Çizgi roman kahramanlarını alıştığımız, kemikleşmiş kalıplarının dışına çıkaran ve onları farklı tarihi dönemlere, hatta başka evrenlere taşıyan özgün işleri ayrı bir seviyorum. Aynı şekilde, geçmişte yaşamış gerçek kişileri ve olayları farklı biçimlerde kullanan alternatif tarih romanlarını da her zaman keyifle okumuşumdur. İşte bu yüzden Batman: Gotham’ın Gaz Lambaları’nı ilk duyduğumda acayip derecede meraklanmış ve bir o kadar da heyecanlanmıştım. Ve ne mutlu ki beklediğimi fazlasıyla aldım.
Tarihten Yola Çıkıp Tarih Yazmak
Gotham’ın Gaz Lambaları (Gotham by Gaslight) yurt dışında ilk kez 1989 yılında, tek seferlik bir macera olarak yayınlanmış aslında. Ancak gördüğü ilgi o kadar büyük ve yoğun olmuş ki DC Comics’in daha sonra Elseworlds (Başka Dünyalar) adında, kahramanlarının başka çağlarda alternatif maceralar yaşadığı bir yan seri başlatmasına önayak olmuş. Yani eğer bugün Superman: Red Son, Kingdom Come ve Injustice gibi birbirinden muazzam alternatif DC çizgi romanlarına sahipsek bunu büyük ölçüde Gotham’ın Gaz Lambaları’na borçluyuz diyebiliriz.
Çizgi romanımız zamanında pek çok Karındeşen Jack hikâyesine imza atmış olan ünlü korku yazarı Robert Bloch’un (kendisini Sapık filminin senaristi olarak da hatırlayabilirsiniz) yazdığı bir mektupla başlıyor. Bloch “Adres; Cehennem” (From Hell) adlı bu yazısında Karındeşen Jack’in 1888 yılında, yarım bir insan böbreğiyle birlikte polislere gönderdiği gerçek mektubu taklit ediyor; ki o mektubun başlığı da “From Hell” olarak geçer zaten. Seri katilin ağzından yazılan bu bölüm, okurlara hem Jack’in işlediği korkunç cinayetleri hatırlatma hem de arkasındaki yatan gizem hakkında küçük bir önbilgi verme vazifesi görüyor.
Ardından 1889 yılına, Viyana’ya ışınlanıyoruz. Karındeşen Jack sırra kadem basalı altı ay olmuş, Londra polisinin tüm çabalarına rağmen bir türlü yakalanamamıştır. Bu esnada, Bruce Wayne ise annesiyle babasının intikamını alabilmek için yurt dışında çeşitli eğitimler almaktadır. Londra’daki “malum bir dedektifin” yanından yeni dönen Bruce’un son durağı ise kendisine psikoloji dersleri veren Sigmund Freud’tur. Eğitiminin tamamlandığına karar veren Bruce, Gotham’a geri dönme vaktinin geldiğini hisseder ve çok geçmeden soluğu memleketinde alır. Sizin anlayacağınız Batman: İlk Yıl’a ufak bir selam çakmış burada yazar.
1889’un Gotham’ı tıpkı dönemin diğer şehirleri gibi taş binaların yeni yeni yükselmeye başladığı, sokakların gaz lambalarıyla aydınlatıldığı ve yolculukların hâlen faytonlarla yapıldığı bir yer olarak çıkıyor karşımıza. Ama bu demek değil ki tanıdık hiçbir şey yok. Polis şefimiz yine ihtiyar dostumuz James Gordon’un ta kendisi mesela. Alfred ve Wayne Malikânesi de yine Bruce’u bu topraklarda bekleyen şeyler arasında yer alıyor. Hatta bir ara şen dulları zehirleyerek öldüren ama yakalanınca intihar etmeye kalkan ve yüzüne “kalıcı bir sırıtış” yerleşen bir katilden bile söz ediliyor.
Bruce gündüzleri zengin bir aylak rolüne bürünürken geceleriyse Batman olarak sokakları suçtan temizlemeye başlıyor. Tabii döneme uygun bir şekilde, son teknoloji oyuncaklarından mahrum bir Batman bu. Onun yerine belindeki kemere birkaç fırlatma bıçağı asan, binici çizmesi ve eldivenleri giyen, pardösümsü bir yakaya sahip bir pelerin takan ve maskesindeki dikiş yerleri açıkça görülen bir Kara Şövalye var karşımızda.
Gelin görün ki Bruce’un memleketine dönmesiyle birlikte Karındeşen Jack’in de Gotham sokaklarında dehşet saçmaya başlaması bir olur. Hatta bu yüzden Yarasa Adam ile Seri Katil’in aynı kişiler olduğunu düşünenler bile olur. Böylece Batman hem şehrini korumak hem de adını temize çıkarmak için bu ele avuca sığmaz katilin peşine düşer.
Çizgi romanın en sevdiğim yanlarından biri daha en başından itibaren bize birkaç farklı şüpheli vermesi ve katilin kim olabileceğini düşünmemize imkân tanıması oldu. Ki zaten iyi bir polisiyenin olmazsa olmazlarındandır bu benim için. Daha sonraysa olayların hiç beklenmedik bir yön alması ve sürpriz bir sonla bitmesi de ayrı bir keyif oldu doğrusu. Senarist Brian Augustyn ilk işi olmasına rağmen gayet başarılı bir iş çıkarmış. Hikâye kadar hem Batman evrenine hem de gerçek dünyaya dair satır aralarına gizlenen referanslar da okuma zevkini bir hayli arttırıyor. Çizer ise çok yakından tanıdığımız bir isim, Mike Mignola’nın ta kendisi. Henüz Hellboy’u yaratmasına 4 yıl olmasına rağmen çizimlerinin ta o zamanlar bile kendine özgü bir karaktere sahip olduğu açıkça görülüyor.
Sonuç olarak, Gotham’ın Gaz Lambaları sadece Batman ve Karındeşen Jack efsanelerini başarıyla birleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda da tadı damakta kalan bir okuma deneyimi sunuyor bizlere.
Geleceğin Efendisi
Gotham’ın Gaz Lambaları’nın eksi olarak değerlendirebileceğim bir yanı varsa o da kısa olması ve çabucak bitmesi. Öyle ki Batman’in bu yeni hâline tam olarak doyamadığınızı hissediyorsunuz. İşte o noktada ciltteki devam hikâyemiz olan “Geleceğin Efendisi” giriyor devreye.
Önceki maceradan yaklaşık bir yıl sonra Bruce pelerinini asmış, Batman’i emekliye ayırmaya karar vermiştir. Artık ailesinin işleriyle ilgilenmesi gerektiğini düşünmektedir. Alfred durumdan memnundur Ancak şehrin hâlâ Batman’e ihtiyacı olduğunu düşünen bazı kimseler de vardır. Komiserliğe terfi eden Gordon gibi…
Derken, yirminci yüzyılın yaklaşması şerefine şehirde verilecek görkemli bir panayırın öncesinde kendisine “Geleceğin Efendisi” diyen, Alexandre LeRoi adında eksantrik bir adam çıkıverir ortaya. Ve talepleri karşılanmadığı takdirde bütün şehri yakmakla tehdit eder Gotham halkını. Belediye başkanı adamın tehditlerine kulak asmaz ve panayırın her ne olursa olsun düzenleneceğini söyler. LeRoi bu durumdan hiç memnun kalmaz elbette. Ve en sonunda onu durdurmak pelerinini yeniden kuşanmaya gönülsüz olan Batman’e düşer.
Geleceğin Efendisi adlı bu macera yine Brian Augustyn tarafından yazılmış. Bununla birlikte, LeRoi’nın tüm tuhaflıklarına rağmen, Gotham’ın Gaz Lambaları kadar etkileyici olduğunu söylemek zor. Çizimler ise bu kez başka birine, Eduardo Barreto’ya ait. Mignola’nın karanlık ve kasvetli çizimlerinin aksine 90’lı yılların o temiz çizgilerini kullanmış kendisi. Doğrusunu söylemek gerekirse hem karakterlerin yüz ifadeleri hem Batman’in kostümü hem de genel itibariyle Mignola’dan daha başarılı buldum Barreto’yu.
Son olarak Buffalo Bill ve Thomas Edison göndermelerinin gözlerden kaçmaması gerektiğini belirteyim.
Çeviri ve Editörlük
Ülkemizde JBC Yayıncılık tarafından, oldukça kaliteli bir baskıyla yayınlanan bu iki maceralık cildin çevirisi Emre Taşkıran’a, editörlüğüyse Aslı Dağlı’ya ait. Daha önce defalarca belirttiğim (ve görünüşe göre daha pek çok kereler söyleyeceğim) üzere bu ikilinin elinden çıkıp da beni pişman eden bir çeviri henüz görmedim. Gotham’ın Gaz Lambaları da bu konuda bir istisna değil. Hatta, çizgi roman eski çağlarda geçtiği için, çeviride eser miktarda eski kelime de mevcut. Ama endişelenmeyin, anlaşılmayacak şeyler değil bunlar. Ne eksik ne de fazla, tam kıvamında… Ve bu da çizgi romanın 1800’lerde geçtiği izlenimini başarıyla pekiştiriyor. Bu tür kelime seçimleri için kendilerini tebrik ediyorum.
Bunun yanı sıra çeviride tek bir yazım hatasının olmaması, cümlelerin net ve tek seferde anlaşılır şekilde okunabilmesi de bir diğer artısı.
Peki ya animasyon?
Eğer çizgi romanı okuyup sevdiyseniz geçtiğimiz ocak ayında gösterime giren aynı adlı animasyon filmini de izlemek isteyebilirsiniz. Ancak sizi baştan uyarayım, iki eserin arasında çok ama çok büyük (ve kanımda hiç hoş olmayan) farklılıklar var. Mesela çizgi romanda Robin’in izine rastlanmazken (ne de olsa Batman kariyerinin başında) animasyonda ise üçünü birden, kimsesiz sokak çocukları görüyoruz. Aynı şekilde Dr. Strange, Poison Ivy, Selina Kyle ve Barbara Gordon da çizgi filmde boy gösterenler arasında yer alıyor. Gelgelelim bunların hiçbirine itirazım yok çünkü hem konuya renk katmışlar hem de çizgi filme güzel yedirilmişler. Gotham’ın o dönemdeki atmosferini başarıyla yansıttıklarını ve Batman’e steampunk cihazlar vererek kendisini biraz daha yetenekli kılmaları da yine başarılı olan yanlarından.
Çizgi filmdeki en büyük değişiklik hiç şüphesiz Karındeşen Jack‘in kimliği ve hareketleri. Çizgi romanın aksine animasyon filminde çok daha güçlü, çevik ve yakın dövüş eğitimi almış bir Jack karşılıyor bizleri. Öyle ki teke tek dövüşlerde Batman’i alt etmeye bile çok yaklaştığı zamanlar oluyor.
Ancak çizgi filmin ortalarına geldikçe işler iyice saçma bir hâl alıyor. Normalde ölmemesi gereken karakterler bir bir nalları dikiyor örneğin. Alternatif bir evrende geçtiği için bunu çok da kafaya takmıyorsunuz gerçi. Ama asıl saçmalık Karındeşen Jack’in aslında “kim” olduğunun ortaya çıkmasıyla başlıyor. Batman: The Telltale Series‘in ilk sezonundan beri böyle aptalca, böyle saçma bir kötü adam görmemiştim diyeyim, siz işin vahametini anlayın.
Daha da beteri, kötü adamın kimliğinin animasyonda anlatılan hikâyeyle de uyumsuzluk göstermesi. Spoiler vermemek için açık açık yazamıyorum ama ünlü katilimizin çizgi filmin başındaki davranışları ve düşünceleriyle son bölümdeki tutum ve davranışları birbirine feci hâlde zıt. Madem katil oydu, o zaman neden sevdiği insanların Jack tarafından öldürüleceğinden samimi bir şekilde korkuyordu? Hadi onu geçtim, böyle birinin teke tek dövüşte Batman’le aşık atması ve çatılarda, balonların tepelerinde vs akrobatik hareketler yapması nasıl mümkün olabilir yahu? Mantıksızlık had safhada…
Uzun lafın kısası, çizgi romanını sevdim, çizgi filmindense hiç memnun kalmadım; iyi başlamasına rağmen çok kötü bitti. Eğer ikisi arasında bir tercih yapacaksanız çizgi romanı seçmenizi tavsiye ederim. Animasyonu daha önce izleme fırsatı bulanlara da yine çizgi romanı okumalarını öneririm.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!