in ,

Fahrenheit 451: Çeviri Değerlendirmesi ve Karşılaştırması

Ray Bradbury’nin Bilimkurgu Klasikleri kapsamında yeniden yayımlanan Fahrenheit 451’inin yeni çevirisini merak edenler burada mı? Daha önceki baskıya kıyasla, ne gibi farklılıklar bizleri bekliyor? Oldukça detaylı bir çeviri karşılaştırmasıyla sizlerleyiz!

Fahrenheit 451 - Çeviri Karşılaştırması
- Reklam -
- Reklam -

Muhteşem bir işe imza atarak Bilimkurgu Klasikleri serisini başlatan İthaki Yayınları, seri kapsamında Fahrenheit 451’i yeni bir çeviri ve kapak tasarımıyla bizlerle buluşturdu. Bilimkurgu Klasikleri serisinin 32. sırasında yer aldığını öğrendiğim an eseri yeniden okumanın heyecanı sardı beni. Çünkü içindeki uyarıların halen geçerliliğini koruduğu Ray Bradbury’nin bu etkileyici romanı, bir distopyanın uyarıcı ve öğretici havasının ötesinde hızla akan bir macera romanı benim için. Soluk soluğa okunabilecek hızlı bir roman.

Buradaki haberimizde gördüğünüz üzere eserin Türkçede farklı çevirileri var ama bu eseri 1999 yılından beri düzenli olarak biz okurlara İthaki Yayınları ulaştırıyor.

2017 Mayıs baskısının kapağı Şükrü Karakoç’un elinden çıkmış özgün bir kapaktı; yeni baskıda Bilimkurgu Klasikleri’nin alametifarikalarından biri olan sade ve vurucu kapak tasarımı yaklaşımına uyabilmesi için kapak değiştirilip Simon & Schuster yayınevinin 2012 Ocak baskısı kapağındaki Matt Owen’ın çizimi kullanılarak tasarlanmış.

- Reklam -

İki baskının da düzeltisi, Bilimkurgu Klasikleri dizisinin editörü de olan Alican Saygı Ortanca’ya ait. Yeni baskıyı yayıma hazırlayan Yankı Enki.

Önceki baskıda Ray Bradbury tarafından yazılan, Şubat 1993 tarihli, kitabı nasıl yazdığını ayrıntılı bir şekilde anlattığı uzun bir önsöz vardı. Önceki baskının sonsözü Neil Gaiman’ın Nisan 2013 tarihli bir yazısıydı, çevirisi Alican Saygı Ortanca’ya aitti.

Yeni baskıda Neil Gaiman’ın yazısı, Dost Körpe çevirisiyle, sunuş olarak kullanılmış. Kitabın sonuna Ray Bradbury’nin kitabın sesli versiyonu için yazdığı bir önsöz konmuş. Kaynak metinde de yer alan bu önsözde Bradbury, Fahrenheit 451’in doğuşunu kısaca anlatıyor. Yeni baskıya sonsöz olarak Harold Bloom’un kısa bir yazısı eklenmiş.

Önceki İthaki baskısı çevirisi Zerrin Kayalıoğlu ve Korkut Kayalıoğlu’na aitti, yeni çeviri Dost Körpe’nin ellerinden çıkmış.

Aynı eserin farklı çevirmenlerle okumak ve çevirilerin benzerliklerini ve farklılıklarını keşfetmek benim için hep keyifli ve öğretici bir eylem olmuştur. Dolayısıyla bu çeviri değerlendirmesi, elbette bu işin uzmanı olan biri değil meraklı bir okurun gözüyle yapılmıştır. Kusurları olabilir.

Bizlere bu güzide eserleri ulaştıran çevirmenlerimizin emeğini birkaç hatayı ortaya koyarak küçültmek değil niyetim. Diğer yandan çevirilerde yapılan hataların tek sorumlusu çevirmenler değildir. Sıkışık takvimleri yüzünden çevirmenlerin çoğu çok kısa zamanda çeviri yapmak zorundalar ve hızlı yapılan her iş gibi çeviride de kimi hatalar gözden kaçabilir. İşin bu kısmında kitabın yayına hazırlığını, editörlüğünü, düzeltisini, son okumasını üstlenen kişilerin payı büyüktür. Onlar ham çeviriyi bu hatalardan temizlemelidir. Tüm bu insanların emeğine rağmen yine de binlerce sözcüğün arasında hatalar görünmez olabilir tabi.

Karşılaştırmayı yaparken elimin altında Mayıs 2017 baskısı (9. Baskı, Zerrin Kayalıoğlu ve Korkut Kayalıoğlu), Mart 2018 baskısı (1. Baskı, Dost Körpe) ve kaynak metin olarak kitabın 1981 yılında Bradbury tarafından kısmen değiştirilmiş hali vardı, yani iki çevirinin de kaynak metin olarak kullandığı hali.

İtiraf etmeliyim ki önceki çeviriyi, yeni çeviriyi ve kaynak metni sayfa sayfa, satır satır okuyarak yapmadım bu değerlendirmeyi. Bir okur olarak okuma zevkimin baltalanmaması ve bağlamdan kopmamak için metni çoğunlukla yeni çeviriden (Körpe) okudum ve okurken gözüme takılan, zihnimi kurcalayan cümleleri not ederek önceki çeviriyle ve kaynak metinle karşılaştırdım.

Bu yöntemle, iki farklı çevirinin karşılaştırılmasının sağlıklı olmayacağını fark etmişsinizdir. Elbette tüm kitabı önceki çeviriden (Kayalıoğlu) okusaydım zihnim oradaki cümlelere odaklanacaktı.

Yeni çeviriye dair aklıma takılanları belirteceğim ama daha sonra iki çeviri arasında nesnel bir karşılaştırma yapabilmek için Fahrenheit 451’in anadilinde sıkça paylaşılan alıntılarından seçtiklerimi kullanacağım.

İlk bölümde kaynak metin ile yeni çeviriyi (Dost Körpe) karşılaştıracağım ve kimi çeviri tercihlerini yorumlayacağım.

İkinci bölümde, seçtiğim alıntılar üzerinden, sırasıyla kaynak metni, Zerrin Kayalıoğlu – Korkut Kayalıoğlu çevirisini ve Dost Körpe çevirisini ekleyeceğim. Eklediğim alıntıların altına çevirilerle ilgili yorumumu yazacağım.

Kimi zaman çeviri tercihlerini, sözcük veya sözcük gruplarının altını çizerek veya koyu yaparak daha görünür kılmaya çalışacağım.

Benim için keyifli bir süreçti. Umarım siz okurlar için de öyle olur.

ray bradbury

Kaynak Metin ve Yeni Çeviri Karşılaştırması

Alıntılar:

1.

Kaynak Metin:

He felt she was walking in a circle about him, turning him end for end, shaking him quietly, and emptying his pockets, without once moving herself.

Körpe:

Montag kızın hiç kımıldamadan onun etrafında turladığını, onu tepeden tırnağa incelediğini, usulca sarstığını ve ceplerini boşalttığını hissetti. (s. 26)

Yorum:

Bu alıntıda her ne kadar kızın bunları hiç kımıldamadan yaptığı söylense de çeviriden bunlar gerçekten oluyormuş gibi anlaşılıyor. Şöyle bir değişiklik uygun olabilirdi:

“Montag’a kız sanki hiç kımıldamadan onun etrafında turluyor, onu tepeden tırnağa inceliyor, usulca sarsıyor ve ceplerini boşaltıyor gibi geldi.”

2.

Kaynak Metin:

They walked on again in silence and finally she said, thoughtfully, “You know, I’m not afraid of you at all.”

Körpe:

Tekrar sessizce yürüdüler ve sonunda kız düşünceli bir edayla konuştu: “Anlarsın ya, senden hiç korkmuyorum.” (s. 27)

Yorum:

“Thoughtfully” sözcüğünü layıkıyla çeviren Körpe’nin konuşmaya giriş ifadesi olarak kullanılan “you know”u çevirirken “anlarsın ya” yerine daha “Türkçe” bir ifade bulmasını dilerdim.

Benzer biçimde kitabın neredeyse tamamında “well” ifadesini “eh” şeklinde çevrilmiş. Bu karşılık kimi yerlere uygun düşse de genelde çeviri kokuyor:

“Well, goodbye, dear.”

“Eh, güle güle canım.” (s. 41)

“Well, put on the light.”

“Eh, ışığı yaksana.” (s. 61)

Hiç çevrilmemesi daha iyi olabilirdi.

3.

Kaynak Metin:

The jet bombers going over … did all the screaming for him. He opened his own mouth and let their shriek come down and out between his bared teeth.

Körpe:

Jet bombardıman uçakları geçiyor … hepsi Montag’ın yerine çığlık atıyordu. Montag kendi ağzını açtı ve onların haykırışının aşağı inip kendi sergilenen dişlerinin arasından çıkmasına izin verdi. (s. 33)

Yorum:

Altı çizili kısımlarda “kendi” ifadesinin eklenmesinin anlama katkısı yok. Kullanılmaması daha iyi olabilirdi. “between his bared teeth” ifadesi için “sergilenen dişlerinin arasından” yerine “görünür hale gelen dişlerinin arasından” karşılığı kullanılabilirdi.

4.

Kaynak Metin:

“Look”—he started for the door—“we gotta go. Just had another call on the old ear-thimble. Ten blocks from here. Someone else just jumped off the cap of a pillbox. Call if you need us again. Keep her quiet. We got a contrasedative in her. She’ll wake up hungry. So long.”

Körpe:

“Bak…” —Adam kapıya doğru yürüdü— “…gitmeliyiz. Benim emektar kulak yüksüğünden bir çağrı daha aldım şimdi. On sokak ötede. Biri daha hap şişesini boşaltmış. Bize tekrar ihtiyacın olursa ararsın. Onu sessiz tut. Kontrasedatif verdik. Uyanınca acıkmış olacak. Hoşçakal. (s. 35)

Yorum:

Altı çizili ifadenin karşılığı “Onu sakin tut / Sakin kalmasını sağla.” olmalıydı. “Onu sessiz tut.” sahnenin bağlamına uymuyor.

5.

Kaynak Metin:

And the men with the cigarettes in their straight-lined mouths, the men with the eyes of puff adders, took up their load of machine and tube, their case of liquid melancholy and the slow dark sludge of nameless stuff, and strolled out the door.

Körpe:

Dümdüz ağızları sigaralı adamlar, şişen engerek gözlü adamlar makinelerini ve tüplerini; sıvı melankolinin ve ağır ağır akan koyu, vıcık vıcık, isimsiz maddelerinin bulunduğu bavulu alıp uzun adımlarla kapıdan çıktı. (s. 35-36)

Yorum:

Kelimesi kelimesine sadık bir çeviri. Lakin bu görece uzun cümlenin çevirisinin rahat bir okunurluk sağlamadığını düşünüyorum. İngilizce ve Türkçe’nin yapısal farklılıklarını gözeterek rahat okunur bir karşılık bulunmalıydı.

“Dümdüz ağızlarında sigaralarıyla ve şişen engerek gibi gözleriyle bu adamlar…” şeklinde bir karşılık olabilirdi.

Ayrıca özne ile yüklem arasında çok fazla sözcük varsa uyumu sağlamak için çoğul öznenin yaptığı eylem de çoğul hale getirilmelidir:

“Dümdüz ağızlarında sigaralarıyla ve şişen engerek gibi gözleriyle bu adamlar, … isimsiz maddelerinin bulunduğu bavulu alıp uzun adımlarla kapıdan çıktılar.”

6.

Kaynak Metin:

But that was a long time ago when they had things different. They believed in responsibility, my uncle says. Do you know, I’m responsible. I was spanked when I needed it, years ago.

Körpe:

Ama bu çok eskidenmiş… o zamanlar her şey farklıymış. Sorumluluğa inanırlardı diyor amcam. Biliyor musun, ben sorumluluk sahibiyim. Yıllar önce öyle olmam gerektiği zaman dayak yedim. (s. 50)

Yorum:

Altı çizili cümlede “it” zamiri dayak yemek eylemine gönderme yapıyor. Doğru karşılık şöyle olabilir: “Yıllar önce gerektiği zaman dayağımı yedim.”

7.

Kaynak Metin:

“And most of the time in the cafés they have the joke-boxes on and the same jokes most of the time…”

Körpe:

“Kafelerde de genellikle espri makineleri çalıştırılıyor ve genellikle aynı espriler yapılıyor…” (s. 51)

Yorum:

1930’lardan itibaren Amerika’da kafelerde jeton atarak dilediğiniz müziği seçtiğiniz makineler kullanılmaya başladı. Bunlara İngilizce “jukebox” deniliyor. Bradbury’nin “joke-box”ı bu makineye gönderme yapan bir kelime şakası. Çeviride bu şaka yok oluyor. Dipnot verilebilirdi.

Dipnotların okuma zevkini baltaladığını kabul ediyorum. İki sayfada bir dipnot görmek dikkati dağıtıyor. Dost Körpe’nin bu konuda gerekeni yaptığını düşünüyorum. Bu yeni çeviride, öncekinde olmayan ve kitaptan daha çok keyif almamızı sağlayan birçok “yerinde” dipnot vardı. Yukarıdaki şakayı dipnot ile açıklamak ise bir tercih meselesi.

8.

Kaynak Metin:

It was a flaking three-story house in the ancient part of the city, a century old if it was a day, but like all houses it had been given a thin fireproof plastic sheath many years ago, and this preservative shell seemed to be the only thing holding it in the sky.

Körpe:

Şehrin eski bölümündeki, boyası dökülen, üç katlı bir evdi; en az yüz yıllıktı ama tüm evler gibi o da yıllar önce yangına dayanıklı ince plastik kılıfla kaplanmıştı ve bu koruyucu kabuk onu gökyüzünde tutan tek şey gibiydi. (s. 55-56)

Yorum:

Altı çizili kısım “onu ayakta tutan tek şey gibiydi.” şeklinde çevrilebilirdi.

Kitabın genelinde Körpe, kelimesi kelimesine çeviride çoğunlukla ısrarcı olmuyor, akıcı olması için kimi sözcükleri ekleyip çıkarabiliyor; lakin burada neden bu kadar sadık bir çeviri yaptı, anlamadım.

9.

Kaynak Metin:

“ ‘Play the man, Master Ridley; we shall this day light such a candle, by God’s grace, in England, as I trust shall never be put out.’ ”

Körpe:

“ ‘Adam rolü yap, Ridley Efendi; bugün İngilitere’de Tanrı’nın izniyle öyle bir mum yakacağız ki, inanıyorum ki, asla sönmeyecek.’ ” (s. 56)

Yorum:

Yukarıdaki cümleyi evi ve kitapları yakılan bir kadın söylüyor. Kadın, tarihi bir kişilikten alıntı yapıyor. Kitabın ileriki sayfalarında bu sözün kim tarafından söylendiği açıklanıyor. Latimer ve Ridley adında iki protestan piskopos Kraliçe Mary’nin emriyle 16 Ekim 1555’te yakıldı. Latimer yanarken Ridley’e cesaret vermeye çalıştı. Dolayısıyla yukarıdaki alıntının çevirisi şöyle olmalıydı:

Cesaretini topla, Ridley Efendi; bugün İngilitere’de Tanrı’nın izniyle öyle bir mum yakacağız ki, inanıyorum ki, asla sönmeyecek.”

10.

Kaynak Metin:

Montag and Stoneman went back to looking at the street as it moved under the engine wheels.

“I’m full of bits and pieces,” said Beatty. “Most fire captains have to be. Sometimes I surprise myself. Watch it, Stoneman!”

Stoneman braked the truck.

Körpe:

Montag ile Stoneman motor tekerleklerinin altında hareket eden sokağa bakmaya geri döndüler.

“Genel kültürüm geniştir,” dedi Beatty. “Çoğu itfaiye yüzbaşısının öyle olması gerekir. Bazen kendimi şaşırtıyorum. Dikkatli sür Stoneman!”

Stoneman kamyonun frenine bastı. (s. 61)

Yorum:

Cümle genel itibariyle sorunlu. Daha akıcı bir çeviri şöyle olabilirdi:

Montag ile Stoneman motor çarklarının altından kayan sokağa bakmaya devam ettiler.

“Genel kültürüm geniştir,” dedi Beatty. “Çoğu itfaiye yüzbaşısının öyle olması gerekir. Bazen kendime şaşırıyorum. Dikkatli sür Stoneman!”

Stoneman kamyonun frenine bastı.

11.

Kaynak Metin:

“I’m so mad I could spit!”

Körpe:

“Öyle kızgınım ki tükürebilirim!” (s. 65)

Yorum:

Eski bir deyiş. Marangozcular, demirciler kullanırmış. Öyle çok kızgınım ki işimi gücümü bırakıp, ağzımdaki çivileri tükürebilirim. Dipnot verilebilir ya da Türkçe’deki benzer bir deyişle karşılanabilirdi. Örneğin:

“Sinirimden kudurabilirim.” / “Tepemin tası attı.”

12.

- Reklam -

Kaynak Metin:

… it was the open car and Mildred driving a hundred miles an hour across town, he shouting at her and she shouting back and both trying to hear what was said, but hearing only the scream of the car. “At least keep it down to the minimum!” he yelled.

Körpe:

… üstü açık arabada konuşuyorlardı; Mildred şehirde saatte yüz altmış kilometre hızla araba sürüyordu, Montag ona seslenince seslenerek karşılık veriyordu ve ikisi de birbirini duymaya çalışıyordu ama arabanın çığlığını duyuyorlardı yalnızca. Montag, “En azından asgari hızla git!” diye sesleniyordu. (s. 66-67)

Yorum:

Dost Körpe’nin bu sahnedeki “shout” sözcüklerini ve “yell” sözcüğünü neden “seslenmek” diye çevirdiğini anlamadım. Sürekli “bağırmak” dememek istemiş olabilir. Şöyle bir karşılık daha uygun olabilirdi:

… üstü açık arabada konuşuyorlardı; Mildred şehirde saatte yüz altmış kilometre hızla araba sürüyordu, Montag ona bağırdığında o da bağırarak cevap veriyordu ve ikisi de birbirini duymaya çalışıyordu ama arabanın çığlığını duyuyorlardı yalnızca. Montag, “En azından asgari hızla git!” diye bağırıyordu.

13.

Kaynak Metin:

The train radio vomited upon Montag, in retaliation, a great tonload of music made of tin, copper, silver, chromium, and brass. The people were pounded into submission; they did not run, there was no place to run; the great air train fell down its shaft in the earth.

Körpe:

Trenin radyosu Montag’ın üstüne kusarak misillemede bulunuyordu… teneke, bakır, gümüş, krom ve pirinçle icra edilmiş bir ton müzik. İnsanlara dayakla boyun eğdiriliyordu; kaçmıyorlardı, kaçacak yer yoktu; büyük hava treni, yeraltındaki tünelinden aşağı düşüyordu. (s. 101)

Yorum:

Altı çizili ifadedeki “pound” sözcüğünün en sık kullanılan karşılığı “yumruklamak” olsa da cümlenin bağlamı ve sözcüğün deyimsel anlamı düşünüldüğünde şöyle bir karşılık uygun olabilir:

“İnsanlara zorla boyun eğdiriliyordu”

14.

Kaynak Metin:

Montag only said, “We never burned right. . . .”

Körpe:

Montag, “Biz asla düzgün yakmadık…” dedi yalnızca. (s. 145)

Yorum:

Montag elindeki alev makinesini itfaiye şefi Beatty’e doğrultur ve Beatty ona hararetli bir tirat attıktan sonra Montag sadece bu cümleyi söyler. Dolayısıyla romanda kilit bir ifade. Anlamı mühim.

İki farklı yorumu olabilir:

İlki: Biz hiç asıl yakmamız gereken şeyleri yakmadık, bu toplumun çürümüşlüğünü, o dev ekranları, kulaklarımıza soktuğumuz o aptalca yayınları yakmalıydık aslında.

İkincisi: Biz yakarken haklı değildik. Kitapları yakma gerekçelerimiz hiçbir haklı temele oturmuyor.

Bu yorumlar ışığında farklı çeviri tercihleri olabilirdi:

Montag, “Biz hiç doğru olanı yakmadık…” dedi yalnızca.

Montag, “Biz hiç yakmamız gerekeni yakmadık…” dedi yalnızca.

Montag, “Biz, doğru hükümle yakmadık asla…” dedi yalnızca.

Bu üç önerim de kendi yorumunu çeviriye taşıyor ve açıklayıcı bir amaç güdüyor. Çeviri yaparken bu denli açıklayıcı olmak doğru değil aslında. Belki de çevirmenin tercihini koruyup yorumu okura bırakmalıyız.

15.

Kaynak Metin:

He was a thing of brush and liquid eye, of fur and muzzle and hoof, he was a thing of horn and blood that would smell like autumn if you bled it out on the ground.

Körpe:

Fırçalı sıvı gözlü, kürklü ve uzun burunlu, toynaklı bir yaratıktı o; kanı toprağa akıtsanız sonbahar gibi kokacak olan, boynuzlu bir yaratıktı. (s. 173)

Yorum:

Burada Montag kendini bir hayvan gibi hissediyor. Anlatıcı onu tanımlarken birkaç farklı hayvanın fiziksel özelliklerini birleştiriyor. Altı çizili kısım dışında çeviri sorunsuz. “brush” tilki kuyruğu için de kullanılan bir sözcük. Doğru karşılık: “Fırça kuyruklu, sıvı gözlü…”

ray bradbury

Önceki Çeviri ve Yeni Çeviri Karşılaştırması

Alıntılar :

1.

Kaynak Metin:

Montag slid down the brass pole. He went out to look at the city and the clouds had cleared away completely, and he lit a cigarette and came back to bend down and look at the Hound. It was like a great bee come home from some field where the honey is full of poison wildness, of insanity and nightmare, its body crammed with that over-rich nectar and now it was sleeping the evil out of itself.

Kayalıoğlu:

Montag pirinç direkten kaydı. Dışarı çıkarak şehre baktı ve bulutlar tümüyle dağılmıştı, bir sigara yaktı, eğilerek geri geldi ve Tazı’ya baktı. Balında zehir azgınlığı, cinneti ve kâbusu olan, kırlardan eve gelmiş kocaman bir arı gibiydi, vücudu çok zengin çiçek özüyle dolu ve uyuyarak kötülükleri içinden atıyordu şimdi. (s. 51)

Körpe:

Montag pirinç direkten kayarak indi. Şehre bakmak için dışarı çıktı… bulutlar artık tamamen dağılmıştı; Montag bir sigara yaktıktan sonra geri dönüp eğildi ve Tazı’ya baktı. Tazı, balın kır zehriyle dolu olduğu bir delilik ve kâbus tarlasından evine dönmüş, vücudu o fazla nektarla tıka basa doldurulmuş ve şimdi uyuyarak kötülüğü içinden atan dev bir arı gibiydi. (s. 44)

Yorum:

Kayalıoğlu alıntının tamamını doğru aktarmış. Altı çizili kısım Körpe tarafından sorunlu çevrilmiş, “of insanity and nightmare” ifadesini balı değil tarlayı tanımlayacak şekilde çevirmesi cümlenin anlamını değiştirmiş; “poison wildness” ifadesini neden “kır zehri” olarak çevirdi, anlamadım.

2.

Kaynak Metin:

Books bombarded his shoulders, his arms, his upturned face. A book lit, almost obediently, like a white pigeon, in his hands, wings fluttering. In the dim, wavering light, a page hung open and it was like a snowy feather, the words delicately painted thereon. In all the rush and fervor, Montag had only an instant to read a line, but it blazed in his mind for the next minute as if stamped there with fiery steel. “Time has fallen asleep in the afternoon sunshine.” He dropped the book. Immediately, another fell into his arms.

“Montag, up here!”

Montag’s hand closed like a mouth, crushed the book with wild devotion, with an insanity of mindlessness to his chest. The men above were hurling shovelfuls of magazines into the dusty air. They fell like slaughtered birds and the woman stood below, like a small girl, among the bodies.

Kayalıoğlu:

Kitaplar, omuzlarına, kollarına ve yukarı kaldırdığı yüzüne sağanak halinde düşüyordu. Kitaplardan biri, beyaz bir güvercin gibi, uysal kanatlarını çırparak ellerine kondu. Solgun, titrek ışıkta, bir sayfası açıldı, kar beyaz bir tüy gibiydi, sözcükler ince ince yazılmıştı. Tüm bu telaş ve heyecan içinde, Montag sadece bir an, bir satır okuyabilmişti. Fakat kızgın demirle damgalanmış gibi bu satır zihninde şakıyıp durdu. “Öğleden sonra güneşinde zaman uykuya dalmıştı.” O kitabı bıraktı. Hemen, diğer bir kitap ellerine düştü.

“Montag, buraya gel!”

Montag’ın eli bir ağız gibi kapandı. Öfkeli bir adanışla, akılsızca yapılan bir çılgınlıkla kitabı göğsüne bastırdı. Yukarıdaki adamlar tozlu havaya kürekler dolusu dergi savuruyorlardı. Dergiler vurulmuş kuşlar gibi düşüyordu.

Kadın aşağıda, bu cesetlerin arasında, küçük bir kız gibi ayakta duruyordu. (s. 67)

Körpe:

Kitaplar Montag’ın omuzlarını, kollarını, yukarı dönük yüzünü bombardımana tutmuştu. Bir kitap beyaz bir güvercin gibi kanat çırparak, neredeyse itaatkârca Montag’ın ellerine kondu. Loş ve titrek ışıkta bir sayfa açıldı ve kar beyazı bir kuş tüyü gibiydi, üzerine yazılmış sözcükler zarifti. Montag o hengamede ancak bir satır okuyabildi, ama okuduğu şey sonraki bir dakika boyunca zihninde sanki kor çelikle damgalanmış gibi yandı. “İkindi gün ışığında zaman uykuya daldı.” Montag kitabı elinden bıraktı. Hemen ardından bir başkası kollarına düştü.

“Montag, yukarı gel!”

Montag’ın eli kitabı vahşi bir bağlılıkla, göğsünde delice bir akılsızlıkla buruşturdu. Yukarıdaki adamlar tozlu havaya kürek kürek dergi atıyordu. Dergiler katledilmiş kuşlar gibi düşüyordu ve kadın aşağıda, ölülerin arasında küçük bir kız gibi duruyordu. (s. 57-58)

Yorum:

Altı çizili ilk kısımda Kayalıoğlu “obediently” zarfını kanatlar için sıfat olarak kullanmış, yanlış bir kullanım. Körpe, sözcüğü layıkıyla çevirmiş.

Altı çizili ikinci kısımda geçen “Montag’s hand closed like a mouth” ifadesi Körpe tarafından hiç çevrilmemiş, sanırım gözden kaçtı. Çevirmenin gözden kaçırdığı şeyleri yayıma hazırlayan, editör, düzeltmen veya son okumayı yapan kişi yakalayabilirdi. “with an insanity of mindlessness” ifadesi Kayalıoğlu tarafından yanlış çevrilmiş, Körpe’nin çevirisi doğru.

Koyu harflerle belirttiğim kısım iki çevirmen tarafından Türkçe’ye doğru aktarılsa da yazarın tüm kitaba yaydığı yakmakla bağlantılı sözcüklerden biri olan “fervor” es geçilmiş. “tüm bu telaş ve ateş içinde / o yakıcı hengâmede” denebilirdi.

3.

Kaynak Metin:

We need not to be let alone. We need to be really bothered once in a while. How long is it since you were really bothered? About something important, about something real?”

Kayalıoğlu:

Bizim rahat bırakılmaya ihtiyacımız yok. Ara sıra bir şeylerden gerçekten rahatsız olmamız gerekiyor. Ne zamandan beri gerçekten böyle rahatsız oldun? Önemli bir şeyler hakkında, gerçek bir şeyler hakkında.” (s. 86)

Körpe:

Rahat bırakılmamıza gerek yok. Aslında arada sırada rahatsız edilmemiz gerek. En son ne zaman gerçekten rahatsız oldun? Önemli bir konuda, gerçek bir konuda?” (s. 73)

Yorum:

İki çeviri de sorunsuz. Ama detaya inersek altı çizili cümlede Kayalıoğlu’nun tercihi bağlama daha uygun.

4.

Kaynak Metin:

“School is shortened, discipline relaxed, philosophies, histories, languages dropped, English and spelling gradually gradually neglected, finally almost completely ignored. Life is immediate, the job counts, pleasure lies all about after work. Why learn anything save pressing buttons, pulling switches, fitting nuts and bolts?”

Kayalıoğlu:

“Okullar kısaltıldı, disiplin gevşedi, felsefe, tarih, dil dersleri kalktı, İngilizce ve imla gitgide ihmal edilmeye başlandı, en sonunda tümüyle yok sayıldı. Yaşam dolaysız, iş az, eğlence çalışmaktan hemen sonra geliyor. Düğmelere basmaktan, anahtarları döndürmekten, somunları ve cıvataları sıkmaktan başka bir şeyi öğrenmeye ne gerek var?” (s. 91)

Körpe:

“Okul saatleri kısaltıldı; disiplin gevşetildi; felsefe, tarih ve dil dersleri iptal edildi; İngilizce ve imla dersleri giderek ihmal edildi, sonunda da neredeyse tamamen boşlandı. Hayat şimdide, iş öneme sahip, mesai sonrası her yerde hazza ulaşabilirsin. İnsan neden düğmelere basmak, elektrik anahtarlarını çekmek, somun ve cıvata takmak dışında bir şey öğrensin ki?” (s. 76)

Yorum:

Yukarıdaki paragraf; İtfaiye şefi Beatty’nin Montag’la yaptığı uzun bir konuşmadan alınmıştır. Bu konuşmada Beatty hayatın hızından, entelektüel bilginin gereksizliğinden, sadece çalışmanın ve hazzın önemli olduğundan bahsetmektedir. Dolayısıyla altı çizili cümle Kayalıoğlu tarafından sorunlu çevrilmiş. Özellikle “the job counts” ifadesi için bulunan “iş az” karşılığı yanlış.

Körpe altı çizili cümleyi doğru çevirmiş; ama cümle ufak değişikliklerle daha anlaşılır olabilirdi:

“Hayat anlık yaşanıyor, iş çok önemli ve mesaiden sonra hazza dilediğin gibi ulaşabilirsin.”

Koyu harflerle belirttiğim ifadede anlatıcı bir ipi çekmek vasıtasıyla açılıp kapanan bir elektrik anahtarından bahsettiği için Kayalıoğlu’nun karşılığı yanlış, Körpe ifadeyi doğru çevirmiş.

5.

Kaynak Metin:

“Luckily, queer ones like her don’t happen often. We know how to nip most of them in the bud, early. You can’t build a house without nails and wood. If you don’t want a house built, hide the nails and wood. If you don’t want a man unhappy politically, don’t give him two sides to a question to worry him; give him one. Better yet, give him none. Let him forget there is such a thing as war. If the government is inefficient, top-heavy, and tax-mad, better it be all those than that people worry over it. Peace, Montag. Give the people contests they win by remembering the words to more popular songs or the names of state capitals or how much corn Iowa grew last year. Cram them full of noncombustible data, chock them so damned full of ‘facts’ they feel stuffed, but absolutely ‘brilliant’ with information.“

Kayalıoğlu:

“Şanslıyız ki onun gibi acayip kişiler çok sık olmuyor. Onların birçoğunu geç olmadan, daha tomurcukken nasıl ayıklayacağımızı biliyoruz. Bir evi çivisiz ve ahşapsız inşa edemezsin. Eğer bir evin yapılmasını istemiyorsan, ahşap ve çivileri sakla. Eğer politik bakımdan mutsuz bir adam istemiyorsan, kaygılandıracak bir soruda ona iki bakış açısı verme, birini ver. Daha da iyisi hiç verme. Bırak savaş gibi bir şeyin var olduğunu unutsun. Eğer Devlet yetersizse, havaleliyse ve vergi delisiyse, insanların Devlet üzerine endişelenmesindense bırak böyle olsun. Huzur, Montag. Onlara yarışmalar düzenle, en popüler şarkıların sözlerini, devletlerin başkentlerini veya lowa’da geçen yıl ne kadar mısır yetiştirildiğini bilerek kazansınlar. Onları patlamalarına neden olmayacak bilgilerle doldur, öyle lanet olası ‘olaylarla’ tıka basa yap ki, kendilerini bilgileriyle gerçekten “zeki” hissetsinler. (s. 98-99)

Körpe:

“Neyse ki onun gibi tuhaf insanlara sık rastlanmıyor. Çoğu yılanın başını küçükken nasıl ezeceğimizi biliyoruz. Çivi ve tahta olmadan ev inşa edemezsin. Ev inşa etmek istemiyorsan, çivilerle tahtaları sakla. Bir insanın siyasi açıdan mutsuz olmasını istemiyorsan, bir meseleyi iki farklı açıdan sunma ki kaygılara kapılmasın; tek bir açıdan sun. Daha da iyisi hiçbir açıdan sunma. Bırak savaş diye bir şey olduğunu unutsun. Hükümet verimsizse, kadroları fazla şişkinse ve vergi manyağıysa, insanların bu yüzden kaygılanmasındansa hükümetin bunların hepsi birden olması daha iyi. Huzur, Montag. insanlara en popüler şarkıların sözlerini, eyalet başkentlerinin isimlerini veya Iowa’da geçen sene ne kadar mısır yetiştiğini hatırlayarak kazanacakları yarışmalar vereceksin. Onları yanmaz verilerle dolduracaksın, ‘gerçekleri’ boğazlarına tıkıştıracaksın, öyle ki kendilerini tıka basa doymuş ama onca veri sayesinde kesinlikle ‘zeki’ hissedecekler. (s. 81-82)

Yorum:

Altı çizili ilk kısımdaki deyimi (nip in the bud: tomurcukken kesmek) Kayalıoğlu, anlamı tam aktaran bir çeviriyle sunarken Körpe, Türkçe’deki benzer bir deyimle yerlileştirmeye gitmiş. İki karşılık da doğru.

Altı çizili ikinci kısmı Kayalıoğlu bağlama uygun bir çeviriyle sunsa da “wood” sözcüğünü “ahşap” olarak çevirmesi rahatsız edici. “Ahşap” isim değil sıfattır. Körpe bu cümleyi bağlama uygun bir şekilde çevirmemiş ve anlam layıkıyla taşınmamış.

Altı çizili üçüncü kısımda Kayalıoğlu “worry over it” ifadesini, insanların sorunlar üzerine değil Devletin/Hükümetin varlığı üzerine endişelenmesinin daha iyi olacağını vurgulayacak biçimde çevirmiş. Bu tercih bağlama daha uygun. Körpe ise insanların endişelendiği şeyin Devletin/Hükümetin varlığı değil sorunlar olduğunu düşündüren bir çeviri sunmuş; bu tercihin, kaynak metindeki anlamı layıkıyla taşımadığını düşünüyorum.

Koyu olarak gösterdiğim ilk ifade “top-heavy”, Kayalıoğlu tarafından “havaleli” şeklinde çevrilmiş sözlük anlamı bakımından doğru olsa da bağlama uygun değil. Körpe, sözcüğü tam olması gerektiği gibi deyim anlamıyla çevirmiş.

Koyu olarak gösterdiğim ikinci ifadede “noncombustible” sözcüğü “alev almaz, tutuşmaz” anlamında kullanılmaktadır. Kayalıoğlu sözcüğü bağlamdan bir hayli kopuk çevirmiş. Körpe’nin karşılından ise “aleve dayanıklı” anlamı çıkmaktadır. İki karşılık da anlamı yansıtamamış.

Bu sahnede Beatty; insanların kıvılcım çıkaramayacak, yani eyleme dökülemeyecek bilgilerle doldurulması gerektiğini söyler Montag’a. Dolayısıyla “noncombustible” sözcüğü için şöyle bir karşılık daha uygun olurdu:

“Onları bir kıvılcım başlatamayacak verilerle dolduracaksın, ‘gerçekleri’ boğazlarına tıkıştıracaksın, öyle ki kendilerini tıka basa doymuş ama onca veri sayesinde kesinlikle ‘zeki’ hissedecekler.”

6.

Kaynak Metin:

“Everyone must leave something behind when he dies, my grandfather said. A child or a book or a painting or a house or a wall built or a pair of shoes made. Or a garden planted. Something your hand touched some way so your soul has somewhere to go when you die, and when people look at that tree or that flower you planted, you’re there. It doesn’t matter what you do, he said, so long as you change something from the way it was before you touched it into something that’s like you after you take your hands away. The difference between the man who just cuts lawns and a real gardener is in the touching, he said. The lawn-cutter might just as well not have been there at all; the gardener will be there a lifetime.”

Kayalıoğlu:

“Büyükbabam, herkes öldüğü zaman geride bir şey bırakmalı, derdi. Bir çocuk, bir kitap, bir resim, bir ev, yapmış olduğu bir duvar ya da bir çift ayakkabı. Ya da ekili bir bahçe. Ellerinin bir şekilde dokunduğu ve ruhunun öldüğün zaman gidebileceği bir şey, öyle ki insanlar senin diktiğin ağaç ya da çiçeğe baktığı zaman seni orada görebilsinler. Ne yaptığın önemli değil, derdi, yeter ki sen ellerini onun üstünden çektiğin zaman, ona dokunduğun zamanki halini değiştiren bir şey yapmış olasın. Otları sadece biçen bir adamla, gerçek bir bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Otları biçen bir adam orada hiç bulunmamış gibidir, fakat bahçıvan ömür boyu oradadır.” (s. 226-227)

Körpe:

“Herkes ölünce ardında bir şey bırakmalı, derdi dedem. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir veya duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. Veya ekilmiş bir bahçe. Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye; böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında sen orada olursun. Ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece, derdi. Sadece çim biçen adamla bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Çim biçen adam orada olmasa da olurdu; bahçıvansa bir ömür boyu orada olacak.” (s. 184)

Yorum:

Altı çizili kısımda Kayalıoğlu’nun tercihi daha akıcı ve anlaşılır. Koyu kısımda Körpe bağlama uygun olmayan bir karşılık bulmuş, Kayalıoğlu’nun çevirisi doğru.

7.

Kaynak Metin:

‘Stuff your eyes with wonder,’ he said, ‘live as if you’d drop dead in ten seconds. See the world. It’s more fantastic than any dream made or paid for in factories.

Kayalıoğlu:

‘Gözlerini merakla doldur,’ dedi ‘ve sanki on saniye sonra ölecekmişsin gibi yaşa. Dünyayı gör. Fabrikalarda yapılan veya parası ödenen herhangi bir rüyadan daha muhteşemdir.’ (s. 228)

Körpe:

‘Gözlerini mucizelerle doldur, hayatı on saniye sonra ölecekmişsin gibi yaşa,’ dedi. ‘Dünyayı gör. Yaratılan veya fabrikalarda bedeli ödenen herhangi bir rüyadan daha fantastiktir o.’ (s. 185)

Yorum:

Kayalıoğlu yine diyalogların aktarımında bölünen cümle yapısını korumuş, Körpe birleştirmeyi tercih etmiş.

“with wonder” için Körpe’nin “mucizelerle” karşılığı bağlama daha uygunken “fantastic” için Kayalıoğlu’nun “muhteşemdir” karşılığı bağlamla daha uyumlu.

Altı çizili ifadede “made”den sonra virgül olmamasına rağmen Körpe ifadeyi ayırmış. Kayalıoğlu’nun çevirisi daha uygun.


Bir Çeviri Karşılaştırması: Eşekarısı Fabrikası

Bülent Özgün

Edebiyat ve sinema hayranı (bazen hangisini daha çok sevdiğini kendisi de bilmiyor), İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu, öğretmen; yazmayı, okumayı, konuşmayı, öğretmeyi ve bunların hepsi üzerine düşünmeyi seven bir ademoğlu. Bir hayaledici. Ne yazık ki hep böyle kalacak.

20 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Davram Davram dedi ki:

    Tebrikler, tebrikler. Enfes bir değerlendirme olmuş bu. Birilerinin İthaki’ye çeviri sorunlarını ciddi ciddi hatırlatmasının zamanı gelmişti.
    Şu Altered Carbon’ın problemli tercümesi üzerine veryansın etmiştim geçenlerde. Bazen öyle amatörce hatalar yapılıyor ki, sinirlenmemek elde değil.
    Benim anlamadığım, ülkede birçok kitabı hakkını vererek çeviren varken neden tatsız tuzsuz, anlam kayıplı, yanlış çevirilere mahkum edildiğimiz.
    Eminim sitenizde en az benim kadar bilim kurgu ve fantazi edebiyatı ciddiye alarak okuyan insanlar vardır. Sizden ricam, tüm bu kişiler adına sesimizi duyurun lütfen.
    Biz bunları hak etmiyoruz. Hele hele anadilinde yazan edebiyat ustaları, hiç etmiyor.

  2. Avatar for periyodiknesriyat periyodiknesriyat dedi ki:

    Çok teşekkür ederim. Yazının girişinde de belirttiğim gibi, çevirmenlere de çok yüklenmemek lazım. Bu bir ekip işi. Çevirmen ile birlikte bir çok kişi sorumlu bu hatalardan.

  3. Avatar for darlyopus darlyopus dedi ki:

    Okur olarak böyle çeviri/baskı kıyaslarına çok ihtiyacımız var. Gayet temiz ve özenli bir dosya olmuş, elinize sağlık Bülent Bey.

  4. Avatar for mit mit dedi ki:

    Muazzam bir kıyaslama olmuş, tabii ki yine Bülent Bey’in imzasıyla… Ellerinize kollarınıza sağlık.

  5. Avatar for magicalbronze magicalbronze dedi ki:

    Benim de keyifle okuduğum bir karşılaştırma oldu bu. Hem tekrar hatırlama fırsatı buldum hem de yeni ve eskisi arasındaki farklılıkları gördüm. Ellerinize sağlık @periyodiknesriyat!

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

15 cevap daha var.

hanimlar ve beyler ust

Diskdünya, “Hanımlar ve Beyler” İle Devam Ediyor

Genius 3. Sezon - Mary Shelley

Genius, Üçüncü Sezonunda Mary Shelley’i Ağırlayacak!