Eşyaların ve bilimin tarihi ile ilgilenen yazar Lydia Pyne, “…hangi kitabın nereye ve hangi rafa konduğunun belirli bir dünya görüşünü yansıttığı söylenebilir.” diyerek kitaplıklar konusunda iddialı bir araştırmada bulunuyor. İthaki Yayınları’nın Minima serisinden ilk kitap olarak karşımıza çıkan bu eser bakalım vaat ettiklerini ne kadar gerçekleştiriyor…
Ne Anlatıyor?
Eser M.Ö. 1. yüzyıla kadar uzanıp Romalı şair Cicero ve kitapları-kitaplıkları ve bunlar üzerindeki düşünceleri ile başlıyor. Kitaplığın tarihsel bir tanımı söz ettiğim bu bölümde başlıyor. Ardından Hereford Katedrali’nin zincirli kitapları bahsi geçiyor. Kitapların aşırılmaması için olan bu zincirlerin ve eserlerin fotoğraflarını da sunmuş yazar. Bölümün sonlarında Ortaçağ’ın zincirli kitapları ile günümüz dijital kitapları hakkında bir karşılaştırma var. Yazar aynı zincirli kitaplar gibi dijital kitapların da bir tür zincire sahip olduğunu ve zaman değişse de bu kitapların aynı biçimde korunduğunu anlatıyor. Ben bu kısımları biraz zorlama buldum, karşılaştırmanın beni pek tatmin etmediğini söylemeliyim.
“Kitaplığa Konulan Şeyler” hakkında da bir bölüm var, tarihsel olarak baktığımızda kitaplığın yalnızca eserleri düzenli biçimde istiflemekten ziyade kendimizi ifade ettiğimiz, kitap olmayan şeyleri dizerek süslediğimiz bir alan olduğu üzerinde duruyor. Gelgelelim bunun bir gösteriş olduğunu ve kapitalizmin buna da fazla fazla hâkim olduğunu söylemiyor. Okuma konusunda daha ılımlı bir yol seçmiş yazar ve sanırım hem ulaştığı sonuçlarda hem de yaptığı çıkarımlarda yeterince cüretkâr değil. Yine de IKEA kitaplıkları hakkında şu alıntıyı söylemeden durmuyor:
Kültürün “seyyar uzam”ındaki nesneleri kullanmak, Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’ye göre, kişinin kendi sosyal konumunu geliştirmesi veya sağlamlaştırması açısından çok önemli bir fenomendi ve IKEA kitaplıklarının tam olarak kullandığı mit işte budur: Kültürel beklentilere yön vermek için IKEA’yı kullanmak.
Eser kitaplığın özgeçmişi konusundaysa tatmin edici diyebilirim. Ama araştırmacı belli başlı mekânlar ve konular üzerine durmuş, kataloglama sistemleri ya da hareketli raflar üzerine epeyce sayfa var. Benim kitaptan beklediğim aslında daha kültürel çıkarımlardı, bana bilmediğim bir bilgi vermedi ne yazık ki. Az çok okuyup gözlemleyen kişiler için bir iki acayip bilgi dışında -ki bunlar basit bir Google araştırmasında dahi bulunabilir- anlamlı veriler sunmuyor. Diyeceğim o ki sosyolojik bir tez havası vermiyor. Belki de benim beklentilerim çok büyüktü diye bu kadar hayal kırıklığına uğramış olabilirim.
Eserin sonuna doğru yazar kitabın ve kitaplıkların akıbeti hakkında çeşitli öngörüler sunmuş. Bu kısımdaysa en sevdiğim satırlar şunlar oldu;
“Kitap hayatta kalmayı başardı,” diyor tarihçi Martyn Lyons, “ama yüksek kültür eseri sıfatındaki sorgulanmaz statüsünü kaybetti.”
Çeviri, Kapak, Editörlük
Ben Minima serisinin kapaklarını beğendim. Şükrü Karakoç serinin amacına paralel şekilde Kitaplık’ın kapağını tasarlamış, Ümid Gurbanov’un çevirisi de yine sorunsuzdu. Ayrıca eserde okumamı aksatacak bir durumla da karşılaşmadığımı ayrıca söylemek isterim.
Son Olarak
Yeri gelmişken sitemizde bunun üzerine epey bir tartışma yaptık, forumda hâlâ bu konuşmalar sürerken “Okuma Eylemi Dizisi” ile biz Rıhtım yazarları okuma alışkanlıklarını, kitaplıkları ve sosyal medyayı hatta okumanın gerekli olup olmadığı bahsinde epeyce yazdık çizdik. Öyle ki kendi kitaplıklarımızı paylaştığımız bir forum başlığı dahi var.
Sahi kitaplar ve kitaplıklar olmasaydı kendimizi nasıl öne çıkarmayı başarırdık?
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!