siyasetname Tadı

Calvino_Italo_Invisible_CitiesÇift katmanlı bir roman Görünmez kentler. Bir katmanı tarihin güzide bir köşesinde karşılaştıklarını düşündüğümüz Marco Polo ve Kubilay Han’ın diyalogları, fikir alışverişi üzerine kurulmuş. Diğer katman ise Polo’nun Kubilay’a anlattığı birbirinden özgün ve kurgusal kentlerin betimlemelerine ayrılmış. Kitabı belki de bambaşka bir anlatıya, masalsı bir rüyaya dönüştüren kentleri anlatmadan önce biraz karakterlerden bahsetmek gereği duyuyorum.

İki ana karakterimizden biri hepimizin eğitim geçmişinde bir şekilde adını duymuş olduğu, tarihin yüzölçümü bakımından en geniş imparatorluğunu yönetmiş olan meşhur Moğol kağanı Kubilay Han. Marco Polo’yla aralarında geçen konuşmalar sırasında onu hükümdar unvanı çerçevesinde tanıyoruz. Polo ise Venedik’ten gelen yabancı bir gezgindir. Polo’nun tersine Kubilay, halkı anlayamayan, bireyler yerine imparatorluğun akıbetiyle, topraklarını genişletmekle ilgilenen bir yöneticidir. Fakat bir noktadan sonra sahip olduklarının ötesindekileri öğrenmek için Polo’yu, gezip ona hiç görmediği kentlerin hikayesini anlatmakla görevlendirir.

Dünyadaki en geniş imparatorluğu yöneten adamın bu bıkkınlığı kitaptaki vurucu noktalardan biridir. Gücü yetse de, imparatorluğundaki problemleri görse de harekete geçemez. Sadece dinler. Bazen hepimiz Kubilay Han oluruz. Sahip olduğumuz şeyler, hükmettiğimiz güçler bize yabancılaşmaya başlar. Elimizde olanın, gerçekliğin bizi tatmin edemediği bir an gelip çatar ve işte o an kurmaca bir dünyaya sarılırız. Hayal gücüyle kendimizi doyururuz. Hükümdar rolünün yanı sıra, bizi bize yansıtmak gibi bir görevi de vardır Kubilay’ın kitapta.

Bir diğer yandan da imparator, şehir ve birey üçgeninde ele alınan bir yönetim öğretisiyle karşılaşıyoruz. Özellikle Marco Polo’nun bir köprü betimlemesi üzerine aralarında geçen konuşma bu alt metni çok daha net bir şekilde göz önüne seriyor.

Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor.
“Peki köprüyü taşıyan taş hangisi?” diye sorar Kubilay Han.
“Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi,” der Marco.
Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür. Sonra ekler:
“Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.”
Marco cevap verir: “Taşlar yoksa kemer de yoktur.” ( s. 127 )

Dantel Gibi Dokunmuş Kentler

gorunmez kentler kİşte o güzelim kentlere geldi sıra. “Kentler ve anı, kentler ve arzu, ince kentler…” gibi toplam on bir genel başlık altında toplanmış, kadın isimlerine sahip şehirlerdir bunlar. Ve aslında kitabın asıl gayesi, yazılma amacı da bu kentlerin anlatımıyla birlikte su yüzüne çıkar.

Günümüzün kişiliksizleşmiş, boğucu, adeta bir karınca yuvasını andıran şehirlerine bir başkaldırıdır bu kentler. Bugünün şehirleriyle, özellikle de metropolleriyle ilgili düşünmeye kalktığımızda aklımıza gelen tüm olumsuzluklar -ki olumsuzluklar genelde iyi yanlardan daha baskındır- antitezleri görünmez kentlerle birlikte hayat bulur. Fakat bu tam olarak içinde yaşadığımız “cehennemler”den bir cennet yaratma hayali değil, onların çarpıklıklarını, absürdlüklerini bize gösterme çabasıdır.

- Reklam -

Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. iki yolu var acı çekmemenin: birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. ikinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.

Peki biz cehennemi nasıl göreceğiz? Aslında Calvino kitabın bu son paragrafını yazarken eserini de anlamlandırma çabasını gösteriyor bize. O yazdığı kitapta içinde Kubilay Han’ın imparatorluğu üzerinden yaşadığımız şehirlerin eleştirel bir tablosunu çizerken üzerine düşen görevi yapmış oluyor. Okuyucusuna sorunları gösteriyor ve onu düşünmeye itiyor.

Kişisel favorilerim üzerinden açıklayayım bu durumu. Mesela Ottavia ( İnce kentler 5) iki dağ arasında kurulmuş halatlardan sallanan bir şehirdir. Bu şehirde yaşayan herkes de boşluğa asılı yaşamanın diğer kentlere oranla çok daha güvenli olduğunu düşünür çünkü ağın daha fazlasını taşımayacağını bilirler. Nüfus artışı sorununa zarif bir dokunuş işte.

Ya da kendisine bakan kişinin ruh haline göre değişen Zemrude’yi ( Kentler ve gözler 2) örnek göstereyim size. Eğer mutsuzsanız, yere bakarak yürürken kentin tüm pisliği ve çirkinliğiyle karşılaşırsın. Fakat eğer mutluysanız, gözleriniz yukarılara bakarken ferah, mutlu bir şehir görürsünüz. Bana feci şekilde banliyöleşmemizi ve çarpık kentleşmeyi hatırlatıyor bu güzide kent.

gorunmez kentler orta

Gerçi her kentin bir sorunla ilişkilendirilmek için yazıldığını söyleyemem. Hatta herkesin farklı farklı sonuçlara ve bakış açılarına varacağını da tahmin edebiliyorum. Belki de bu şehirler size engin hayal gücünden yaratılmış, kaotik bir Dali tablosundan farksız görünecek. Yine de nasıl okursanız okuyun çocukken dinlediğiniz bir masalın büyüsüne tekrar kapılmaya hazır olun.

Velhasıl şehirlerinize farklı bir gözle bakmak istiyorsanız, Marco Polo ile Kubilay Han gibi eski, el değmemiş şehirlerin siluetlerini düşlemek isteyen romantiklerseniz veya biraz hayal gücü yakıtına ihtiyacım var diyorsanız, buyurunuz gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz.

Beyza Taşdelen

1996 yılının Ekim ayında İstanbul’da doğdum. Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nde başladığım eğitim hayatımı Galatasaray üniversitesi Karşılaştırmalı Dilbilim bölümünde sürdürmekteyim. Fantastikle Harry Potter sayesinde tanışıp, okuma sevgisi kazanmış çocuklardanım. Aktif olarak Kayıp Rıhtım’da yer almaya ve irili ufaklı yazılar yazmaya devam ediyorum.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Alan Moore

Alan Moore’dan Genç Yazarlara Tavsiye: “Kendi Kitabınızı Kendiniz Yayınlayın”

Üç Cisim Problemi İncelemesi - Cixin Liu

Üç Cisim Problemi: Hayalgücünün Sınırlarını Zorlamak