in ,

Yazarının Kaleminden: Bozuk Saat

Yunus Nadi Roman Ödülü sahibi yazar ve antropolog Irmak Zileli, yeni kitabı “Bozuk Saat”in yazım macerasını Kayıp Rıhtım okurları için kaleme aldı.

Bozuk Saat
- Reklam -
- Reklam -

Bozuk Saat’in öyküsü diğer romanlarımdan oldukça farklı gelişti. Genellikle bir mesele üzerine düşünürken onu geliştirip, üzerine uzun ve meşakkatli okumalar yaparak hikâyeyi kurardım. Fakat Bozuk Saat derdini, meselesini benden gizleyen, anlamını, katmanlarını yazdıkça keşfettiğim bir metin oldu. Daha ortada ne bir dert, ne bir tema varken, bir saat imgesi, üstelik bozuk bir saatin imgesi belirdi. Belki de bu farklılığın nedeni, daha en başında bir roman, hatta bir kitap yazma fikrinin bile olmamasıydı. ON8 Yayınevi’nin blogu için yayın yönetmeni Müren Beykan benden öyküler/denemeler yazmamı istemişti. Daha çok genç okurun, eğitimcilerin, ailelerin takip ettiği bu bloga öyküler ya da denemeler yazmak iyi hoştu ama yazacaklarımın bir farklılığı, bir özgünlüğü olsun da istiyordum. Her hafta birbirinden kopuk öyküler yazmak pek bana göre değil de. İlle de tematik bir bağ, ortak bir anlayış istiyordum.

Bozuk SaatVelhasıl Bozuk Saat imgesi zihnimde canlandığında hikâyelerin anlatıcısının bu saat olacağını biliyordum. Çünkü aslında isteğim, bu öykülerde anlattığım insanların öykülerinin toplumsal olanla bağlarını daha görünür bir yerden kurmaktı. (Diğer romanlarıma göre daha görünür. Bireysel olanın politik olduğuna inanıyorum, öte yandan bu politikliğin ya da toplumsal olanla bağın bu kez biraz daha yüzeyde olmasını tercih ediyordum.) Toplumun her kesiminden insanın hikayesini anlatmak ve böylece aslında bir parça zamanın, günümüzün tanıklığını yapmak fikri vardı aklımda. Bunu bozuk bir saatin bakış açısından yapmak zamanı algılayışımıza/yaşayışımıza dair de metaforik bazı çağrışımlar yapabilirdi. Toplumun farklı farklı kesimlerinden, farklı cinsiyetlerden, yaşlardan ve sınıftan insanı nerede buluşturabilirim, diye düşündüğümde bir kent meydanının bunun için elverişli olacağına karar verdim ve anlatıcım olarak seçtiğim bu Bozuk Saat’i o meydana yerleştirdim.

Görünen gerçeğin ardına ulaşma

Fakat bu yeterli gelmedi. Bozuk Saat’in insanların başından geçen olaylara dışarıdan bir göz olarak tanıklık etmesi içime sinmedi. Zira zaten tanrı yazardan da pek hazzetmeyen biri olarak bana pek uygun değildi. Ben insanları dışarıdan görmekten çok onların ruhlarına sızmak istiyordum. Hikayelerimi bu kanaldan akıtmak, görünen gerçeğin ardına ulaşma konusunda da daha çok imkan barındırıyordu. Hem ayrıca bu saat niye bozuktu ki? Madem imge bozuk bir saatin imgesiydi, bu bozukluğun bir anlamı ve sebebi olmalıydı. İşte o zaman aslında Bozuk Saat’in etrafındaki varlıkların duygu durumlarına karşı son derece duyarlı bir saat olduğunu, bu etkilenme sonucu bozulduğunu anladım. Eğer Bozuk Saat öteki varlıkların duygularını hissedebiliyorsa iç dünyalarına ve zihinlerine de girebiliyor demekti. Duygu durumumuzun ilk elde yansıdığı yer kalp atışlarımızdı. Bozuk Saat duygusunu hissettiği kişilerin nabzına atlayarak onlarla yolculuk edebildiğini, bir süre onlarla zaman geçirip sonra yeniden kendi mekanına dönebildiğini de keşfedince işler benim için daha da kolaylaştı.

- Reklam -

Böylece Mart 2017’den itibaren ON8 blogda yayınlanan öyküleri yazdım. Bunun için kendimi bir meydanda dikilmekte olan Bozuk Saat’in yerinde hayal etmem yeterliydi. Etrafa bakınca pek çok varlık dikkatimi çekti. Bakmayı bildiğinizde kent, hikayelerle doluydu. Bu hikayeler kent yaşamına ve kültürüne dair tanıklık olarak da okunabilirdi. Anlatılanların “yaşanmış” olaylar olması gerekmiyordu. Hakiki olmaları yeterliydi.

irmak zileli

Böyle böyle 10 kadar öykü birikti. Fakat blogda yazmayı sürdüremedim. (Hayat gailesi diyelim.) Neden sonra bir gün Halil Türkden aklıma bir fikir soktu. Bu öyküler çoğalamaz mıydı? Çoğalsa ve bir kitaba dönüşse nasıl olurdu? Daha önce yayınlanmış metinlerden derleme bir kitap yapma fikrine bir parça mesafeliydim. Fakat Halil farklı bir şey öneriyordu. 10 tane öykü zaten kitap için yeterli değildi. Kitap için yeni öyküler kaleme alarak sayıyı çoğaltabilirdim. Bu aklıma yattı. Ve sonra Müren Beykan’la bir toplantı organize edildi. O toplantıda Bozuk Saat’in aslında romana da elverişli olduğu fikri doğdu. Bozuk Saat romanın anlatıcı karakteri olarak sayfalar ilerledikçe değişen, dönüşen kişiliğiyle bize hikâyeler anlatabilirdi. Ben bu fikri zihnimde bir süre dolaştırayım, bakalım içime sinecek mi derken,sevgili anlatıcım Bozuk Saat yakama yapıştı ve beni hikâyeler arasında bağlar kurabileceğine, ortaya bütünlüklü bir anlatının çıkacağına ikna etti.

- Reklam -
Böylece kentin, sokağın, insanın, hayvanın, doğanın ve şeylerin nabzına kulak verme macerası da başlamış oldu.

Bir yılı aşkın bir zaman boyunca her fırsatta Bozuk Saat’in anlattıklarını kâğıda döktüm. Yazım süreci de en az fikrin doğuşu ve olgunlaşma süreci kadar diğer romanlarımdan farklı oldu. Öteki romanlardaki çelik disiplinden eser yoktu bu kez. “Her sabah o yazı masasının başına oturulacak”ın yerini Bozuk Saat’in yelkovanı ile akrebinin eserekli ritmi almıştı. Böylece aslında öyküler kendilerini yazdırdı diyebilirim. Gel gör ki mükemmeliyetçilik başa bela.

Sürekli şunları sorgularken buluyordum kendimi: “Yeterince çalışmıyor olabilir miyim? Ortaya gerçekten dişe dokunur bir metin çıkıyor mu? Bu roman biraz fazla kolay mı yazılıyor, bana mı öyle geliyor? Bu kadar kolay yazıyorsam şüphelenmeli miyim?” Ve bir de tabii şu temel soru: Bu bir roman mı? Bunu roman diye piyasaya sürüp rezil olmak da var işin ucunda. Zihnimdeki hiyerarşik kalıplara çarpmıştım. Neyin roman neyin öykü; neyin has neyin popüler edebiyat olduğu; neyin gençlik neyin yetişkin edebiyatından sayılması gerektiğiyle ilgili binbir engelleyici yargıyla boğuşurken buldum kendimi.

Ve nihayetinde bana dersimi veren yine kendi anlatıcım/karakterim oldu.

Yazar kibrimi ti’ye alan bir son yazdırarak beni de utandırdı. Yazar-anlatıcı-karakter üçgeninde dönenlere dair bu finalle boyumun ölçüsünü aldım. Böylece metin üzerindeki yetkimi kötüye kullanmamam gerektiğini, bu hikâyelerin ortak üretimimiz olduğunu anlayarak dosyayı yayınevine teslim ettim. Aslında bu metazori kopuş bir işime yaradı. Bozuk Saat’e bir kitap olarak belli bir mesafeden baktığımda derdim olan önemli bir meseleyle ne kadar da ilişkili bir metin ortaya çıkardığımı fark ettim. Baştan bunu planlamamıştım. Bu sezgisel sürecin sonunda toplumsal ve bireysel olarak yaşadığımız pek çok problemin arkasında olduğunu düşündüğüm bir meseleyi merkezine alan bir metin çıkmıştı ortaya: Ötekiyle kuramadığımız diyalog, ötekinin duyguları karşısındaki aymazlığımız, ilişki kurarak bozulmaktan duyduğumuz korkular… Evet, Bozuk Saat başkalarının nabzına gire gire bozuluyordu ama bu bozukluk pek fena bir şey değildi.Bu aynı zamanda kendimizle ve dünyayla ilgili ezberlerimizin bozulması demekti. Karşılaşmalar bizi sabit fikirli olmaktan kurtaran penzehirleriydi hayatın.

Oh nihayet bu metnin meselesini, derdini de bulduğuma göre rahatlayabilirdim. Yaptığım her işin politik ya da felsefi bir zemine oturması mı gerekiyordu? Evet gerekiyordu. Napayım, ben böyleydim işte. Bozuk Saat madem herkesin duygusuyla empati kurabiliyordu, bir zahmet beni de anlayıversindi. Böylece kendisiyle vedalaştım. Artık Bozuk Saat okurun nabzında. Kendisine ruh ve zihin açıklığı diliyorum…

Irmak Zileli

Konuk Yazar

Siz de Kayıp Rıhtım'da konuk yazar olabilirsiniz!

İletişim: [email protected]

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

tolkien film inceleme

Panik Yok! Tolkien Filmi Kötü Değil, Ama…

SabitFikir

küçük İskender’in Anısına Yapılan Saygısızlık Sonrası “SabitFikir”den Ayrılan Yazarlar